Film bittiğinde ve izlemeye başladığım andan itibaren, senaryosu 10 yılı aşkın bir zaman diliminde yazılan ve yanılmıyorsam dört saati bulan süresiyle izleyiciyi koltuğuna çakan, Ennio Morricone müziği ile bulutların üzerine taşıyan ve ben için unutulmaz bir başyapıt olan 1984 yapımı Sergio Leone filmi Bir Zamanlar Amerika, ruhumun derinlerinden çıkıp yan koltuğumda yerini alıyor.
Filmi onunla izleyecek olmak muhteşem bir duygu.
Robert De Niro’nun olağanüstü oynadığı, 1930'lar sonrası ABD'de geçen ve mafyanın yükselişinin ana hikâye olduğu Bir Zamanlar Amerika, ABD’nin toplumsal dönüşümlerini de gözler önüne serer. Ve film dönemi sallayan bir baş yapıt olmasına, izleyicisinin gönlünde ödüllere boğulmasına, Cannes Film Festivali'ndeki dünya prömiyerinde yoğun ilgiyle karşılanıp, uzun süre ve ayakta alkışlanmasına rağmen, Cannes ve Oscar'dan eli boş dönmüştü! Oysa bu satırların yazarı genç ve arkadaşları ve elbetteki dünyanın dört bir yanındaki sinemaseverler tarafından ise kalpten ödüllere boğulmuş, kendisini unutulmazlar katına taşımış ve daha olgun ve artık tecrübeli bir yaşta olan Buraneros'un, biraz sonra izleyeceği Babil nedeniyle anmadan geçemeyeceği bir başyapıt olmuştu!
Doğrudan film diyenler; sizi, Korsaj Üzeri Babil Kaymaklı Ekmek Kadayıfıdır Ama! alt başlığına alabiliriz, buyrun lütfen!
*
11 seansı için 10'a varmadan çıkıyorum evden. Çok erken saatte ufak çapta atıştırsam da bir şeyler yemem gerek. Bir mekânda oturmayı düşünmüyorum ama film sonrası için bir düşüncem var. Hava kapalı gözükse de mont ihtiyacı duyurmuyor, kendisi sırt çantasının omuz askısında uyumaktan hoşnut. An itibari ile koyu fikrim Lavazza ya da David People'da film üzeri koyu bir kahve. O halde enfes ürünler yapan Salih Usta'ya bir selam çakalım.
Şefim beni görür görmez iki mi diye soruyor, gülerek bir diyorum ve kesmemin yanına bir de minik, yuvarlak pide şeklinde, kenarları kısmen yüksek, ortasındaki patates kaşar karışımıyla fırınlanmış, kenarları susamlı simit hamurundan yapılan ve oldukça kışkırtıcı üründen ekletiyorum.
Günün güneşsiz rengini seviyorum. İstasyon'a çok keyifle yürüyorum. İşe ve okula giden kalabalıkların sokaklardan çekildiği sakin saatler. İstasyonda beklemenin ve trenin keyfini de çıkarıyorum, hatta indiğim istasyondan denize ve gözleri mahmur AVM'ye yürümenin tadını da... Velhasıl işi asmış bir avareyim!
Güvenlik görevlisi genç kadının gülümseyen hoş geldinizini aynı tatla yanıtsız bırakmıyorum. Sıfır kilometre, göz alıcı, spor, pırıl pırıl, sarı bir Opel Astra AVM'nin giriş katında ve hemen bir kaç metre ötemde sergileniyor. 40+ yaşlarında bir Sarışın; beyaz ve çok şık, üst bir kaç düğmesi çözük gömleği ve dar, mini siyah eteği, siyah, yüksek ve ince topuklu ayakkabılarıyla sabaha güneş katıyor.
Üst kata çıkıyor, Mudo'da tur atıyor, bir kaç şeye bakıyor, hoş geldiniz diyen ve güzel gülümseyen kıza gülümsüyor ve hoş bulduk diyorum. Ve şimdi en üst katta ve gişenin önündeyim ama fuayede kimse yok. Salon kapıları açık ancak insanı ara ki bulasın. Biraz bekliyor sonra alan dışındaki ofislerine yürüyorum ve genç kadın benimle birlikte gişeye geliyor. Saat 12'den önce olduğu için ki bu da aslında garip bir uygulama, indirimli biletimi alıyorum. Şimdi terastayım...
"Bir çay söylesem mi?"
Diye düşünürken vazgeçiyorum. Çünkü çantamda kesmem ile Max'im ve suyum var! Susamlı ve patates-kaşarlı mini pizzamı ise AVM masalarından birinde etrafı izleyerek götürüyorum.
Korsaj Üstü Babil Kaymaklı Ekmek Kadayıfıdır Ama!
Filme bir kaç dakika daha var. Fuaye usulca ve çocuklarla kalabalıklaşmaya başlıyor ve bu beni şaşırtıyor; daha sonra, akşam, hem filmden hem de bir plandan söz edeceğim Enn Sevdiğim Kadın'ın hatırlatmasıyla kalabalığın ve çocuk anne öbeklerinin yarı yıl tatili nedeniyle olduğunu anlayacağım. Benim salonsa benim için, yani laparagas.blogspot.com'un sinema muhabiri için kapatılmış. Son temizlik işlerini yapan genç adam hoş geldiniz, diyor; çok tatlı bir gülümseme ile... İşte bu tür insanlar çalıştıkları yerlerin yüz akları, kolay gelsin diyor ve teşekkür ediyorum. İşini bitiriyor ve iyi seyirler demeyi de ihmal etmiyor. Bu ülkem adına bir umut ve zımba gibi gençler geliyor tezime bir çentik daha...
Açılış sahnesi eğlenceli ve çok hoş bir film bu sinyalini çakıyor: Çok sevimli bir hayvanın taşınması söz konusu. Filmin ana karakterlerinden biri olacağı kesin bir genç adam, Meksikalı. Çılgın çöl sıcağı. Birbirine bağlanmış, öndekinin arkadakini çektiği iki araç ve benim diyen bir yokuş; biraz da koptu kopacak heyecanı.
Sonra gümbür gümbür müzik ve neden filmin adının Babylon olduğunu anlayacağımız sahneler. Film 18 +, unutmadan hatırlatayım!
Beni hemen kaptı. Tabii ki 18 + sahneler ile değil: Çok emek verildiği, büyük bir prodüksiyon olduğu ve nefes almaya bile fırsat vermeyen ritmi, dönem yaratımı, büyük oyunculuklar, absürtlükler, öğrenmeler ve bilginin aktarımındaki akışkanlığı ile... Işıkların 11'de söndüğünün, fragmanlar ve reklamları hesaptan düşsek de salondan ayrılış saatimin 14:30'a yaklaştığını yeri gelmişken -bir uyarı mahiyetinde olmamakla birlikte- yine de şuraya not düşeyim.
Filmin tüm süre boyunca beni alıp salmadığının, bazı kitaplarda ve filmlerde koptuğum ve gözlerim filmde ya da kitap da olsa da aklımın hülyalarda olduğu anlardan bir tane bile yaşamadığımın altını da kalınca bir çizeyim. Çünkü muhteşem bir kurgu, sürekli hareket, insan kalabalıkları, müzik.. müzik.. müzik ki her biri bir diğerinden enfes. Aynı anda bir çok filmin çekildiği platolar. Sinema dünyasından insan kesitleri, emekçiler. Çağın imkansızlıkları. Şöhrete giden yollar. Aşk, seks, içki, kokain, kumar... ne gerekiyorsa bu çılgın filmde var.
Brad Pitt muhteşem ama kadın oyuncu Margo Robbie de muhteşem. Li Jun Li adıyla nam, şarkıcı Lady Fay Zhu ise görmezden gelinecek bir karakter asla değil. Filmin hemen başında tanıştığımız Meksikalı Diego Calva bir aşık. Ama bence filmin mesajı; yine bence en vurucu sahnesinde kadın gazeteci rolündeki Jean Smart'ın, filmdeki adıyla Elinor'un, Brad Pitt'in canlandırdığı Jack Conrad'a ettiği sözler! Muhteşem!
Tüm olumladığım hallere rağmen, ne gerek vardı dediğim, ve film hakkında övgüler yazan zihnimi bir anda ters yüz eden halleri de var filmin ki izlemeye tahammül edilebilir mi emin değilim. İşte tam o anlarda tüm olumlu düşüncelerim tüyme hazırlıkları yaparken ve ben olumsuz fikirler üretimimi durduramayıp, o olumsuzluklar bağlamında filmi küçülterek yazmayı düşünürken, ardından gelen bölümler her seferinde satın alıyor beni; ve kötü yazmaktan vazgeçiyorum. Çok uzatmaya niyetli değilim aslında, sonuçta neredeyse dünya turu attıran, film içinde film yaratan, insan kalabalığı olan, aksiyon yatağı, alkole ve uyuşturucuya bulanmış bu filmi tüm detaylarıyla yazmaya kalkarsam başaramayacağım ve ipin ucunu kaçıracağım ve yazıyı okunmaz kılacağım. Kesin!.
Antrakta o kadar keyifliyim ki, aslında Mor Ve Ötesi'nin filmi Tamiri Mümkün'nde aklımdan geçirdiğim ama ne yazık ki konser başlamış olduğundan ve onca katı inip çıkmayı sahneler kaçıracağım sebebiyle göze almayıp vazgeçtiğim eylemi, benden sonra filmi bu AVM'de izleyen Enn Sevdiğim Kadın ve en can arkadaşının yaptıklarını öğrenince yapmamış oluşuma üzülmemiştim, aksine onunla aynı haşarılıkları düşünme ve yapma tavrımıza sevinmiştim.
Bu filmde içki su gibi.
İnsanın içi çekmiyor mu, haşarılık damarlarından akmıyor mu? Akıyor...
Bu filmin hakkı diyor mesela iç sesim: Viski!
Zamlardan hareketle eşşek yükü para ödenmeyeceğine göre, son Gürcistan dönüşünde stok artıran kardeşten, mataralara transfer fikrim şahane...
Sırf bu nedenle henüz filmi izlememiş ama kastımın kim olduğunu hemen anlayacak birine, filmi izlemiş olmama rağmen, "Var mısın?" demeden duramıyorum...
Derken sürpriz bir finale varıyoruz. Aradan yıllar yıllar geçmiş ve biz izleyiciler geçen yılların farkında olmadan hooop diye stüdyoların, film platolarının olduğu yere gelmişiz. Yenilenmiş ve bilmediğimiz yapılarla donanmış ve neredeyse hatırlanmayacak kadar uzun yıllar öncemizde kalmış alana yıllar sonra girmiş, müzeleri dolaşmış, sinema salonunda sessiz sinema yıllarından filmler izlerken koltuğumuzda... Tanıdığımız birinin ki yan koltuğumuzda oturuyormuş mesela, gözünden akan yaşları mânâlandırabilmişiz!
Sonuç: Babil insanı dünyadan kopartıp olumsuz hiç bir düşünceyi süresi boyunca zihninde döndürtmeyen, buna fırsat vermeyen bir ritme sahip ve şu sıkıntılı dünyadan kısa bir kaçışa imkan sunan çok görkemli bir sinema eğlencesi yaratsa da... Çok ödül alma ihtimali var olsa da... Ben için bir eğlencelik ve öykünülmüş olsa da, ona bir selam çakılsa da asla Bir Zamanlar Amerika düzeyinde değil! Ama çağın gereklerini yerine getiren, zamanın ruhuna ve alıcısına uygun sıkı bir film olduğu da gerçek...
Hislerim yazımdaki üslubu kolay anlaşılmaz, hop hop zıplar, ordan biraz buradan daha az, oradan biraz çok yaparak istemim dışında şekillendirdiğine ve ben de onun bu tavrına itiraz etmediğime göre... Memnunum demek ki geçirdiğim zamandan! Ve jenerik akarken çalan final müziğinde keyiften çakıldığım koltuğumla vedalaşamıyorum; son isim geçip müzik susana kadar...