Kolanın buzla ve limonla iyice aroma kazandığı son yudumlarını çok severim ve bu son yudumlar her seferinde yeni bir bardak hazırlamama sebep
olur.
Öngörü:
"Şans mı bana yardım eder ya da benim sezgilerim mi güçlüdür?" sorusunu şu an cevaplayamayacağım ama hep
sonraya bıraktığım bu kitap, kesinlikle kolanın son yudumlarının tadında. İştah açıcı olarak kullanmaya karar
verdiğim yarım saatlik vakitte 52 sayfasını okuduğum Rüzgarın Gölgesi kesinlikle benim yakamı bırakmayacak. Muhtemelen kendisi 500 küsur
sayfalık kitapları en kısa sürede okuma rekorumu kırdıracak ve okuma süreci içinde kitaptan bir karakter gibi onu yaşama halim devam edecek.
Sanırım ben bir süreliğine birincil dünyam olarak kitaptaki öykünün içinde olacağım.
Okutma arzusu:
En sevdiğim yanı da romanı bölümlere, bölümleri de kendi içinde bölümlere ayırarak kurgulayan Yazar Carlos Ruiz Zafon'un tavrı oldu. Çünkü bölüm
aralıkları uzun olan kitaplarda -hele bir de akıcılık yoksa- okuma arzusu yorulmuş olsa dahi bölümü bitirmeden araya ayraç koymayan, dolayısıyla bölüm sonuna kadar ızdırap yaşayan
ben; geçtiği arabaları bir daha geçmek zorunda kalacağı için mola vermeyi sevmeyen, mola
verdiği anda da sabırsız bir gerginlik hisseden eski zamanlardaki kendimi yaşarım.
Bazı uzun kitaplar: Ağırlıkla, uzun bir kitap yazıp kariyere çentik atmak ya da kazanca çevirmek
maksadıyla yazılmışlar duygusu yaratırlar insanda, en azından bende. Rüzgarın Gölgesi tüm bunları yerle bir eden, üstelik hepsi birbiriyle
ilişkilenmiş karakterlerin her birini başrol yapmayı başaran, daha 300. sayfayı henüz geçmişken olası bir sohbette hayranlıkla söz edilebilecek en
az beş karaktere insanı odaklayan, çok satan kitaplar konusundaki ön yargıları gözden geçirtecek enfes bir roman.
Uyarı:
Kesinlikle araya işler ve güçlerin girmeyeceği bir dönemde; mesela cuma akşamı ya da cumartesi sabahından başlayıp pazartesi sabahı bitirmek
planlamasıyla ya da bir tatil dönemine denk getirilerek okunmalı. Çünkü insanı günün hiç bir anında rahat bırakmıyor, sürekli çağırıyor. Çağıramasa
da "yahu benim bu hayatta da kahramanlarım, insanlarım ve işlerim vardı" diye titremesine, tıpkı görülen bir rüyanın farkına varıldığı anda uyanmak
için gösterilen gayret gibi gerçek yaşama dönebilmek için çabaya ihtiyaç duyuruyor.
Bazı kitaplar insan ortaya bir iddia koyduğunda onu gerçekleştirmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlarmış:
"Muhtemelen kendisi 500 küsur sayfalık kitapları en kısa sürede okuma rekorumu kırdıracak" cümlesini kurduğumda, bunun o anki coşkuyla
söylenmiş, altında kalınma ihtimali olan bir iddia olarak abartmış olabileceğim kaygısını da yaşamıştım
aslında... Olur ya bir sürü engel çıkar, araya iş güç girer ve insan bunu gerçekleştiremez di mi? İşte bu kitap "di" dedirtmiyor.
Manzara:
Bugün ki hedefim 200'ü geçmekti, banklarda "150. sayfada eve döner bir kahve içer, bir şeyler atıştırır ve ardından yanına şu Efes'in yeni birasını
da ekleyerek devam ederim" demiştim.
Günü ilahi güce emanet ettim ya ben, o da gereğini yaptı yine: Bölüm tam 150. sayfada bitti, üstelik bir
mektupla... Mektubun sondan bir önceki cümlesinde şu kelimeler vardı: "Seni o trende, düşlerle dolu ve ihanetlerle kırılmış yüreğinle, hepimizden ve
kendinden kaçarken hayal ediyorum."
Kıyıya usul usul vuran, tam da Sound Of Silence şarkısının tadında sakin dalga sesleri sunan, mavinin bambaşka bir tonuna sahip
bir deniz. Bu denizin üzerinde bahsi geçen şarkıya vurmalı tonunda sesleri ile katkı veren, çok yakındaki balıkçı tekneleri. Bir kenarından kafayı
çıkarmaya hazırlanan güneşin turuncularının serpilmeye başladığı taptaze bir maviye sahip gökyüzü. Bu gökyüzüne izlerini bırakan iki uçak. Çam
ağaçlarının altına, güneşin en kızıl haliyle kendini göstermeye başladığı andan itibaren efekt tadında bir ürpertiyle esen rüzgar. İnsanın
gerçekten ve her seferinde bildiği halde güneşin yükselme anında hissettiği korku desem abartı olur ama uygun kelimeyi de bulamadım şimdi. Çünkü
tam da şu noktada, öğrenci avına çıkmış bir telefonda bu eylemi pazarlayan bir kadını dinlemek zorunda kaldım, yaklaşık 15 dakika.
Kitapsa; eğer dünkü gibi araya işler güçler girmezse muhtemelen bugün bitecek, olmadı yarın sabahki güneşin doğuşunda. Kesinlikle muhteşem bir
kitap ama! Bunun altını çiziyorum. "Başka Zaman Kütüphaneleri"ni iyi ki
okumuşum dememe sıklıkla sebep oldu kendisi; bir yanıyla birbirlerini o kadar güzel tamamlıyorlar ki... bir gün birine bir hediye almak
düşünüldüğünde muhteşem bir ikili olacaklarını söyleyebilirim. Tabii ki sürekli bahse konu kitap akla geldiğinde pek çok gülümseme, pek çok iyi ki ile
birlikte pek çok sevgi sözcüğü ve jesti de çağrıldı akıl tarafından. Pek güzel görüntüler olduğunu söylemeliyim laf aramızda.
Aslında 525. sayfaya ayracı koyduğumda aklımın çağırdığı senaryo çok güzel ve bambaşka bir şeydi; kesinlikle başka türlü bir final yapmazdım.
Ama hayat işte... 525.sayfasının sonuna geldiğimde o ana kadar ışıkları seçilmeyen tekneler tam da karşıma gelmiş
üstelik de ışıl ışıllardı. Aslında bir final için sahne güzeldi; ama benim şu hain hayal gücüm bambaşka bir senaryo yazınca, hiç olmazsa havai fişekler
olmalı diyerek orada bıraktım kitabı. Bir de bir başka özel, duygusu büyük ama cismi küçük bir şeyin final sayfasını çevirdiğim anda orada olması
gerek. Çünkü bu kitap her türlü ritüeli fazlasıyla hak ediyor.
Abartı:
Öyle bir kitap okudum ki ben; genelde bu saatlerde pek kahve içmememe rağmen şu mail kutusunu açtığım anda yanımda şiddetle istedim onu, hatta bir
shot votka ile birlikte. Bu arada Zubrowka kahve uyumunun güzel olduğunu söylemeliyim. Bunda kitabın sonunda oluşan coşku ve onun şiddetle
çağırdığı senaryonun rolü nedir bilmiyorum an itibariyle... Bilince kesinlikle paylaşacağım ama.
Kitapla ilgili şöyle bir karara vardım, gerçi henüz kesin olmadığı için karar demesem daha doğru da...
Eğer kitabın son sayfasına gelmeden havai fişek
gösterisine denk gelirsem, fırsatı kaçırmayıp hemen son sayfaya atlayacağım. Olmazsa, en azından son paragrafı öyle bir anı bekleyecek.
Kendime
heyecan yaratmakta da üstüme yok sanki.
Kasım 2024.
1 saat önce