Pazartesi
"Bin türlü kararsızlıkla dolu bir sabaha ulaştım hamdolsun, ki geçen hafta sonundan beri bir kayıp hafta ben için diyebilirim; bir keyifsizlik, bir buçuk hastalık, bir isteksizlik sorma gitsin.
Dün bile, öyle böyle işte!.. Bu sabah da bir şehre ineyim, bir inmeyeyim hali, bir tembele bağlayıp sığıntı sığıntı yaşama isteksizliği ki sorma.:)
Çektim kılıcımı sonunda, dedim bana bi daha geçen hafta sonundan başlayıp bugüne değin süren günler bahşetme Rabbim, bozuşuruz.:)
Bir satır yazma isteği yok yahu, coşkulu bir yaşanmışlık yok, sanat faaliyeti yok...
Kuşandım kılıcımı ve çıkıyorum cenge; önce sırf iş olsun diye Atasam'a gideceğim aktarmalı, çıktımı alacağım, oralarda ya da adı batasıca AVM'de bişiler atıştırırım; belki de oradan eczaneye bağlar, Oğuz'a uğrar, oradan Çiftlik, Hakan, Meydan falan yapar, yeni AVM için Türk-iş'te iner, sonra da bu cenaha doğru yürürüm. İş paydos! Yüreğim ne derse o! Yeter laaaannn gelmeyin üstüme, naramı da atarım!:)
Kolay, afiyetli, neşeli bir hafta olsun, kumbaralarımız neşe ile dolsun, taşsın inşallah...:)
Öyle işte!
Yolcu, ellerinizden öper az sonra yola çıktı."
Diye yazdım, göndere bastım ve koyuldum yola.
Bir kahvaltı kararsızlığı yaşasam da istasyona doğru yürürken netleşti kafam, bir grip başlangıcında gibiyim geçen cumartesiden beri, ayarlarım bir türlü yerli yerine oturmuyor. Bir tavuk suyu çorba ile başlayalım o halde. Mahallemizin kadim esnaf lokantasına uğruyorum, çorbama bol limon, az karabiber, çok az da pul biber atıyor ve güne şifalı bir başlangıç yapıyorum. Trendeyim, yanımda güzel de bir kitap var, elim gidip gidip geri geliyor. Cumhuriyet Meydanı'nda iniyorum. İlk adım iskelesine doğru yürüyor, çok uzun zaman sonra manevra yapan bir trenle karşılaşıyor, onun geçişini bekliyor, buna da seviniyorum. Fuarlı yıllara bir özlem selamı çakıyorum ki tam da üst geçidin olduğu noktadayım; ahşap merdivenli köprünün üzerine çıkıp, altımızdan geçecek trenin tadını çıkardığımız çocuk zamanda... Rus Pazarı'nda tur atıyorum, cıvıltısızlığı memleketin hali ile ilgili ip uçları veriyor. Çıkıyorum pazardan aydınlık ve güneşli güne yeniden, bu kez minibüse biniyor, Atasam istikametine doğru gidiyor, ırmak boyundaki ağaçlara seviniyor, coşkuyla bir oraya bir buraya savrulan serçelerin bu afacan haline bayılıyor, sekreterden kontrol sonuçlarımın çıktısını alıyorum. Durumun normal olduğunu biliyorum, telefonla almıştım bir hafta önce zaten. İş olsun diye geldim!
Sonra bayıldığım coğrafya boyunca yürüyor, kendimi başka bir şehirde gibi sanıyor, enn sevdiğim kadına buraları gezdirmeyi bir kez daha düşünüyorum. Irmak boyundaki banklarda ve ağaçların altında kitap okuyup bir şeyler atıştırmayı seveceğini, Derebahçe'nin köy ve mahalle izleri bırakan evlerine, sebze ekili bahçelerine, sokaklarına, internet üzerinden ürün satan saklı yedek parça dükkanına ve doğal halle çelişseler de modern kafelerine bayılacağını biliyorum. Küçük koruyu şimdilik saklı tutuyorum. O ara bir teyze ki manav teyze, kamyonetin üzerindeki muz kolisini yere indirmemi rica ediyor; kucaklıyorum koliyi, o ara teyzenin manavını görüyorum, oraya kadar götürebileceğimi söylüyorum ve götürüyorum. Allah razı olsun, diyor, teşekkür ediyor. Hayırlı işlerin olsun, diyorum teyzeye.
Yürüdüğüm yol üzerinde O'na ayrıca ve özellikle göstermek istediğim bir kahvehane var ki bir an fotoğrafını çekip, mekanın altını çizmeyi düşünüyorum ama bundan hemen vazgeçiyorum. Fakat durup, bu özel mekana doğru bakarak bir ön izleme yapmaktan da kendimi alıkoyamıyorum. Ağaç altı köşe masalardan birinde, İngiliz tuğlalı bu şirin mekanın duvar dibinde, yolu seyrederek çay içerken görüyorum kendimizi ki tam o an bayılarak okuduğum Ben û Sen'den izler ve onun müdavimleri geliyor aklıma... Alın işte bir GYM Center ve de sauna daha! Şu kadim balıkçının şık restoranında, arka camın önündekilerinden, mahalle ve demir yolu manzarasına mazhar bir masada, uzun ufuklara, görkemli dağlara bakar gözlerle taze balık yemek nasıl olur? Hımmmm güzel olabilir, alkolsüz olsa da mekan.. Bir kaç dakika önce önünden geçtiğim ve her daim bayıldığım sürpriz bir noktadaki küçük kahveci dükkanına, O'na kahve almak için uğrasam mı diye düşünüyor, bundan vazgeçiyorum. Kırmızı ışık yeşil olduğunda bir elindeki bastondan destek alarak çok ufak adımlarla karşıya geçmeye çalışan amcaya yardım edebileceğimi söylüyor, o onaylayınca boştaki koluna girip kırmızıya evrilmeden ışık, onu karşıya geçiriyorum. Ne de güzel gülümsüyor! 56'lara doğru sapmayı düşünüyorum varınca kavşağa, buradaki canlılığa bir nebze seviniyorum. O tarafa yürümekten vaz geçiyor, eski Tekel binalarından adliyeye evrilen yeşillikli alanı bir kez daha beğeniyor, bölgeye kattığı canlılığı onaylıyor, yayalara öncelik tanıyan taksi şoförüne elimle selam verip teşekkür ediyor, ev şirinliğindeki küçük kafenin su börekleri ve de karalahana çorbası bir kez daha aklımı alıyor ama ben gülümseyerek eczaneye giriyorum. "Çocuklar gribim desem değilim, yandım bittim desem o da değilim ama yine de bir şey var, bir enerji yoksunluğu içindeyim. Bana bir şey önerir misiniz?"
"Herkes aynı."
Güzel cevap. Aile doktorumuz Oğuz'a danışmaktan vazgeçiyorum. Eski ve kadim pastane Efes'te salep içme fikrim var. Vedat'a uğruyorum, sigorta acentası, elimizde büyüyenlerden, eylem maceralarımı dinlemeye bayılan miniklerden ki şu ana yolda saman eylemi gecesinin tanıklarından biri kendisi. Henüz işe gelmemiş, çocukluk, ilk gençlik arkadaşlarımın, bizi ağzı açık dinleyen en küçük kardeşi; sarışına yakın kumral, renkli gözlü ve üç çocuk babası bir genç adam şimdi. Benimle özellikle tanıştırdığı bir voleybolcu kızla çıkardı ve onunla da erken bir yaşta evlendi. Mesutlar.
Önceki ve takdir ettiğim başkan döneminde hoş bir açık hava AVM'si şeklinde düzenlenen, bu durumu da zaman içinde işsizliğin nedeni sayan bir avuç esnaf ve 400 kişi toplamlı bir anket sonucunda yeni belediye başkanı sayesinde tekrar trafiğe açılmasına karar verilen ve biz kuşağı için çok ama çok özel bir anlamı olan İstiklal Caddesi'nde (Çiftlik) yürüyorum. Efes Pastanesi'nin önüne vardığımda bir iki yıl önceki halinin aksi soluk, ışıksız ve silik şu anki durumu üzse de beni yine de içeri giriyorum. Yanılmıyorum; maalesef ki Efes'te salep yok, hayat da! Üzücü bir durum, canı gitmiş gibi sessiz bir pastane. Memleketin durumu benden beter yani! Mado'nun önünden geçerken geleneksel salep afişi dikkatimi çekiyor, ama inancım sıfır. Önce dış masalardan birine oturuyorum, ısıtıcıya bir tık uzağa... sonra içeri geçmeye karar veriyorum.
"Bir salep lütfen."
Bir küçük kap dövülmüş ceviz ve yine aynı ebatta bir miktar kuru üzüm, bir küçük zencefilli kurabiye ve bolca doldurulmuş mini tarçın kabı ile hoş bir sunum. Ama şeklen geleneksel, yoksa mikrodalgadan geçip de geliyor. Olsun, ben gelenekselin tadını çıkarıyorum; bir kaç kaşık öğütülmüş cevizi içine atıyor, biraz üzüm ilave ediyor ve usul usul karıştırıyorum, sonra da üzerine bolca tarçın serpiyorum. Sonrası eğlenceli bir oyun; kah kaşığı daldırıp üzüm, ceviz, tarçın ve salep birlikteliğinin tadını çıkarıyor, bazen de doğrudan fincanı alıp yudumluyorum. Mekan hoşuma gidiyor ve bana da gelişimim konusunda iyi geliyor.
Varıyorum Hakan'a. Epey kalıyorum orada. Hakan fotokopi işi ve toner dolumu yapıyor, elimin değdiği çocuklarından sanayinin. Aynı hatayı sürekli yapıyor, dertsiz başına kesin bir ortak buluyor, sonra kesinlikle sorunlarla ayrılıyor ama yine de bir şekilde yükseltebiliyor kendini. Her zamanki gibi demiştin abileri dinliyorum. Çıkıyorum oradan ve bu kez caddeyi geri doğru yürüyorum, Et Lokantası'na uğrayacağım, kesin. Deva İşkembecisi aklımı çelmeye çalışsa da Et Lokantası'ndayım. İki kişilik masalardan birine oturuyorum. Bir kadın grubunun yemeği var sanırım, lokanta canlı. Şehrin kadim yıllardan bu yana en iyi öğlen menüsü çıkaran üç üst segment lokantasından son kalanı. Ötekiler Cumhuriyetle yaşıt Cumhuriyet Lokantası ve Oskar ki artık yoklar. Bir sürü yemek içinde kararsızken dolmalar gözüme çarpıyor. Patates püresi de hemen yanındaki Rostoyu işaret ediyor ama?!..
"Karışık lahana sarma, yanına da bir miktar yoğurt lütfen!"
Tadını çıkara çıkara yiyorum dolmaları; bir eski zaman filminin lokanta sahnesindeki adama özenmiş genç çocuk gibi ki lokanta zaten hoş bir şıklığa sahip, beyaz tabakların üzerine hoş bir dizaynla yerleştirilmiş kolalı peçeteleri olan nadir yerlerden biri. Eski usul soylu bir Lokanta yani. Cumhuriyet'i örnek alarak bu mekanı yaratan ama asla Cumhuriyet yapamayan Ulutan Abi'yi de saygıyla anıyorum. Tadım gittikçe yükseliyor. Usul usul fabrika ayarlarıma dönüyor gibiyim.
Minibüsten tam da Armada 1 Özel Kız Öğrenci Yurdu'nun önünde iniyorum. İçeri süzülüyor ve güzel müdiresi, çok da sevdiğim komşum Saadet Hanımın karşısına çöküyorum. Kulak çınlamamın ve doğrudan ayaklarımın beni içeri taşımasının sebebi de anlaşılıyor. Çalışanlarından tatlı bir genç kız hafta sonu Sinop'a gidecekmiş ve benim yazımdan notlar çıkarmış kendine. Çaylar geliyor, konu konuyu açıyor ve gün akşama varıyor. Şimdi daha da iyiyim. Eve geçiyor, hiç alakadar olmadığım işimin son haline bakıyorum.
Dün Pazar
Aslında arızanın başladığı cumartesinin haftasındaki pazar günü başlamıştım kendimi iyileştirme programıma. Şu geçtiğimiz pazar yani. Önce yeni keşif noktalarımdan birine pazar pidesi keyfi için gitmiştim.
"Bir açık kıymalı ve yumurtalı pide lütfen."
Mekanın kış bahçesindeyim, bu ikinci gelişim ve ilk geldiğimde hem pidesini hem mekanı, hem de çalışanlarını sevmiştim. Türkçeyi tatlı dille konuşan güleryüzlü, sempatik ve bunda da samimi genç kız istersem üst kata çıkabileceğimi söylüyor; bu bölümü sevdiğimi ve burada kalmak istediğimi belirtiyorum. Sanırım garson problemi var ve bu nedenle de müşterileri bir arada tutmak istiyorlar. Sakıncası varsa yerimi değiştirebileceğimi söylüyorum ki bir genç çiftin özellikle kadın olanı istemesine rağmen üst kata çıkardılar ki olaya müdahil oldum. Ben, dedim, buradayım işte! Erkek garson fırsat vermedi, onlar da diretmediler. Sonuçta benimle ilgilenen genç kız, bir sakıncası olmadığını ve kalabileceğimi söylüyor. Onun incitilmesini istemiyorum.
Önce keşkeğimi ve salatamı getiriyor, turşuyu istemiyor ve geri yolluyorum. Tüm bu süreç içinde de kitabıma göz atıyor, bir yandan da enfes keşkeğimin tadını çıkarıyorum. Pidem çıtır çıtır ve ince bir hamur, son derece iyi kavrulmuş, soğanı kıvamında lezzetli bir kıyma ve tam da olması gereken kıvamda bırakılmış yumurta ile gelen şahane bir pide. Bir fincan çayla birlikte onun da tadını usul usul çıkarıyorum. Ana caddenin ardında tam köşebaşındaki, ağaçlar içinde apartman olmayı bekleyen son evlerden biri manzaram. Köydü burası yahu, hem de ne güzel bir köy! Naz bir kaç yıl önce, ben inşaatları bitirmek üzereyken tam, sormuştu, kaplumbağaları... alıp eve getirdiğimiz kaplumbağaları; nereden almıştık dayı, diye. Burnumuzun ucundan, demiştim.
Bir çay daha içip, ödememi yapıp, ustaya teşekkür ediyorum. Geçen geldiğimde bir kadın elinden çıktığını düşünüp de kim yaptı diye sorunca keşkeği; pide ustasının elinden olduğunu öğrenmiş ve çok başarılı bulduğumun altını çizmiştim, dolayısı ile teşekkür doğrudan ustaya bu kez. Tatlı ve Türki Cumhuriyetlerden olduğunu düşündüğüm garsonum diğer arkadaşları ile yemekte, uğrayıp bizzat ve bir kez daha teşekkür edip ona, çıkıyorum caddeye. Bir Forrest Gump efekti var bende, o ataletten kurtulmak için elimden geleni ardıma koymuyorum ve uzun bir tura çıkıyorum, Cağaloğlu'nda. Bir kaç yüz metre sonra, geçen yıl çocuklarla gittiğimiz, çok sevdiğim, dış masalarında oturduğumuz ve geçen günlerden birinde oraya gitsem dediğim kebapçı dükkanının kapandığını görünce üzülüyorum. Oysa ne kadar çok kapanan yer görüyorum! Sonra ara caddelerden dönüyorum, fitness salonlarının çokluğuna bir kulp takıyorum; yeni sosyalleşme alanları! Hiç değilse sanal değil! Sonra bölgedeki değişim hızını düşünüyorum; dünyanın gelişmiş tüm ülkelerinde yüz yılda oluşmayacak yapılaşma ve hızlı değişimin on yıllarla ifade buluşuna şaşırmıyor ama insana uzun yaşıyormuş hissi verdiğini düşünüyorum. On yıl öncesini biliyorum ama sanki gerçekten yüzyıl önceymiş gibi uzak hissediyorum. Usul adımlarla ara sokaklardan eve doğru yürüyorum. Sahilde bir tur atıyor, eve ve kendi banklarıma varmadan ama mıntıkamdaki bir banka oturuyorum. Güneş güzel, martılar pür neşe. Açıyorum kitabımı.
Tam başlıyorum okumaya ki bir kadın sesi, "Buraneros." Kafamı kaldırıyorum ki burnumun dibinde bir genç kız ve bir köpek. Gülümsüyor. Bir de adımı seslenen kadın. "Figen!" Boşananlar kulübünden, çocuklarımın annesinin arkadaşı, büyük oğullarımız aynı sınıftaydı ayrıca, hatta bebeklik arkadaşıydılar. Bir kaç gün önce daire bakıyorlardı ve sevdiğim, kendi işlerimizi de verdiğim emlakçıya yönlendirmiştim onları. Köpeği tutan genç kız gelini, ufak tefek tatlı bir kız. Yeni aldığı deniz manzaralı bize de yakın daireyi konuşuyoruz, iyi yaptığını söylüyorum; mutfağın duvarını da yıktırmış. Salona açık ve deniz gören mutfak! Ucuza aldığının altını da ayrıca çiziyorum. Biraz daha sohbetten sonra vedalaşıyoruz. Kitabı, duraklama döneminde olduğum için gıdım gıdım okuyorum, normalde bitmiş olması gerekirdi ama bu yavaşlık da hoşuma gidiyor çünkü kendimi uzun süredir Cezayir'de yaşıyormuş gibi hissediyorum. Genç bir kadın yazar Kaouther Adımı, Fransa'da yaşıyor. Kitabın baş kahramanı bir kitabevi, Vraies Richesse. Üstelik zamanlar arası yolculuklar tadından yenmiyor. Üstelik bildiğimiz tanıdığımız pek çok yazar var öykünün içinde... Bir de günlük var; arada bir önümüze çıkan ve güzel izler bırakan. Fakat bu zaman yolculukları çok güzel ve de çok zevkli; bir bakıyoruz yıl 2017, bir bakıyoruz yıl 1938. Satır satır yaşadığımı rahatlıkla söyleyebilirim kitabı. Öyle uzun bişi de değil, 186 sayfa ki şu yazıyı yazarken hala bitirmemiş durumdayım. Son yüzyıldır O'nu, kitabı ve Cezayir'i yaşıyorum sanıyorum. Eğri zamanıma doğru denk gelmiş bir kitap diyebilirim. Beni mutlu ediyor. Bir fikir veriyor, bir hayal kurduruyor. Gözüme kestirdiğim bir yer de var!
Birazdan toparlanıyorum, eve doğru yönelirken güneş aklımı çeliyor, martılar ve sahil, güneş, babamın ağaçları, açıktaki gemiler ve iskele kışkırtıyor ve yürümeye karar veriyorum. Yeni ve kocaman kahve mekanı açılmış, bir tane açılmak üzere ve devasa bir tane için de cooming soon levhası asılmış ama biraz daha dekorasyon işi var. Ellerinde kahve bardakları ile şu güzel mahallenin, havanın, denizin, sohbetin tadını çıkaran insanlar... Ne güzel! Dönüyorum ve bir süre sonra yürüyüşe çıkmış erkek kardeşimle karşılaşıyorum; yeni açılan AVM'ye gidiyor. Pazartesi günü gitmeyi düşüneceğim ama sonra bundan vazgeçeceğim AVM'ye, City Mall. Bir an tereddüt yaşasam da yol gözümde büyüyor. Biraz daha banklar, biraz daha kitap...
Şimdi evdeyim, salona açık mutfağımdan denize bakıyorum. Elimde bol limonlu sıcacık ve de şekersiz bir kant. Altındaki tabağa boşaltılıp soğutularak içirildiğim kant yıllarımın uzağında bir yaştayım. Gülümsüyorum.
Bir de Seni özlüyorum.
*Devam yazısı: Hayaller Gerçekleşmelerin Önizlemesidir!
4 Aralık Çarşamba
2 saat önce