13 Şubat 2020 Perşembe

Penfriend'lik Müessesesi

 Bir arife günü yazısı...


Kısa bir yazı planlamıştım. Oldukça kısa! Şöyle başlayacaktım yazıya: Bir gün, eski günlerini düşünürken blogların ve canlıyken dünya; diğer sosyalleşme alanları henüz yokken ve gözdeyken bloglar bir bakayım şimdiki zamanda, dedim; geniş alanda ve daha genç nesillerde durum nasıl? Önce eski blog yazarlarından sevdiğim bir bloga düşülmüş ve genç birine ait olduğunu düşündüğüm yorumdan hareketle o bloğa gittim, hoşuma gitti ve blogroluma ekledim. O blogdan da bir başka bloğa... O da hoşuma gitti, onu da ekledim. Sonra onlar üzerinden tıpkı eski biz dönemi gibi bir çember oluşturduklarını gördüm ve zaman zaman o çemberdeki diğer blogları da okumaya başladım. Çok da sevindim üstelik, bloglar yaşıyordu ve canlıydı! Üstelik bu insanlar geziyor, okuyor, fotoğraf çekiyor ve yaşadıklarını da kendi üslupları ve tazelikleriyle güzel güzel anlatıyorlardı. Ve üstelik başta mimler olmak üzere sürekli kendi çemberlerinde etkinlikler düzenliyorlardı. Buralardan önemli kazanımlar elde etmiş, her zaman bu ülke insanına ve gençliğine güvenmiş, bu ülke ile ilgili umutları hep pozitif olmuş biri olarak mutlandım da. İlgimi çeken, hoşuma giden, sıcak yazılara yorumlar yazdım. Gördüğümde beni en heyecanlardıran eylemlerden biri dünyanın dört bir yanından insanlarla mektuplaşıyor olmalarıydı. Birbirlerine ülkeleri ile ilgili kartlar yolluyor, onları süslüyor püslüyor, emekle güzelleşmiş bir iletişimi zevkle ve hevesle yapıyorlardı. Üstelik ekran üzerinden anlık ulaşabilme olanakları olmasına rağmen o mektupların ve kartların gidiş gelişlerindeki onbeş günlere varan zamanları büyük bir heyecan ve zevkle bekliyor, bu duygularını da pek güzel satırlarına döküyorlardı.





Yıllar yıllar önce 

Liseye yeni başlamışım, İngilizcem çok iyi ama bunu yeterli bulmayan, yıllar yıllar sonra içimizdeki en yetenekli Buraneros'tur diyecek en amcamın eksik kalmış hayallerinin bir projesi olan ben, onun zoruyla özel İngilizce dersi almaya mecbur kılınıyorum. Öğretmenim yıllar içinde bu şehrin bir üniversite, OMÜ'yü kazanmasına sebep olacak, uzun yıllar da Amerika'da kalmış güzel, tanınan bir kadın; Üstün K. Hanım... Fakat ben gönülsüzüm. Çoğu zaman ekiyorum. Bu derslerin de katkısıyla elbette İngilizcem iyice yükseliyor. Amerikalı, İngiliz dahil hangi ülke insanı olursa olsun, çatır çatır konuşabiliyorum. Okuldaki sınıfımda bir kız var, o da iyi. Zamanla İngilizce dersleri kızlar ve erkekler takımları arasındaki maça dönüşüyor. Öğretmen kilit ve zor bir soru sorduğunda sadece iki parmak kalkıyor. Bazen de tek ki o benim. Taraftarlar heyecanla bekliyor ama bunun farkında olan kadın  öğretmenimiz ise pozitif ayrımcılık yapmaya başlıyor. Bu da fayda etmiyor, o kız bilemeyince yine top bana geliyor. Benim içinse her soru topu boş kaleye atmak gibi... Yıllar sonra, sınavda öğretmen tahtaya soruları yazarken kağıdını alıp cevaplarını yazdığım sıra arkadaşım zaman içinde İngilizce öğretmeni olduğunda, "İlk yıllarımda en çok korktuğum, sen gibi bir öğrenci ile karşılaşmaktı" diyeceği kadar iyiyim. Uzun yıllar karşılaşmadığım arkadaşlarımla karşılaştığımda ilk sordukları: "İngilizcen o kadar güçlü kuvvetli mi?" olur, hala.  Fakat bir öğrenci olarak da fizik hariç fen derslerinde, cebirde, kısmen geometride, bir de olaylar ve süreçler değil de tarihler söz konusu olduğunda tarihte yokum.

Bu özel dersler ve özel öğretmenim sayesinde bir uluslararası arkadaşlık servisinden haberdar oluyorum; merkezi Finlandiya'nın Turku şehrinde olan International Youth Service. Bir de form veriyor bana. Kendi sınıfım ve yakın arkadaşlarımla başlıyorum işe ki yanlış hatırlamıyorsam 8 veya 10 kişi buluyor, onları forma kaydediyor, istedikleri ülkeleri, cinsiyetleri ve yaş aralıklarını belirtiyor ve ücretini alıyorum. Sonra o paralarla postaneye gidiyor, international reply coupon denen ve her ülkede paraya çevrilebilen kuponlardan alıp formla birlikte zarfı, sistemin kurulu olduğu Finlandiya'ya yolluyorum. Benim bu işten kazancımsa her formda ücretsiz bir arkadaş edinebilme.

İlk arkadaşım enteresan ki Finlandiya Turku'dan. Sonra İsveç'ten. Sonra jamaika'dan. Gözdem Finlandiyalı Anne ama! Diğerleri ile kısa tutuyorum. Anne ile ise frekansımız örtüşüyor. İkinci mektupta fotoğrafı geliyor. Çok güzel bir Finlandiyalı. Dünyamı ele geçiriyor. Plaklar gönderiyorum ki ilki Modern Folk Üçlüsü'nün bir albümüydü; içindeki şarkılardan birinin adı da Ali Veli. Bu sayede Veli'nin Fincede kardeş anlamına geldiğini öğreniyorum. Bizim müzik yelpazemizden, Esin Engin'in orkestra düzenlemeleri olmak kaydıyla oyun havaları dahil örnekler koyduğum kasetler de hazırlayıp yolluyorum. O da kendi müzikleri ile hazırladıklarını bana... Elbette bugünkü gibi kapıma gelmiyor bunlar, postanenin bir tür gümrük sayılacak ve bayağı uzaktaki birimine gidiyor, orada görevli polisler tarafından açılıp bakılmış halleriyle ve bir sürü sorgu sualden sonra alıyorum onları. Hakeza gönderdiğim her şey de kontrol ediliyor. 

Mina rakastan sinua,* diyor bir gün. Uçuyorum fakat bir yandan da dilin  Orta Asya Türkçesi ile benzerliğini düşünüyorum. Dünyamdaki bir numaralı kız oluyor Anne. Ne hayaller kuruyorum. O günün koşullarında tek iletişim olanağımız gitmesi ve yanıtın gelmesi toplamda neredeyse 30 günü bulan mektuplar. Ama okul dönüşlerimde apartmanın bize ait posta kutusundaki, günlerce yokladığım o renkli zarfı görmenin tadına da paha biçemem. Yüzüm ışıldıyor, yüreğim küt küt atmaya başlıyor, sanki asansör gitmiyor sanıyorum. Kapıdan girişim, defterleri kitapları bırakışımdaki hız anlatılamaz. Tüm ayrık otlarımdan kurtuluyor, kolamı alıyor, yanına da mutlaka tatlı bir şey buluyorum. Yaşamımın en güzel halleri hanesinden bir ritüel bu. Avrupa ile erişilmez bir bağ! Sanki mektubu okumuyor Anne ile yan yana kucak kucağa sohbet ediyorum, neredeyse kokusunu duyuyorum. Hatta bir yaz o İrlandaya dil okuluna gitmeyi düşünüyor, ben İngiltereyi düşünüyordum ancak o yılların şartlarında, döviz çıkarma miktarlarına koyulan sınırlar yüzünden ben gidemiyorum. O bana İrlanda Cork'tan mektuplar atıyor. 

Elbetteki kız arkadaşlarım var ki bu manada hiç sıkıntı çekmeyecek kadar hoş, talep gören bir çocuğum. Ama Anne bir masalın, benim masalımın kahramanı ben için. Sonra sınıfta kalıyorum. Sosyal bilimler, edebiyat, coğrafya,  felsefe, sosyoloji, mantık, ingilizce dersleri üst seviye olan bir çocuk olarak... fen bölümünde benim işim ne diye sorguluyorum? Amcamla benim hayallerim bir biriyle uzlaşmaları mümkün olamayacak kadar birbirine uzak. Sınfta kalma meselemi Anne'le paylaşamıyor, bundan utanıyor ve bir süre sahadan çekiliyorum. Bir süre sonra, toparlayınca kendimi  Anne'in bir arkadaşı ile mektuplaşmaya başlayan bir arkadaşımla atlası önümüze alıp Finlandiya'ya varacak bir Avrupa turunu, gün gün, santim santim planlıyoruz ama ülke koşulları yüzünden kağıt üzerinde kalıyor bu da. Babamın hep tahmin ettiğim erken ölümü gerçekleşiyor bir zaman sonra ve ben de zaten öngördüğüm ve hep hazır olduğum hayatı yaşamaya başlıyorum. Ama hayatımın en özel, en tatlı, en heyecan verici olaylarından biri olarak hem hafızamda hem de kalbimdeki yerini hep koruyor bu unutulmaz penfriend'lik serüveni ve müessesesi.

Elbette yıllar içinde zaman zaman düşünüyor, net üzerinden bulup ulaşabileceğimi biliyorum. Ama o yaşların ve orada kalmışlığın, o yıllardaki hayallerin, imkansızlıkların  o özel tadının ve çok hoş bu rüyanın da yiteceğini biliyorum o zaman. İngilizcem de yeni hayatımda pas tutan demire dönüyor zaman içinde.

Bir gün  annem yıllarca biriktirdiğim Hey, Gırgır, Fırt ve Alacarte gibi dergilerimi evde fazlalık yapıyorlar diye çuvallara doldurup atıyor ki onlarla birlikte tüm mektuplarım da gidiyor. O an çok üzülüyorum buna... ama çok. Özellikle St. Valentine's Day nedeniyle gönderdiği, çok hoş ve çok romantik renklerle süslenmiş, üzerinde bir kız ile bir oğlanın, kızın çıkardığı şapkasının arkasına yüzlerini saklamış oldukları çizim kart'a ve içine yazılmış sözcüklerin yok oluşuna üzülüyorum. O günlerde bilmediğimiz, bize uzak ama şimdi yaşamımızın bir parçası olan günden ve bu kültürden de onun sayesinde haberdar oluyorum. Fakat nasıl oluyorsa fotoğrafı kalıyor. Allahtan yaşadığı güzel anların izleri hafızasından ve kalbinden asla silinmeyen, her birini dün gibi hisseden, hatırladığında yaşayan ve kıymetlerini bilen biriyim.

Dün gibi!



*Seni seviyorum.


14 yorum:

  1. Sizin penfriend'inizle benimki aynı şehirdenmiş! Benim de Turku'da bir kız arkadaşım vardı, adını hatırlayamadım, şimdi.
    Muhtemelen aynı yıllarda yazışmışızdır. Samsun'da Lise'deydim Finlandiyalı arkadaşımla yazışırken. Üniversiteye gidince, utanarak söylüyorum, unuttum arkadaşımı. Siz yazınca aklıma geldi, yeniden. :)

    YanıtlaSil
  2. Turku'dan bildiğim bir kız ismi var ki kendi penfriend'imden yazıda bahsi geçen -seyahat planı yaptığımız- arkadaşım için almıştım adını ve adresini. Kimbilir belki tutar ve hatırlanmasına katkı yapar:) Tarja.

    YanıtlaSil
  3. Tarja değildi. O döneme ait diğer isimler gibi, bunu da unutmuşum. Üstelik ipucu da yok. :(
    Çuvallar dolusu atılan dergiler arasında en çok Hey dergisinin meftunuydum. Gerçi Gırgır'ı da çok uzun yıllar okumaya devam etmiştim. Yine de Hey, başka bir dünyanın kapılarını açardı, sanki. :)

    YanıtlaSil
  4. İçerik güçlü ama posterleri küçüktü Hey'in, biraz da kalitesiz.. o yüzden arada bir ortaklaşa Alman Bravo dergisi de alırdık, sadece posterleri için.. ve paylaşırdık posterleri:) Gırgır'ları en çok çocuklara ve bugün siyaset tartışan insanlara göstermek için arıyorum aslında. O günün tüm siyasetçilerini sokabildikleri kılıklar ve onların hoşgörüsü ve o gün beğenmediğimiz demokratik anlayışın ne kadar uzağında olduğumuz anlaşılabilsin diye:)

    YanıtlaSil
  5. Hepimiz aynı yollardan geçmişiz. Adını hatırlayamadığım (Rilke olabilir mi acaba?) Finlandiya'lı kızdan başka, en uzun yazıştığımız İngiliz Sharon, Alman Elke, ABD'li Gaby. Sonra hepsiyle yavaş yavaş kopuş. Ben de anne evini vefatlardan sonra kapatırken tüm mektupları, kartları ve hatta boş IYS başvuru formlarını buldum. Hepsini önce tek tek okudum, sonra da yırtıp attım.Bu kadar anı yükü yeter. Nasılsa güzellikler hafızamda. Onlar olmasa da her şeyi hatırlıyorum, en azından şimdilik:)))
    Çenebaz

    YanıtlaSil
  6. Ne mutlu ki en güvenilir çekmeceler hafızanınkiler, en azından bir süre -özenle- sakladıkları kesin. Bir de bloglar olduğunu düşünmeye başladım bir süredir; önenmsiz gibi gözükseler de geleceğe kıymetli kırıntılar ve sağlam fotoğraflar bırakıyorlar sanki:)

    YanıtlaSil
  7. 2015 yılında blog dünyasına ilk adımımı kız kardeşimin önerisiyle penfriend'lik üzerine yazı yazarak atmış oldum. Mektuplarla, kartpostallarla ve pullarla tanışmam çocukken annem sayesinde gerçekleşti. Annemin pullarını sakladığı çok güzel bir pul defteri vardı. Birkaç arkadaşının gönderdiği bayram ve yeni yıl kartları da sakladıkları arasındaydı. Merak eder onları incelerdim. Bu konuda kendimi biraz şanslı hissediyorum. :) Bu hobiye başladığım yıllarda instagram üzerinden mektup veya kartpostal arkadaşları buluyorduk. Farklı farklı ülkelerden kadınların ve erkeklerin bu hobiyi sürdürüyor olmaları beni hem şaşırtmıştı hem de mutlu etmişti. Çünkü mektuplaşmak, birine uzun uzun mektup yazmak bizim ülkemizde unutulagelen bir şeydi artık.
    Dil öğrenme serüveni bence zor bir süreç. Ama sabır ve gayretle başarılamayacak bir şey de değil.
    İlk mektup arkadaşınızın hikayesini yüzümde bitmeyen bir tebessümle okudum. Sanki Anne ile ben mektuplaşmışım gibi. Acaba şimdi nasıl bir hayatı var ve neler yapıyordur? Mektuplarınızın yanlışlıkla atılmış olmasına çok üzüldüm. Kendi mektuplarımı aklıma getirdim ve ne kadar çok üzülmüş olabileceğinizi de tahmin edebiliyorum. Çok şükür ki anılar ve kalbimizden silinmeyen duygularımız var.

    YanıtlaSil
  8. Pul defterlerim duruyordu benim, bayağı da zengindi. Bir çırağımız vardı, fark ettim ki pul biriktiriyor. Attığımız zarflardaki pulları söküyordu. Sordum, evet dedi. Görmek istedim, ciddiyetini anlamak için. Küçük bir albümdü ve belli ki bulduğu zarflardan söküyordu. Bir küçük pul defterime çok özel olanları topladım, diğerlerinin hepsini ona verdim, çünkü ben de küçük amcamın bana verdiği kendi pul defteri ile başlamıştım:)

    Yabancılar daha duyarlı mektup konusunda, biz de duygusalız sözde ama daha çok negatiflerde:)

    Bizim çocukluğumuzda koca mahallede anca bir telefon olurdu. Ülkedeki tek iletişim imkanı mektup ve karttı. Postane önleri şenlikti; çeşit çeşit kartlar, zarflar renk renk, kağıtlar falan:)

    Bazı hayallerin tadında kalmasında yarar vardır, çünkü sonuçta onları besleyen bizim onlara atfettiklerimiz, bir ses yok, yüzyüzelik yok, somut bir an yaşanmamış. Gerçekler o tassavurları paramparça edebilir:) Ama şimdi istense canlı konuşulabiliyor, gibip gelme olanakları o yıllarla kıyaslanmayacak kadar kolay:)

    Çok teşekkür ederim, çok keyifli bir sohbet oldu:)

    YanıtlaSil
  9. Ya sanırım ben bu teknolojinin bazı nimetlerini(?) pek de sevmiyorum. Mesela şimdi elimizde telefonlar çat görüntülü arıyoruz, pat mesaj yazıyoruz. Özleyecek, o duyguları besleyecek fırsat olmuyor ki... Eskiden mektup eline ulaştı mı, cevap yazdı mı acaba ne zaman gelecek cevabı... Hep bir heyecan, bir bekleyiş vardı. Mektup bekler gibi sevdiğimiz şarkıları da beklerdik radyoda çalsın diye. Radyodan istek parça istemek diye bir şey vardı mesela. Radyo dinlerken şarkı falı tutardık, sıradaki şarkı benim olsun diye. Karışık kaset doldurmak, radyodan kasete şarkı çekmek... Sevdiğimiz şeylere ulaşmak için çaba harcardık ve daha kıymetliydi çaba harcadığımız her şey. Şimdi her şey parmaklarımızın ucunda, istediğimiz an emrimize amade her şey ama eski tat yok bence. Mektup arkadaşlığının tadı da bambaşkaydı. Üniversitenin ilk yılında o zamanki sevgilimle mektuplaşıyorduk. O kadar heyecanla bekliyordum ki anlatamam. Mektubu elimi alıp okumak nasıl muhteşemdi :) İlk mektupta Ümit Yaşar Oğuzcan'ın "Esmer" şiirini yazmıştı sevgilim ve sözlerinin bir kısmını bugün bile hatırlıyorum.

    "Parmaklarimi yakiyorum
    Al sana iste gördün mü
    Mazot döküp denizlerini de yakıyorum İstanbul'un
    Demek ki ben kundakçının biriyim diyorum
    Esmerde bir telaş bir heyecan
    Onun bu haline bitiyorum"

    O heyecanı hatırlattığın için teşekkürler sevgili Buraneros :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Rica ederim:) Mektubun yerini hçbir şey tutamaz Sevgili KuyruksuzKedi. Yazılarımda belki fark etmişsindir, e-posta'dan çok mektup ifadesini kullanırım. Uzun yazışmalarım, mesela enn sevdiğim kadınla olanların hepsi ki binlere varır, mektuptur:) Yine Kars yazılarımı yazarken aldığım ben için çok değerli bir mektup vardır ki bana hayatımın en güzel yazısını yazdırmıştır, çok önemli bilgilere o mektuplar sayesinde ulaşmışımdır. O yazılarımın hikayesini yazarken ilk yazıda şöyle bir cümle kullanmıştım. "Çok değerli bir hanımefendiden çok şık bir mektup aldım. Elektronik ortamdan da gelmiş olsa, mail demeye dilim varmayacak kadar zarif ve incelikliydi üslup. Heyecanlandım. Tersi zaten mümkün olamazdı. Sadece ben için değil, şu alemde eli kalem tutan herkes için."

      Alta linkini bırakıyorum, sinemanın hikayesi peşpeşe gidecek yazıların içindeki italik bölümlerdir:)

      Asıl ben sana teşekkür ederim, farkındalığının, hayata cesurca dokunuyor olmanın ve duyguların kıymetini bilmenin yanısıra bunu cesurca anlatabilen karakterin beni de besliyor:)

      https://laparagas.blogspot.com/2016/04/kars-sehir-sinemas.html



      Sil
    2. Çok teşekkürler güzel sözleriniz için Sevgili Buraneros :) Hemen linklere ışınlanıyorum :)

      Sil
    3. Sen açık yürekliliğinle o sözleri fazlası ile hak edenlerdensin, kimseye teşekkür etmene gerek yok:)

      Sil
  10. Lisede sadece dilim yüksekti benim. İngilizce, Almanca ve Türk edebiyatı. Diğer tüm derslerim yerlerdeydi açıkçası.
    Bunun dışında okurken bir masalın içine girdim gibi oldu. Mektup arkadaşlığınızı ne kadar güzel anlatmışsınız öyle. Massalardan çıkmış olan Anne'yı. Mektupların gitmiş olmasına üzüldüm cidden, ama yine de hiç mektuplaşmamış bir insan olarak siz bunu tecrübe edindiğiniz için çok şanslısınız! :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O yıllar için büyük bir imkandı, farklı ülke insanları ile tanışıp mektuplaşmak harikaydı. Şimdi görüntülü konuşma imkanları var ki sanırım o mektup yazmak ve mektup beklemek kadar keyifli olmazdı.:) Aslında o yılların imkansızlıklarından bakınca muhteşem bir bağ idi mektuplar ve ayrıca eğitim açısından bakınca da bugünle kıyaslanmayacak kadar iyiydik; her konuda merakımız ve bilgimiz vardı; bugün o yıllardaki lise eğitiminin bazı üniversiteler hariç kalmadığını rahatlıkla söyleyebilirim:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP