'Bu da Ne Ya Şimdi' Denebilir! 2
Bir yazısının içine "Tek bir kelimenin ifade edilişindeki vücut diline ya da tonlamaya bakıp aynı kelimenin farklı insan karakterleriyle ya da aynı insanın farklı ruh hallerinde nasıl farklı anlamlarla yüklendiğini bilen biri olarak" diye bir cümle yazmış, sonrasında okuduğunda ve hâlâ okuduğunda cümlenin kendisinden çıktığına şaşıran bir şahıs olarak bir kez daha altını çizmeliyim ki bu kitap öyle güzel bir denklik hali yarattı ki, ne kadar teşekkür etsem azdır.
Kitabın son sayfasındaki "Hayat, yaşadığımız şey değildir; yaşadığımızı hayal ettiğimiz şeydir." cümlesiyle karşılaştığımda, Gregorius romanın önemli karakterlerinden biri olan kitabı aldığı ve okumaya başladığı andan itibaren hayal ettiği olayların içinde dolandırdı bizi diye düşündüm.
Sağlığı ile ilgili kaygılıydı ve kitabın sonunda Yunan göz doktorundan çıktığı anda dışarıda bir yağmur başlamıştı. Kitabın en başında da yine yağmur vardı!
Tamam bu kitap adından ve kapağından dolayı ilgimi çekmiş, favoriler listemde yerini almıştı. Ama eğer ki bir tetiklenme olmasa öne çekilmeyecek, ilk siparişte getirilmeyecek ve hatta okuma sırası önlerde olmayacaktı.
Üstelik hem bayramın, hem havaların, hem de aldığım maillerin güzelliği ve özlemle öyle ekstradan bir ambiyans oluşturdu ki; şimdi hissiyatı anlatmam için cümleyi uzatmam, bu uzatma halinde dağılmam ve sonuçta anlam bütünlüğü kaybolmuş bir cümleye ulaşmam kesindir. O yüzden, hissiyatımın dışavurumuna engel olamayarak giriştiğim şu boyumdan büyük işten yüzümün akıyla çıkmak için şuraya nokta koysam şahsım için iyi olacak.
Aslında Portekiz'e gitmediğini, gittiyse de bahsettiği kişilerin hiçbiriyle karşılaşmadığını düşünüyorum. Gittiği ihtimalini biraz daha öne çıkarıp, trende karşılaştığı kadın ile iş adamını da hayalinin kahramanları yaptığını, trendeki kadına da, romanda bir türlü karşılaşamadığımız -sınıfa getirdiği- kadın rolünü verdiğini düşünüyorum.
Yani biz adamın yürürken kurduğu, aklında canlandırdığı bir hikâyeyi okuduk gibime geldi. Tek gerçek alınan kitaptı.
Yazar kitabı 300 sayfada toparlasa iyiymiş, çünkü son 100'e girildiğinde ritmi müthiş düşüyor.
Yeteri kadar tanıdığımız ve hakkında epey bilgi sahibi olduğumuz Sözlerin Kuyumcusu'nu, bir anlamda çaprazındaki kişilerin ağzından teyit ediyoruz, hiçbir sürprizle karşılaşmıyor, şaşırmıyor, farklı bir durumla beslenmiyoruz. Sanki roman tekrar ediyor kendini ve "A..aa!" diyeceğimiz hiçbir şey olmuyor, ki bence yazar da dağılmış son düzlükte ve gereksiz tasvirler ve detaylar koymuş.
Tabii ki bu hissiyat tümüyle bana özgü.
Belki de ben ilgimi kaybettim son sayfalarda ve dolayısıyla kurguya atıyorum suçu.
Bir de iki ana karakter Gregorius ve Amadeu Prado fazlasıyla doyurucuyken yan karakterlerden baba dışındakileri hafif kalıyor gibi... belki de benzer bir tema üzerinde giden iki kitaptan Rüzgarın Gölgesi'ni önce okumuş olmam bu kitapla ilgili farklı bir algı yarattı bende.
Rüzgarın Gölgesi'nden pek çok karakter iz bırakmışken bu kitaptaki iz bırakan karakter sayısının diğerinin yarısı kadar olmadığını fark ediyorum.
Kesinlikle insanı bir an önce bitireyim gibi bir telaşa sokmuyor, müthiş bir keyifle yaşanıyor kitap. Okurken aklıma gelen şeylerden biri şu denklik haliydi. Tıpkı hayatın ta kendisi gibi; insanın kendi gibi bakabilen insanlarla kurduğu bağın tadını duyumsatıyor her satırda.
Üstelik de içinden tren geçen bu kitap her cümlesiyle insan ruhunun pek çokları tarafından umurda olmayan, bilinmeyen, fark edilemeyen istasyonlarına uğrayarak gidiyorsa, insan daha ne isteyebilir?
İlk 300'de Isabel Allende'nin "Son yıllarda okuduğum en iyi kitaplardan biri.." fikrine katılsam da son 100'de kitap beni kendisinden koparttı. Suç çok zengin karakterler ve olay örgüsüyle aynı temayı işleyen Rüzgarın Gölgesi'nde olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder