Bayramsa eğer vermek de gerek hakkını. Boyun eğmemek gerek gündeme, çıkarmak gerek tadını. Mottomuz bu! Enn Sevdiğim Kadın'la bir karar verdik, tıpkı pandemi öncesi bir gün yaşamak için.
Onu çok özledim, her gün konuşsak, süreç içinde bir gün yüzyüze görüşsek de sağlık önde gelir, dedik hep, sakındık, canımızdan önce sevdiklerimizi. Günler geçti, korkunun yerini akıl aldı ve artık bir alışkanlık oldu pandemi. Üstelik bir tık yukarı sıçradık, ürkeklik bilinçle yer değiştirdi ve yeni bir normalimiz oldu. Ufak alıştırmalarla adaptasyon sürecimiz de tamamlandığına göre; elbette -artık- olağanımız olmuş tedbirler çerçevesinde; dönebiliriz, eski sevdiklerimize...
Gözümüzde en tütenle açılışı yapmaya karar veriyoruz. Bayramın ilk günü, öncelikleri olan insanlarımızla telefon aracılığı ile bayramlaşıyor, günün gereklerini yerine getiriyor ve yaşamımızın en kıymet verdiğimiz alışkanlıklarından biri için saat mutabakatını yapıyor, mini sırt çantama bir yedek tişört ve pandemi sürecinin güvenlik konsepti gereği ekstra üç maske, kolonya, ıslak mendil gibi rutinlerin yanına -sonrasında bir hata yaptığımı kabul ederek- profesyonel yerine bir küçük fotoğraf makinesi de ekliyorum.
Rotam pandemi öncesi gibi: Önce bankamatik, sonra Atakent İstasyonu. İlk yanılgım, okulların uzun süredir kapalı ve sefer sayılarının bu süreçte azaltılmış olduğunu öngörememiş olmam. İlk tren bir kaç dakika sonra geliyor fakat onun son durağı Rektörlük. Bense devam edecek olana binmeliyim. 13 dakikası var. Toplamda ben durağa vardıktan 18 dakika sonra hareket edeceğim. Oysaki 20 dakikada varırım demiştim. Sayko uygunsuz bir merdivenin altında gece doğum yaptı, beş güzel yavru var ve Enn Sevdiğim Kadın uygun bir yere nakillerini sağlamak durumunda; bir de barınak hazırlayacak, onlar için. Bu zaman bir avantaj olabilir!
Trendeyim, kaç ay sonra bir ilk - özlemişim. Bazı koltuklar uyarı ve engellerle kullanılmaz kılınmış ki zaten tatil günleri bu saatlerde pek yolcu da olmuyor. Tadını çıkarıyorum. Tırmanmaya başlayınca ineceğim durağa, kalkıyorum. Denizi trenden ve tepeden izlemeyi seviyorum. Enn Sevdiğim Kadın ve çekik gözlüsü olağan noktadan hareketleniyorlar ve ben merdivenleri indiğimde buluşuyoruz. Temassız bir kucaklaşma. Gözlerimse pervasız.
Üst geçitten kıvrılıyor ana yola iniyoruz. İki hafta önce kapalı olan şerit açılmış, asfalt yenileme gidiş yönümüzde tamamlanmış. Güzergâhı bugünlük uzatmıyoruz. Özlediğimiz başka noktalar da var ki onlarla özlemi, şuraya geçen yıldan bir fotoğraf koyarak halledebilirim.
Tedirginliğimizse Leylekler, bir an önce özlem gidermek gerek! Göç hazırlıkları başladı, vakit dar ve 7-8 ay daha beklemek uzun. Ana yoldan ayrılıp Delta'ya kıvrılıyoruz. O an, kendi yaptığı dondurmayı satan çocukluktan kalmış Abi ile karşılaşmak istiyorum, ama bunun mümkün olmadığını bu koşullarda, biliyorum. Konuyuysa hiç açmıyorum. Yarısı bisiklet dondurma arabasının başında, nesilleri tükenmiş dondurmacı Abiyi şirin köy camisinin kapısında nasıl bir hevesle beklemiş, sonra onunla biraz sohbet edip nasıl bir zevkle yemiştik küllahtaki karışık dondurmalarımızı, geçen yaz.
İlk iki noktadaki -bildiğimiz- yuvalarda kimseyi göremeyince şöyle bir buruluyoruz: "Hoş geldiniz," diyemedik, hoşçakal için de hayal kırıklığı yaşamak istemiyoruz. Birinci kahvaltı noktamız kapalı ki o rezervdi zaten. Hedefimiz başka! İkinci kahvaltı noktası da kapalı ve üstelik içerisi boşaltılmış. İçindeki hediyelik eşya bölümü, verandası ve genç çalışanları ile ne güzel bir kahvaltı, kahve ve bu yöre üretimi ile yapılmış Salep noktasıydı oysa...
Köprüyü geçiyor, derenin suyunun azalmış olduğunu fark ediyoruz. Doğanın rengi, yeşilin tonu muhteşem. Bir an, zaman kavramı rutinini yitirmiş olduğundan sanırım, ara vererek gelmiş olmanın yanılgısıyla tonu farklı ve sıradışı buluyorum. Sanki uzun ama çok uzun zamandır görmemişiz gibi bir şaşkınlık hali benimkisi: Enn Sevdiğim Kadın'ın cümleleri ile bir mirengi noktası alınca zaman aralığı daralıyor birden ve anca adapte oluyorum; hasret boşluğu çekiliyor aradan ve kaldığım yerden devam ediyorum.
Gözlerimiz bildik yuvalarda. Veeeeeee..... işte oradalar! Bunlar yavrular, doğumlarına tanık olamadık ki henüz ergenlik yolundalar, gagalar henüz kızarmamış ve muhtemel ki son kalan eşyaları toparlıyorlar. Önce şöyle bir bakıyorlar, anlamaya çalışıyorlar: muhtemel ki ebeveynleri bahsetmiş bizden. Kaç yılların tanışıklığı sonuçta. Kısa sürede de kaynaşıyoruz. O arada bir müzik kaplıyor ortalığı, sesin geldiği yöne bakıyoruz, bir solfej defterinin sayfası gibi üzerinde notalar... Bir Sol Anahtarı eksik ki bir fikrim var. Enn Sevdiğim Kadın'sa karşı bu parlak zeka ürünü fikrime! Doğal olana dokunulsun istemiyor, asla! Oysa "eski başkan olsa, bir sol anahtarı olsa başta," derdim, demiştim. Konuşlanıyoruz karşısına Tel Orkestrasının, hem dinliyor hem basıyoruz deklanşörlere. Başlangıçta bir kaç taneydiler aslında. Ya sonra?!
Yayılmış Delta'ya "Enn Sevdiğimiz Kadın'la Buraneros gelmiş," haberi. Üçken beş, beşken on, onken yirmi oluyorlar. Maestro kaldırıyor bageti ve önce iki solist kemanla başlıyor, hoşgeldiniz, müziği... ardından tüm yaylılar katılıyorlar. Sonrasında nefesliler yakıp yıkıyor ortalığı, vurmalılarsa sevinci ve coşkuyu yedi düvele ulaştırıyor. Gözler nemleniyor, mutluluk sel oluyor, özlemin tadı göğe eriyor ve Muhteşem bir kucaklaşma.
Bu şimdilik, bu yıl için bir veda busesi belki. Oysa ki süreç normal devam etse, şu Covid-19 hayatımıza katılmasa, geçen yıl mart ayının onyedisinden alt fotoğraf gibi baharın coşkusunu yaşarken, daha sulak günlerini de görecek, Su Kuşlarının balesini de izleyecektik. Bir his var ama içimizde, haber gittiğine göre Delta'nın her köşesine ve henüz varmamışken biz Göle; yeni sürprizlere de gebe olabilir gün! Ve biliriz ki her an şapkadan tavşan çıkarabilir bu yöre.
Asıl kahvaltı noktamıza yol alırken, yol kenarlarına dikilmiş Izgara, Bafra Dondurması gibi reklam levhaları sinirleri ayaklandırıyor, üstelik de zevksizliğin üst düzeyden birer örneği. Belediye-yöre kadınları işbirliği ile tadımıza tat katan noktanın işletmesi bir yandaşa verilmiş. Dünyanın en enn ennnn özel doğal yaşam alanlarından birinin getirildiği nokta fena üzüyor bizi.
Kahvaltı noktası kapalı, açık olsa da biz için bitmiştir artık! Hiç uğramadan park edip çekik gözlü mavi kuşu, sularla kaplı olduğu için giremediğimiz alanın mevsim gereği olarak suların çekildiği coğrafyasına yayılıyoruz. İbibikler çok keyifli, etrafta otlayan ineklerle selamlaşıp hâl hatır soruyoruz.
Üç dönem şehri yöneten, iktidar partisinden ama zihniyetinden olmayan, kazanacağından emin olduğumuz için oy vermesek de sevdiğimiz başkan Yusuf Ziya Yılmaz'ın döneminde nasıl bir mücadele ve emek verdiğini, yüzlerce kaçak evin nasıl yıkıldığını, kaçak mahallelerin sökülüp atıldığını, kaderine terk edilmiş bir mezberelikken yıllar süren, bilime dayalı bir çabayla uluslararası standartlara ulaştırıldığını bilenler olarak bu yeni duruma, birileri için kazanç alanına çevrilmesine, peşkeş çekilmesine üzülüyoruz. Üstelik de biliyoruz ki bu alanın müdavimleri, bu yeni işletme anlayışının müşterisi asla olmayacaklar. Ancak ve ancak, şehir dışından gelen ve daha önceki durumu bilmeyenler için birer uğrak yeri olabilirler ki, gönüllülük gerektiren bu noktanın umulan kazancı yaratamayacağı kesindir. Üzücü olansa mecbur oldukları için aday yaptıkları eski başkanı, kazanacaklarından emin oldukları süreçte milletvekili yaparak, Muzaffer Önder ile başlayan ve Y. Ziya Yılmaz'la devam eden son dört dönemde parlatılmış, çoğunlukla belediyenin açtığı işletmelerle turizm potansiyeli yükselmiş Şehri, yandaşlara yağmalatmanın yolunu açtılar. Ama anlayacaklar ki yanıldılar!
Bu minvalde yürürken güzel mi güzel ahşap yollarda ve azalmış suların üzerinde, bir korna sesine dikkat kesiliyoruz. Farkedince gülümsüyor pek de seviniyor, hatta kahkahaya evriliyoruz. Sesin geldiği noktayı bulduk. Bir Uzun Bacak bu. Afacan mı afacan. Bütün olumsuzlukların silindiği bir nokta ve andayız. Delta sonuçta bizim! Ama Uzun Bacak, yeni alınmış bayram hediyesi bisikleti ile tur atan tatlı bir çocuk. Sürekli korna çalarak, arada bir durarak, yüzümüze peşi sıra gülücükler yerleştiriyor. Hay sen çok yaşa emi!
Mesafeden dolayı ekranda kendisini pek seçemesem de fotoğraf makinesinin kamerasını çalıştırıp ses kaydı yapmayı, kısmen de onu kadraja almayı başarıyorum. Bir gülümsesek mi acaba?
Bugün Manda Senfoni ortalarda yok, göremiyoruz; Enn Sevdiğim Kadın yaylaya çıktıklarını düşünüyor. İnşallah yayla dönüşü görüşeceğiz.
Uzun ve zevkli bir yürüyüşle kimsesizliğin tadını çıkara çıkara: börtü böcekle, arada bir sazlıklardan havalanan ördeklerle, karabataklarla selamlaşa selamlaşa varıyoruz karnaval alanına. Bir bayram günü ve bütün kuşlar toplanmış bu geniş havzada. Fakat henüz alana girmeden, tahta yolun alt kısmında tek başına takılan Minik Balıkçılı fark ediyoruz: belli ki küskün, dondurma istedi de almadı mı acaba ebeveynleri, diye düşünüyoruz. Onu anlıyor, kendi çocukluğumuza tebessüm yolluyor, derdine ortak oluyor, coşkuya katılmak için yanıp tutuştuğunu hissediyor, onun bu çok şirin çocuk inadını kırmayı başarıyoruz.
Nasıl olsa kahvaltıyı Delta'da yapacağız diye düşününce su falan almayı da düşünmemiştik ki fena halde susamış durumdayız. Biraz önce içmek için şüpheli lavaboda serinletsek de kendimizi, sonrasında iki küçük ağacın gölgesinde dinlenirken iki bankta: şu an okuduğum, bir önceki yazıda söz ettiğim kitaptaki coğrafya geliyor aklıma. Oradan el alıp, bulunduğumuz ağaç altını ona çok benzetip uzun uzun anlatıyorum -çocuk gözlerimden- gelen geçen turistleri, Hipileri, Şark coğrafyasının o günlerdeki anlamını ve Mercimek'in altından geçen yolun kenarındaki durağı. Ama bunlar açlık hissini ötelese de karın doyurmuyor tabii ki. Kahvaltı saatini mecburen boş geçince, öğleni de aşınca açlık iyice hissettiriyor kendisini. Yola çıkıp arkadan dolaşarak Leylek Toki'ye yakın mekanda bir şeyler yesek fikrimizden, onun da o güzel Aileden alınıp yandaşa verilmiş olma ihtimalini gözeterek, vaz geçiyoruz. Hımmmmm Dedem'de pide yiyebiliriz!
Dönerken susuzluk dibe vuruyor: İlk kavşaktaki köy bakkalının önünde duruyoruz, bakkalı işleten genç adama bayılıyorum, sonuçta aldığım iki su ama hizmeti ve nezaketi görmek gerek. Bir sonrasında ciddi bir alışveriş yapmayı ve ona "İlk malı müşteri alır, sonrasında mağaza satar," cümlemi sarf edip sonrasında övgüler dizmeyi düşünüyorum ki az önce geçen yıldan bir keşfimiz olan toprak yola sapmış, yukarıda bir yıl önceden sulak fotoğrafı olan alanın sular çekilmiş halini aynı açıyla çekerken, şu ileri tarafta bir piknik güzel olabilir, demiştik!
Serbest çağrışımın hası ben buna derim işte...
Gelirken hem karşılama senfonisini dinlediğimiz hem de genç leyleklerle tanıştığımız yuvada dönüşte şimdi görüyoruz ki üç olmuşlar. Ben üçüncünün biraz da iri olmasından kaynaklı olarak ebeveyn olduğunu düşünürken, konunun uzmanı, onun da yavru olduğunu söylüyor. İnip biraz izliyor, onunla da tanışıyor, vedalaşıp, seneye görüşürüz diyerek devam ediyoruz. Ve elektrik direğinin üzerinde iki genç leylek daha... Bunlar cezalı olabilirler ki sanırız suçları hafif! Fakat bir sonraki direkteki biraz daha yoldan çıkmış olmalı ki belki annenin, belki de öğretmenin saçlarını diken diken yapmış: çünkü tek ayak üzerinde bekleme cezası almış. Yardım etmek istiyoruz ama çok delikanlı, minnetsiz, kafayı çeviriyor. Son sözü sorulduğunda, burnundan kıl aldırmamış, başını göğe yükseltip "Neyse cezamız, öderiz bedelini," demiş, belli ki... Hay haylaz çocuk, güldürdün bizi yahu.
Susuzluk sorununu bir nefeste hallettik ama bugün bayramın ilk günü olduğunu hesap etmeyerek açlığa tavan yaptırdık. Dönüyor kaptan Dedem'e doğru: bir aile işletmesi ve ayranlarına ve turşularına ve de pidelerine bayıldığımız bir nokta. Çok doğal olarak da kapalı. O halde her seferinde ölüp bittiğimiz, kendisini de çok sevdiğimiz, kelle paça çorbasına ve dahi ayıklanmış ve de fırındaki tandırdan yeni çıkmış kellesini pul biber ve kekiğe bana bana yemeye bayıldığımız Abi'ye... o da kapalı. O zaman yemeklerinin güzel olduğunu düşündüğümüz, bir sabah Sürmeli Köyü'ne* giderken uğrayıp çorba içtiğimiz Lokanta'ya... Dış masada bir Abi var ama içeride hayat yok gibi. Soruyorum. Kapalıymış ama ileri de açık bir lokanta varmış.
Önünden geçiyor, az ileriye park ediyoruz. Onu her geçişte görür ama yıllardır dondurmacı sanırdım. Fakat benden daha dikkatli olan farkındaymış. Oturuyoruz masalardan birine: merdivenle çıkılan, ana yola bakan hoş bir veranda. Bir genç kız menü ile geliyor. Şaşırıyorum, çünkü özenle hazırlanmış güzel kapaklı ve umduğumun ötesinde çeşidi olan bir liste var önümde. O mu, bu mu derken, Vali kebabı aklımı çelse de iki farklı seçimde karar kılıyoruz.
"Bir Adana kebap lütfen."
"Bir yoğurtlu Adana lütfen."
"Biri şekersiz iki de kola lütfen"
Hoş servislerle hoş tabaklar halinde geliyor yemekler. Ummadığın taş baş yarar demişler ya, benim halim öyle. Tamam bu ilçede ve yol üzerinde çok sayıda uğradığımız, gözdemiz olan nokta var fakat burası hiç bir dönem bir uğrasam duygusu yaratmamıştı. Pandeminin yarattığı bir kazanç oluyor, çünkü hem kebapları hem atıştırmalıkları hem de hizmeti çok beğeniyoruz. Fakat yazarken düşünüyorum ki hayatın normal günlerinde bir kez daha uğramayız da sanki buraya. Çünkü önceliğimizde olan çok yer var, bu yörede.
Mavi Kuş'u bıraktığımız yerdeki dondurmacıysa aklımızı çelmişti. Şirin bir dükkan, iki güzel, cıvıl cıvıl genç kız ve genç bir adam. Hijyen mükemmel. Pedallı dezenfektan ve uyarı yazıları yerli yerinde, mekan pırıl pırıl. Dondurmaları seçiyor, dış masalardan birine oturuyoruz. Zevkli bir noktada, Engiz-Balkaymak'da zevkle yiyoruz; limonlu, çilekli, cevizli, parça çikolatalı, sade dondurmalarımızı. İkincide gözüm var. Risk almak da istemiyorum ve bu nedenle yarım istiyorum. Fark ediyorum ki seçim yaparken, yarım dondurmam için bile yeni eldiven açıyor genç adam. Aslan yattığı yerden belli olur derler ya, ilk izlenimin ne kadar çok şey anlattığı kanıtlanmış oluyor böylece.
O ara her şeyin makinede ve 60 derece de yıkandığını vurgulayan mini tabelayı da fark ediyorum. Kredi kartı ile ödeme kabul etmiyorlar, ücretleri bizim mahalleye göre bir tık yukarıda gibi, ama olsun. Hak ediyorlar! Sevdik, şirin bulduk, memnun kaldık ve muhtemel ki -alt çıkıştaki bol kepçe dondurmacı duymasın ama- kendisi uğrak noktalarımıza ek oluyor.
Bir de Sütlaç yese miydik, Muşta'da?
*Daha fazla Kızılırmak Kuş Cenneti için, buradan lütfen!
*Sürmeli Köyü