Öncesi
Kanter içinde bir buzkesmişliğin izleri donmuştu pencerenin üzerinde... Loş odanın buz tutmuş camından, binanın hemen önündeki sokak lambasının aydınlattığı kar yığınına bakıyordum. Gecenin mavisine huni çizmiş sıcak ışığın içinde dans eden kar tanelerinin, uçuşan keyfine yudumluyordum içkimi: Shot viski ve bira... Sert adam hallerine ne de yakıştırırdım ikisini...
Birden, kar tanelerinden birine bindirilerek, en serseri akşamlardan bir bara yollandım. Derinlerden gelip odanın tamamını dolduran şarkıyı söyleyen kadını getirdim gözümün önüne; nefesini ensemde hissettim, göğüs uçlarını sırtımda; ve geride kalmışlığına çektim buzz gibi biradan bir yudum.
Sokağın bir başından öbür başına göz atarken, silahımın kılıfının içinde ve omuzumda asılı olduğunu farkettim. Ona ihtiyaç duymayalı ne kadar da uzun zaman olmuştu. Barut kokusunun uzağına düşmüş olmanın huzuruyla pencerenin önünden ayrılıp deri kanapenin üzerine oturdum; biraz kaykıldım ve kafamı geriye, kanapenin baş kısmına bıraktım. Gözlerimi kapattım. Zamanda yol alıyordum ki "Hadi bakalım kolay gelsin" diyen telefonun ziline hareketlendim.
Gecenin bu vaktindeki telefonlara telaşım uzun yıllar öncesinden başlamıştı; uzun bir süre, geceleri fişten çekmiştim telefonu. Bana söylenmeyen ama hisettiğim ölüm haberini aldığım bir gecenin yarısında, tirtir titreyerek kalkmıştım yataktan. Ankara'nın ayazında, sağdan soldan bulunan tektipi giymiş, nöbetçi amirinin jipinde, gecenin fermuarını açan bir hızla bırakılmıştım otogara.
Oysa uyandırıldığımda bana söylenen, yılbaşı iznine gönderildiğimdi. O koşullarda ve gecenin o yarısında mümkün olmayan bu izni yememiştim elbet! Yol boyu otobüsün camına dayadığım kafamdan binbir kaza sahnesi geçirmiştim; beni görmeye gelirken yolda kaza geçirdikleri üzerine senaryolar kurmuştum. Kimler ölmüştü ki? Arabamıza olan güvenimden ve babamın sürücülüğünden teselliler yaratıyordum. Sabahın en ayazında şehrimize vardığımda bindiğim taksi ve duraktaki herkes tanıdıktı. Bana bir şey hissettirmeseler de biliyordum, emindim, ama kimdi, kimlerdi? Cevabı kapıdan girip annemin yüzüne ve yerde üzeri örtülü olana baktığımda almıştım. Arabayı sağlam görünce anlamıştım; gelen cennetti.
Ben ölümü hissediyordum. Henüz 9 yaşımdayken, oluşan telaşın ardından halam komşu evdeki telefona koşarken de, yakınlarımızı haberdar etmek için gecenin bir yarısına yollanırken de hissetmiştim. Dişlerim kontrol edemediğim bir ritimle takırdarken, tir tir titremişti bedenim.
Telefonumdaki ses tanıdıktı ve telaşlıydı. Kaygılarımı yenmeye çabalayıp iyi şeyler aklıma getirmeye çalışırken son viskiyi yolladım aşağıya; onun önce ısıtıp sonra yaktığı tüm hücrelerimi de birayla soğuttum. Arabaya atlayıp olay yerine giderken iyimser mesajlar yolluyordum aklıma. Dişlerimin takırtısına inat bedenim sıcacıktı. "O daha gencecikti" diye tekrarlar uçuşuyordu aklımda. "Lütfen Tanrım"ların altını ısrarla ve tekrar tekrar çiziyordum.
Evinin önünde gördüğüm sirenin mavisi, ekip, ambulans ve olay yeri inceleme buz kesmeme yetti. Titremem durdu. "Neden.. neden!" diye çarparken ellerimi torpidoya; üç gün önce anlattıklarını, anlatıklarımı ve neşesini düşündüm. Olay yeri inceleme yakışıklı bedeni taşırken cennetin merdivenlerine, ceset torbasından ekip arkadaşlarına attığı mesaja kulak kesildim: " Bir yemeği anlamlı kılan, mekânın çok yıldızlı olması değildir! Bir yemeği unutulmaz yapan; gözlerinde ve sözlerinde yok olduğunuz kişinin sizde bulduğu anlamdır. Defalarca tekrarlanmış çeşit çeşit hallerden bazılarının tüm öteki yaşanmışlıklardan farklı olduğuna inanan bir saplantılı, Ikea'da şahane bir kadınla bir yemek yemiş, tutmuş koparmış."
Ters yüz
2 saat önce
eski yazıların lezzeti bulaştı gözlerime...
YanıtlaSilBenim de...:))
YanıtlaSilYaaa böyle yeni bi trend var da blog aleminde, siz ikiniz söylemiyo musunuz bana, neler oluyor? Ben kendimi aştım, habire yazıyorum bak oldu mu şimdi? :))
SilBöyle bir trend yok bildiğim kadarıyla:) Şahsım adına konuşursam, bir süre önce bir fikir geldi, çünkü sevdiğim ve kıymeti olan çoğu yazıyı bulamıyorum bile. O zaman dedim onları bir başlık altında ve en iyiler etiketi ile bir araya topla... ara ara yap ama, dedim. Bu bir üçleme olduğu için peş peşe yapmam gerekti. Olay budur, bir trend değildir:)
SilOrası işin latifesi. İkiniz de devam edin, ben keyifle okuyorum. :))
SilŞaşkınım! Buraneros geçmiş yıllardaki yazılarından bir seri yapıyor, "iz bırakanlar" bak etiketi bile var, "en iyiler".
SilBenim durumun vahim. Ben yazmak istiyor ama boş boş sayfalara uzun uzun bakıyorum. Klavye tutukluk yapmış, arasına sular kaçmış, üzerinden seller geçmiş... Sonra cin fikrim devreye giriyor arşivde yıllanmış, sandık lekesi olmuş ne kadar yazı varsa sırasıyla yayına veriyorum. Klavye gaza gelsin, aksın gitsin istiyorum. Olay budur yani.
Yazıya gelecek olursam da; 2011'den bu yana değişen olmamış
"eski yazıların lezzeti bulaştı gözlerime..."
Babannemin bir sandığı vardı, şimdi bende o. Anahtarını elbisesinin cebinde taşırdı. İçinde kuru dut, pestil, genel dilde köme yerel dilde orcik gibi güz döneminde memleketten getirdiği yiyecekleri saklardı. Bir de çeyizlerini ve kıymet verdiği giysilerle, evrak, tapu ve mektupları. Okur yazar değildi, mektup yazıcısı ve okuru, ben okuyup yazmayı öğrenene kadar annemdi ki geçende yazmıştım. Onları ara ara çıkarır, havalandırırdı falan. İşte bazı yazılar da öyle, arada gün ışığına çıkarıp havalandırmak lazım.:)
SilSevgili Şule, arada ama:)
YanıtlaSil