Dün evde temizlik vardı. Evde temizlik olunca laptopumu ve iş defterimi alıp küçük kardeşin dairesine inerim. Her birimizde ötekinin dairesinin anahtarı vardır. Üç kardeşte üç farklı anahtar. Kapılar öyle çilingirle falan açılacak gibi değildir ve anahtar unutulursa sonu faciadır.
İnince dolabını açtım ve bir kaşarlı tost hazırladım kendime. Kahve istemedim. Mutfak tezgâhının üzerinde bir kutu kestane şekeri ve üzerinde bir çatal duruyordu. Açtım kapağını, elimle bir tane alıp attım ağzıma. Tost makinesinin başına döndüm. Gözüm yine tezgâhın üzerindeki kutuya kaydı. Bir tane daha... Sonra bir tane daha. Tostuma tereyağı sürmedim. Buzdolabında arandım, sonra vazgeçtim. Televizyonda İz TV'yi açtım. Sonra bilgisayarımı... Önce haberlere bakıp, bir iki köşe yazısı okuyup, şöyle de gündeme bir göz attım. Sonra gong çaldı. Günün ilk hareketini biraz takip ettim, bir fikir edindim, nasıl bir gün olacağının kokusunu aldım ve bir iki alım, bir iki de satım için fiyat belirleyip, talebimi ilettim. Yanımda bir kitap var. Son çeyreğindeyim. Biraz okudum kanepeye uzanıp. Sonraya bıraktım kısa sürede. Fakat dayanamadım, iş arası verip ara ara gelip yine okudum.
Aslında bir başka yazı yayında olacaktı bugün, bir kaç yerini düzenlesem hazırdı. Ondan vazgeçtim. Şimdilik tabii ki. Çünkü bu sabah, henüz gün ışımamışken ve yatağımın sıcağındayken yan yastığımdan aldım kitabı, hayranlıkla okumaya devam ettim ve bitirdim. Onu yazmalıyım diye düşündüm o an. Yazı için fotoğrafını çekmeye karar verdim. Çıktım yataktan. Yorganın dağınık hali hoşuma gitti ve üzerine koydum kitabı. Sadece okuma ışığım açıktı. Görüntü hoşuma gitti. Giyinme odasına geçip dolap çekmecesinden fotoğraf makinemi aldım. Bir kaç poz çektim ve içlerinden biri bu yazıda olacak diye düşündüm. Fotoğraf makinesini yerine koyup yatağa dönünce durdum. Bu nevresim takımının odama çok yakıştığını düşündüm. Beyaz çarşaf ve mavi beyaz çizgili yastık ve yorgan kılıfları ile yatak başımın olduğu duvardan başlayıp köşeyi döndükten ve banyo kapısının ardında biten mavi ve sonrasında giyinme odasının kapısından geçip balkon çıkışının ve kocaman pencereyi geçip sonlanan beyaz duvarlarımla ham ahşap mobilyaların uyumunun Kuzey'li havasını bir kez daha sevdim. Tasarımları bana ait sade ve beyaz kapılarımı da...
Enn Sevdiğim Kadın'la akşam uzun uzun sohbet ettik. Cıvıl cıvıl bir neşeyle. Ona sarılmayı ne kadar özledim. Yoksa pandemi de bir deneyim, eğlendiğimi bile söyleyebilirim. Yan yastığım hep boş kalmasın da istiyorum bir yandan. Elbette önce sağlık ve önce canan!
Gündemi konuştuk dün akşam. Espriler yaptık, güldük. Yarın güneşli, dedim. Hafta sonu sokağa çıkma yasakları sıktı, dedim. Bunu dün demedim. Geçtiğimiz hafta sonu dedim. Bir yerden atıştırmalıklar, sonra kahve mekânlarından birinden koca bir kahve alıp, kıyısında denizin, bir masaya yayılıp belki kitap okurum da dedim. Dedim mi? Yoksa bunu hayal edip de söylemedim mi acaba ikileminde kaldım şimdi.
Öğleden sonraydı sanırım. Dün öğleden sonra yani. İz TV'de bir hanımefendi Atina'daydı. Güzel anlatıyordu -ki yemek kitapları da varmış. Güzel bir programdı. Bir de Yunanlı hanımefendi vardı ona eşlik eden. Bir ara masadan kalktım, kanepeye uzanıp izledim. O esnada Atina'ya gitmeliyiz, diye düşündüm. Akşam bunu da konuştuk, Enn Sevdiğim Kadınla. Hatta dedim ki Atina artı Kuzey'de tren. Belki de bunu demedim. Aklımdan geçirmiş olabilirim. Ama Kuzey fikrimi biliyor. Konuştuk. O bölümü izler izlemez aradım. İnterrail biletlerine baktım, dedim ve ekledim: Lütfen TL'ye çevirme! Şunu düşündüm bir kaç gün önce aslında ve bunu enn bayıldığım yol arkadaşımla paylaştım: Dünyanın en güzel manzaralı tren yolculukları belgeseli ki altı bölüm, bitince, bir gün toplu izleme yapıp birine karar verelim. Kuzey'den vazgeçebilirim.
Tırtıl'a sormuştum cuma günü amcayla döndüklerinde. "Neden kestane şekeri almadınız?" diye. "İşimizi hemen bitirmemiz gerekiyordu," dedi. "Niye araba gelmedi?" dedim. "Onun gece yol izni yoktu ve yol izni olan arabayla döndük ve araba yarın gelecek," dedi. Dün akşam camdan baktım. Sunroof'u da var. Ben tadını çıkarmıştım ki kardeşim yan koltukta çıkarıyordu keyfini... Bir kez daha üç harfli arabayı bahçe duvarının önünde park halinde görünce akşam, onun adına çok sevindim. Sabah işe giderken personeli toplamayacak artık! Neredeyse üç yıldır araba kullanmıyorum. Niyetim de yok. Eskimi hatırlatan bir performans yapsam mı acaba?*
Gün henüz ışımadı ve ben asıl yazacağıma değinmedim henüz. Bir kitap! Okudum ve bayıldım. Bu kez ben seçmedim bloglar fısıldadı. O fısıltılar arasındaki kurada çıkandı okuduğum. Yazarın bir kitabını okumuş ama hatırlayamamıştım. Raymond Carver. Büyük kayıp benim için! Bir öykü kitabı. Katedral. Mindmills* fısıldamıştı bana. Hatta Sevgili Neslihan bir anlamda kefil olmuştu. Bayıldım. Kısa cümlelerle ve sanki hepsi olağan bir durummuş -ki bence öyle- tadındaki anlatıma ekstra bayıldım; öykü sonlarının bir sona varmamış gibi duran hali önce bir şaşkınlık yaratsa da sonra anladım ki bu bir tarz. Derin. Etkilendim. Taklit etmiş bile olabilirim. Üslubun etkisinden çıkamayıp da o tatla yazarken taklitçiliğimle yüzleşmenin tadına da bayılır, keyfini de yaşarım. Öyle yapıyorum. Okuduğum kitaptan bir diğerine geçtiğimde ilk anda yeninin üslubunu yadırgarım. Huyumdur. Başlangıcında yaşadım. Bu ne, bile demiş olabilirim. Ama sonra... evet sonra... seversem... İçinde eririm. Eridim. Fena halde. Arka kapağı kapattığımda bile o eriyikten ayrışıp da hayata dönemedim. Tadı damağımdayken henüz, gidip giyinme odasındaki dolabın alt çekmecesinden fotoğraf makinemi aldım ve sıcağı sıcağına yazı için fotoğraflarını çektim işte! Sonra... Kurada ikinci çıkan kitabı çalışma odasına geçip okunmayanlar bölümünden kitaplığın... Aldım. Bir göz attım. Ve araya kitap almadan belki, fısıldananlarla devam kararını verdim.
*Bu Kez Ben Seçmedim Bloglar Fısıldadı için buradan lütfen !
*Bir permormans hikâyesi Radara Gir ki Görem için buradan lütfen.
MINDMILLS ile tanışmak için de buradan lütfen!