2 Temmuz 2024 Salı

Biralar Hiç Bu Kadar Mutlu Olmamıştır

Hafta Sonu, Ya Cumartesi Ya Pazar, Diyelim ki Pazar!


Saat 15:30 için anlaşıyoruz...

Enfes bir yaz...

Ve bayılınası ve enn bayıldığımız mekânlardan biri.

Konu bira ise, tek geçeriz!





Mekânın iki farklı yönündeyiz, bir anlamda buluşacağımız yer bir orta nokta...

Hazırlanmaya başlıyorum. Coşku tavanda. Sanki bir ilk buluşma. Heyecan benden heyecanlı ve paçalarımdan çekiştiriyor. Bazen düşünüyorum: O... Yani enn sevdiğim kadınla rastlaşmasaydık nasıl bir hayatım olurdu diye.

Onu yüreğinden öpüyorum.

Kızkardeşim bi keresinde demişti ki; "Ben bu kızı çokkk seviyorum."

Erkek kardeşim, üstelik de en küçüğümüz olmasına rağmen, bir olası ayrılıkta mesela, beni odunla kovalar biliyorum.

Bu kadın çooooookkkkk tatlı yaaa...

Bir masaya oturmuş durumdayım. Onun geliş yönünde nöbetçi gözlerim. Ne tesadüf ki mekân bir orta noktada ama benim hızlı yürümüş olmam kesin.

Ahhh şu heyecan işte.

Bir an öncenin telaşı...


Hava muhteşem, deniz kıvrak, mekân gündüz sakinliğinde; 3-4 masa kapatmışız mekânı sanki, lakin ben yüksek masaların hemen ardındaki alçak masadayım. Gözlerim onun geliş yönünde.

Dövmeleri muhteşem, tarzı punk'a yakın genç kız masaya oturduğumuzda ve servis için geldiğinde, benimle aynı fikri paylaşacak enn sevdiğim kadın da.

İç kısımda ve alçak masalarda oturan şortlu üç kadın oradan kalkıp hemen önümdeki ve fotoğraftaki yüksek masaların sağ tarafındakine gelip oturuyorlar, merhaba desem o masadayım ve özellikle birinin -belki de emin olmak için- beni kestiğinden, o nedenle o masaya gelindiğinden eminim. Sanki ve muhtemelen lise yıllarından ya da farklı ortamlardan bir aşinalık var. Benim kafamsa sol taraf ve O'nun geleceği yöne dönük. Siparişi daha sonra vereceğimizi beyan ediyorum tatlı garsonumuza, o yine de menüyü masada bırakıyor.

Ve O'nu gördüm.

Karşı kaldırımda, ardındaki deniz köpük köpük el çırpıyor, rüzgârsa saçlarını uçuruyor.

Kıyafet muhteşem.

İzliyorum. Karşıya geçti ve mekânın kapısında şimdi. Ben ayaktayım. Göz göze geldik ve bana doğru yürüyor. Gülümsüyorum şeytanca, çünkü az sonra O'na sarılacağım.

Sanki ilk kez. Sanki 16 yaşındaki bebe heyecanını arkasına saklayan bir yetişkin gibi.

Gelsin o halde biralar ve bir Orhan Gencebay sepeti.

Velhasıl, sanki benzeri hiç yaşanmamış ve bu ilkmiş heyecanını bir gram düşürmeden geceye varıyoruz. Kaç saat geçti bilmiyoruz. Ama benim bildiğim bir şey var ki benim kafa iyi; üstelik öyle kolay devrilen biri de değilim lakin şu aşk işte!

Hesabı ödüyor, şahane genç kızımızı boş geçmiyoruz. Bu enfes yaz akşamında, iyice canlanmış geç saatlerde ve yıldızların altında sarılıp vedalaşıyor, bir başka akşamda erkek kardeşim ve çok tatlı kız arkadaşıyla -onların henüz ilişkilerinden haberim olmadığını düşündükleri şu evrede- dörtlü bir masa planlıyor, ayrı yönlere doğru hareketleniyoruz.

Ben biraz şaşkın. Dilimde bir sorun yok da ayaklarım sanki kafayı bulmuş gibi; sürekli sallandığımı düşünerek eve varıyorum. Enn Sevdiğim Kadın'ı arıyorum; ona eve sallanarak geldiğimi söylüyor ve son anlardaki konuşmalarımda bir sorun var mıydı diye soruyorum. O olmadığını söylüyor, hatta ufaktan sallandığımı bile fark etmemiş.

Bazen, çok mutlu olduğum zamanlarda sarhoş kisvesine büründüğüm anlar geliyor gözümün önüne... Yine mutluluktan şımardın ve tek kişilik, dünyaya boşvermiş sarhoş, aynı zamanda avare bir berduş rolünü pek güzel oynadın eve kadar diyor ve ekliyorum:

Helal sana!

Biraları bir saysana...




26 Haziran 2024 Çarşamba

Hayaldi Gerçek Olmuştu, 2008-2018

Hayaller gerçekleşmelerin ön izlemesidir.

Bir Buraneros atasözü...


2008

Mantonu vestiyere bırakıp, o mekânın kendine has soyluluktaki masalarından birine oturuyoruz. Bütün ortamı daha da farklı ruh hallerine taşıyan Rus klasiklerinden oluşan bir müzik çalıyor. Votka eşliğinde mezeleri tadarken, ben seni seyrediyorum.

İçeride, lokanta sahiplerinin ve garsonların samimi telaşları... Mutlu insan sesleri... Her yaştan güzel kadınlarla güzel erkeklerin birbirlerine dokunuşları... Dışarıda kar.

Şık porselen tabaklara soylu tavırlarla servis edilen ara sıcaklar; yanında Gürcü şarapları... Sen kadehini dolduran garsona teşekkür ediyorsun, ben seni seyrediyorum.

Lokantanın küçük pistinde ateşli bir tangoyu içimize çeke çeke dans ediyoruz; bütün kokun bütün benliğimi sararak, bütün bedenim teninin sıcaklığını hissederek... Ve ruhum vücudunun bütün kıvrımlarına dokunarak...

Elinin sıcaklığı ellerimde masamıza oturuyoruz. Çeşit çeşit Rus yemekleri geliyor, yanında sıcak şarapla...

Ben seni seyrediyorum; dışarıda kar.

Şampanyalar patlıyor tam on ikide; küçük, içten, tutku yüklü ıslak bir öpücükle kutluyoruz birbirimizi... Küçük bir hediye veriyorum sana, gözlerin şehri aydınlatıyor. Ben, seni seyrediyorum.

Kutlamalar birbirine karışıyor. Mantonu alıyorsun. Dışarı çıkıyoruz. Kar yağışlı, yılbaşı coşkusunun içerilerden taştığı sessiz sokaklarda, sokulgan adımlarla yürüyoruz.

Sen kar manzarası altındaki ırmağı seyrediyorsun, ben seni seyrediyorum.



Gerçekleşme: Ayaspaşa Rus Lokantasında Romans-2018





19 Haziran 2024 Çarşamba

Yoksa Ben Divane miyim?

Bu aralar biraz yazma tembeliyim. Oysa hayat şırıl şırıl akıyor ve malzeme bol. Bu bolluğa rağmen bundan çok kısa bir zaman önce gerçekleştirilemeyen akşamüstünden, bir önceki yazıda bir kaç satır dışında söz etmemiştim. Sonrasını da yazamamıştım doğal olarak.

Ben bir manyak mıyım, diye düşünüyorum bazen.

Yoksa bünyemdeki bir nokta abartı üstadı mı diye.

Bir çok insan için sıradan bir akşam işte denecek, üstelik aynı kadınla 10 yıldan fazla bir süredir yaşanmakta olan ânlardan birini yine ilkmiş, sanki hiç yaşanmamış gibi bir coşkuyla ve bir çocuk edasıyla ve herkesler duysun tadında yazmaya başlayınca; durup bu 14-15'lik çocuğa bir bakıyorum. Sonra da imrenip helâl olsun sana diyorum. Elbette benim bünyemde olduğu, hayat boyunca yaşamıma kattığı lezzetler için, enn sevdiğim kadınla tanışmama vesile olan başta Opera Bale olmak üzere; tüm ilâhi varlıklara da bir kez daha teşekkür ediyorum.


Yaşanan akşamüstü spontane; ben için piyangodan çıkan enn büyük ikramiye gibi. Çünkü bir önceki gün program, onun son dakika toplantısı nedeniyle ertelenmişti. Üst üste toplantılar son dakikaları bile değerlendirme fırsatı vermemişti.

Lakin bu kez ertesi gün akşamüstü gelen telefon tabii ki heyecanlandırmıştı; çünkü o tipte bir ânın tadını çıkarmak tam da benlikti. Kendimi en bayıldığım halimde bulmuştum, içimde okulu asmış, bira içmeye giden bir çocuk oluşmuştu. Ânı daha lezzetli kılan bir şey daha vardı: Muhteşem ve cinlikleri çok sevimli bir kadın.

Telefona şaşırmış, durumu önce anlayamamıştım. Çünkü o da toplantı arasında kapıdan sızmış, sonra bizim mıntıkaya gelmiş, o biralar mutlaka içilecek mottosu ile bir masaya oturmuş ve telefonla da beni ayartmıştı.

Elbette bu fırsat kaçırılamazdı.


Çünkü o Gara Guzular mutlaka tadılmalıydı!

Ben pek bir heyecanla ve tam eve varmışken yoldan dönüyorum ve o heyecana uyan koşar adımlarla mekâna varıyorum. Varınca yavaşlıyorum. Çünkü gözüme takılan enfes bir kadını süzüyorum. Japone kollu ve desenleri muhteşem bir elbise, hep bayıldığım saçlar, buna ek olarak da okulu asmış çocuklar tadındaki bir arasıcak eylemi.

Daha ne olsun.

Süzülüyorum ona doğru. Fırsatı ganimete çevirip bir güzel öpüyorum. Sonra o alınca sazı eline, gülümseyerek onu izliyorum. Ve bir kez daha tüm tanrılar ve ilahi varlıklara şükranlarımı sunuyorum.

Laf lafı açıyor elbette, gelsin o bira gitsin şu boş derken zaman su gibi akıyor. Bu afacan kadın sıvıştığı toplantıya bir noktasından girecek, ektiği bölümler de bana kâr. Vedalaşma noktası ise ben için bir ganimet, onun her santimetrekaresini hissedeceğim, sarılacağım ve el sallaşıp vedalaşacağız.

Sonrasında ise ben ayaklarım yine yerden kesik, uçar adımlar halinde eve doğru yürüyecek, şimdi işin de diyecek, bilgisayarı kendi haline bırakacak, az önce yaşadığım rüyanın tadını kanepeye uzanarak, yüzümdeki muhteşem gülümsemeyle tavana bakarak tekrar tekrar çıkaracağım.

Ve biraz sonra da o güzel kadın,

"Geldim, şimdi toplantıya giriyorum,"

demek için,

beni arayacak.

10 Haziran 2024 Pazartesi

Vakit Öldürürken

Meğerse eve çok yakın, önünden neredeyse her gün geçtiğim bir mekânda kraft bira varmış ve bundan benim yıllardır haberim yokmuş.

Ne zamana kadar?

Enn Sevdiğim Kadın'ın bira içelim mi dediği ve onun mekândan söz ettiği ve akşam 18:30'a sözleştiğimiz âna kadar.

Durumun komikliği bundan ibaret değil elbette, ayrıca ben de bir kraft bira tutkunu değilim ama bu akşam için içimde enfes bir hoşluk var.

Ben bizim mahallede, adı söylenmiş olmasına ve üstelik bildiğim bir mekân adı olmasına rağmen onu aramaktayım; buluşmanın bir gün öncesinde ve havanın karardığı bir akşam vaktinde.

Sokakların girmediğim bir tanesi bile yok ama nedense ben mekânı bulamıyorum, üstelik de gözüm kapalı bulacağım mekân adları zihnimde sıralanmış olmasına rağmen. Sonra bir aydınlanma yaşıyorum, çünkü orada bira olduğu, üstelik de kraft bira olduğu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Taa ki sadece kahve meşrubat içilen uslu bir kafe sandığım, gençlerin üst katında ders çalıştıkları mekânın önünden geçerken ve o esnada jetonumun düşürüldüğü âna kadar.

Ertesi gün ve günlerden pazar, görünüşte her şey yolunda. Saat 18:30 için mutabıkız. Duş ve traş işlemleri, tişört ve kot pantolon seçimleri tamam.

O saate az kala telefon; gitmeye bir nefes kalmışken. Bir son dakika haberiyle haberdar edildiği üzere şehir dışından gelmiş bir konuk var; bizim program iptal.

Enfes gökyüzünün ve palmiyenin altındaki bankta alternatifleri bir düşünelim bakalım!


Alternatif hazır, elbette Afiyet. Mekân sakin, hava enfes bir yaz, güneş verandaya kısmen düşüyor, akşam serinliği muhteşem.

Pasta seçimi için bu kez çok tatlı genç kıza soruyorum: "Hangisini önerirsin?"

Onun kararına uyuyorum.

Kitabım enfes, konu bana uydu, 1999 Nobel ödüllü olmasına rağmen herkese uyar mı emin değilim; o nedenle içinde önerme geçen bir cümle kurmama kararındayım.

Çok kere söz ettiğim üzere ben bir limonata manyağıydım küçükken, büyüdükçe uslandım-mı emin değilim ve açıkcası o limonataları sonraki yıllarda bulamadım. Artık bulmuş durumdayım ve Afiyet ile ilişkimiz her anlamda sağlıklı bir şekilde yürüyor. Masam keyifli. Önümde uzun bir zaman var. Arkamda da bir grup genç ve yüksek sesle sohbet halindeler.

Ve bu durum beni hiç rahatsız etmediği gibi kitabımın içine dalıp yok olmama da engel değil. Tek yönlü caddenin sakin akışkanlığını ve karakterlerini de seviyorum.


Epeyi zaman sonra toparlanıyorum. Sahilden Bekir'e doğru yürüyorum. Biraz lak lak ve o ara telefonunun olmadığını fark ediyor. Arıyorum, bende çalıyor ama etrafta tık yok. İmalathaneye gidiyoruz ki orada unutmuş. Dut ağacından dut topluyoruz ve eski zamanları ve bizim bahçenin ağaçlarını konuşuyoruz.

Onu mekâna bırakıp ben eve doğru yürüyorum.

Babamın ağaçlarının altındaki banklar dolu, o nedenle erkek kardeşim onların solunda bir banka oturmuş. Ben de oturuyorum. Bir torba ayıklanmış ve kavrulmuş badem kucağında. Bir yandan onları tırtıklayıp bir yandan İstanbul çıkışlı uçakların denizin üzerinden alçalarak hava alanına gidişlerini izliyoruz.

O sıra bir grup genç kız önümüzden geçiyorlar.

O kadar tatlılar ki... Ve biri fazlası ile dikkatimizi çekiyor. Hayata koyduyu iddiaya ikimiz de bayılıyoruz. Muhtemelen bir kaza sonucu sağ bacak sağ dizle birlikte yukarı kadar gitmiş, zorunlu olarak kesilmiş, yerine metal, diz kısmı oynak bir bacak takılmış. İkimiz de onu saklama gereği duymamasına ve şortuyla ve olağanüstü neşesiyle ve güzelliği ile arkadaşlarına katılımına, pırıl pırıl arkadaşlarının doğallıklarına,

gözlerimiz ıslanacak kadar bayılıyoruz.

3 Haziran 2024 Pazartesi

Dondurma Virtüözü

Bebeliğini bilirim denir ya, hah işte Bekir biz için o kategoriden bir çocuktur. Ele avuca sığmaz, şapkadan tavşan çıkarır, neşeli, yardımsever şahane bir adamdır. Komşu evin torunu, bizim de canımız ciğerimizdi ki hâlâ da öyledir. Misal ben işe yemek arası verdiğimde mutlaka ona uğrar, o sırada laf lafı açar, ben epey epey sonra çalışma masama döner, vakit tamam olunca işi kapatırım.

Çoğu zaman da yeniden rotayı Bekir'e doğru çizerim.

On parmağında on marifet sanırım onu en güzel ifade eden sözcük dizisidir. Bir udidir, Samsun Konservatuar Orkestrası'nda çalar, öğrenci yetiştirir; sonra kafasına bir eser, konservatuarın tadı kaçmıştır mesela, kayırmacılık girmiştir işin içine, anında eyvallahı çeker, gider gemilerde çalışır.

Tanımak şanstır ve iyi ki vardır.


Şu dolaptaki dondurmaların hepsini tek başına yapar, kimseyi istemez yanına. Müzikal etki altındaki ve renk renk dondurmaları bir yiyen bir daha yer.

Emeğinin karşılığını alıyor mu bilmem, sormam da çünkü bu umurunda bile değildir. O bir sanatçıdır. Bana yürüme mesafesinde olması şanstır. Öylesine bir uğrarım, saati falan unutur, berduşluğun tadını çıkarır, ohh be hayat ne güzelsin naraları atarım.

Çocuk haşarılıklarına bir girsem çıkamam, anlatsam dinleyenin karnına ağrılar girer. O benim askerlik anılarıma, tank kullanmış olmama, 12 Eylül döneminin perde arkasını anlatmama, gönül hikâyelerine bayılır; ben onun dağ başındaki nöbetlerine hikâyeler yazarım.

Bekir az bulunur, kalbi yardımsever, çok özel bir adamdır.

Ve bu yazı ve kullanılan fotoğraf ona da sürpriz olacaktır!

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP