Nazlı Elif Durlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nazlı Elif Durlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Nisan 2023 Salı

Ela ile Hilmi ve Ali... Ve Ben


Doğrudan film için afiş sonrasına lütfen!


11:20 seansı ilginç geliyor, çocukluğumun cumartesi pazar günlerindeki son gösterim olan iki filmli 10:30 matineleri gibi.

O halde bir nostalji yaşayabilirim ancak bu tek filmli olmak zorunda; çünkü iki filmli yıllar ve halk matinesi günleri ve de eskinin çok sayıdaki sinemaları yok artık!*

Oysa ne güzel yıllardır; henüz televizyon kanalları çokluk içinde değil ve sadece büyük kentlerde...

Bir kaç yıl sonra şehrimize ulaşacak siyah beyaz TRT yayını da akşam üstü başlardı.

Ekonomi göçüğü altında da değildik ve her ekonomik güçten aileler çocukları ile birlikte sinemaya gidebilirlerdi; perdenin dibinde, tahtadan ve diğer lüks koltuk bölümlerinden ve pahalı localardan tuvaletlere gidilen bir koridorla ayrılan, bilet fiyatları daha ucuz, duhiliye denilen ve üç dört -tahta- koltuk sırasından oluşan bir bölüm de vardı.

Kadınlar ve Halk matinelerini de unutmamak lazım!

Masalarında gazoz içilip, çekirdek çitletilen, hatta evden getirilmişlerin yendiği yazlık sinemalardaki keyifler konusuna ise girmesem sanki daha iyi...

Bütünüyle o yılların tadındayım. Önce kahvaltı için mahallemin hoş bir mekânına dalıyorum. Üst tavanlar açık ve enfes bir nisan baharı şefkatle kucaklıyor beni. Az önce seçtiğim zeytin ezmeli açmam ve tereyağlı simidim, Hatay'da adı Süvari olan klasik bardaktaki çayım, masamda...

Doğa ve baharın güzelliği kitabı elimden alıyor; hoşlukları günle yaşıyorum.

Güneşin yarenliğinde istasyona doğru yürüyorum. Tren sakin, üstelik sevdiklerimden; bir İspanyol. Sol tandanslı bir ilçedeyim, apartmanlarda yine baharlar gelecek vurgulu kocaman afişler asılı; sanki yaşam umutlu, meydan dopdolu. Ama sandık ne der meçhul.

Üst geçide asansörle çıkıyorum. AVM'den içeri süzülüyorum. Migros'dan klasik sinema alışverişimi yapıyor, AVM'nin girişteki sergi alanına yeni bir kahve mekânı açılmakta olduğunu görüyor, onun bütün alanla bütünleşmiş, etrafı ve üstü kapatılmamış halini hoş buluyorum.

Benim tatlı gişecim yok ama yine tatlı bir gişeci var.

"D-3 lütfen."

D&R'a giriyorum. Aklımda bir kitap var. Sevgili Okul Arkadaşım paylaşmıştı ve Güney Amerika'lı yazarların hastası benim de dikkatimden kaçmamıştı Miras... Doğrudan söyleyip almayı tercih etmiyor, kitap raflarını dolaşmanın tadını çıkarıyorum.

Ancak kitabı bulamıyorum.

Soruyorum raf yerleştirmekte olan genç adama, bilgisayardan bakıyor ve bingo!

Bugün şanslı günümdeyim, ikinci kitaba %60 indirim var.

Zaten Enn Sevdiğim Kadın için de alacaktım ki bunun farkında olan meleklerim iş başında.

Biraz daha katta tur atıyor ve sinemanın yürüyen merdivenlerine yönleniyorum. Biraz da teras keyfi, promosyon mısırlarımı alma ve D-3'ümle kucaklaşma.


Neredeyse üç oyuncu ile başlayıp biten, az mekânlı, bol diyaloglu bir film. Mevzu derin. Farklı özelliklere sahip 3 karakter. Olmazdan olur yaratıp yapılmış bi evlilik. Arızalar var mı, var; ki yaş aralıkları göz önüne alınınca kaçınılmaz. İnce bir mizah ama kara bir film. Yok mu böyle tipler ve hayatlar? Elbette var. Sonuçta su akar yolunu bulur mu? Sanırım uysa da bulur, uymasa da...

Oyunculuklar üst düzey. Sinemanın yeni gençleri gerçekten çok yetenekli. Başarılı bir film; insana, ilişkilere, yaş farklarına, ruh hallerine dair çelişkiler ortaya koyarken derdini anlatmayı başarıyor. İki genç oyuncu, Ece Yüksel ki kendisini hemen hatırlıyorum, Üç Bin Yıllık Bekleyiş'te kendini fark ettirmeyi başarmıştı. Hakeza Denizhan Akbaba da Ali'yi muhteşem oynuyor.

Aslında ilk uzun metrajlı filmini yapan Ziya Demirel'in; Nazlı Elif Durlu ile birlikte yazdıkları senaryodan ortaya çıkan netameli bir film; şöyle otursam da keyfli bir film izlesem düşüncesi ile çelişme olasılığı çok yüksek. Ama insan bu işte, değişken ruh halleri olan farklı karakterler topluluğu; gariplikleri de var, zayıflık ve zaafları da... Bu çerçeveden bakılırsa sağlam bir senaryo, sıkı gözlemler ve amaçlanan sonuca ulaşan bir film Ela ile Hilmi ve Ali, ancak izleyicinin niyetine, beklentisine ve sinema gününden ve filmden ne istediğine bağlı olarak da iki uçlu bir değnek.

Ben çok beğendim, sabah seansını seçmem konusunda kendimi takdir ettim çünkü film bitince güneşli ve daha yeni başlayan bir güne çıktım. Gerçi gecenin geç bir vaktinde izlense de hoş olabilirdi. Üstelik kendimi doğrudan Migros'un yemek kısmına yönlendirdim ve enfes bir yaprak sarma yedim. Sonra da trene atladım, güneşli ve gülümseyen bir günde kara bir filmin tadıyla yaşadığımın bir sinema günü, iyi bir sinema günü olduğunun daha çok farkına vardım. Neredeyse tek mekânda geçen filmin beni içine çekmesine, başta Serkan Keskin olmak üzere üç karakter dışındaki yan rollerin de filme katkı yapmasına ve görüntü yönetmeni Doron Tembert'in kamera açılarına, yakın planlarına ve de aslında genel izleyici için zor bir filmin bu anlamda kolaylıkla ve akışkanlıkla izlenmesine olanak sağlayan yönetmen, görüntü yönetmeni işbirliğine ve karakterlerin biribirleri ile ilişkilerindeki şaşırtıcı ve ters köşe nüanslara bayıldım.

Lakin tüm bunlara rağmen temel meseleniz sinema, farklı insan ruhlarının derinliklerini keşfetmek değil de düşünmeden, şaşırmadan, gerilmeden, eğlenerek film izlemekse...

Bu filmden uzak durun!



*Eskiden, son kalan ve artık yok olan sinemalardan en flaşına ve son kapananına dair anılar içeren, bir yazı

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP