Zaten yaşamakta olduğum Kuzey'de değil ama!
Hımmmm... Durumu yanlış anlattığımı hemen fark ettim; cümleyi dönüp düzeltmek de istemiyorum. Cümle derken başlangıç ifademde bir anlam kaybı olduğunu gördüm. Şimdi baştan almalıyım:
Ülkemizin güzel ve yaşamaktan mutlu olduğum şehrinde, kanepeye yayılmış vaziyetteyken elimdeki kitabın dünyasına buyur edilen ben onu okumuyor da yaşıyorken bir başka Kuzey'de, benimki gibi yine S ile başlayan ama bu kez küçük ve ormanlık bir kasabada, karlar altındaki Suomussalmi'deyim.
Bir yandan da bedenimle olağan günlük yaşamıma devam ediyorum. Kahvemi elime alıp da işe ara verdiğim anlardaysa kitabı elime alıyor, gözlerim kelimelerle buluşur buluşmaz kapağı üzerime kapanıyor, dış dünya ile bağım kopuyor ve ben artık kitabın içindeki dünyada yaşamaya başlıyorum.
Finlandiya sevdiğim bir ülke, onu iyi tanıyorum, seviyorum ve çok sevdiğim, hayatımın çok kıymetli bir döneminde aklımı, fikrimi, kalbimi doldurmuş bir kız arkadaşım orada, Turku şehrinde yaşıyor. Blogu takip eden ve o yazıyı okuyanlar bilirler.* Hiç gitmediğim bir ülke ama gidenlere nal toplatabilirim. Hatta gittiğimi bile sanırlar. O kadar iyi biliyorum.
Roy Jacobsen'se ilk kez okuduğum bir yazar, Oslo doğumlu. Kitapla kitaplarımı sürekli satın almakta olduğum yayımevinin internet sitesinde dolaşırken karşılaştık. Kuzeyli yazarlara zaten zaafım vardı ama kitap da beni görüntüsüyle ve tanıtım yazısındaki bir kaç cümleyle etkilemişti. Uzatmayayım yine, çünkü meylim var!
Göz göze gelince olağan kıvılcım çaktı, kalbim sevdi, ilk görüşte aşk ve kavuştuk birbirimize.
Yine kısa, 125 sayfalık ama koskocaman bir kitap. Güçlü karakterler, zorlu ama bembeyaz ve pırıl pırıl bir doğa... Üstelik beni kafalaması çok kolay bir iki yem vardı: Kasabanın bir noktasında toplanan tanklar, terk edilmiş bir kasaba, kuzeye özgü huş ağaçları, kar ve ikinci dünya savaşında küçük bir coğrafyada olan bitenler... Ruslar. Ve savaş tarihinde yeri olan literatürlük bir muharebe...
Fakat şunu kesinlikle söyleyebilir, hatta altını çizerim ki bu akıcı ve "naif", sıcacık insan hâlleri anlatan, alengirli meseleler de barındıran kitap kocaman bir okuma tadı barındırıyor. Çünkü içinde doğa, insan, düşman ama yine de insan, hâlleri var. Savaş bir fon; kitabın derdiyse kalbiyle, koşulların gereği hâlleriyle, özüyle sözüyle insan. Doğa.
Elbette adından anlaşıldığı üzere baş kahramanları oduncular. Onlar üzerinden gelişse de roman yan hikâyeler göz alıcı. Bir de baş karakter var: Timmo. Bir oduncu. Plancı, bir stratejisi var: İşine bakarken ilmek ilmek, sıcacık, kurnaz insan hâlleriyle örüyor onu. Çok sevdim. Hatta kitabı Enn Sevdiğim Kadın'a överken "Nemeçek'ten sonra bir dostum daha oldu, bayıldım kendisine. Tanıştırayım: Oduncu Timmo," dedim.
Ve ambiyans yaratmakta üstüne olmayan, hayalle gerçeği birleştirip naif olanda uyuyan bana bu güzel ikramiyeyi yılın son haftasında sağlayan tüm ulvi varlıklara şükrettim. Fakat onlar bununla yetinmemişler ve ikramiyemdeki değeri ikiye katlamayı düşünmüşler!
Bir kitap siparişi daha yapıyorum, bir iki bankom var; dolaşırken raflarda yeni rastlaştığım bir yazarın kitabı dikkatimi çekiyor ve ilave ediyorum. O da, yani Tove Jansson da bir Kuzeyli. Bu kez İsveç'te ve yüzlerle ifade edilecek insana sahip küçük bir köy olan Västerby'deyim. Kar muhteşem, göl buz tutmuş, bahar yaklaşmakta. Market'le ve Marketçiyle tanışıyorum. Katri Kling sayesinde.
Şirin insanları olan, ormanlık, balıkçılık yapılan, kayıkhaneleri olan ve tekne imal edilen sevimli bir yer. Katri'nin kardeşi Mats okumayı, denizi ve tekneleri seven genç bir çocuk. Ve bir de Bayan Anna Aemelin var, tanıştığıma memnum olduğum kişilerden biri... Bir de Mats'ın çalıştığı kayıkhanenin sahibi iki kardeş. Bir kaç yan karakter daha... Ama benim için baş karakter Katri oluyor. Bir de köpekleri var, kusura bakmasın şu an adını hatırlayamadım ve dönüp de kitapta aramaya niyetim yok.
Kitap merak ettirerek akıp giderken, sonlara doğru gidişattan çekiniyorum.
"Yılın şu son gününde ve sabahında mı?" diyor. Bırakıyorum.
Öyle dost olmuştum ki karakterlerle ve öyle sevmiştim ki Katri'yi, Anna ve Mats'ı, ürkmüştüm. Her şey yolunda ve hoşken, tadım zirveye ermişken, üzülmek istememiştim. Yazarın gidişatı "Aman amann, sakın?!" dedirtmişti.
Anna da bir yazar... daha doğrusu çizer. Bu durum ilginç! Kitapları var. Tavşanlar bir de... ki kitabın önemli karakterlerindenler?! Okunan, çok satan bir çocuk kitapları "yazarı" O... Bir de mektuplar var; okuyucularından gelen ve geçmişinden...
Anna, Katri ve Mats ilişkisi enteresan ve bir o kadar da muhteşem.
Tove Jansson'la tanışınca öğreniyorum ki O çocuk kitapları yazmış hep ve çok tanınır bir yazarmış. Bu yetişkinler için yazdığı ilk romanıymış.
Bu bilgilerden yola çıkarak mı yoksa Anna ile Mats'ın kitap sohbetlerinden kaynaklı olarak mı bu hisse kapıldım bilmiyorum ama Dürüst Yalancı'yı okurken ondan Korkusuz Kaptan, jack London, Define Adası gibi kitapların ve yazarların tadını alıyordum. Çok severek, ve neredeyse elimden bırakmadan -son sayfaları cesaret kuşanarak- okudum. İçimi ısıttı, süreç boyunca dinlediğim sohbetleri yaşadım, katıldım. Hatta bir ara şöyle düşündüm ve kitabı şöyle tanımlamak istedim ve dedim ki tıpkı yılbaşı akşamları gösterilen filmler gibi. Bir roman eleştirmeni kasıntılığı ile onu yorumlamak hiçbir an içimden gelmedi. Aklımı çelmeye çalışan o karakterimi kovdum ve kitapla ben başbaşa kaldım. Çok sevdim. Ne sevindim bir de: "Bir eski yıl uğurlamak ve yeni yıl karşılamak böyle güzel, sıcak ve sürprizli olmalı," dedim. Mutlu, çok mutlu hissettim sabahın erkeninde kendimi.
Sonra eski yılla yeni yılın buluşma noktasında bana çıkmış, hatta çıkarılmış iki büyük ikramiye olarak, kalbimin enn sevilenleri kasasına kilitledim onları. Gökyüzünün sabahıma sunduklarına bakıp, bir kez daha şükrettim. Yaşadığım yeri sevdim.
Şimdi de kalbimin kasasındaki çok özel bir Kadını düşünüyor ve hınzırca gülümsüyorum!??
*O Yazı