3 Şubat 2009 Salı

Sanal Denen Aleme Ben Nasıl Bakıyormuşum?.. Bugün Onu Öğrendim!

Önceki gün, televizyonun ünlü kadın sunucularından biri, programında, evli bir kadınla, sanırım arkadaşlık sitelerinden birinde tanıştıktan sonra yaşadıkları sorunları anlatan biri üzerinden, internet kökenli ilişkileri ve yarattığı sorunları işliyordu. Bunu eleştirirken de, taraf olarak, kendisinin hiç MSN'den falan anlamadığını, nedir ne değildir bilmediğini falan söylüyordu. Ne hikmetse, bu tür konuları işleyen programcıların özellikle kadın olanları, hiç dokunmamışlar MSN'e ve ne olduğunu hiç bilmiyorlar bu işleyişin! Genelde bu tür programları izleyen ben, oralarda işlenen konularda, internet tanışıklıklarıyla meydana gelenleri kat be kat aşan bir çok olaya tanıklık ediyorum. Dolayısıyla kendimi bilirkişi makamına layık görüp, istatistiksel bir bakışla, net üzerinde yaşanan olumsuzlukların oradakilerden çok çok daha az yüzdelere isabet ettiğini söyleyebilirim. Aslında, sorunun kişinin dünyayı algılamasından kaynaklı olduğundan vazgeçip birey üzerinden sorunu açmak, oradaki arızaları göz önüne sermek varken, suçları başka yerlere yükleme popülizminin tezahürü bu durum üzerine; oturup, mazimin çok eski olmadığı bu aleme düştüğüm günden itibaren yaşadıklarımdan yola çıkarak, burası sanal mıydı'yı sorgulamaya başladım. Öyleydi de ben mi fark etmemiştim; damarlarıma zikrettiğim bu uyuşturucuyu...

Akıl kışkırınca bir kez, dur durak bilmediğinden; tatlı, tatlı netten edindiğim arkadaşlıkların notlarına, izlerine göz atmaya başladım. Yazdığım mail'leri, bana yazılan mail'leri, yaşanan anların mutluluğuna ve keyfine tebessümler ederek okuduğumu fark ettim. Ağzım kulaklarımla buluşmuş, kapanmak bilmiyordu. Eğer bu kadar gülebiliyorsam; bunlar, sanal ya da hayal olamaz, dedim, kendi kendime... Sonra, ne olur ne olmaz diye bir cimdik attım, onu da hissettim. Bir Kelebeğim Olmuşmuştu'nun giderken bana bıraktığı turkuaz bilekliğinin koyduğum yerdeki sahiciliğine baktım. Onu yolcu ettikten sonra, eve döndüğümde klavyenin başına oturup yazdıklarımın lezzetini ve sahiciliğini okudum bir kez daha... Ve sonra, birden, ameliyat sonrası kız kardeşte kalınmış bir haftanın dönüşünde bilgisayarımı açtığımda, oğlunun öldüğü gece acısını sığındıracak biri olarak beni görüp online bulamadığı MSN'ime döktüğü sızıları hatırladım. Telefonla aradığımda, verilen ilaçlarla boğulmuş, konuşamayacak kadar uyuşmuş sesinden ''canım dostum'' deyişini duydum.

Sonra, Üzerine Dondurma Konmuş Vişneli Ekmek Tatlısı Kadın'lı günler düştü aklıma... Ufacık bir mesajla başlayan ve hızla akıp giden süreç... Sonunu ikimizin de aşağı yukarı kestirdiği, ama duyguları bu kadar örtüşen iki insanın yaşamadan bırakamayacağı bir coşkunluktaydı zaman... İkimiz de işlerimizden ''eve'', "MSN'de bir bekleyenim var," duygusuyla dönüyorduk. Onun nöbet akşamlarının ıssız hastane koridorlarında, ben masasının yanındaki sandalyede çay içiyordum. Sonra ben yatağıma girdiğimde, o kalan zamanda hissettiklerini posta kutuma bırakıyordu; sabah kalktığımda okumam için... Her akşam evin içinde sanki bir arada yaşıyormuş gibiydi kulaklıklarımızdaki sohbetler... Ve onun şehrinde yapacaklarımızın planlarını yapıyorduk; bir heyecan bir heyecan... Çok keyifli o semtte, kent manzaralı lebiderya bir mekanda yemeğe karar vermiştik cumartesi akşamı için... Bir akşam üstü arkadaşlarıyla buluşacakları bara giderken aradığı telefondan yemek için yeri ayırttığını haber veren sesindeki coşku, sevgi ve heyecan için bir ömür verilmez miydi diye düşündüm bir an... Ve ben onu, tam da Elmadağ, Harbiye arasında bir yerde canlandırmıştım gözümde ki doğru bilmişim... Sonra, İstanbul'da buluştuğumuz ilk an, eve sarmaş dolaş yürüyüşümüz... O kahvaltı masasına sanki her gün oturuyormuşum kadar tanıdık mutfak...

Sonra, akşam dışarıda yemekten vazgeçip, birlikte, bin bir espriyle marketten alış veriş yapıp, aldığımız şaraplarla kurduğumuz masadaki mum ışıkları, duygular, lakırtılarımız, sofrayı birlikte toplayışımız, sahici değil miydi? Bir çok hayatın kenarından bile geçemediği güzellikleri üç güne sığdırmamış mıydık? Konserdeki kimseleri görmez bir keyfin sarmaş dolaşlığıyla omuzuma yaslanmış saçların hissettirdikleri başka nerede vardı? Gecenin bir vaktinde, konserden çıkıp geldiğimiz Beyoğlu'nda, Kaktüs'te içmeye karar veren ortaklık kaç kere rast gelmişti, 'gerçek hayatta'... Sonra bir bayramın son gününde Ankara'da, liseli çocuklar gibi aileleri ekip kafa çekerek ettiğimiz akşamın lezzeti, sanal mıydı? Ankara'ya geliş esnasında otobüse binerken aranıp haberdar edilen bana denmemiş miydi en güzelinden, seni seviyorum.

Sonra bir başka arkadaşım, Kendi Güzel, Gülüşü Muzır, Huysuz ve Tatlı Kadın: Ona ilk mesaj atmaya karar verdiğim andan itibaren konuşacağımın kim olduğunu biliyordum. Profilinde o kadar çok iz vardı ki!.. Ve o süreçlerdeki konuştuğum hiç bir saniyede ne sanaldım, ne bir beklenti üzerine konuşuyordum. Onunla konuşmaya başladığım evreye bir başka olgunluk ve sakinlikle gelmiştim... Üzerine Dondurma Konmuş Vişneli Ekmek Tatlısı Kadın'a demiştim döneceğim akşam, Starbucks'ta kahve içerken; Bir Kelebeğim Olmuşmuştu beni dipten aldı... Sen Üzerine Dondurma Konmuş Vişneli Ekmek Tatlısı Kadın, "Yüzdürdün, artık suyun üstündeyim."

Hayatımı, her şeyden ve herkesten sakladığım bir dönemde, sadece kendimi teselli etmek, hiç tanımadığım sesleri duymak için bulaşmıştım bu aleme... Beklentilerle yüklü değildim, tuzaklar kurmak gibi bir fikrim olmadığı gibi. Ben sahiciydim ve benim için oradaki herkes de sahiciydi. Normalde günlük işlerle yoğun bir sosyal hayat vardı zaten... Ama akşamları, boş evde bir sesti o sanal alem. Sonuçta ses oldu da, hem de fazlasıyla... Tek fark şu belki, dokunamıyorsun. Ama ben bu sanal alemde konuştuğum herkesle dokunduğumu biliyorum. Bu güne kadar gerçekten sanal bir duygu hissetmemişim!

Birde, reel'deki kadın arkadaşlarımla, x'le, y ile, ve Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün'le birlikte geçirdiğim zamanlarla, sanal alemdekiler arasındaki farkı düşündüm. Onlarla -Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün hariç- konuşmanın bana verdiği hiç bir heyecan ve kıpırtı yok... Tanıdığım, bildiğim, birlikte pek çok yere gittiğimiz; konserler, yemekler, ev oturmaları yaptığımız, birlikte olduğumuz sürelerde bir kadın gibi görmediğim arkadaşlar... Ve onlarla konuştuğumuz hiç bir şeyde duygusal bir derinlik yok, birbirimizle ilişkiler üzerine şeyler söyleyen sohbetler de yapsak, herhangi bir şeyi konuşuyormuşuz gibi kuru...

Ve sokakta dolaşırken kadınlara bakıyorum. İçlerinden hangileriyle birlikte olabilirim üzerine düşünüyorum. Geçmişte yaşadıklarımdan, bugünkü düşünüşümden bakınca; bir ilişkinin geçtiği evreleri göz önüne alıp olası sonuçların onlardaki acısını, yaratacağı kırıklıkları düşünüyorum. Sanal denen alemin benim açımdan daha vicdani olduğunu hissediyorum. Çünkü, hiç birlikte zaman geçirmeden bir insan hakkında profilinden, kelimelerden bakıp bir sürü ortak nokta bulabiliyor insan. Bir kazaya uğrama riskin azalıyor. Ve sonra hiç bir beklentin ve iki yüzlülüğün olmadan, sadece ruhların konuştuğu içtenlikli bir süreç yaşıyorsun. Ve o süreç, duygularını olgunlaştırıyor. Fiziksel özelliklerden önce bir ruhu beğeniyorsun ki bu benim için en güzel tecrübe oldu. Sonra, tıpkı liseli çocuk heyecanlarıyla bir aşk oyunu başlıyor. Herkes kıyılarda kenarlarda dolaşıyor... Kendine itiraf edemese de insan, karşının söylediği (kendi hemcinsi) bir isimde, anlık bir acabayla hafiften burulup sonra toparlıyor kendini. Yani sürekli gelişen, saf, heyecan verici, çocuksu, samimi bir flörtöz hal var o hayatta. Bu çok hoş ve eğlenceli...

Bugün; bir hafta sonra rahatsızlık duyup şu kadını başımdan atayım diyeceğin ve yaşadıklarından derin pişmanlık duyacağın gerçek hayattan bir ilişki mi; yoksa, ruhunu dibine kadar tanıma olanağı bulabildiğin ve onun üzerine inşa edilmiş lezzette sanal bir ilişki mi? diye sordum ve düşündüm.


Resim,Videlec.org

8 yorum:

  1. samimi olduğuna yürekten inandığın kişilerin seni sarıpsarmalardığını hissetmek için illa karşında olması gerekmiyor.

    Ama bir noktada şu kötü ki, bazen bir şeyleri çok çabuk tüketebiliyoruz. Yaşayarak öğrenebileceğimiz şeylerin tadı olmuyor, bunları zaten konuşmul oluyorsun.

    YanıtlaSil
  2. Yazı hiç bitmesin istedim :) Düşündüklerini başka birinin anlatması hoş oluyormuş sahiden...

    İnternetten birilerini tanımak bana bazı noktalarda çok daha sağlıklı geliyor. Aynı ortamda bulunduğunuz için mecburen sizinle takılan insanlar olur mesela bazen, internette öyle bir şey söz konusu olmaz. Birinin yazdıklarını okuyorsam sevdiğim için okurum, bu kadar basit. İnsanlar birbirilerinin neye benzediğini bile bilmeden fikirlerini öğrenirler önce. Hani şu dış görünüş önemli değil önemli olan karşıdakinin beyni, düşünceleri deriz ya, işte internet çok daha rahat bir ortamdır karşıdakini düşünceleriyle tanımak için. Havalı fotoğraflarıyla kendilerine kız/erkek arayan, sahte kimlikler uyduran bir kitle de var elbet ama insan bir yerden sonra kimin ne olduğunu anlamaya başlıyor kurduğu cümlelerden.

    İnternet aracılığıyla önce fikirlerini tanıdığı, sonra kendilerini de tanıyıp hayatında önemli yerlere koyduğu bolca dostu olan biri olarak sadece gülüyorum internet tü kaka diyenlere :)

    YanıtlaSil
  3. Gözünle gördüğün her an iç içe olduğun insanlarla olan ilişkini "kuru" olarak nitelendirmişsin ya çok hoşuma gitti:)
    ya sorun bende ya da çevremde,bilmiyorum...bu alemde tanıdığım insanlarda bir derinlik mevcut, hepsi düşünen insanlar belki de, ne bileyim.haydi eğlenelim, kopalım, yok tatil işte, uyuyalım diyen insanlar değil.
    "nasıl tanıyabiliyorsun, neden inanıyorsun?" gibi sorular oluyor bazen reel bir kişiliğe sanal bir kişilikten bahsedince."seni her gün gördüğüm halde tanıyor muyum zannediyorsun?kara kaşın kara gözünü görünce her şey daha mı anlaşılır oluyor?" diyemiyorsun tabi...
    ne bileyim bazı arkadaşlıklar var ki görünüşte sanal da olsa gerçekliğiyle içinde yaşıyor an be an...
    yazı için teşekkürler, çok sevdim:)

    YanıtlaSil
  4. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  5. İletişim kurulan kişiler olmadıkları kendilerini anlatmıyorlarsa hiçbir sorun yok demektir.Gerçek yaşamdan şöyle bir farkı olabiliyor;gerçek yaşamda gözleri ve mimikleri görebiliyorsun ve bir insanın ne derece sahici olduğunu anlaman fazla zaman almıyor.Nette ise kişi çok kurnazsa,netin tozunu attırmış ,yalancılığın kitabını yazmışsa nasıl anlayacaksın? İşte bu da sana ve hislerine kalmış birşey...

    YanıtlaSil
  6. değerli katkılarla yazıyı daha anlamlı bir hale getirdiğiniz ve güzel sözleriniz için asıl ben teşekkür ederim hepinize:))

    YanıtlaSil
  7. Tam da bunu sorguladığım bir gece ne tesadüf...Sanal denen şeyin gerçekliği kendinin ne kadarını ortaya koyduğunla ilgili. Bu zaten gerçek hayatta da böyle değil mi? dile getirişin çok içten. Keyifliydi okumak ve ardından kendi içime dönüp sorgulamak. Saol :)

    YanıtlaSil
  8. evren çok haklısın gerçeklik ve sanallık iki yönlü olarakta insanın kendi duruşu ve farkındalığı ile ilgili, ki kendimize bile yaşam içinde çoğu zaman sanal değilmiyiz?Ta ki o özgüven denen duygu yeşerip kök salmış bir ağaç halini alana kadar...sende saol bloguma renk kattın:))

    YanıtlaSil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP