Denis Johnson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Denis Johnson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2022 Salı

Bir Claire Denis Resitali: Öğle Güneşinde Yıldızlar

Bu filmi mutlaka izlemem gerekiyor çünkü güçlü referanslarım var ve köklerini tümüyle benden alıyor. Kısa süre önce izlediğim Juliette Binoche'lu Bıçağın İki Yüzü ve ona yazdığım yazıda kazıyarak kullandığım " Ama... ahh o filmin müzikleri işte!" cümlem...

Ve dahası...


“Kitaptaki gibi ben de aşka, yiyip bitiren ve kör eden bir cinsel çekime dönüşen tesadüfi bir karşılaşmayı anlatmak istedim; tıpkı kitaptaki gibi filmde de ülkeyi sarsan şiddet yalnızca uzaktan görülebiliyor,”

diyor, Claire Denis.

Daha ne desin?!

Bu altını çizmişliğine rağmen film sonrası göz attığım pek iddialı yazılarda tümüyle ideolojik referanslarla filmin yerden yere vurulduğunu okuyorum.

Ve tabii ki ahh biz solcular demekten kendimi bir kez daha alamıyorum. Tabii ki derin ideolojik birikimimizi ben neymişim abi tadıyla göze sokmamız gerekiyor!

Oysa ben filmi ilk andan itibaren bu gözle okumuyorum. Claire'in de böyle bir derdi yok zaten. O aşkı ve onun yancısı cinselliği öne çıkardığı, referansı olan romanın istediği bölümlerini aldığı, romandaki zamanı evirdiği ve onları pandeminin koşulları ile beslediği, elinin hamuruyla yoğurduğu, olayın siyasal boyutunu fon olarak kullandığı, aranırsa kusurları da olan ve bence şahane bir duygu filmi ortaya koyuyor...

Ama gel de sen bunu bazı insanlara anlat!

Onun, Claire'in yani, bu filmdeki meselesi aşk! Önce bunu içselleştirelim, sonra istersek macera ile soslanmış filmi anlayalım, sonra da gerek görürsek ve böyle bir ihtiyaç varsa filmi o dağlara taşlara yazılası entelektüel birikimimizle kendimizi yora yora tartışalım.

Ama buna gerek var mı?


Yok demiş ki Claire, Nikaragua devrimini -kendi- ya da okumadığım ve dolayısı ile aslını bilmediğim romandaki bakış açısıyla yerleştirmiş ve içinde farklı görüşlerin, farklı bakış açılarının olduğu bir öykü yaratıp, onu akıcı bir maceraya evirip fon yaparken aslında -bence- heyecanı aksiyonla diri tuttuğu ama özünde bir aşk filmi yapmış.

İyi ki de yapmış, ellerine sağlık.

Laf aramızda salonda benim dışımda bir kişi daha vardı ama sanırım bir fikri yoktu ve beklentileri farklıydı; filmde hayal ettiklerini başı dışında pek bulamadığı için de arada çıktı.

Nikaragua sanarak izlediğimiz coğrafya ise aslında Panama'ymış ki bunun da zorunluluktan kaynaklı olduğunu düşünerek hiç bir sakınca görmedim; zaten Nikaragua sanarak izlemiş, Sandinistaları sıradanlaştırdığı için de kızmıştım Claire'e! Elbette devrimi yapanlarla şimdikilerin hiç bir alakalarının olmadığını bilerek ve geçmişin, o güzel yılların romantizmini derinlerimde hissederek. Ama özlemeyerek!

Ve bir Claire Denis filminin, o kadın duyarlılığının bu filmde de kullanıldığı, Tindersticks elinden çıkmış müzikleri!

Al sana romantizmin dibi...

Aksiyonlar içeren bir kaçış, rastlanılan bir yabancı. Muhteşem, çarpıcı, şaşırtıcı, sürpriz bir final sahnesi.

CIA usulü ters köşelere hoş geldik...

Geldik de o hoş duyguları hangi köşeye atalım?

Tropik yağmurlar... Yeşilliklerin üzerinde pırıl pırıl damlalar... Metruk bir binada uyku.

Sevdiğine yorgan olmak.

Söz yok.

Doğa, yağmur damlaları ve enfes üstü bir final parçası; muhteşem bir yorumla! Belli bir yaşın üstündeki herkesin anılarında yer bulduğu kesin; bir klasik, olmazsa olmaz bir dans müziği... La Cumbarsita. Ve muhteşem performansı ile üzerine kurulmuş filmi alıp götüren Margaret Qualley, yani Trish; muhteşem oyunculuğu ve muhteşem bir karakter yaratımı ile...

Ve Nikaragualı Yüzbaşı!

Bir veda ânı.

Aşk tek kelime etmeden bu kadar mı güzel anlatılır Yüzbaşım!

O ânı şefkatsiz bırakmayan bir duruş ve tek bir cümle, Trish'den.

Yakışır ki filmin finaline çok yakışıyor.

Bir kez daha jeneriğin son cümlesi geçene kadar koltuğumda kalıyorum. Işıklar yanmıyor, jenerik akarken karanlığa enfes bir müzik eşlik ediyor. Ve ışıklar son derece yumuşak bir edayla salonu aydınlatmaya başlıyor. Sırt çantam yerini alıyor. Usul adımlarla çıkıyorum, bagajım dolu. Yürüyen merdivenlerde ve en üst kattayım. Cookshop romantik ışıklandırmasıyla ve boş masalarıyla aşağı kattan bana bakıyor. Yalnız... ve yalnızlığına bir ortak arıyor. Sert bir Americano ve Magnolia düşlüyorum.

Kimbilir, belki geçmişin izlerinde dolaşırım...

O ara bir anonsu duyuyorum.

AVM kapanıyor.

Gözlerim bir umut Cookshop'un tekbaşılığında. Yürüyen merdivenler duruyor, ışıklar birbir sönüyor.

Bir kadın sesi adımı söylüyor. Sese dönmeye fırsatı anca bulmuşken kolları boynuma dolanıyor. Bir kaç metre ötemizde yere atılmış alışveriş torbaları. Bir genç kız ve oğlan gülüyorlar. Çocuklarım diyor, 19 yaş tazeliği ile. Aradan geçen 40 yıl... Şimdi zaman sıfır. Çocuklarıyla tanıştırıyor. Görüşelim diyor, İstanbul'da yaşıyor.

Vapurdaki kız aklıma geliyor.*

Şimdi üst geçitteyim.

Ve şimdi trende...






*Kadıköy Vapuru'nda Bir An

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP