Öyle iki-üç duraklık yol için bile taşıt kullanma gereksinimi duyan tiplerden değilimdir. Ancak ilk günler, daha çok çevreyi keşfetmek amaçlı Varşova'da yürümeye çalışmanın bedeli ağır oldu: İlk 20 dakikası kaçırılan bir ders ve son 1 saatine zar zor yetişilebilen bir Language Exchange Evening.. Giydiğim kalın kıyafetlere rağmen, bir boşluk arayarak tenime ısrarla dokunmaya çalışan soğuk da cabası.
Sevgili Erasmus koordinatörüm İvona'nın bize ayarladığı hostel, ne okula ne de Varşova'nın merkezine yakın sağ olsun. Sanki babasının yeri! Şehrin güneydoğusunda Falenica denen (Lehçede Falenitsa diye telaffuz ediliyor), müstakil evlerin yoğunlukta olduğu, şehir merkezine otobüsle yarım saat uzaklıkta bulunan, hemen hiç yabancının yaşamadığı, İngilizce bilinmeyen bir semt burası. Bizden 2-3 km sonra şehir sınırının sona erdiğine dair bir tabela var. Okulum da işte bu tabeladan sonra varılan Jozefow'da.
Bizden bir önceki semt ise, edindiğim bilgilere göre Polonya'nın ünlülerinin yaşadığı Miedszyln.. (umarım doğru yazdım) Evlerin ve önünde duran arabaların lüksünden işkillenmiştim zaten.
Hostel'dan okula yürümek yarım saat. Otobüse binmek, 3 durak için 3 zloty... Otobüse binseniz bile 10 dk'lık bir yolu yürümek zorundasınız. Karşıdan karşıya geçerken, yoldan gelen arabanın ne kadar hızlı gelirse gelsin durarak size yol vermesinin yarattığı haz ise kesinlikle paha biçilemez! Türkiye gibi yayaların arabalara yol verdiği bir memleketten gelip, işlerin olması gerektiği gibi yürüdüğü bir Avrupa Birliği ülkesinde yaşamaya çalışmak benim için zor bir durum. Hem arabanın hem de benim durarak ikimizin de bir türlü geçmeye yeltenmediği durumlar, özellikle ilk günler çok oldu.
Kurallar demişken, daha bindiğim ilk otobüste bilet kontrolü oldu. Polonya Spor Bakanı'nın arabasının yanlış park yaptığı için çekildiğini öğrendim. Kendisi Galatasaray'ın eski santraforlarından olur bu arada..
İlk iki hafta itibariyle önemli bir sorunum yok. Karta Miesjka(öğrenciler için aylık otobüs kartı) ve Orange (cep telefonu) gibi bazı standart Polonya prosedürlerini hallettim. Hostel'ımdan; başka milletten erasmus öğrencisi bulunmaması, dolayısıyla Türkçe dışında bir dil konuşamama ve her yere uzak olma sorunu dışında memnunum. Toplam 10 Türk iki katlı bir villada kalıyoruz. Burası Hostel'ın ana binasından bağımsız özel bir bina... Soğuktan çemkirince, bizi geçici bir süre için aynı fiyata (aylık 500 zloty) buraya aldılar. Aramızda mümkün olduğunca İngilizce konuşarak ve resepsiyonda gece duran abiyi sürekli rahatsız ederek pratik yapmaya çalışıyoruz.
Hostel'a en yakın otobüs durağı 10, market 20 dk. uzaklıkta. Teknik direktör olsam takımımı kamp yapmak için buraya getirmeyi düşünürdüm. Etrafımız orman, havası müthiş temiz. Zaten 2012 Avrupa Şampiyonası için yapılan yeni stadyum hemen yol üstü. Centrum'a inerken yanından geçiyorsunuz. İlginç ama Varşova o kadar planlı bir şehir ki, şehrin merkezinde stadyum yapacak alan hala bulabiliyorlar. Palace of Culture'a uzaklığı hemen hemen Taksim-İnönü kadardır. Aralarındaki bir benzerlikte İnönü'nün boğaza, National Stadium'un Wisla'ya bakıyor olması.
Geniş parklar ve göller şehrin her tarafına yayılmış. Bizdeki gibi nefes darlığı yaşamadan her bölgede rahatça dolaşabiliyorsunuz. Zaten şehrin kapladığı alan nüfüsuna oranla aşırı fazla. Bunda kuşkusuz Polonya'nın düz topografyasının da etkisi büyük.
Varşova Chopin'in, Marie Curie'nin ve Papa II. Jean Paul'un şehri. Şu sıralar kebapçıların şehri yalnız. Bir Polonyalıya Turkish Kebap ısmarlamanız durumunda, kollarınıza düşüp bayılma olasılığı yüksek. O kadar seviyorlar. Dolayısıyla bizi de seviyorlar. Şimdiye kadar Türk olduğumu söylediğimde olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadım. Genelde -özellikle kızlar tarafından- iyi anlamda şaşkınlıkla karşılandım.
Varşova aynı zamanda soğuğun, bu soğuktan kaçmak için girdiğiniz undergroundların ve düzenin şehri. İnsanlara dair herşey makine gibi işliyor. Kaos kültüründen gelip, düzenin içinde yalpalamak garip bir duygu. Elinizde Tourist Information'dan edindiğiniz herhangi bir harita varsa kaybolma olasılığınız, Türkiye'de Cumhuriyet Meydanı bulamama olasılığınızdan daha az. O derece düzenli caddeleri ve yer tarif eden levhaları var. Ancak cadde ismini okumaya çalışırken kalp krizi geçirme riskiniz yüksek. Banliyölerinde dolanırken "çok sessizli" ara sokaklara düştüğünüzde bir evin bahçesinden size havlayan vahşi bir köpek tarafından taciz edilirken de, ne yazık ki bu risk mevcut. En fenası ise bar çıkışı gece otobüsünde bir sarhoş tarafından yarım saat rehin alınmanız. Geçende şansıma bir de değil, iki tane birden düştüğünde hostelın merkeze uzaklığına uzun süre lanet okudum. Allahtan adamların Türk arkadaşları varmış da, sadece yarı Lehçe yarı İngilizce, anlamakta zorlandığım bir futbol muhabbetiyle işi kotardık
Varşova otobüsleri her anlamda hayat dersi sunuyor adama. Bavula da bilet kesilebildiğini öğreniyorsunuz. Arka kapının önünde öpüşen liseli çiftler yüzünden otobüsten bir durak geç iniyorsunuz. Ya da karşınızda oturan teyze inene kadar size ters ters bakıyor: Uzaylı olabileceğiniz ihtimali üzerine kafa yoruyorsunuz.
Lehçe birkaç kelime öğrendim. Telaffuzum iyi olsa gerek, İngilizce'nin arasına birkaç lehçe sözcük sıkıştırmak çok işime yarıyor. Soğukkanlı Polonyalılarla aramdaki duvarın tamamen yıkıldığını hissediyorum. Derse geç kaldığımda dersin hocasına “pşepraşam” (özür dilerim) dedim. Derste sorduğu bir soruyu da doğru cevaplayınca göze girme bağlamında çok işime yaradı.
Alfabeleri 36 harf, zaman zaman 39'u bulduğuna dair de rivayetler var. Kelimelerin telaffuzunda ş,ç ve p gibi harfler yoğun ve konuşmaya çalışırken adamı dumur ediyor. Ama bu bize engel değil, ne de olsa Fıstıkçışahap'ın çocuklarıyız..
Danstan ve müzikten adam akıllı konuşmaya pek fırsat bulanamasa da, ne kadar kişinin hotmailini alabilirseniz kar olan Erasmus partileri ve haftada bir gün olan tanışma gecelerine gitmek önemli. Dans edemiyorum diye üzülmeyin; çünkü Zubrowka nasılsa ettirir! Üç tekten sonra hayatımda konuşmadığım İngilizceyi 15 dk boyunca hiç susmadan ve duraksamadan konuştuğum oldu. Fiyatlar gerçek manada sudan ucuz: Bira 2.5, vodka ve tekila shot 5 zloty! Bu fiyatların iki katıyla bile yırtabilmeniz, herhangi bir popüler Varşova barında mümkün değil.
Önümüzdeki hafta benim için önemli. Şehir merkezinde, Erasmus öğrencilerinin yoğunlukta yaşadığı bir hostela yerleşmeyi düşünüyorum. Fiyatı biraz tuzlu, ancak en azından bir ay kalabileceğimi sanıyorum. Bana katacağı çok fazla şey olduğunu hissediyorum. Haftada yalnızca bir gün, salı günleri dersim var ve bu okula daha yakın bir yer yerine, merkezde bir yerde kalmam için yeterli bir neden gibi duruyor.
Kusura bakmasınlar; size yardım edeceğini, ev bulacağını söyleyip daha sonra bir dedikleri diğerini tutmayan ve yıllardır burada yaşadığını iddia eden Türk simsarlardan gına geldi. Polonyalılara daha fazla güveniyorum.
Erasmus benim için her gün yeniden başlıyor gibi.. Herşey için acele etsem de, günün sonunda aslında daha hiçbir şey yaşamadığımı farkediyorum..
Sevgili Erasmus koordinatörüm İvona'nın bize ayarladığı hostel, ne okula ne de Varşova'nın merkezine yakın sağ olsun. Sanki babasının yeri! Şehrin güneydoğusunda Falenica denen (Lehçede Falenitsa diye telaffuz ediliyor), müstakil evlerin yoğunlukta olduğu, şehir merkezine otobüsle yarım saat uzaklıkta bulunan, hemen hiç yabancının yaşamadığı, İngilizce bilinmeyen bir semt burası. Bizden 2-3 km sonra şehir sınırının sona erdiğine dair bir tabela var. Okulum da işte bu tabeladan sonra varılan Jozefow'da.
Bizden bir önceki semt ise, edindiğim bilgilere göre Polonya'nın ünlülerinin yaşadığı Miedszyln.. (umarım doğru yazdım) Evlerin ve önünde duran arabaların lüksünden işkillenmiştim zaten.
Hostel'dan okula yürümek yarım saat. Otobüse binmek, 3 durak için 3 zloty... Otobüse binseniz bile 10 dk'lık bir yolu yürümek zorundasınız. Karşıdan karşıya geçerken, yoldan gelen arabanın ne kadar hızlı gelirse gelsin durarak size yol vermesinin yarattığı haz ise kesinlikle paha biçilemez! Türkiye gibi yayaların arabalara yol verdiği bir memleketten gelip, işlerin olması gerektiği gibi yürüdüğü bir Avrupa Birliği ülkesinde yaşamaya çalışmak benim için zor bir durum. Hem arabanın hem de benim durarak ikimizin de bir türlü geçmeye yeltenmediği durumlar, özellikle ilk günler çok oldu.
Kurallar demişken, daha bindiğim ilk otobüste bilet kontrolü oldu. Polonya Spor Bakanı'nın arabasının yanlış park yaptığı için çekildiğini öğrendim. Kendisi Galatasaray'ın eski santraforlarından olur bu arada..
İlk iki hafta itibariyle önemli bir sorunum yok. Karta Miesjka(öğrenciler için aylık otobüs kartı) ve Orange (cep telefonu) gibi bazı standart Polonya prosedürlerini hallettim. Hostel'ımdan; başka milletten erasmus öğrencisi bulunmaması, dolayısıyla Türkçe dışında bir dil konuşamama ve her yere uzak olma sorunu dışında memnunum. Toplam 10 Türk iki katlı bir villada kalıyoruz. Burası Hostel'ın ana binasından bağımsız özel bir bina... Soğuktan çemkirince, bizi geçici bir süre için aynı fiyata (aylık 500 zloty) buraya aldılar. Aramızda mümkün olduğunca İngilizce konuşarak ve resepsiyonda gece duran abiyi sürekli rahatsız ederek pratik yapmaya çalışıyoruz.
Hostel'a en yakın otobüs durağı 10, market 20 dk. uzaklıkta. Teknik direktör olsam takımımı kamp yapmak için buraya getirmeyi düşünürdüm. Etrafımız orman, havası müthiş temiz. Zaten 2012 Avrupa Şampiyonası için yapılan yeni stadyum hemen yol üstü. Centrum'a inerken yanından geçiyorsunuz. İlginç ama Varşova o kadar planlı bir şehir ki, şehrin merkezinde stadyum yapacak alan hala bulabiliyorlar. Palace of Culture'a uzaklığı hemen hemen Taksim-İnönü kadardır. Aralarındaki bir benzerlikte İnönü'nün boğaza, National Stadium'un Wisla'ya bakıyor olması.
Geniş parklar ve göller şehrin her tarafına yayılmış. Bizdeki gibi nefes darlığı yaşamadan her bölgede rahatça dolaşabiliyorsunuz. Zaten şehrin kapladığı alan nüfüsuna oranla aşırı fazla. Bunda kuşkusuz Polonya'nın düz topografyasının da etkisi büyük.
Varşova Chopin'in, Marie Curie'nin ve Papa II. Jean Paul'un şehri. Şu sıralar kebapçıların şehri yalnız. Bir Polonyalıya Turkish Kebap ısmarlamanız durumunda, kollarınıza düşüp bayılma olasılığı yüksek. O kadar seviyorlar. Dolayısıyla bizi de seviyorlar. Şimdiye kadar Türk olduğumu söylediğimde olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadım. Genelde -özellikle kızlar tarafından- iyi anlamda şaşkınlıkla karşılandım.
Varşova aynı zamanda soğuğun, bu soğuktan kaçmak için girdiğiniz undergroundların ve düzenin şehri. İnsanlara dair herşey makine gibi işliyor. Kaos kültüründen gelip, düzenin içinde yalpalamak garip bir duygu. Elinizde Tourist Information'dan edindiğiniz herhangi bir harita varsa kaybolma olasılığınız, Türkiye'de Cumhuriyet Meydanı bulamama olasılığınızdan daha az. O derece düzenli caddeleri ve yer tarif eden levhaları var. Ancak cadde ismini okumaya çalışırken kalp krizi geçirme riskiniz yüksek. Banliyölerinde dolanırken "çok sessizli" ara sokaklara düştüğünüzde bir evin bahçesinden size havlayan vahşi bir köpek tarafından taciz edilirken de, ne yazık ki bu risk mevcut. En fenası ise bar çıkışı gece otobüsünde bir sarhoş tarafından yarım saat rehin alınmanız. Geçende şansıma bir de değil, iki tane birden düştüğünde hostelın merkeze uzaklığına uzun süre lanet okudum. Allahtan adamların Türk arkadaşları varmış da, sadece yarı Lehçe yarı İngilizce, anlamakta zorlandığım bir futbol muhabbetiyle işi kotardık
Varşova otobüsleri her anlamda hayat dersi sunuyor adama. Bavula da bilet kesilebildiğini öğreniyorsunuz. Arka kapının önünde öpüşen liseli çiftler yüzünden otobüsten bir durak geç iniyorsunuz. Ya da karşınızda oturan teyze inene kadar size ters ters bakıyor: Uzaylı olabileceğiniz ihtimali üzerine kafa yoruyorsunuz.
Lehçe birkaç kelime öğrendim. Telaffuzum iyi olsa gerek, İngilizce'nin arasına birkaç lehçe sözcük sıkıştırmak çok işime yarıyor. Soğukkanlı Polonyalılarla aramdaki duvarın tamamen yıkıldığını hissediyorum. Derse geç kaldığımda dersin hocasına “pşepraşam” (özür dilerim) dedim. Derste sorduğu bir soruyu da doğru cevaplayınca göze girme bağlamında çok işime yaradı.
Alfabeleri 36 harf, zaman zaman 39'u bulduğuna dair de rivayetler var. Kelimelerin telaffuzunda ş,ç ve p gibi harfler yoğun ve konuşmaya çalışırken adamı dumur ediyor. Ama bu bize engel değil, ne de olsa Fıstıkçışahap'ın çocuklarıyız..
Danstan ve müzikten adam akıllı konuşmaya pek fırsat bulanamasa da, ne kadar kişinin hotmailini alabilirseniz kar olan Erasmus partileri ve haftada bir gün olan tanışma gecelerine gitmek önemli. Dans edemiyorum diye üzülmeyin; çünkü Zubrowka nasılsa ettirir! Üç tekten sonra hayatımda konuşmadığım İngilizceyi 15 dk boyunca hiç susmadan ve duraksamadan konuştuğum oldu. Fiyatlar gerçek manada sudan ucuz: Bira 2.5, vodka ve tekila shot 5 zloty! Bu fiyatların iki katıyla bile yırtabilmeniz, herhangi bir popüler Varşova barında mümkün değil.
Önümüzdeki hafta benim için önemli. Şehir merkezinde, Erasmus öğrencilerinin yoğunlukta yaşadığı bir hostela yerleşmeyi düşünüyorum. Fiyatı biraz tuzlu, ancak en azından bir ay kalabileceğimi sanıyorum. Bana katacağı çok fazla şey olduğunu hissediyorum. Haftada yalnızca bir gün, salı günleri dersim var ve bu okula daha yakın bir yer yerine, merkezde bir yerde kalmam için yeterli bir neden gibi duruyor.
Kusura bakmasınlar; size yardım edeceğini, ev bulacağını söyleyip daha sonra bir dedikleri diğerini tutmayan ve yıllardır burada yaşadığını iddia eden Türk simsarlardan gına geldi. Polonyalılara daha fazla güveniyorum.
Erasmus benim için her gün yeniden başlıyor gibi.. Herşey için acele etsem de, günün sonunda aslında daha hiçbir şey yaşamadığımı farkediyorum..
seni okumak bir hayalin gerçekliği içinde kutsanmak gibi. ne iyi ettin de gittin mussano... baktığın, gördüğün şeyleri aktarırken büyüyen kelimelerini çok sevdim. çok yakışıyorlar sana. bazı babalar çok şanslı dedirtiyor insana. yolun, yüreğince olsun.
YanıtlaSilgüzel sözleriniz için çok teşekkür ederim. dziekuje bardzo :)
YanıtlaSilHarbiden çok sürükleyici ve tatlı bi anlatım.Daha önce hiç bir blog sayfasında bu kadar uzun süre kalmamıştım :)
YanıtlaSil