Tıbbi Aletler Müzesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tıbbi Aletler Müzesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2020 Pazar

Hayaller Gerçekleşmelerin Önizlemesidir

 Öncesi

Gün cumartesi, enn sevdiğim kadın bir nikaha katılacak ve sonra da gelecek. Kafamda bira var, bunu konuştuk mu bilmiyorum; bilmiyorsam büyük ihtimalle konuşmamışızdır diye düşünüyorum. Bir an gidip biraları alsam diyorum ama sağ ayak orta parmağım şişmiş durumda ve can arkadaşım doktorumla az önce telefonla konuşuyorum; durumu dinledi, gerekli önerileri yaptı, ilaç adı verdi ve bir kaç gün zorlamamamı söyledi! Aslında çok sevdiğimiz bir mekana gideriz de vardı fikrimde lakin durum yapma, sakin ol, diyor. Geliyor enn sevdiğim kadın; sırt çantasında iki ellilik bira var, daha önce görmediğim ve bilmediğim ama etiketinde mavi yazılar olan, şişenin opak siyah renginden dolayı içi görülemeyen iki bira. Hımmmm bir de profiterollü pasta!

Önce ona sarılmalıyım ve de bir kez daha bayılmalıyım. Kahve!!! Tek şeker, şeker seviyesinin üzeri kadar köpürtülmüş süt, filtre kahve ki her kademede French Press'in kenarını pışpışlayarak köpük oluşturup, o köpüğü en üst katmana kadar taşıma becerisi ve uygun kıvam süresi dolunca da hepsinin kupalarda buluşması. Pastayı dilerim abartmam. Bira şişeleri çok hoş; Efes'in yeni birası Blue Winter; kraft değilse de o kategoriden değerlendiriyorum. Gün geceye doğru yol alıyor, taverna saati yaklaşıyor; uzun zamandır, ilk 6.kattayken uyduda tesadüfen bulduğum ve o gün bugün ev akşamlarının cumartesi yemeklerinde müdavimi olduğumuz Kıbrıs Rum Kesimi televizyonunun şahaneler şahanesi programı eşliğinde yeni bir akşam. Fakat şöyle bir sorun oldu bir kaç ay önce; sevdiğimiz sunucu ki tatlı bir kızdı, programdan ayrıldı, o tatlı kızın olmadığı haliyle de sanki eski tadı bir türlü geri dönemedi. Şimdilerde yine açıyoruz ama eski tadı alamazsak da Yunan Televizyonu ERT''deki pek ışıltılı ve çok şenlikli tavernaya geçiyoruz. Orada da çok eğleniyoruz ama; hem Türkçe şarkılar da söyleniyor, ya da Türkçelerini de bildiğimiz Rumca şarkılar... 

Atıştırmalık konusunda ise klasik kovada karar kılıyoruz. Ama önce gidip bira takviyesi yapmalıyım. Ayak parmağım izin veriyor ki buz ve diğer önerileri yerine getirmiştim çoktan. Dört şişe 50'lik Budweiser ile  dönüyorum. Veriyoruz siparişimizi, bir süre sonra geliyor klasik kovamız; COOL Chicken'dan. Bize yakın, bölgenin en güzel müzik çalınan, en ünlü şarkıcısına ve grubuna sahip -arkadaş- mekanlarından biri... Bir yandan atıştırıyor, her zamanki gibi çok eğleniyor, biraları seviyor, şahane sohbet ediyor ama iki şişe ellilik Blue Winter ile kalıyoruz. Biraz hastayız sanki!




 

Pazar Öğlene Doğru

Erken uyanıyorum ki son günlerin enn enn ennnnnnnnnnnnnnnn güzel uykusu. Ona sarılarak uyumak!.. Masal tadında bir gece ben için; kendimi çok çokk iyi hissediyorum. Bütün mırmırlıklar terk etmiş bünyeyi... Bütünüyle fabrika ayarlarına dönmüş, eğlenceli ben olmuşum. Uyuyuşuna bayıldığım Güzeli izliyorum bir süre. Uyandırmak da istemiyorum ki çok yoğun çalıştı bu hafta. Fakat görünen teninin kremsi gerginliğine de bir öpücük kondurmadan duramıyorum. Ben bu çok tatlı, güzel yürekli ve hımmmm kadını çookkkk seviyorum.

Şimdi balkondayız. Sabah kahveleri hazır. Hımmmm bir dilim de pasta. Öğlen Metro'ya gideceğiz, bir başka niyetse Barınak'ta balık! Varmadan gün öğlene çıkıyoruz yola, istikamet çevre yolundan Metro, hoş sohbet gidiyoruz, bir kaç ay önce açılan sushi lokantasının dedikodusunu yapıyor, ilk büyük çoklu kavşağı geçiyor, Ordu-Trabzon yönüne dönüyor, rotayı oturtunca da basıyor gaza Schumacher'im.

Çok zevkli bir yolculuk, güneş yoksa da günün rengi sevimli. Laflaya laflaya giderken çevre yolundan ayrılmamız gereken çıkışı son dakikada kaçırıyor ve ilk uğrak noktamız Metro'ya dönemiyoruz. Şimdi binalara tepeden bakıyoruz, göğe yükseldik. İnişe başladıktan bir süre sonra da ilk çıkışta yan yola sapıp, karar revizyonu neticesinde önce yemek yiyelim o halde niyetimiz doğrultusunda Barınak'a bir geçiş bulma gayreti ile yola ama bu kez şehir merkezi yönüne doğru devam ediyoruz. Fakat tren yolu Tekkeköy'e kadar uzatıldığı için barınağa dönebileceğimiz geçiş yollarının kapatılmış olduğunu düşünemiyorum o an ki kapatılmış. O tarafa geçebileceğimiz ilk kavşağa kadar gidiyor, geçen gün girsem mi diye düşündüğüm dükkanı görünce cağ kebabı mı yesek fikri bir şekilde ortaya çıkıyor ama karar yetkisi bu haftanın çok çalışanına bırakılıyor.

Arabayı demiryolunun kenarındaki otoparka park ediyoruz. Raylarda ve çevresinde hummalı bir çalışma var. Yeni ve hızlı trenimize ahhh bir kavuşsak! Çoookkk planlarım var!

Kebapçıya doğru yürürken, eski tamirhane, aynı zamanda lokomotiflerin yön değiştirdiği demiryollarına ait ve benim her zaman bayıldığım, eski başkanlar döneminde Cerrahi Aletler Müzesi yapılmasına karar verilen ve o doğrultuda düzenlenen binanın açıldığını düşünüyorum. İçeride ışıklar gördüm, eminim! Bu arada ufak bir bilgi düşersem şuraya: Şehir cerrahi aletler üretimi, kalite ve marka konusunda dünyanın sayılılarından ve en ünlülerindendir, demeliyim...
 

Hele bir karınımızı doyuralım! İlk kez lokantaya giden, kahvaltı yapmadığı için fazlaca acıkmış, meraklı bir çocuk gibiyim. Ohhh ışıklar da yeşil! Hobbidi hobbidi geçiyoruz karşıya. Saat tam anlamı ile ve gün pazar olduğu için kahvaltı vakti ki lokantada sabah temizliği son anlarında... Arka kapısından giriyoruz içeriye. Muhtemel, hatta kesin ki açılışı biz yapıyoruz. Oturuyoruz bulvara bakan cam dibi masalardan birine; tatlıca bir genç kız geliyor ve başlatıyorum diyor, kebap servisini. Onaylıyoruz.

Biraz süzme yoğurt, bir acılı ezme, kararında ve hoş bir salata, bir tabak dilimlenmiş soğan ve daha ince olabilirdi dediğimiz dilimlenmiş lavaşlar yerlerini alıyorlar masada. Ufak ufak test ederken masadakileri, ne içeceğimize karar veriyoruz.

"Biri şekersiz iki  kola lütfen." 

Geliyor ilk şişler; görüntü muhteşem ki burna gelen koku da pek âlâ. Aslında Doğu ve Güneydoğu'da sabahın köründe ciğer ve benzer etlerle yapıldığını düşününce kahvaltıların, günün bu saatinde mekanda olmak fazlası ile hoşuma gidiyor. Şımarıyorum ve meraklı çocuk rolüme bürünüyorum. Önce biraz ezme koyuyorum lavaşıma, sonra üzerine biraz et çekiyor ve test ediyorum. Sonra yoğurtla aynı işlem, sonra salata ile derken ikinci şişler geliyor ve bundan sonrakileri biz istemeden getirmeyin lütfen, diyoruz. Artık soğanla devam ediyorum. Kesinlikle çok lezzetli fakat ikinci şişin gelme süresi biz ölçüsüyle erken olduğu için hem yağ kaybı oluyor hem de kısmen soğuyor et. Enn sevdiğim kadın iki şişte doydu fakat ben iki arada bir deredeyim.


"Bir şiş daha lütfen."

İşte bu! Sulu sulu, sıcaklığı tazelik kokan, kışkırtıcı görünümü ile baş döndüren bir final şişi. Ufak ufak çekiyorum lavaşların içine, başka hiç bir şey yok; et ve lavaş. Muh-te-şem! O halde, adetten madem, gelsin final çayları. Üstelik ödemeye geçtiğimizde önümüze gelen rakam gayet makul. İlk açıldığında gelmiştik Palandöken Cağ Kebap'a bir kez ve bu iki. Bizim konumumuza göre ise şehrin taaa ötesi.

"Teşekkür ederiz, ellerinize sağlık."

Ona  göstermek istediğim fakat bir süre önce el değiştiren, hep niyetlenip ama bir türlü uğramadığım bir kafe var; tam anlamı ile Britinya havasında olan, İrlanda yeşili renkli ahşapları ve caddeye bakan ahşap tarabalı minik bahçesi ile çok ama çok sevimli bir mekan. Varıyoruz önüne ki neredeyse tanıyamayacağım; devralan o yeşili hiç de sevemeyeceğim bir sarıya çevirmiş, ad değişmiş ve ben için anlamını yitirmiş mekan. Oysa ki kahve içeriz hayali kurmuştuk. Enn sevdiğim kadın bir an niyet gösterse de engel oluyorum. Metro'ya gideceğiz ki önceki yazıda  bahsettiğim kahveci dükkanı ile tanıştırmak onu niyetim.


Arabaya doğru yürürken müze olması düşünülen yapıda gözlerim. Ana kapının önünden geçerken iyice bakıyorum içeri; evet, bazı ışıklar yanıyor. Ön tarafına geçince dışarıdaki iki koltuk ve arabalar dikkatimi çekiyor. Yürüyoruz o tarafa doğru, o ara görünen bir salonunda bir sürü insanı koltuklara oturmuş vaziyette ve bir noktaya bakarken görüyoruz. Bir toplantı hali yani!

Kapıyı buluyor ve içeri giriyoruz; bir kafeterya havası var, henüz tam yerleşmemiş olsa da. Bir tatlı kadın "Hoş geldiniz," diyor, çikolata ikram ediyor. "Açıldı mı müze," diye soruyoruz ki henüz açılmamış. İçerideki kalabalıksa bir müzayedenin katılımcılarıymış. Hanımefendi bizim katılımcı olduğumuzu düşünüyor sanırım!.. Girebilirmişiz. Numara istermiş miyiz bir de... "İstemiyoruz, sadece izleyeceğiz." Enn sevdiğim kadının ortam ve karakterler çok hoşuna gidiyor ve müzayedelerden haberdar olmak istiyor. Artık gruba dahil. Mekansa neredeyse yüz yıllık.*


Şimdi istikamet Metro. Yolda iki faytona rastlıyoruz ki muhtemelen nihai park noktalarına gidiyorlar. Enn sevdiğim kadın çok şahane, Paşabahçe'nin  dörtlü ayaklı bira bardağı setinden alıyor; sonra da en aradığını bulamasa da ki Jameson Viski fıçılarında dinlendirilmiş, sınırlı sayıda üretilmiş kraft bira asıl aradığı.. başka kraftlar alıyor. Bir de ardıç tohumu arıyor ama ne yazık ki bulamıyoruz onu da... Çıkınca Metro'dan, bir önceki yazıda bahsettiğim coğrafyada ilerliyoruz, burayı yürümek için gelmediğimizden saklı yerlerini şimdilik gezdiremiyorum ki baharda ya da güneşli bir günde olmalı!.. Üst geçidi çıkıp sağa, ona göstermek istediğim kahve dükkanına yöneliyoruz ve onun azıcık uzağında bulduğumuz park yerine giriyoruz.

Yaklaşık bir yıldır fark ettiğim ve bildiğim ama girmediğim dükkana, Vera'ya ilk kez gireceğiz. Çift olduklarını düşündüğüm bir genç kadın ve bir genç adam. Bir de kız çocuğu var; ya raflardan aldığı bir kitabı okuyor ya da ders çalışıyor. Tam anlamı ile bir aile işletmesi ve ev şirinliğinde küçük bir mekan.

Kahve çeşitlerine bakıyoruz ve Kenya AA'da karar kılıyoruz. İnternet üzerinden kahve satışları da varmış; hatta Trendyol, Hepsiburada gibi sitelerde de dükkanları. Vera adı doğal olarak Vera'yı, Nazım'ın Vera'sını çağırıyor bana! Soruyorum. Mersin'deki ortaklarının kızıymış ve ad da tahmin ettiğim yerden geliyormuş. Hoş ve kocaman fincanlar ve de demliğinde kahvemiz geliyor. Küçük kaselerde de çikolata, kavrulmuş fıstık ve kayısı. Seviyorum ilk kez içtiğim Kenya AA'nın tadını. Kıvamlı kahveleri seven ben için ince gelse de yumuşak, baharatlı ve nüanslı hali çekiyor ilgimi.


Güzel vakit geçiriyoruz. Kitaplıktaki kitaplarından masaya taşıdıklarımıza göz atıyor, sahipleri ile sohbet ediyor, bu bölgede fazlaca inşaat yapan, blogdaki bir yazıda da bahsettiğim, epeydir rastlaşmadığım bir arkadaşımdan söz ediyorum.** Sonrasında, geçen gün bu dükkanın önünden geçerken düşünüp de vazgeçtiğimi yapıyor ve çektiriyorum kahveyi. Bir de hoş geldiniz paketi uzatıyorlar elime; taze çekilmiş Türk Kahvesi. Teşekkür ediyor ve ayrılıyoruz mekandan. Sıklıkla gelebileceğimiz bir noktada değil ne yazık ki; üstelik kendi coğrafyamız -yeni açılacaklar hariç- kahveci kaynıyor, içlerinde favori mekanlarım da var!

Çıkıyoruz park ettiğimiz yerden, biraz ilerliyor ve duruyoruz: Ağaç altı köşe masalardan birinde, İngiliz tuğlalı bu şirin mekanın duvar dibinde, yolu seyrederek çay içerken görüyorum kendimizi ki tam o an bayılarak okuduğum Ben û Sen'den izler ve onun müdavimleri geliyor aklıma... diye bahsettiğim Kahvehane'nin karşısındayız. Kapı önünde müdavimleri var. Yanılmadım! Bayılıyor Kıymetlim...

Biraz daha ilerleyince Şu kadim balıkçının şık restoranında, arka camın önündekilerinden, mahalle ve demir yolu manzarasına mazhar bir masada, uzun ufuklara, görkemli dağlara bakar gözlerle taze balık yemek nasıl olur? Hımmmm güzel olabilir... diye bahsettiğim yerin önünde de duruyoruz; bu kez ikinci katı manzara açısından daha da cazip buluyorum.

Bu yazıyı yaşanan günden bir hafta sonra bugün yayımlanmak niyeti ile yine bir cumartesi günü, dün yazarken, yılın ilk karı yağıyor. Deniz dalgalı, kar yağışı mutedil! Güneşse usulca ve muzırca göz kırpıyor...

Pencerenin önüne geçmeli kar yağışının tadını çıkarmalıyım...


*Mekanın 2011 yılında kararı alınmış ama restorasyona başlanmımış hali şu yazıdaki sondan 2. fotoğraftır.

** Bir arkadaşımdan bahisli yazı 

***Karga ailesi bahisli yazı

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP