Yorumumda "Ben bağcıklı ve yandan fermuarlı botta kaldım. Uyanık asker işidir o, kim çözüp bağlayacak o postalın ipini di mi ama, lakin yasaktır. İşte o yasağı aşanlar da vardır. Şimdi yazayım mı şuracığa bir askerlik anısı," dedim ve Şaşkın da
"Yandan fermuar var ya candır can. İyi ki asker olmamışım desene. Askerlik anısını da merakla beklemekteyim," dedi. O deyince böyle ben de dönem fotoğraflarıma koştum. Koştum da sorun şu oldu: İçlerinden bir kaç tane seçtim, o fotoğrafların fotoğraflarını çektim ki onlar artık flash bellekte de olsun. Sonra o fotoğrafların en uygun olanını bilgisayarda keserek sadece postalları aldım ama ne yazık ki gelişmiş fotoğraf teknolojisinin uzağından oldukları için iç taraftaki fermuarları belirgin gösterecek fotoğraflar elde edemedim.
Sabah koğuştan çıkıyorum; cipe atlayıp binbaşıyı almak için her sabah gibi ekmek ve gazete alıp orduevine çok uzak olmayan evine varıp, zile basıp, günaydınlaşıp onları teslim ediyor ve cipe geçip oturuyorum. Yaklaşık 15 dakika sonra iniyor. Ben normal sabahlardan biri gibi Tugay'a doğru yöneliyorum, "Orduevine gidelim," diyor. Bunda şaşılacak bir şey yok, çünkü şafak sayarken etiketli yazıların bundan öncekinde bahsettiğim üzere kendisi artık orduevinin de komutanı.
Ana caddeye çıkınca dönüyorum orduevine. Bir baskındayız anladığım. Normalde bana söylerdi ama asker dayanışması yapacağımı düşündüğü için sanırım, beni bile ekti.
Oysa biz orduevinin askeri değildik, dış görevdeydik, bağlı olduğumuz bölükle de oranın askeri olmak dışında bir ilişkimiz yoktu ve orduevinin koğuşlarında kalıyor, olanaklarının da tadını çıkarıyor, hizmet verdiğimiz insanların mevkilerinden güç alıyor, onlar dışında da kimseyi takmıyorduk. Buranın askerlerinin devrecilik yaparak alt devreleri ezenleriyle de kapışmış, bizim yataklarımızın da olduğu kapıya uzak taraftaki gümbür gümbür sobayı kendi bölümlerine götürüp oradakini alt devrelerin tarafına getirdiklerini anlayınca da yanan sobayı onlara eski yerine taşıtmıştık ve zaten R. ile de hesaplaşma evresindeydik.
Tepeyi çıkıyor ve gazinonun önünde park ediyorum. "R.'yi çağır," diyor bana. Zevkle! "R." diyorum, "lütfen dışarı."
Binbaşıyı ilk kez bu kadar disiplinli, katı ve sert bir asker olarak görüyorum, çünkü karargâhta dört kişilik bir ekibiz; yazıcı, şoför, yardımcısı bir assubay ve levazım şube müdürü olarak kendisi. Şimdi buranın komutanı, varlığını ve yeni disiplin tavrını sergileyecek. Sanırım biraz da askercilik oynayıp eğlenecek.
R. tüm askerleri orduevinin önüne diziyor. An itibariyle karizması ve sosyetenin ve magazin basınının popüler kişilerinden olmasının zarafetiyle zıt bir hal içinde; rahat, hazır ol, esas duruş, dikkat gibi ifadeleri asker disiplini ve gür bir ses ile söylemek, aynı disiplinle de binbaşıya tekmil vermek durumunda. Orduevi ilk kez bu kadar asker! Çıt yok. Binbaşı hazırolda bekleyen askerleri tek tek inceliyor: Sakal traşı olmamış olan var, teskerecilerin bazılarının botlarında ve üst kıyafetlerinde fermuar var, saçlar terhise gidecek asker formunda, dolayısıyla kural dışı. Binbaşım bu durumların düzeltilmesini istiyor ve dili çok eleştirel ve asker sertliğinde. Ben de cipin başından olayı seyrediyorum. O günlerde tugay rutin denetlemede, Genelkurmaydan gelen denetçilerin başında bir albay var; tatlı bir adam. Binbaşım esiyor. Sabah traşı olmamış olanları fırçalıyor ki öyle çok göze batan bir durum da yok; ama asker her sabah traşını olmalı!
Albay ve heyeti bir süre izliyorlar. O ara bana dönüyor ve soruyor, sanırım bir an onları tugaya götürecek olanın ben olduğumu düşünüyor. Diyorum ki "Ben binbaşının şoförüyürüm." Şöyle yukarıdan aşağı bir süzüyor beni. Gülüyor ve sonra ekibine dönüyor ve diyor ki: "Kendi şoförünün sakal ve saçlar maşallah, botlar fermuarlı, hakeza düğmeli olması gereken üniforması da fermuarlı." Gülüşüyoruz ki kendisiyle akşamdan rütbesiz ve sivil tadında bir sohbetimiz de var.
Benim Jean-Paul Belmondo, Louis de Funés kupajı binbaşım da, bizim tayfanın diğerleri de ben gibi fermuarlı bot ve üst giyiyoruz; üstelik gün boyu ana karargâhtayız ve tugay komutanı dahil tüm üst rütbelilerin gözü önündeyiz.
Arabaya dönünce fark ediyorum ki binbaşım bugün tepeden tırnağa tam bir asker.
Ta ki bana "Tugaya gitmeden eve uğrayalım," deyip, arabaya fermuarlı postal ve fermuarlı üniforma ile dönene kadar.
Şaşkın'ın o yazısı.
13 Mayıs Pazartesi
2 saat önce