Neo-noir belirgin bir biçimde kara film unsurlarından faydalanan ama 1940'ların ve 1950'lerin kara filmlerinde bulunmayan, yenilenmiş konuları, içeriği, görsel efektleri veya medyayı içinde barındıran, genellikle modern sinemada ortaya çıkan bir tür.
Neo-noir terimi ilk defa eleştirmen Nino Frank tarafından ortaya atılmıştır, fakat başta yapımcılar, eleştirmenler veya izleyiciler tarafından nadiren kullanılmıştır. Kara-filmlerin klasik dönemi 1940'ların başı ile 1950'lerin sonları arasında tarihlenir. Tipik Amerikan suç draması veya psikolojik gerilimleri ile kara filmler çok sayıda ortak konu ve tema içerirler. Aynı zamanda kendine özgü görsel unsurlar barındırırlar. Karakterler genellikle zorlu bir durumla karşı karşıya kalmış, seçimler yapmak zorunda olan anti-kahramanlardır. Görsel unsurlar low-key lighting tekniği, ışık ve gölgenin ustaca kullanımı ve alışılmışın dışında kamera açılarıdır.
1960'ların başından bu yana, klasik kara-film türünde önemli filmler yapılmasına rağmen, yine de diğer türler üzerinde önemli bir etkisi vardır. Bu filmler genelde kara-filmi andıran tema ve görsel unsurları içerirler. Hem klasik, hem de neo-noir filmler sıklıkla bağımsız filmler olarak karşımıza çıkarlar.Vikipedi
Televizyondan film ve dizi izleme özürlü olduğumu çevrem bilir, muhtemel ki sevgili okurlarım da...
Elbette kurak bir çöl de değildim ki geçmişte o beyaz cam denen ekranın peşine takılıp gittiğim dönemler de olmuştur.
Lakin yaş kemâle vardıkça ve -daha çok- kitaba yönelmemle birlikte de ekrandan izleme oranlarım yok sayılacak düzeylere düşmüş ve bu süreç sinemalar yeniden ayağa kalkana kadar da sürmüştür.
Bazı kadim sinemalar kapanırken -son kurumsal sponsoru ile- adı Paribu Cineverse olan yapı finansal gücünü de kullanarak ve elbette reklâm alma potansiyeli ile yaşamını sürdürüp beni de sinemaya çekmeyi başarınca...
Ben de bu yeni sinema evrimi ile birlikte televizyonla olan ilişkimin dizi ve film boyutunu soğuttukça soğutmuş ve eski ve kıymetli bir sevgiliyi yeniden bulmanın heyecanını tutkuyla ve coşkuyla, taptaze bir aşk gibi -yeniden- sinemada yaşamaya başlamıştım.
Derken günlerden epeyi yakın bir günde, yani bir iki gün önce, abonesi olduğumuz portalı öylesine kurcalarken Bablyon Berlin ile rastlaşmış, önce afişi ve adı, sonra da yönetmen hanesinde yazılı olan isimlerden biri, o referansla şöyle bir göz atayım derken de dizi, beni benden almıştı.
Çünkü o ad başlangıcı Run Lola Run olmak üzere pek çok filmini izlediğim ve tarzına bayıldığım Tom Tykwer'dır!
Her bir bölümü sinema tadı veren ve senaryosunun temelinin bir roman olduğunu ve yazar Volker Kutscher'in senaristlere her türlü yaratıcı özgürlüğü verdiğini ve dizinin bazı noktalarda romandan ayrıldığını, bunun da izleyiciye kendi kahramanını yaratma fırsatı verdiğini de anlıyorum ilk bölüme göz atarken.
Babylon Berlin izlediğim ve dönemini en iyi yaşatan enfes bir dizidir benim için. Nokta!
Başroldeki iki genç oyuncu Volker Bruch ve sempatik Liv Lisa Fries'in yanı sıra tüm oyuncu kadrosunun oyun güçleri ve nitelikleri açsısından da muhteşemdir dizi. İzlerken ve sürekli ağzımın kenarından sular akarken bir yandan da soruyorum zevkten ölmüş kendime: "Bu kadar iyisini daha önce izlemiş miydin?"
İçimdeki ukala bile sessiz.
Dizilerini uzun süre ihmal ettiğim ve görmezden geldiğim kanal Epic Drama'yı kurcalamaya başlıyorum ve neler nelerle karşılaşıyorum sonrasında... Her bir bölümü film tadında ve genelde geçmiş zamana dair ne diziler ne diziler...
Velhasıl çok mutluyum, bir televizyonkolik olarak da görmüyor ve hissetmiyorum kendimi. Ve ilk kez televizyon ekranı, ekran olmaktan çıkıyor ve kocaman bir film perdesi oluyor benim için.
Keşfimden dolayı çok mutluyum.
Enfes bir polisiye ve acılı ama bir izleyici olarak da bayılınası bir savaş dönemi içinde...
Oyuncusu olduğum bir film tadında...
Orjinal dillerde, alt yazılı bir sinema şöleni yaşıyorum velhasıl!