Soğuk bir gün izleri vardı sabah. Çalışma odasına erken düştüm. Jaluziyi açtım. Görüş alanımda deniz.
Güne bakıyorum...
Bir yandan kargo bekliyorum ve bu anları çok seviyorum.
Kitaplarım gelecek.
Bir edebiyata taktım. O edebiyattan bulduklarımın hepsini aldım.
Hah, tam şu anda gün bir sinyal çaktı.
Usuldan gözlerime fısıldıyor. Planlarından vazgeçme, bugün havam güzel, diyor.
Göz kırpıyor, mesajı aldım, diyorum. Banyoya atmam gerek kendimi. Mussano uyuyor. Kargoyu kaçırmaktan korkuyorum. Çünkü saat aralığının verilmediği ama kodun gönderildiği mesaj az önce düştü telefonuma.
Kahvaltıyı dışarıda yapmak ve o esnada elimdeki üçlemenin son kitabına başlamak istiyorum.
Şu kargo bir gelse! Meçhulü beklemek vakit kaybı.
Sesleniyorum Mussano'ya, açıyorum kapısını.
"Kapı açık kalsın, ben banyoya giriyorum." Kodu yazdırıyor, Sen teslim al, diyorum.
Giriyorum banyoya tam, zil ses veriyor. Çıkıyorum ve sesleniyorum.
Kapıdayım, diyor Mussano.
Bir ohh çekiyorum.
Her şey yolunda...Traş sonrası çıkıyorum banyodan. Alıyorum koliyi, açıyorum. Tek kalmış olan kitabın biraz zedeli olduğunu görüyorum. Bir tepki oluşuyor ama sonra diyorum ki kıymetini bil. Bir daha basılır mı belli değil.
Çünkü Sevgili Leylak Dalı'nın önerdiği bir kitap var o ülke edebiyatından. O gün bugündür kitabın peşindeyim ama nafile.
Aslında tek bir tane, bir sahafta var. Fiyat... sıkı durun... 160 TL.
Beklerim, nasılsa basılır.Bu arada ilerleyen saati de göz önüne alarak, kahvaltıyı öğle yemeğine çeviriyorum. İki mekânlı bir planım var!
Önce kitap okuma pastaneme gitsem, sonra da Gloria Jean's Coffees'de köşe masamda kahve içip kitaba devam etsem, diye düşünüyorum.
Sonra çöplüğünden uzaklaşma esnafını kolla, diyor içsesim.
Bir lokanta var. Ara sokaklardan birinde. Kısa bir süre önce açılmıştı. Hoş gibi duruyordu ama fikrimi bir türlü buyur edemiyordu. Son bir haftadır, o sokaktan her geçtiğimde, yeniden açıldığını fark ediyor ve bir başka elin değdiğini de hissediyorum.
O ise bana her geçişimde fısıldıyor. Aklım çelindi, kalbim ondan yana.
Biliyorum ama?Sonuçta soruyorum kararıma.
Anlıyorum ki kararım net. Banaysa uymak düşer. Dışarıdaki şirin menü tahtasını okuyorum. İçeri bir göz atıyorum. Tümüyle cam ve açılır ön cephesinden içeri süzülüyorum. Çok şirin. İlk masaya oturdum; görüş alanım sokak, maskem çantaya.
Hoş bir genç kadın.
Güleryüzlü.
Sordum, devralmış.
Bir mercimek çorbası ve tavuklu pilav lütfen, diyorum. Sonra da afiyetle yiyorum.
Tabii ki sohbet ettim?Oradan çıkıyor, aynı sokağın devamındaki, yakın zaman önce açılan, beğendiğim ama henüz içini bilmediğim kahvecinin önünden geçiyor, çocukluğumu bilen ara sokakların kocaman bir keyifle tadını çıkarıp, sahilden dönerek gelmeye karar veriyorum.
Bizim buraları çok seviyorum.Hiç fotoğraf çekmiyorum. Hatta duvarlarda grafitiler olan ve denize çıkan dar bir sokağın fotoğrafını bloga koysam ve başka bir coğrafya düşündürtme ihtimalinden dolayı
"Neresi burası?" diye sorsam diye bile düşünmeme rağmen yapmıyorum. Sahile ulaşınca sağa, doğu yönüne kıvrılıyor, bir süre sonra tekrar bir ara sokağı giriyor, o yol üzerinden de Holmes'a ulaşıyorum.
Dış ve şirin masalarda oturacağım kesin. Kitabım çantamda. Şimdi içerdeyim. Sessizlik!
Okuma bölümü solda. Koca kitaplığın önündeyim. Kitap okuyanlar, bilgisayarlarıyla meşgul olanların arasındayım ve sessizliğin muhteşem huzuruyla kitaplara göz atıyorum.
Şimdi de beni daha çok ilgilendiren pasta ve tatlı ve kahve reyonunun önündeyim. Sorduğum cheesecake'in sosundan kalmamış.
San Sebastian öneriyor genç adam. Bir Amerikano demiştim, yola çıkarken... Önerimi kabul ediyor, genç adama iletiyor ve dışarıda olacağımı söylüyorum.
Kitabıma devam ederken geliyor kahvem ve San Sebastian'ım. Kahvenin sıcak olacağını düşünerek biraz bekletiyorum. Sonra ilk yudum.
Kahve ile ilgili soru işaretlerim var. Sebastian'ı çok beğendim. Detay yazmıyorum çünkü bu iki şirin mekâna tekrar gelmeyi düşünüyor ve ikisinden de izin alarak daha çok fotoğraf çekmeyi ve onlara özel bir yazı yazmayı düşünüyorum.
Uzunca kalıyorum, milyon kere geçtiğim sokağa bu kez dışarıdan biri gibi bakıyorum. Son yudum, son Sebastian'ın ardından kitabı, gözlüğü çantaya atıyorum.
Bu keyifler üzerine şu Buraneros kul bu kez uzun sahilin batı yönünü yol belleyip yürüyor.Arada durup coşkun dalgalarla laflıyor. Fotoğraf makinesi mutlu, çünkü artık iş onda. Bazen geniş ve yemyeşil kaldırımdan ayrılıp denize sıfır betonların üzerindeki banklarda oturuyor.
Rock City'yi geçtikten biraz sonra... Bir an Rock City'de bira içip bir şeyler atıştırmayı düşünüyor ama içinden bir müdahale bu düşünceye edepsizce
"Çüüşşş!" diyor.
Tavır biraz ağır olsa da hak veriyor. Çünkü sakin düşününce bunun iş olsun diye yapılacak boşboğaz bir şımarıklık olduğunu kabul ediyor.
Gün artık Pazar ve Rock City için buradan lütfen.