12 Ekim 2024 Cumartesi
Bizim Mahallede Bir Akşam Ve...
günlerden pazar...
Enn sevdiğim kadınla bir mekânda takılalım bu hafta sonu düşüncemiz var. Neresi olsun konusunda ân itibariyle seçim yapmış değiliz.
Tercihi ona bırakmış durumdayım.
Sonra, bir vakitte telefonum çalmış mı yoksa ben onu aramışım da ulaşamamışım mıyı hatırlamıyorken, cevapsız arama mesajını görüyorum sabit telefonda ve geri arıyorum.
Onun önerisiyle eş zamanlı olarak bir vaoww sesi çıkıyor içimden, ama sessizce. Karar çok şaşırtıcı, ve gülümsetici,
çünkü!
Bu sabah uyanıyorum. Gün erken, biraz sonra kahvaltıyı aradan çıkarmayı düşünüyorum ve iki dilim kızartılmış tam buğdayın arasına haşlanmış ve dilimlenmiş yumurtayı yerleştirip, üzerine de dilim kaşar ve dilim salam ekliyorum.
O halde çay.
Çalışma odama geçiyor, bilgisayarı biraz geri iteliyor, onun boşluğuna da tabağımı ve çay fincanımı yerleştiriyorum. Ufak ufak atıştırırken de blog yazılarına göz atıyor, yeni yazılara yorumlar yazıyorum ve tam o sırada Fransız'ın cam korkuluğu ile cam kapı arasındaki, bulunduğu yerden kurtulmaya çalışan, çoookkkkk tatlı bu minik kuşu fark ediyorum. Benzer durum çok yaşandığından ve bizim çatı her çeşit kuşa ev sahipliği yaptığından, gülümseyerek yerimden kalkıyor, Fransızın tek kanadını açıyor ve etrafı seyretmekteyken artık çırpınmaya başlayan ve korkuluktan bir çıkış yolu bulamayan ve varlığımla da ekstra telaşlanan miniği yakalıyor ve uçuruyorum.
Geçen Hafta Pazar
Enn sevdiğim kadın arıyor, günün en güzel, ruhları dürtükleyen saatleri. Yer seçimi için benim tercihimi soruyor. Bir iki yer söylüyorum ama son karar onun. Cehennemin dibi dese kabulümdür. Ve bombayı patlatıyor.
"Disco Burger'e ne dersin?"
Hımmmm...
ne derim acaba?
Mekân komşu evlerden biri, çocukluğumuzun ve komşuluğumuzun, bağ bahçeli yıllarımızın, uçsuz bucaksız yeşilin, burnumuzun dibindeki ve sanki sadece bize aitmiş gibi duran denizin dibi. Yıllar yıllar sonra, imar uygulamalarının ardından parsellere bölünen, parsel aralarından yollar geçen, kaçınılmaz bir yapılaşmaya sebep olan, toprak sahiplerine önemli rantlar sağlayan coğrafyamızın, mirasçıları tarafından, anne babanın ölümünün ardından ev halinden çıkarılıp bir mekâna kiralanan ve açıldığı günden beri adım atmadığım, atmadığımız, daha çok gençlerin takıldığı bir nokta. Ve her gün burnumun dibinde olan, elemanları ile her gün selamlaştığım, adı Disco olan köpekleri ile kankalık ilişkim olan ama tekrar edeceğim üzere içine adımımı atmadığım yer.
Ân itibariyle Meteoroloji'nin duvar dibine park ettiği arabasında midye dolması satan abiyle sohbetteyim ve ne giysem kararsızlığım yüzünden de geç kaldığım için bana doğru yürümekte olan enn sevdiğim kadın konusundaki endişem, artık yerini terk etmiş durumda ve bir yandan abiyle sohbet ederken de gözlerim onun geliş yönünde... Derken ben, yüzümde enfes bir gülümseme; mekânın bahçe kapısına doğru, gözlerimi ondan alamadan, yavaş adımlarla yürüyorum.
Elbette sarılmaca ve elbette öpüşmece ve elbette coşmaca...
Mekânın tavanı açılan iç kısımdaki, eski evin dokusu bozulmadan dekore edilmiş hali sevimli geliyor bana... Bu gece bira gecesi, veriyoruz siparişi ve kendi burgerleri Disco Burger'den istiyoruz, elbette patates de; burger tabağında olacaklara ek olarak. Ama Angaralı Yarim'in gözlerini parlatacak olaysa az sonra masamıza donatılan turşular oluyor. Bu aslında benim için de şaşırtıcı lakin Angaralı Yarim'in gözlerinin parlamasına sebep oluyor çünkü Angara'nın şanıdır biranın yanında turşu.
Keyifliyiz, sohbet güzel... Derken bir baskına uğruyoruz; enfes bir müzik, enfes bir grup, nefesliler nefes kesici, seçilen şarkılar tavan, coşku Ukrayna'ya varıp geri dönüyor sanki. Gençlerin eller havada... ve İzmir'in Dağlarında Çiçekler Açar'la muhteşem final. Alkışlarla uğurluyoruz mekân gezmesinde olan bu şahane grubu.
Ve D.J. iş, gençler pist başında, vakit gece yarısına yaklaşıyor, kafalar sanki biraz daha güzelleşiyor, final birasını istiyor ve bölüşüyoruz. Yine keyifli bir akşam. Bizim durağa doğru biraz sarmaş, biraz dolaş yürüyoruz. Otobüs'ün geliş saatine kadar epeyi zaman var. Bizim ön bloğun arka blok tamamlanmadan önce kullandığımız 6. kattaki dairesini ve O'nunla geçirdiğimiz enfes günleri...
düşünüyorum.
O'nu otobüse bindirip geri, eve döneceğim. O, geldim evdeyim, diyene kadar bekleyeceğim. Sonra biraz bilgisayarda takılıp, belki televizyonu açıp, O'nun da içinde olacağı, biraz daha zamana ihtiyacı olan bir gelecek için aldığım -bazı- kararlarıma gülümseyip, uykuya koşacağım.
6 Ekim 2024 Pazar
Kaset Çağına Karlar Düşer
Müzik listeleri hazırlamak, sonra o listelerle kaset kayıdı yapan dükkânlara koşmak, sonra verilen saatte gidip onları teslim almak; sanırım dünyanın enn keyifli işlerinden biriydi.
Bizim yıldızımız Selçuk Abi'ydi. Hemen okulumuzun, şanlı 19 Mayıs Lisesi'nin, çıkış kapısının karşısında küçük bir dükkandı. Ama daha önemlisi kayıt cihazları idi: Stereo kayıt yapabilen ve bunu marka cihazlarla yapan ve ayrıca kendisi de bir müzisyen olan, şahane iletişim kurulabilen, bilinen ve yakın çevresinin kullandığı adıyla, Timpa Selçuk.
Onun bizim akrabamız olan insanlarla aynı binada oturduğunu, biz ortaokuldayken derslerimize gelen ve şehrin en güzel sarışınlarından olan eczacı Gönül adlı hanımefendi ile nişanlı, daha sonra da evli olduğunu öğrenmek muhteşemdi.
Bazen rastlaşırdık, elbette sohbetin dibine de vurur, eski günleri de anardık... Sonra rahatsızlandığını öğrendim ve çok nadir olmaya başladı rastlaşmalarımız. Bugün birden aklıma geldi, aslında bu yazıyı tetikleyen ve yazmama sebep bambaşka bir şeydi. Youtube üzerinden müzik dinliyordum, o, bu, şu derken; Karlar düştü önüme... İşte o zaman, dedim ki kendime, Sen fazla derinleşmeyen bir Selçuk Abi yazısı yazmalısın...
Kaset torbalarım balkondaydı, yüzlerce kaset içinde ağırlık Timpa etiketli olanlardaydı. Bu logo o yıllardan bakınca bir modernlik nişanesiydi ve havalıydı. Elbette alınan boş kasetlerin Sony olması da... Ahh o listeleri hazırlamak... Başta Hey olmak üzere dergileri taramak, Sezen Cumhur Önal'ın, Şebnem Savaşçı'nın ve İzzet Öz'ün programlarından şarkı aşırmak ve onları listeye eklemek şahaneydi. Elbette benim plaklarım ve kasetlerim arkadaş partilerimizin olmazsa olmazıydı. Ve elbette gidenlerin gelmemesi, dinler getiririmlerin beyhude olması, o güzel yılların birer nişanesiydi.
Sonra özel radyolar, sonra televizyonlar, bilgisayarlar türeyince, plakların ve kasetlerin o güzel yılları, romantizmi, insan güzellikleri ile birlikte yok olmaya başladı. Telefonlar neredeyse tüm diğer dinleti aletlerinin yerini aldı ve bugünlere vardık.
Şimdi gelirsek bu yazının asıl sadedine: Selçuk Abi, tam adıyla Ali Selçuk Gürdal, şehirdeki yakın çevresinin deyişiyle Timpa Selçuk; Adamo'nun Car Je Veux adlı şarkısına Türkçe sözleri yazan, bir televizyon programında aynı sahneyi paylaştığı Akrep Nalan'ın Karlar Düşer adıyla seslendirdiği şarkının söz yazarıdır.
Ve, benim nadir güzel söylebildiğim bir başka şarkı, Her Yerde Kar Var, büyük usta Salvatore Adamo tarafından da bizim dilimizle, alttaki 17 dakikalık klipin 9 dakika 38 saniyesinde de rastlanacağı üzere Türkçe... ve elbette muhteşem yorumlanmıştır. Sonrasında ise Selçuk Abi'nin sözlerini yazdığı Karlar Düşer, bu kısa konser kaydında yer bularak hem Türkçe hem de Fransızca olarak yine büyük sanatçı Adamo tarafından taçlandırılmıştır.
3 Ekim 2024 Perşembe
Gerçekti Şimdi Hayal Oldu-2
7 Mehmet-Antalya
Nereden Nereye...
Epey dinlendikten sonra bu seyahatin starı için yola koyuluyoruz. Rezervasyon sorumlumuz masayı günler öncesinden ayırtmıştı zaten. Nasıl ulaşırız kısmını da kahvecide halletmiştim. O halde yola koyulalım, saat 19:00'da orada oluruz demişiz sonuçta.
Önce en yakın duraktan Nostalji Tramvayı'na biniyoruz. Güzel bir Antalya akşamı, güzergâh zevkli, hava çiseli, günün hareketi sonlanmış, dolayısı ile vagon sakin. Bir teyze var, tatlı, belli ki tanışıyorlar genç vatmanla. Sohbetleri neşeli. Teyzem evlendirmeye niyetli genç vatmanı. Hattın ortalarında bir yerde iniyor teyze. Bizim son durakta, Müze'de inmemiz gerek.
Hazırda bir taksi var durağın hemen yanında. Genç bir şoför. Sohbet ederek varıyoruz mekâna. Kaleiçinden, tramvay artı taksi 17 TL tutuyor.
Hoş bir genç kız karşılıyor mekânda bizi, elinde şık bir dosya ile. Rezervasyon doğal olarak yaptıranın adına. Bundan zevk alıyorum nedense. Masamız bahçeye bakan camın kenarında, dört kişilik bir masa, bu da ferah kılıyor ortamı, daha baş başa bırakıyor bizi.
Ne tesadüf ki bir kez daha garsonumuzun adı Mustafa. Bir başka güzellik şu ki bu Mustafa da çok iyi. Yemek sonrası kritiğimiz esnasında bunun üzerine epey konuşuyoruz zaten. Tasarladıklarımıza uygun düşen içecekse rakı, kanımızca bu mekân başka bir içkiyi getirmiyor akla. Keçi peyniri bankomuz. Söylüyoruz. Şu meşhur atomu hiç bir kez denemek istememiştim, bu kez istiyorum. Üzeri karamelize soğanlı fava mutlaktı zaten. Hibeş konusunda tereddütlüydüm açıkçası. Mustafa önerince ve rakıya yakıştığının altını çizince kırmıyoruz onu. Bunlarla başlayıp sonra akışa göre ilaveler yapacağımızı belirtip teşekkür ediyoruz garsonumuza. Hizmet kusursuz. Mustafa mezelerin içerikleriyle ilgili bilgi veriyor, duruşu tam olması gerektiği gibi. Sıkmadığı gibi itici de gelmiyor tavırlar. İçten ve samimi.
O halde yarasın! Keçi peynirine bayılıyoruz. Hazırlanan tabaklar seyirlik. Daha yeni humus cennetinden dönmüş damaklarımız, üzeri karamelize soğanlı, elbette onun yağı ile tatlanmış favaya şapka çıkarıyor. Atom daha önce hiç denememiş bende kahır yaratıyor. Kesinlikle muhteşem bir eşlikçi rakıya. Onunla içmeye bayıldığım kadın atom konusunda deneyimli, beni destekliyor. Hibeşi de beğeniyoruz. Bir nüans var damaklarımızda ki o da diğer mezelerle tonunu tutturamamış olmamız.
O ara karides güvecimiz geliyor. Dondurulmuş ve her yerde neredeyse aynı ve mini minicik karideslerden bıkmış gözlerimiz parlıyor. Damaklarımız onaylıyor. Az sonra da kalamar mücver... Olağanüstü buluyoruz. Keyfimiz katmerlenerek devam ediyor. Aslında iş yemekleri için uygun olduğunu düşünüyoruz lokantanın, dolayısı ile iş yemeği esnasındaki rakı - şaraba uygun. Baş başa bir akşam yemeği için değil de, karnımızı doyururken bir tek de içelim ortamı gibi geliyor bize. Orta masalardan birinde olsak, çok da keyif alacağımızı düşünmüyoruz. Hatta bilerek çiftlere bu masaları verdikleri fikrindeyiz ki akıllıca ve müşteriyi anlayan bir davranış. Çok tatlı bir akşam ben için, masa arkadaşım çok tatlı çünkü. Onunla içmek de.
Tatlıya geçme vakti geldi, aslında mevsimi olsa oğlak kesindi. Ne yazık ki mevsimi değil. Antalya'da tatlı denince akla ilk ne gelir?
Kıvamında pişmiş bir kabak, baymayan bir tat, tahin, dondurma ve ceviz parçacıkları... güzel bir final, tatlı yedik, şahane sohbet ettik, gözlerimizde kaybolduk ve dünyadayız. Daha ne olsun.
Mustafa elinde kahvelerle sigara içilen bölümün kapısında. Şahane bir bölüm yapmışlar kesinlikle; içmeyen ben içenlerin yanında hiç bir şey fark etmiyorum. O ara televizyon yemek programı ünlüleri de laflıyor hemen yanımızda.
7 Mehmet'de -ne tesadüf ki- 7 lezzet ve bir 35'lik rakı için 260 TL civarı ödüyoruz. Eski güzel lokantaları, -balık lokantaları dışında- yeni kuşakları nedeniyle yitmiş şehrimizdeki fiyat kalite oranına göre hiç de pahallı gelmiyor. Bir de bahşiş hak edilmeli bence. Mustafa fazlası ile hak edenlerden. Gecemizi akışkan ve güzel kılan temel ögelerden birisiydi kendisi.
Kapıdaki taksiye biniyoruz, hayatın tadını çıkarmayı bilen insanların ruh haliyle.
"Müze Durağına lütfen."
Ankara'daki bir arsasını satıp gelmiş yıllar önce Antalya'ya abi. Klasik "buralar dutluktu şimdi ne oldu" muhabbeti. Kendi arsası için de geçerli doğal olarak bu durum. İki Angaralı ve kısmen Antalyalı'nın sohbeti güzel. Benim de kafam. Öbür taksi aşağı göbeğe kadar gidip döndüğü için bunun yolu doğal olarak daha kısa ve 10 TL tutuyor.
Yazının tamamı ise burada
1 Ekim 2024 Salı
Enn Sevdiğim Kadın:
SEN doğmasan, ben hep eksik kalacaktım!
27 Eylül 2024 Cuma
Enn Sevdiğim Pastam
Sinemaya ara vereli asırlar olmuş gibi bir his var bünyemde. Aslında fena bir durum da değil bu. Zaman sanki durmuş ve ben o duran zamanın yavaşlığında bayağı bayağı hayatın tadını çıkarmışım.
Ekranım açık, bir yandan ben işe bakarken, filmin afişi ve dolayısı ile film, özellikle coğrafyası nedeniyle gözümün içine bakıyor.
Beni o salonda görmek istiyorlar.
Ve kararı, sanki uzun bir ayrılık sonrasındaymışcasına gibi bir heyecanla çarpan bünyem veriyor.
Bu filme gidilecek!
Ben sinemaya doğru trende yol alırken enn sevdiğim kadın da feribot ile Midilli'ye geçme hazırlıklarında olacak.
Öyle keyifli bir süreç ki bu anlarım.
Sanki o karşımda oturuyormuşcasına bir sohbet, yavaşlamış hayat ve gözlerimi yine ondan alamadığım zaman dilimi.
Tadını çıkarıyorum.
Ve Çanakkale!
İçime enn işlemiş, sokak sokak zihnime kazınmış bir masal şehir. Fiziken orada değilim ama tüm benliğimle oradayım. Sınırlarını bir görünmez olarak aşmış, ışınlandığım feribottan O'nunla inmiş, O'nun seçimi olan oteli çok beğenmiş, sırt çantalarımızı bırakır bırakmaz, donatılmış masada; denizin tam da kıyısında, günün ruhları dürtükleyen saatlerinde uzolarımızı yudumluyoruz.
Üstelik filme bayılmış, oyuncuları sevmiş, iki karakterin arasındaki ortaklaşmaya ve başkaldırıya, düzene meydan okuyuşa ve ânın tadını çıkarışa coşkulu bir sevinçle kapılmış durumdayım. Musmutlu bir sinema gününde, üstelik salonu da benim için kapatmışlar hissiyatı ile her zamanki koltuğumda, politik dokundurmaları yerinde bu enfes filmin içinde, musmutlu bir karakterim.
O nasıl tatlı bir aşk, üstelik yaşlar sanki 17.
Kalp atışları salonu inletiyor.
Müzikler, anlık diyaloglar, ülke geçmişine selam çakmalar ama ânı da muhteşem bir gözükaralıkla ve derin bir aşkla ve kadın elinden çıkmış, ev yapımı, bir koca şişe şarapla pervasızca, korkusuzca, koyvererek yaşamak.
Salondaki tek kişi olarak ve her zamanki koltuğu D.3'de oturmakta olan izleyici çok mutlu. Özelikle yüzünden hiç eksilmeyen gülümsemesine kendisi de âşık. Antrakta da klasik salonu 6'yı ve koltuğu D.3'ü terk etmiyor. Enn sevdiği kadının bu avm'yi protesto ediyor olduğunun ve bir kez bile gelmediğinin bilinciyle cep telefonuna şu minvalde bir mesaj yazıyor ve gönderi tıklıyor:
"Bu filmi seninle izlemeliydik."
Ve ikinci yarı başlıyor, telefon kapatıldı, akış bence güzel ancak içimdeki ukala ritmin kısmen düştüğünü söylüyor. Bazı anları klişe buluyor ve biraz, belki de aceleyle ya da telaşla filmin ziyan edildiği yönünde ukalaca düşünceler oluşturuyor. Elimden geldiğince bu ukalayı bastırmaya çalışıyorum ama pek de başarılı olamıyorum.
Işıklar yanıyor ve enfes bir final müziği koltuğumdan kalkmama izin vermiyor. jeneriğin son harfi geçene kadar kıpırdamıyorum. Artık telefonumu açabilirim.
İzlemeliydik, diyen kısa bir mesaj telefonda,
sonunda koyu ve parlak mavi bir kalp olan.
Gülümsüyorum. Uzun konuşmayı eve dönüşüme saklıyorum.
Önce O, bulunduğu anda kendimi bulduğum feribottan arıyor. Sonra... Ben O'nun uzo ve mezeli masasındaki keyfine, masanın öte tarafındaki bir görünmez olarak kadehimi kaldırıyor,
ve yine hayranlıkla, gülümseyerek, gözlerimle konuşarak ve bayılarak izliyorum O'nu.
21 Eylül 2024 Cumartesi
Gökyüzünden Düğün-Final
***
Son karardan bir önceki karar olarak da kardeşe devam etmesini, benim durumun iyi olmadığını ve gelemeyeceğimi söylüyorum.
Gençler coşkulu, neşeler alkış kıyamet, sokak sokak olalı görmemişti böyle bir felâket. Elbette daha coşkulu düğünler olmuştu, üstelik bu sokak ve yollar oluşmamış, koskocaman ve yekpare bahçemizin ve sıra sıra meyva ağaçlarımızın altına masalar kurup, ışıklarla donatıp kalabalık sünnet düğünleri yapmıştık el ele verip... Coğrafyanın o hali bozulmasa bu düğün bambaşka masallara konu olup bugün magazin basınında çarşaf çarşaf yayınlanıyor olurdu, kesin.
Kayınvalideler ve kayınpederler kısmı ve artık atılacak imzalarla akraba olacak iki tarafın aile büyükleri kulübe doğru yola çıkmak üzere araçlara geçiyorlar. Ve konvoy gelin evinden ayrılıyor. Ben kararsız... Grip fena, ama bir yandan da bu düğün için İstanbul'dan kalkıp, tam takım gelen kuzenleri, eşlerini düşünüyorum.
Üstelik de tehdit devam ediyor. İkiliyi pusuda görüyorum. Ve sürekli istihbaratla ilişki halindeyim. Uzaylı dostlarla işbirliği devam ediyor ve kimsenin elinde kim oldukları, hangi gezegenden oldukları konusunda somut bir bilgi yok. Üstelik kendilerinden emin halleri beni çaresiz bırakmanın yanında ürkütüyor da... O bakışlar ve doğrudan ve manalı bir şekilde gözüme bakan gülüşler çok kendinden emin ve pek de hayra alamet değiller.
Gelin arabası gelinin arabası, sürücüsü ise abi. Sade ve çok hoş süslendi ve bence de şahane oldu.
Ve konvoy davullar eşliğinde binadan ayrılıyor.
O sırada son kararımı veriyorum. Kıyamıyorum ve işimi yarım bırakmayıp tamamlamak istiyorum; kardeşi arıyorum, ve geliyorum diyorum. O ana yolda, Tırtıl'la ve beni bekliyor, bir de ilk kez gördüğüm bir genç kız var arabada. Üç harfliye kuruluyorum. Kurulmamla birlikte kaptan uçuş moduna geçiyor.
Artık Yelken Kulüp'deyiz.
İki genç ve güzel hanımefendi.
İki arkadaş mı yoksa anne kızlar mı?
Fotoğraflarını çekiyorum.
Ve onlardan birini bu yazıya yerleştiriyorum.
Okurları çok merak ettirmeyerek de hemen yanıtı veriyorum. Evet anne ve kızı. Gelinimiz demeyi sevmiyorum, o da bizim kızımız ve biricik Teo'muzun pek tatlı, pek güzel annesi.
Ve bir anneanne, genç ve hoş.
Ve tören başlıyor, şahitler yerlerini alıyorlar.
Gençlerin arkadaşları...
İmzalar atılıyor, hemen girişteki iki yaylı ve yan flütten gelen enfes müzikler şırıl şırıl akıyor, yer deniz gök bakır oluyor, coşku tavandayken ayaklar yere basıyor ve artık evli çiftimiz ilk danslarını yapıyorlar. Bu satırların yazarı ise ayağa ilk kimin bastığını bilmiyor, bu tür şeyleri de merak etmiyor, çünkü henüz ilişki resmiyet kazanmamışken damadın kendisinden çok çekindiğini biliyor... du!
Ve bu uzaylı, sonrasında birden yok oldu ortalıktan, bir duman bulutu kapladı ortalığı önce, yok olunca da sonrasında duman; geride hiç bir iz kalmadı. Ancak hâlâ tetikteyiz. Kimlerdendir, uzayın hangi bölgesindendirler meraktayız. Silahlarını yanına almamış sanıyorum.
Endişeliyiz!
Deniz yolunu kullanmadıkları ise kesin...
16 Eylül 2024 Pazartesi
Gökyüzünden Düğün
Reji'de kod adı BRNS var. Çekimlerin neredeyse tümünü gökyüzünden yapmayı planlıyor. Ancak anlık gelişmelere göre yerde de varız. Ve iki aşamalı, dolayısı ile iki farklı alanda hazır olmak durumundayız. Kendimizi fark ettirmeyeceğiz ve neredeyse tüm çekimlerimiz habersiz olacak. Bazı eski ve özel arkadaşlara, gelin ve damada imtiyaz göstermemizse muhtemel!
Ve Gelin, kuaför ve benzeri işlerin ardından binamıza giriş yapıyor. Ve nedimesi ile yürürken ve onlar farkında değilken küçük dayı katından ve BRNS'nin makinesinden ilk klik sesi geliyor. Bu bir kıyak çünkü tüm bu yayının sorumlusu kişideki yeri çok özel bir yeğen kendisi.
Onlar anne katında son hazırlıkları yapıyorlarken BRNS kendi katında ve binanın giriş kapısı tarafındaki balkonda. Yeğen için bir fotoğraf ânı kurguluyor kafasında, bulunduğu açı hayallerindeki fotoğraflar için çok uygun, gerektiğinde istediği açıdan zoom kullanabileceği için de memnun. Tüm bunlara konsantre olmuşken bir anda bahçe duvarının üzerinde oturmuş bir kadın ve bir çocuk görüyor. Çocuğun bakışı dünyalılara benzemiyor ve gözlerin verdiği mesaj ürkütücü. Üstelik önlerinden gelip geçenlerin onları fark edemediğini anlıyor. Birtek BRNS'ye görünüyorlar.
BRNS bu özel günde ve insanların neşeleri zirve olmuşken tat kaçırmak da istemiyor ve sadece kendisinin görebildiği bu ikiliyi, onları tedirgin etmeyecek şekilde gözünden ırak tutmamaya da çalışıyor.
O sırada bir alt katında ve yan dairenin balkonunda kendisini izlemekte olan Pera ile göz göze geliyor. Pera'nın avukat annesi ve babası çok tatlı iki genç. Henüz nişanlı iken boş dairelerden birini tutmak istemişlerdi ama çekingenlerdi ve referans isteyeceğimi düşünmüşlerdi, oysa ben ikisini de çok sevmiştim ve indirim taleplerine bile itiraz etmemiştim. Sonra çok güzel bir şey oldu, biz üç kardeş öndeki binada otururken, bu bina biter bitmez buraya taşınmıştık, çünkü burası imar uygulamalarından önce ve ortam bağ bahçe iken ilk evimizin olduğu parseldi. Pera da son biten ve taşındığımız bu yeni kostümlü binamızın dünyaya merhaba diyen ilk bebeği olmuştu.
Biraz kaynattıktan sonra Pera ile, kafamı eski noktaya çeviriyorum ve ürküyorum. Az önceki ikili anında görünmez olmuşlar ve ürküntüm artmakla kalmıyor, onları göremeyen, henüz varlıklarından haberdar olmayan diğer konuklar için endişe duymaya başlıyorum.
O ara bahçe kapısına bakınca ve gökyüzünden vazgeçip bahçeye dönünce içim rahatlıyor; Teo emin ellerde. Kendisi erkek yeğenim ve pek tatlı gelinimizin eseri, sanırım beşinci jenerasyonun ilk bebesi, anne tarafından Galatasaray'lı, onun anne kucağındayken henüz, ilk forma takımlarını almak Fenerbahçeli olan benim için de büyük keyif olmuştu. Şu an onla ilgilenen çift ise en sevdiğimiz dostlardan ki abinin silahı sağlamdır. İçim rahatlıyor. Fakat o ikiliyi göz altında tutamadığım anlarda içim asla rahat değil. Uzayda insan, özellikle kayıp bebe aramak zor iş; garip varlıklar, önce ikna edip görünür olmalarını sağlamak gerek, sonra da uzun soluklu bir pazarlık söz konusu.
Ve huzurlarınızda süperstarımız. Pek tatlı bir insandır kendisi. Gelin arabasının kapısını kitleyip anahtarı alırsa şaşırtmaz. Sonuçta gelin arabasının önünü kesmek, kapısını kilitlemek de mübahtır. Dünya tatlısıdır, kalbi de pırıl pırıldır. Görüldüğü üzere uzayda konuşlanmış, herkese görünmeyen kameramızı da ıskalamamıştır.
Ayrılmaz ve uzun soluklu dostlukların güzel ortaklarını kaydetmeden olmazdı. İyi ki bu önemli günde de varlar, bu kez gökyüzünden rica ediyoruz: Bizimkileri yukarı için uyarsak ve baksalar sizin için bir sakıncası var mı acaba, diye soruyoruz. "Aslında sizin dünyanız ve bizim dünyamız şu an dönerek birbirlerinden uzaklaşıyorlar, o halde biz hız keser, sizin pozunuz tamamlanıp fotoğraf çekilene kadar bekleriz," diyorlar ve el frenlerini çekip dönme eylemine ara veriyorlar. Bir kaç dakikalık bu durağanlıktan iyi yararlanıyor ve sonuçta fotoğrafı çekmeyi başarıyor ve elbette teşekkürlerimizi de hepimiz adına uzaylı dostlara iletiyoruz. Ve bu ortaklaşma uzaydaki bu güzel insanların çok hoşuna gidiyor; alkış sesleri ve çiftimize mutluluk dilekleri bulunduğumuz bahçeye kadar ulaşıyor.
*Yazı başlığı National Geographic'in Gökyüzünden Avrupa adlı belgeselinden esinlenerek kullanılmıştır!
*Yıl 2008, Bir Naz Hikayesi
11 Eylül 2024 Çarşamba
Mireille Mathieu'yu Hatırlayanlar Parmak Kaldırsın
Epeyi Epeyi Geçmişten İki An
Yaş 16 -17
*
Blogdaki Bazı Yazılardan Alıntılar
...
Aslında o gün orada başka kimsenin fark etmediği duyguların savaşı yapılıyordu. Herkesi donduran bir öfkenin rüzgârıyla bas bas bağırıyorduk, boynuzlarını bilemiş iki keçi gibi... Çok hakim olduğumuz literatürün bütün klişelerini mitralyöz mermileri gibi saplıyorduk birbirimize; delik deşik olup oluk oluk kanlar aksın diye... Kimse bilemedi bizi ayırırken kavganın aslını... Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün Neyleyim Ben, kıpkırmızı ve kan ter içindeki yüzüyle, bu ideolojik tartışmanın hırsından ağlıyormuş gibi giderken kuyruğunu dik tutma gayretinde; ben kantinin en ücrasında, üst kata çıkan dip merdivenin boşluğunda ağlıyordum. Aradaydım. Yaşamımın sonraki hiç bir döneminde bir kez bile tekrarı olmayacak şekilde hem de.
Tıfıl çağların okullu aşklarından birinde, bir sinema salonunda, ellerinizdeki sıcak sanki yüreği gibidir. Yoksa çalan şarkı mıdır, tetik tetik vuran bütün hücrelerinizi; ''Ne yaparım ben şimdi,'' dediğinde Asya...
Filmin her karesinin kendi ruhunuzda açtığı ufuklara teslim, aynı patlamış mısırı aynı kola ile pay edersiniz. Taraf olursunuz yalın sevgiden yana, emeğin tarafında... İstemezsiniz iyinin kaybetmesini, sızlasa da içiniz; ''Seninim işte! Alıp beni götürsene,'' dediğinde Asya...
Lise sondayım, karma bir sınıf, eski sınıfımdan arkadaşlarımın yanı sıra diğer sınıflardan gelen artıklarla oluşturulmuş ve okulu bezdirmiş ve şunlardan bir kurtulsak kategorisinde zirve olmuş bir sınıf. Cam kenarındaki sıraların en önünde oturan iki kız var ve ikisi de Ayşe ve ikisi de çok hoş. Koridor tarafındaki sıklıkla geri dönüp benim olduğum yere bakıyor. Boy bos onda ve şahane bir esmer. Lakin ben onun yanında oturan kızla daha ilgiliyim. Saç kesiminin yanı sıra botlarının bağlanmamış bağcıkları ve kafasına göre takılma şekli hoşuma gidiyor. Saçların kesimi ise Mireille Mathieu... Öyle yakışıyor ki tenine, bedenine.
Ve 75-76 yıllarının popüler kırkbeşliği pikapta sürekli dönerken, kanepeye uzanmış ben avizelerin yansıttığı ışıkların tavandaki yansımalarında yok oluyorum.
9 Eylül 2024 Pazartesi
Bence Kaçmaz... Kaçırılmamalı
Ve sonunda başladı.
Aman Allahım!
Daha 11-12 yaşlarındayken ve sadece Sovyetler Birliği, bazen de hava koşullarına göre çok net olmamakla birlikte yine bazı yabancı kanallar izlenebiliyorkenki yıllarda, televizyon yönetmeni ve programcısı hayalleri ve heyecanları tavan olan, biraz büyüyünce elinde kamerası ile olur olmadık kayıtlar yapan bir hayalci olarak televizyon ekranına güler yüzlü bir hevesle bakarken, birden hüüüpppp diye çekiliyor, resmen ekrandan geçip büyülü camın içinde yok oluyorum.
Keyiften öldüm çoktan!
Hatta hem öldüm hem de bayım bayım bayılıyorum. Abiler ablalar diye boyunlarına sarılıyorum ve bunu nasıl hayal edip de hayata geçirdiniz diye yakaladığımı sarılıp öpüyorum.
Kaçırmayın derim Sevgili Dostlar. Ömrünüzün hiç bir evresinde gidemeyeceğiniz, gitseniz bile o açılardan göremeyeceğiniz dağlar tepeler, vadiler, muhteşem yapılar, göller, denizler ve şehirler burada. Televizyon ekranından bir tuşu tıklayarak ulaşmak kadar yakınınızda. İhtiyacınız olan tek şey National Geographic izleyebiliyor olmanız. Hayatınızın yolculuklarını bedava yapacağınız kesin. Bayılacağınızı, bayılmazsanız da benim kellemi uçurabileceğinizi garanti ederim.
Hatta benim yaptığımı yapın, bir yandan ekranda bir seyyah gibi yok olmuşken, fotoğraflar çekmeyi de ihmal etmeyin.
Öyle güzel açılar, öyle güzel çekimlerle dolaşacaksınız ki Avrupa'yı... Ve hatta evet ben de gidebilirim, gittim, gideceğim ama bunların pek çoğunu ne yapsam ne etsem de bu çapta görmedim göremeyeceğim diyeceksiniz. Ve muhtemelen bir sonraki yolculuğunuz için notlar alacaksınız.
Yani Sevgili Blogdaşlar, kanalı izleyebiliyorsanız kaçırmayın. Olası bir Avrupa gezisi planladığınızda, o planlara katkı verecek en iyi reçeteler bu kanalda ve tadımlık fotoğraflar koyduğum Gökyüzünden Avrupa adlı enfes belgeselde...
İyi seyirler!
Ve isteğe bağlı olarak, güzel serinletilmiş, fiyat kalite oranı şahane bir beyaz olan Kavaklıdere-Leyla'nın bu yolculuklarınıza, işsiz güçsüz bir akşam sakinliğinde, ufak yudumlar halinde ve zamana yayılmış tek bir kadeh olmak kaydıyla muhteşem bir eşlikçi olabileceğinin de altını çizmek isterim!
Ben alkolsüzüm deniyorsa da... İyi soğutulmuş, bir kaç buz atılmış, bir yuvarlak dilim limon ilave edilmiş kola da olabilir...
*Fotoğraflar televizyon ekranından, görüntü ebatları ekrana 2, 2.5 metre uzaktan ölçülü zumlarla makinede biçimlendirilerek, Nikon D5300 ile çekilmiştir.