10 Gün Önce
Çok uzun zaman geçmemiş olmasına rağmen kapalı günler yaşamak zamanı yavaşlattığı gibi günlerin sayısını uzatmış ya da sokakların özgür ferahlığının yerini sınırlandırılmış mekânların, ev hapislerinin almış olması algıdaki zaman kavramının ayarını bozmuş ve bünyeye "ya biz eskiden özgürce sokaklara çıkardık, güler oynardık," gibi çok eskideymişlercesine özlemsel hisler oturtmuştu.
Bu hissiyat çay içmenin ötesinde, dışarıda bir yerde, özellikle ince belli bardakta çay içme isteğinin de ötesinde bir duygunun, belki de bu kapatılmış hâle isyankâr ama aynı oranda da sınırlarının iradesi dışında çizilişine başkaldıran çocukça bir cesaret göstergesi... Ama ne olursa olsun yarattığı duygu hoş, oyuna çevirmelik ve eğlenceli.
O halde önce Saadet Hanım'ı aramalıyım; bahçede oturabiliyorlarmış, sorun yokmuş, fakat şirket ortakları ile az sonra başlayacak haftalık olağan toplantıları varmış... O halde çay fikrine bir çizik. Sırt çantama iki kitap, fotoğraf makinesi, ıslak mendil paketi, maske, küçük bir şişe kolonya atıyor, montumu çantamın askısından geçiriyor, sağ elime de yine bir tek ıslak mendil alıyor ve işaret parmağımın dokunacak yerini o mendilin arkasına saklıyorum. Önüne gelince asansörün kapısı açılıyor, dokunmatik düğmesine mendilin arkasına saklanmış parmağımla dokunuyor, asansörcümüz tarafından kabine yapıştırılmış korona günlerine yönelik asansör kullanımı ile ilgili uyarıların olduğu, çizimleri çok hoş, çocukların da ilgisini çekecek şekilde tasarlanmış metinle karşılaşıyorum. Bu duyarlılıkları hoşuma gidiyor. Yöneticimiz ki kendisi kızkardeşim olur, binamızın giriş kapısının dış kolçağına bir dezenfektanı ipin ucuna bağlayarak asmış ve göz hizasına da dezenfektanı ok ile işaret eden bir uyarı yazısı yapıştırmıştı, ilk günden itibaren.
Bahçe kapısını da elimdeki ıslak mendille açıp, sokağa çıkıyorum. Sanki sokağa çıkmanın yasaklandığı bir günde yasağa inat kendini sokağa atmış cesur ve başkaldıran çocuk tadındayım. Elimdeki ıslak mendili sorumluluk sahibi, kurallara uyan bir çocuk gururuyla çöpe atıyor, kendimi bir filmde, bütün insanları yok olmuş bir şehrin sokağında yalnız ve tek insan gibi hissediyor, neredeyse "ne oldu bu insanlara yahu," diyecek kadar bilimkurgunun içine dalıyorum. Çocukluk işte...
Ne yazık ki güneş çekiliyor, denizin kenarında çekilen güneşle birlikte sanki az öncenin 5 derece altında bir ısı oluşuyor ve montumu giyiyorum. Normalde oyun parkı dahil cıvıl cıvıl olması gereken alan bomboş... banklar ıssız. Görüş alanımdaki uzun mesafede iki polis görüyorum sadece ki iki genç kızı uyardılar, aslında kızların sorusuyla bir tarif verdiklerini düşünmüştüm ama bir süre sonra geri döndüklerinde rastlaşıyoruz ve kibarca beni de uyarıyorlar.
"Beyefendi bu taraf valilikçe yasaklandı, lütfen karşı kaldırıma geçer misiniz."
Bunu pek anlamlandıramıyorumsa da eve dönünce ve bunu anlatınca, deniz kenarlarının tüm ülkede yasaklanmış olduğunu öğreniyorum.
Yoluma karşı kaldırımdan devam ediyorum. Sırt çantamda iki kitap var demiştim; biri okuduğum Locos: Bir Jestler Komedisi ki niyetim çam ağaçlarının altında her zamanki bankıma oturup okumak onu ama, bugünlük, belki de daha uzun bir süre sahil yasak... Diğer kitabı ise fotoğraf için yanıma almıştım!
Takip ettiğim bloglardan Hayal Kahvem'in yazısında "Ayfer Tunç, Yeşil Peri Gecesi'nde roman tarzında bir yemek kitabı hazırlamış diyebilirim. İyi de, kitap kendini okutmak için ramazan gününü mü buldu? Pes vallahi. Bitiim ben."* cümlelerini okuyunca tetiklenmiş ve kitabı raftan indirmiş, sonra da içinde bir tur atmış ve kendisi üzerine bir yazı hayal etmiştim. Toplu bir kitap alımıydı; sanırım 25 civarı kitap seçmiştim, muhtemelen Milliyet Sanat'daki ya da Cumhuriyet'de yayımlanmış kampanya ilanlarından... E Yayınları'nın çok popüler olduğu ve sağlam kitaplar bastığı yıllardı ve ayrıca tasarımlarına bayılıyordum. Yeni evimizdeki yeni kitaplıkta güzel duracakları kesindi! Üzerine attığım tarih 14-1-1976 olsa da onu muhtemelen bugünden 8-10 yıl önce okumuştum, çünkü o günlerde 15'ini süren benim favori romancım; başta Çakal ile dünyayı kasıp kavurmakta olan Frederic Forsthy idi.
Papaz Her Zaman Pilav Yemez, J.Mario Simmel'in hoş, casusluk faaliyetleri de içeren, karakteri epey ilginç bir kitabıdır; çünkü kahramanı faaliyet üzerinde bulunduğu şahıslara ilgi çekici menüler hazırlamaktadır. Bu listelerin kitaba yerleştirilmeleri de pek hoştur.
Kitapta Verilişe Bir Örnek:
Menü: 19 Ağustos 1940
Kuş Yuvası Biçimi Sosis Yemeği,
Josephine Usulü Yumurta,
İsveç Usulü Meyva Salatası
Sonrasında da "KARAVENÜS THOMAS LIEVEN'İN JOSEPHİNE USULÜ YUMURTASINA HAYRAN KALDI" gibi alt başlıklarla roman devam eder ve sohbetlerde yemeklerin tarifleri de yer alır..
Polislerle karşılaşmadan önce, ki yönüm iskeleye doğru, önünde neredeyse fotoğraf için sıra olunan Amazon heykelinin ve simge yazının önünde duruyorum; inle cin bile yok! İskele uzaktan mahzun mahzun bakıyor. En bayıldığımız, yazı sabırsızlıkla beklediğimiz, tam geliyorken ve tadını çıkarmaya hazırlanırken Covid-19'unun hışmına uğrayan restorana da özlemle bakıyor, işte buna üzülüyorum. Muhtemelen geçen yaz en keyifli işlerimden biri olan, mesai bittikten sonra İskele Kafe'de oturup kitap okumak ve okurken de denizin ortasında kitaba ara verip dört bir yandaki manzaraların tadını çıkararak bazen bir şeyler atıştırmak, çoğu zaman da kahve içmekti ki muhtemelen o da yok, bu yaz... O zaman bahçede, sokağın kadim lambasının ışığında kitap!
Her zaman insan kaynayan Diyarbakır Ocakbaşı, her zaman şirin ahşap masalarında ve çam ağaçlarının altında piknik yapan insanlara rastlanan park, Kahve Diyarı, yine her daim tıkış tıkış iki kahveci terkedilmiş bölge efekti veriyorlar. Bölgeye bir gece önce bir bomba düşmüş ve o sadece insanları yok etmiş. Körlük filmi geliyor hep aklıma nedense. Bir muhabir edasında dolaşıyorum, kimselerin giremediği yerlerde dolaşabilen, havalı bir muhabir edasında... İskeleye giriş kapatılmış, oyun parkı hüzün bürünmüş; belli ki o da oyundan geri kalmış bir yalnızlık içinde. Az önce polisler karşı kaldırıma yollamamış olsalardı, teselli olacaktım elbette... Sadece seslendim, "sıkma" dedim canını, "sık dişini..."
Kahve Dünyası, Big Yellow Taksi, Starbucks, Palmiye Kafe ve onun komşusu; sıra sıra yerleştirilmiş, üstleri korunaklı ve halkın kullanımına açık, her daim cıvıltılı, arada bir oturup Türkan'dan aldığım poğaçaları kola ile tükettiğim, plajı da olan şirin parktan öte geçmiyorum, çünkü içim elvermiyor ve bu yalnızlık onlara olduğu gibi bana da iyi gelmiyor. Oysa bundan kısacık günler önce insan kaynıyordu buralar; neşeli, ateşli, tansiyonu yüksek tartışmalar, sohbetler, kahkahalar, müzikler, canlı, cansız konserler, gülüşler birbirine karışıyor; dertler dağları aşmış olsa bile bu coğrafyanın canlılığı bünyelere umut, neşe saçtığı gibi sıkıntıları da def ediyordu. "Masalar sandalyeler oldukları yerde kalsaydı," diye geçiriyorum içimden... Bu terk edilmişlik hali, sanki bir daha o günlere dönülemeyecekmiş umutsuzluğu bağırıyor çünkü...
Dönüyorum geri, enn sevdiğimiz restoranın önünden geçerken özlediğimiz masamızla selamlaşıyorum. Yolda bir iki kişiye rastlıyor, onlarla teselli oluyor, Coolchicken'ın önünden geçerken içeride bir kaç kişi görüyor, uğrasam mı diye içimden geçiriyor, sonra bundan vazgeçiyorum. Ama tam bizim köşeye geldiğimde gördüğüm, görmemle eleştirdiğim, bu tehdit altında, hijyen bu kadar kıymetliyken kim alır abi bunları, diye içimden geçirdiğim Pamuk Şekerciyi şimdi, şu yazıyı yazarken anlıyor ve onu elim kızarırcasına alkışlamak istiyorum. Umut budur, hayatın elini bırakmamak budur; her biri poşete geçirilmiş ve bir tane bile satılmadığı belli pamuk şekerlerin hepsi PEMBE'ydi! "En az 10 tane almalıydım ve hepsini de eve varmadan önceki son çöp kutusuna atmalıydım." diyerek kızıyorum şimdi kendime... Şu siyah günlerin boş sokaklarında, boş oyun parklarının etrafında minicik bir umudun, ekmeğinin ve belki de çocuklarının derdinin peşinde bir adam!
Varınca bahçe kapısına, yeni bir ıslak mendili alıyor, dış kapıyı açıyor, binanın şifresini ıslak mendilin ardına sakladığım başparmağımla tuşluyor, kapıyı itekleyip içeri giriyor, asansörün kat düğmesine korunaklı parmakla basıyor, uyarı yazılarını gülümseyerek bir kez daha okuyor, evin kapısını açıyor, doğrudan balkona geçip sırt çantamı, montumu ve kapıda çıkarıp mendille aldığım ayakkabılarımı balkona bırakıyorum... Ev, iş, müzik, aryalarına devam etmekte olan kuş ve kahve iyi geliyor bana.
*Hayal Kahvem'in alıntı yaptığım cümlelerin olduğu yazısı.