24 Ocak 2023 Salı

Babil bir başyapıt mıdır?


Film bittiğinde ve izlemeye başladığım andan itibaren, senaryosu 10 yılı aşkın bir zaman diliminde yazılan ve yanılmıyorsam dört saati bulan süresiyle izleyiciyi koltuğuna çakan, Ennio Morricone müziği ile bulutların üzerine taşıyan ve ben için unutulmaz bir başyapıt olan 1984 yapımı Sergio Leone filmi Bir Zamanlar Amerika, ruhumun derinlerinden çıkıp yan koltuğumda yerini alıyor.

Filmi onunla izleyecek olmak muhteşem bir duygu.

Robert De Niro’nun olağanüstü oynadığı, 1930'lar sonrası ABD'de geçen ve mafyanın yükselişinin ana hikâye olduğu Bir Zamanlar Amerika, ABD’nin toplumsal dönüşümlerini de gözler önüne serer. Ve film dönemi sallayan bir baş yapıt olmasına, izleyicisinin gönlünde ödüllere boğulmasına, Cannes Film Festivali'ndeki dünya prömiyerinde yoğun ilgiyle karşılanıp, uzun süre ve ayakta alkışlanmasına rağmen, Cannes ve Oscar'dan eli boş dönmüştü! Oysa bu satırların yazarı genç ve arkadaşları ve elbetteki dünyanın dört bir yanındaki sinemaseverler tarafından ise kalpten ödüllere boğulmuş, kendisini unutulmazlar katına taşımış ve daha olgun ve artık tecrübeli bir yaşta olan Buraneros'un, biraz sonra izleyeceği Babil nedeniyle anmadan geçemeyeceği bir başyapıt olmuştu!



Doğrudan film diyenler; sizi, Korsaj Üzeri Babil Kaymaklı Ekmek Kadayıfıdır Ama! alt başlığına alabiliriz, buyrun lütfen!

*


11 seansı için 10'a varmadan çıkıyorum evden. Çok erken saatte ufak çapta atıştırsam da bir şeyler yemem gerek. Bir mekânda oturmayı düşünmüyorum ama film sonrası için bir düşüncem var. Hava kapalı gözükse de mont ihtiyacı duyurmuyor, kendisi sırt çantasının omuz askısında uyumaktan hoşnut. An itibari ile koyu fikrim Lavazza ya da David People'da film üzeri koyu bir kahve. O halde enfes ürünler yapan Salih Usta'ya bir selam çakalım.

Şefim beni görür görmez iki mi diye soruyor, gülerek bir diyorum ve kesmemin yanına bir de minik, yuvarlak pide şeklinde, kenarları kısmen yüksek, ortasındaki patates kaşar karışımıyla fırınlanmış, kenarları susamlı simit hamurundan yapılan ve oldukça kışkırtıcı üründen ekletiyorum.

Günün güneşsiz rengini seviyorum. İstasyon'a çok keyifle yürüyorum. İşe ve okula giden kalabalıkların sokaklardan çekildiği sakin saatler. İstasyonda beklemenin ve trenin keyfini de çıkarıyorum, hatta indiğim istasyondan denize ve gözleri mahmur AVM'ye yürümenin tadını da... Velhasıl işi asmış bir avareyim!

Güvenlik görevlisi genç kadının gülümseyen hoş geldinizini aynı tatla yanıtsız bırakmıyorum. Sıfır kilometre, göz alıcı, spor, pırıl pırıl, sarı bir Opel Astra AVM'nin giriş katında ve hemen bir kaç metre ötemde sergileniyor. 40+ yaşlarında bir Sarışın; beyaz ve çok şık, üst bir kaç düğmesi çözük gömleği ve dar, mini siyah eteği, siyah, yüksek ve ince topuklu ayakkabılarıyla sabaha güneş katıyor.

Üst kata çıkıyor, Mudo'da tur atıyor, bir kaç şeye bakıyor, hoş geldiniz diyen ve güzel gülümseyen kıza gülümsüyor ve hoş bulduk diyorum. Ve şimdi en üst katta ve gişenin önündeyim ama fuayede kimse yok. Salon kapıları açık ancak insanı ara ki bulasın. Biraz bekliyor sonra alan dışındaki ofislerine yürüyorum ve genç kadın benimle birlikte gişeye geliyor. Saat 12'den önce olduğu için ki bu da aslında garip bir uygulama, indirimli biletimi alıyorum. Şimdi terastayım...

"Bir çay söylesem mi?"

Diye düşünürken vazgeçiyorum. Çünkü çantamda kesmem ile Max'im ve suyum var! Susamlı ve patates-kaşarlı mini pizzamı ise AVM masalarından birinde etrafı izleyerek götürüyorum.





Korsaj Üstü Babil Kaymaklı Ekmek Kadayıfıdır Ama!


Filme bir kaç dakika daha var. Fuaye usulca ve çocuklarla kalabalıklaşmaya başlıyor ve bu beni şaşırtıyor; daha sonra, akşam, hem filmden hem de bir plandan söz edeceğim Enn Sevdiğim Kadın'ın hatırlatmasıyla kalabalığın ve çocuk anne öbeklerinin yarı yıl tatili nedeniyle olduğunu anlayacağım. Benim salonsa benim için, yani laparagas.blogspot.com'un sinema muhabiri için kapatılmış. Son temizlik işlerini yapan genç adam hoş geldiniz, diyor; çok tatlı bir gülümseme ile... İşte bu tür insanlar çalıştıkları yerlerin yüz akları, kolay gelsin diyor ve teşekkür ediyorum. İşini bitiriyor ve iyi seyirler demeyi de ihmal etmiyor. Bu ülkem adına bir umut ve zımba gibi gençler geliyor tezime bir çentik daha...


Açılış sahnesi eğlenceli ve çok hoş bir film bu sinyalini çakıyor: Çok sevimli bir hayvanın taşınması söz konusu. Filmin ana karakterlerinden biri olacağı kesin bir genç adam, Meksikalı. Çılgın çöl sıcağı. Birbirine bağlanmış, öndekinin arkadakini çektiği iki araç ve benim diyen bir yokuş; biraz da koptu kopacak heyecanı.

Sonra gümbür gümbür müzik ve neden filmin adının Babylon olduğunu anlayacağımız sahneler. Film 18 +, unutmadan hatırlatayım!

Beni hemen kaptı. Tabii ki 18 + sahneler ile değil: Çok emek verildiği, büyük bir prodüksiyon olduğu ve nefes almaya bile fırsat vermeyen ritmi, dönem yaratımı, büyük oyunculuklar, absürtlükler, öğrenmeler ve bilginin aktarımındaki akışkanlığı ile... Işıkların 11'de söndüğünün, fragmanlar ve reklamları hesaptan düşsek de salondan ayrılış saatimin 14:30'a yaklaştığını yeri gelmişken -bir uyarı mahiyetinde olmamakla birlikte- yine de şuraya not düşeyim.

Filmin tüm süre boyunca beni alıp salmadığının, bazı kitaplarda ve filmlerde koptuğum ve gözlerim filmde ya da kitap da olsa da aklımın hülyalarda olduğu anlardan bir tane bile yaşamadığımın altını da kalınca bir çizeyim. Çünkü muhteşem bir kurgu, sürekli hareket, insan kalabalıkları, müzik.. müzik.. müzik ki her biri bir diğerinden enfes. Aynı anda bir çok filmin çekildiği platolar. Sinema dünyasından insan kesitleri, emekçiler. Çağın imkansızlıkları. Şöhrete giden yollar. Aşk, seks, içki, kokain, kumar... ne gerekiyorsa bu çılgın filmde var.

Brad Pitt muhteşem ama kadın oyuncu Margo Robbie de muhteşem. Li Jun Li adıyla nam, şarkıcı Lady Fay Zhu ise görmezden gelinecek bir karakter asla değil. Filmin hemen başında tanıştığımız Meksikalı Diego Calva bir aşık. Ama bence filmin mesajı; yine bence en vurucu sahnesinde kadın gazeteci rolündeki Jean Smart'ın, filmdeki adıyla Elinor'un, Brad Pitt'in canlandırdığı Jack Conrad'a ettiği sözler! Muhteşem!

Tüm olumladığım hallere rağmen, ne gerek vardı dediğim, ve film hakkında övgüler yazan zihnimi bir anda ters yüz eden halleri de var filmin ki izlemeye tahammül edilebilir mi emin değilim. İşte tam o anlarda tüm olumlu düşüncelerim tüyme hazırlıkları yaparken ve ben olumsuz fikirler üretimimi durduramayıp, o olumsuzluklar bağlamında filmi küçülterek yazmayı düşünürken, ardından gelen bölümler her seferinde satın alıyor beni; ve kötü yazmaktan vazgeçiyorum. Çok uzatmaya niyetli değilim aslında, sonuçta neredeyse dünya turu attıran, film içinde film yaratan, insan kalabalığı olan, aksiyon yatağı, alkole ve uyuşturucuya bulanmış bu filmi tüm detaylarıyla yazmaya kalkarsam başaramayacağım ve ipin ucunu kaçıracağım ve yazıyı okunmaz kılacağım. Kesin!.

Antrakta o kadar keyifliyim ki, aslında Mor Ve Ötesi'nin filmi Tamiri Mümkün'nde aklımdan geçirdiğim ama ne yazık ki konser başlamış olduğundan ve onca katı inip çıkmayı sahneler kaçıracağım sebebiyle göze almayıp vazgeçtiğim eylemi, benden sonra filmi bu AVM'de izleyen Enn Sevdiğim Kadın ve en can arkadaşının yaptıklarını öğrenince yapmamış oluşuma üzülmemiştim, aksine onunla aynı haşarılıkları düşünme ve yapma tavrımıza sevinmiştim.

Bu filmde içki su gibi.

İnsanın içi çekmiyor mu, haşarılık damarlarından akmıyor mu? Akıyor...

Bu filmin hakkı diyor mesela iç sesim: Viski!

Zamlardan hareketle eşşek yükü para ödenmeyeceğine göre, son Gürcistan dönüşünde stok artıran kardeşten, mataralara transfer fikrim şahane...

Sırf bu nedenle henüz filmi izlememiş ama kastımın kim olduğunu hemen anlayacak birine, filmi izlemiş olmama rağmen, "Var mısın?" demeden duramıyorum...

Derken sürpriz bir finale varıyoruz. Aradan yıllar yıllar geçmiş ve biz izleyiciler geçen yılların farkında olmadan hooop diye stüdyoların, film platolarının olduğu yere gelmişiz. Yenilenmiş ve bilmediğimiz yapılarla donanmış ve neredeyse hatırlanmayacak kadar uzun yıllar öncemizde kalmış alana yıllar sonra girmiş, müzeleri dolaşmış, sinema salonunda sessiz sinema yıllarından filmler izlerken koltuğumuzda... Tanıdığımız birinin ki yan koltuğumuzda oturuyormuş mesela, gözünden akan yaşları mânâlandırabilmişiz!

Sonuç: Babil insanı dünyadan kopartıp olumsuz hiç bir düşünceyi süresi boyunca zihninde döndürtmeyen, buna fırsat vermeyen bir ritme sahip ve şu sıkıntılı dünyadan kısa bir kaçışa imkan sunan çok görkemli bir sinema eğlencesi yaratsa da... Çok ödül alma ihtimali var olsa da... Ben için bir eğlencelik ve öykünülmüş olsa da, ona bir selam çakılsa da asla Bir Zamanlar Amerika düzeyinde değil! Ama çağın gereklerini yerine getiren, zamanın ruhuna ve alıcısına uygun sıkı bir film olduğu da gerçek...

Hislerim yazımdaki üslubu kolay anlaşılmaz, hop hop zıplar, ordan biraz buradan daha az, oradan biraz çok yaparak istemim dışında şekillendirdiğine ve ben de onun bu tavrına itiraz etmediğime göre... Memnunum demek ki geçirdiğim zamandan! Ve jenerik akarken çalan final müziğinde keyiften çakıldığım koltuğumla vedalaşamıyorum; son isim geçip müzik susana kadar...




28 yorum:

  1. Bir Zamanlar Amerika, her şeyiyle büyük filmdi, müthişti. Filmin müziklerinin olduğu kaseti uzun zaman dinlemiştim.
    Babylon'a bir şans tanıyalım bakalım, nasılmış? :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Damien Chazelle Bir Zamanlar Amerika'ya selam çakıyor hissimce... Esinlendiği bence kesin, ve müthiş para harcandığı da bu filme kesin:) Çok sıkı ve detay çalışılmış, filmde de bir kadın yönetmen var, ilginç ve ayrıca filmlerin perde arkasını ince ve nitelikli bir mizahla anlatması da hoş filmin... tadı gittikçe çoğalanlardan ama asla altını çizdiğimiz filmle kıyaslanamaz Sevgili Okul Arkadaşım:)

      Sil
  2. Brad Pitt ve 💖 şöyle yapsam, bu filmi seyretme ihtimalimi ortaya koyar sanırım 😁

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle!.

      Demek seyretmeyeceksin filmi. Bunda fazla karizmatik beyimiz ama:)))

      Sil
    2. Ah galiba yanlış ya da eksik anlattım.. Brad' e aşığım ve elbette seyredeceğim :D

      Sil
    3. Yok doğru ve tam anlattın, ben de anladım, hatta heyecan 17 şiddetinde ama yine de bir test edelim bakalım dedim:))) O şiddette olmasa (Kesinlikle!) vurgum anladığımın kanıtı olurdu zira:)) Eee Sevgili Dostum gençlik böyle bir şey işte, başta duman, hep heyecan hep heyecan:))

      Sil
    4. ahahahahahahah çok güldüm bu genç adama :D

      Sil
  3. Üstad siz filmi izlediniz ama ben terasta kaldım, o puslu deniz havası bana bir iyi geldi ki sormayın:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hava puslu ve ılıktı, dolayısıyla çok şahaneydi, teraslarımız ve kafeteryalarımız pek hoştur:) O AVM'nin olduğu yer, şehir bu kadar büyümemişken kabinleri ahşap, eski filmlerde gördüğümüz türden bir plajdı, görünen yol yoktu ve ben de henüz ilkokula başlamamış bir çocuktum:)

      Sil
  4. Filmin iki başrolü Robbie ve Pitt zaten izleme konusunda beni ikna etmişti. Sıkılmaya vakit bırakmayacak olay örgüsünün sürekliliği de ikince kez aklımı çelmiş oldu. Damien'in önceki filmlerini izlemiştim, tadını az buçuk biliyorum. Müzikler konusunda da Oscar adaylığı elde etmesi beğeninizi desteklemiş. Keza prodüksiyon da öyle. :)
    Kafamda filmi bira eşliğinde mi izlesem diye bir soru işareti oluştu ne yapsam ki? :))

    YanıtlaSil
  5. Filmin bir de eğitim yanı var sinemaya teknik anlamda da ilgisi olanlar için, çünkü içinde bol miktarda film çekim sahneleri var ve bu aynı zamanda sektörün nasıl zor yollardan geçtiğinin de göstergesi. Üç cümlelik bir ses kaydı için nasıl bir emek verildiğini anlatan bir sahne var mesela... Bir de kadın yönetmen var, ilginç bir karakter... Valla ben birayı öneririm, bu çok keyifli filme yakışır! İyi müziklerin, eğlencenin yanı sıra çok tatlı mizahı olduğunun altını da çizeyim bir ipucu olarak:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bazen yotube'da filmlerin çekim aşamalarını anlatan videolar izliyorum. Gerçi filmi izlemeden önce izlememek lazım bu tür videoları, büyüyü kaçırıyor. Diğer kamera arkası çekim işleriyle birlikte ses kaydı sahnesini de merak ettim.
      Yeşilçam sinemasından bir anı geldi aklıma, doğru hatırlıyorumdur umarım; yönetmen bir sahne çekecek hazırlıkların bitmesini bekliyor, bir yandan da bağırıyor kelvin kaçacak çabuk olun diye. Settekilerden biri de kelvin kaçmasın diye yakalamaya yelteniyor ama kelvin kim nedir onu bilmiyor :))

      Sil
    2. Okurken bir fikir geldi aklıma, aslında film setlerine gidebilirsin, sonuçta sinema yazarısın ve siten var. Gerçi şimdilerde pek havamız yok ama başlangıçta herkes saldırırdı bloglar yer versin diye, ne davetler alırdık:) Şu yazımda bahsetmiştim bir göz atmanı tavsiye derim. Ve üstelik ben Samsun'da yaşayan biriyim:)

      https://laparagas.blogspot.com/2013/03/blog-yazanlarndan-daha-kabul-gorur-bir.html

      Sil
    3. Linke uğradım ve daha önce nette rastlantı eseri gördüğün film yorumlarıyla ilgili başvurulacak siteler listesi ve orada okuduklarım geldi aklıma. Linkte yazdıklarınıza yabancı değilim yani. Nette gördüğüm listeyi sormayın kim yazmıştı neredeydi aklıma gelmiyor şu an. Yorumlama da zayıfım, ancak tanıtıma kalem döndürebiliyorum. :) Ama setlere gitmeyi isterdim gerçekten de. Evden zorunlu haller dışında çıkmak oğlum dolayısıyla zor olduğu için hiç heveslenmemeyi öğrendim diyeyim...

      Sil
    4. Heves hiç bitmesin derim ben de... Hayal etmek de. Hepimizin hayatlarında mecburiyetler var, bunun yanı sıra bir gün gerçekleşmeyi bekleyen hayallerimiz de, onları yılgınlıklara teslim etmemeli diri tutmalıyız derim ben de:) Sideways'i izlemişsindir diye düşünüyorum, oradan bir cümle aklıma iyi ki kazınmıştır, üstelik zor zamanlarda... Bekler her şarap belli bir anı der! Şarap bir metafor, onu hayal ve umutla değiştiriyoruz ve onları hep diri tutuyoruz. İyi geldiğini ve hayatın bir noktasında mutlaka bir yol bulunabileceğini ve gerçekleşeceklerini bilerek:)

      Sil
    5. Her şeyin bir sonu var ama bu sevda son nefese kadar devam eder inşallah diyeyim :) Sideways izlendi tabi. Teşekkür ediyorum :)

      Sil
    6. Etsin bence de, çok yakışıyor çünkü:)

      Rica ederim, sevindim:)

      Sil
  6. Babil filmi için bir şey diyemem fakat Sergio Leone'nin Bir Zamanlar Amerika filmi en iyi yapıtlardandır bana göre de. Leone varsa Ennio Morricone de var demektir. İkisini ayrı düşünemiyorum. Sergio Leone filmlerinin hayranıyım.:)
    AVM'nin terasından çektiğiniz fotoğraf da pek güzel. Kumsal, alabildiğine uzun görünüyor. Sanki ucu-bucağı yokmuş gibi.
    Hep merak etmişimdir, filmlerde içtikleri gerçekten içki mi diye. Renklendirilmiş su olabilir diye de hani kandırıyorumdur kendimi. :)
    Anlatımınız her zaman ki gibi harika...Emeğinize sağlık olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kumsalımız ilerideki kara çıkıntısının ucudan virajı alıyor ve kilometrelerce devam ediyor; güzergah üzerinde sık aralıklarla, duşların ve şemsiyelerin olduğu ücretsiz plajlar var. Ülkenin en bakımlı ve kesintisiz sahili diyebilirim ki ulaştığı son nokta ise Kızılırmak Deltası Kuş Cenneti :) Bir Zamanlar Amerika başka bir film, benzeri zor gelir sanırım:)

      Sil
    2. Şimdi haritadan baktım. Şahinkaya Kanyonu'na gelmişken kuş cennetine de gidilebilirmiş. Epey yakın sayılırmış. Karadeniz kıyıları muhteşemdir. Umarım başka bir zaman oraları da görme şansım olur.

      Sil
  7. Kuş Cenneti muhteşemdir, tabii ki Kanyonda. Blogun etiketler kısmındaki Kızılırmak Deltası Kuş Cenneti'ni tıklarsanız, hakkında çok fotoğrafa ve yazıya ulaşabilirsiniz. Dilerim o şans olur ve haberleşiriz:)

    YanıtlaSil
  8. Anlatımını muazzam, bence çok harika kitaplar yazabilirsiniz. :))
    Babil'in konusu bana hitap etmiyor. Alkol, uyuşturucu, cinsellik vs. konular beni rahatsız ediyor. Bir Zamanlar Amerika'da ise ilgimi çekti. Senaryosunun bu kadar uzun sürede yazılması şaşırtıcı. :)

    YanıtlaSil
  9. Çok teşekkür ederim:) Ah işte keşke o potansiyelim olsa. Bu durumla çok karşılaşıyorum ve cevabım hep aynı. Ben bir anlatıcıyım, evet, iyi bir anlatıcıyım, oysa roman bir yaratım; yaratıcılık ve daha çok emek ister... bir yoktan var etmedir, işte bende o yetenek ve çalışkanlık yok. Olanı, yaşananı yazmak daha kolay çünkü malzeme hazır. O nedenle blog yazarken roman da yazanlara hayranım:) Çok sıkı bir filmdir, süresini uzun bulmazsan Bir Zamanlar Amerika'yı üstelik roman yazan biri olman dolayısıyla izlemeni öneririm:)

    YanıtlaSil
  10. Az önce, cumartesi akşamı gideriz diye düşünerek bu film için internete girip saatlere baktım:) Sonra bu güzel yazıya rastladım. Hoş tesadüf:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Patlamış mısırlık, keyfe keder içeceklerle izlenecek ve çok keyif alınarak geçirilecek bir sinema akşamı için çok ideal bir filmdir, nokta... Elbette alkol gibi haşarılıklara da altını çizdiğim gibi açıktır kendisi:)

      Sil
  11. Filmi bir miktar seven ilk kişi sizi gördüm sanıyorum...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir miktar seven değil, bir miktar kısmını -kişisel düşüncem manasında- gereksiz bularak ama hoş bir sinema günü geçirerek...

      Ben bulunduğu kabın -severse- şeklini alabilen biriyim, ondandır:)

      Sil

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP