Değmez etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Değmez etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Mayıs 2021 Pazar

Bukalemun Okuma Fakat

Kapatma bu kez beni de kapattı sanıyorum. Bir türlü yazıya giremiyor, bir yanıyla da blog dünyasından kopmuyor, okuyor, bir daha okuyor, içimden o an geldiğince yorumlar yazıyorum ki bazıları epey uzun. E bunları yapabiliyorsam neden blogumda bir yazı yok, günlerdir? Hımmmm belki de değmez bir duruma fazlası ile değebilecekken boşvere bağladım da ondan.

Oysa dışarı çıkıyorum, sokaklar boş. Ama ben doluyum. Eğleniyorum hayatla ve şu yasaklı günlerle... Mesela önceki gün yasağın ilk günüymüş ama ben habersizmişim! Cuma günü yani... Çıkıp bir şeyler alayım diyorum, daha çok bahar tadını sevdiğim sokaklarda tozutarak, bunu kutlamak istiyorum.

Yolu uzatıyor ve Carrefoursa'ya varıyorum. Bu taze marketin raf düzenini seviyorum. Bir şişe şarap, bir şişe portakal suyu alıyorum. Giderken aklımda alacağım şarap netken, orada aklım çeliniyor. İşin aslı sonradan fark ettiğim üzere şarap rafının düzeni değiştiğinden onu eski yerinde göremeyince yok diye düşünüyor, Cabarnet Sauvignon, Shiraz ve Merlot üçlüsüne kapılıyor, hayal ettiğim, başka çeşitlerini deneyip sevdiğim ve hatta mekânında* şahane bir İzmir akşamı yaşadığımız markanın denemediğim şarabını seçtiğimi anlıyorum.

Bu yazıda kendisi ile ilgili bir fikir vermek isterdim ama henüz şişeyi açmadım. Ramazan geleneği olan bir ailede yetiştiğim için, inanca ve geleneğe saygı duyar, günahmışı hiç umursamaz ama  ramazan bitmeden de içkiye bulaşmam.

Ama polis bana bulaşabilir!

Aslında bu yazıdaki amacım fısıldanan  kitaplar serimden çektiğim kura sonucunda sırası gelmiş olan ve okuduğum kitabı yazmaktı  fakat, madem istemsizce uzattım yazıyı, kısaca polis- ben durumunu da anlatayım.

Dedim ya cuma başladığını bilmiyordum yasakların; işte o bilmez adam ara sokaklarda avarelik yaparak yürüdüğü için de farkında olamamıştı durumun, taa ki dönüşte ana yolu tercih edip eve daha yakın Migros'un önüne varana ve orada iki kibar, sivil ama polis yelekli adamlar durdurana kadar. İlk soruları kolaydı, ben bundan geçerim, diye düşünüyordum. Nereye gidiyor muşum? Sonraki ciddi "Kimliğiniz, lütfen." Elde bir tablet. Yine de telsizle merkeze vatandaşlık numarımı aktarma. Gelen yanıt sokağımın numarası. Sonra yine kibarca bir açıklama: En yakın markete gitmeliymişim. Teşekkür ettiler ve iyi günler dilediler. Bense büyük bir marketin çıkış kapısını tuzakladıkları için takdir etmedim değil kendilerini...

Sonra yol üstündeki peynircime dalıyor akabinde fırından iki pide kapıyorum. Dün yine çıktım tabii ki! Bu kez sahilden yürüdüm. Deniz öyle güzel sahil öyle hoş bir boşluk içindeydi ki o halin fotoğrafını çekip tek kare olarak blogda yayınlamak istedim. Kısmetse bugün bu yazıdan sonra çıkacağım ve ne günler yaşadık biz hatırası olarak belki bir iki satır yazıp bir gün yayınlayacağım.

Bugün aslında elimde yeni başladığım bir kitap var. Kuzeyli tabii ki... Fakat yazarı tanımıyorum. Ama bayıldım. Hem de çok bayıldım. Sonra... aslında bakmayacaktım ama merakımı yenemeyip kimdir diye nete baktım; bakınca bir ikileme düştüm çünkü elimdeki kitap bir üçlemenin ikincisiymiş ve yine anladığım yayınevi daha önce ikinciyi basmadan üçüncüyü basmışmış. Gördünüz mü aymazlığı? Biri ve üçü okuyan şimdi ikiyi okuyacak. Pöhhh!

Neyse ki ben avantajlıyım: Bayıldığım kitabı bıraksam diğerlerini alsam ve sıralı okusam diye düşünmedim değil ama biliriz ki tüme varım ve tümden gelim diye bir şey de var!

İşte ben ortadan başa, baştan sona diye yeni bir yola karar verdim. Bir yanıyla kitap beni aşka getirmişti, hemen bitirip yazarım ben bunu da demiştim ama....

Hımmmm... belli ki an itibariyle bir açmaz içindeyim, kısa keseyim ve asıl amacıma döneyim.

Kusura bakmayın lütfen, bu dilsiz mi acaba endişeleri yaşatıp, sonra birden konuşmaya başlayan çocuk gibiyim bu sabah; güneş coşkulu, gün güzel, çenemse farkındayım ki fena düştü.

Oysa ben, ben için çok enteresan bir okumadan söz edecektim, sadece. Hatırlarsınız fısıldıyan bloglardan kitaplar seçmiştim, işte onlardan en tereddütlü yaklaştığımı, hatta bayağı ön yargılı olduğumu, içimdeki ukalanın laf aramızda biraz burun büktüğünü okumuş, bitirmiştim. Fotoğrafını da özellikle bahçenin bahar yeşilliğinde çekmiş, başlığı yazmış, fotoğrafı yerleştirip öylece bırakmıştım. Ne yazık ki o arada içimde yazmaktan imtina eden bir tembel türemişti, o tembel fısıldanan kitaplar içinden birini daha bitirmişti üstelik! Aslında hiç de tembel değildi, işini sadakatle ve keyifle yapıyordu ama ilham bekleyen "yazar" kasıntılığı içindeydi belki de... bilmiyorum.


Şimdi!.. Gelirsek bu yazının ana konusuna...

Öncelikle kıymetli bloglardan Klio'nun Şarkısı'na teşekkürler. Ve onun nezdinde de kıymetli yazarı Sevgili Sezer'e...  Çünkü ben bu kitapla ve yazarla Sevgili Klio'nun Şarkısı'nda sıklıkla karşılaşmasam, Onun hayranlığının altını çizerek bir yazısının altına biraz da esprili şekilde, "Sayende bir gün İsmail Güzelsoy okuyacağım," diye yazmaz, O da -içinde endişe de barındıran cümlelerle- kitabı öneren bir yanıt vermez ve ben de o güne kadar adını duymadığım, muhtemelen rastlasam da ilgimi hiç çekmeyecek yazarın herhangi bir kitabını hiç bir şekilde almaz ve okumazdım.

Kesin!

Kitabı sırası gelince alıyorum elime. Ön yargım yerli yerinde. Çünkü bir ukalam var; öne atınca ukalam kendini, biraz takılır ve beklerim. O kendini beğenmiş beni küçümser, ama ben önce suyuna kapılıp tepki versem de kendime döner, anlayışla bakar onu da pek umursamam sonrasında.

Alınca kitabı elime, önce, "Kim bu bilmediğim, çok kitap yazmış yazar?" diyerek künyesini okuyorum. Ortak noktamız ilk satırlarda: Kars! Yazar oralı. Birinci golü attı...

Sunuştan sonraki ilk sayfanın ilk paragrafının şu cümlesi: "Aras Nehri, lacivert karanlığın içinde bir bütün olarak uzayıp giden iki ülkenin sınırını çizerek akıp gidiyordu." Ellerim havada, teslim oldum! Beni çekiyor kitap içine. Çünkü içinde Kars geçen ne varsa benim teslim bayrağını çekmem için yeterli! Üstelik kurmaca bir yerleşim var romanda, bir köy, coğrafyanın neresi olduğunu anlıyorum. Bir de onların deyimiyle ve t'si yutulmuş haliyle Doslar Kahvesi ve köyü. Sınırdaki askerler! Bir köprü ve iki taraf askerlerinin olağan protokol toplantıları. Aras'ın buzlarının altında da bir Abi. Dediğim gibi, beni teslim almak için bunlar yeterli. Kars yazılarımı okuyanlar bunu, Kars'ın benim için değerini, anlayacaklardır.

Arada bir içimdeki ukala kafa kaldırmıyor mu?

Hiç rahat bırakmıyor ki, bazen beni bile ele geçirip yandaş yapabiliyor. Bir zaafım var, onu biliyor. Fantastik kitaplara, masallar dışında uzağım, özellikle tercih ettiğim bir tür değil ve bilmeden okuduğum bu tür kitap sayısı çok azdır.

Bazen yazar İsmail Güzelsoy'u taklitçilikle suçlamıyor değilim, bazen zamanda yolculuklarını anlamsız buluyor, biraz ondan biraz bundan oh ne âlâ diye küçümsüyor, sınıfın çok zeki olmayan ama çalışkan, ondan bundan kaptığının orasını burasını alıp kendince bir farklılıkla yazan öğrenci konumuna taşıyorum. Yalan yok... Ama bir yanıyla bakıyorum ki meraktayım. Okuyorum. Görsel hafızam maşallah. Bir film izliyorum. Demek ki dil akıcı, betimlemeler mükemmel.

Bazen çok severek okuduğum ve en kitaplarımdan Benim Adım Kırmızı ile kıyaslıyor; "Bak ona özenmiş işte!" diyor, ukala. Ama ben tam o anda bir bakıyorum ki hooop bir zaman sıçraması daha... Yetişemediğim ama okuduklarımdan bildiğim bir siyasal çalkantı dönemindeyim. Bir gazete!

Sonra hooop bir zaman sıçraması daha... Sanki birbirinden kopuk insanlar dünyasında farklı zaman dilimlerinde farklı hikâyeler içinde absürt ama garip ki birbirinden bağımsız ama anlaşılır mekân ve zamanlarda dolaşıyorum. Arada kahkalar atıyor, bazen üzülüyor, bazen tırsıyorum. Ukalaysa, bunun bir fantastik kurgu olduğunu gözetmeden, benim gündelik yaşamdan koparak girdiğim kitaba kapılıp gidişime, ayar oluyor. Uyumlu ve okuduğundan zevk alan yanım ona müdahale ediyor, kafa tutuyor, işte o zaman dalaşmayı göze alamıyor, tırsıklaşıyor, bunu kendine yediremediği için "E ne yapalım oku bari," deyip kenara çekiliyor.

Derken hooop bir zaman yolculuğu, yer ve mekân değişimi daha...

Uzattım mı?

Daha da uzatabilirim.

Farkındayım!

Çünkü çok güzel bir deneyim, şahane bir arasıcak oldu ben için. 369 sayfalık, 1.Kitap, 2.Kitap, 3.Kitap ve kişilerinin adları ile bölümlere ayrışmış Değmez'i zevkle okudum. Onu büyüklere masallar diye tanımladım. İçerikleriyle dönemleri merak ettiren bu tatlı dilli ve çok karakterli romanın, bilgilenmek isteyenleri kaynak kitaplara yönlendirebileceğini de düşündüm. İlginç ve zevkli bir okumaydı, su gibi aktı. Başta da dediğim gibi bu tarz kitaplar ben için istisna, o nedenle tutkunu olacağımı söyleyemem. Üstelik aynı yazarda takılı kalmayı kişisel olarak sevmem, çünkü daha farklı yazarları tanımak isterim. Türü sevenler içinse biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum ki şu yazıyı daha uzatabilecek olmamı mümkün kılan nedenin; her bir olayını, ilginç karakterlerini ve satırını aklıma nakş etmiş olmayı, yazar İsmail Güzelsoy'un başarması! Çalışkan bir yazın emekçisi olduğu ve yazmayı sevdiği kesin.

Ötesi ise okura, bence okura ait bir durum...


*Mekân

Klio'nun Şarkısı ile tanışmak için buradan lütfen

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP