8 Mayıs 2025 Perşembe

BİR Günlüğü 28- SARIŞIN

Gün batıyor, geceye adımları yorgun. Çalışma masamdan denize bakıyorum. Bir sis çöküyor, bence enfes bir an. O sırada çalışma masamdan kalkıp mutfağa geçiyorum. Sis iyice kendini hissettiriyor. Ama enfes bir görüntü daha var, güneş batıda ve bulunduğu yerde olmaktan mutlu. Sisin gücü onun varlığını yok etmeye yetmiyor. Bu kadar parlak ve bu kadar yakınımda ve bu kadar kocaman halini bu yaşıma kadar görmemiştim, o nedenle şaşkınlığım devam ediyor.

Kahve makinemin altındaki cam demliği önceden alıyorum, yerine kahve kupamı koyuyorum. Çünkü kahveyi yoğun bi dem için beş dakika daha filtrenin içinde bekletiyorum sonra süzgecinin altındaki kısmı bıçak ile dürterek yükseltiyorum; kupam musluğun altında ve görev için hazır, kahveyi bekliyor ve o sırada kahve makinesinin tabanındaki sıcaklıktan yararlanıyor! Her görev senkronize bir biçimde tamamlandı ve kahvem kupama akmayı tamamlıyor.

Burnuma gelen koku kıvamlı. Kruvasan, anne kurabiyesi ve kahve. Bilgisayarın karşısındayım, tabak ve kahve çalışma masamın üzerinde. Bi yandan bloglara göz atıyorum bi yandan da denize.

Bi gün önce,

midyecinin önündeyim,
onunla laflarken bi anda gözü benim arkamdaki bir noktaya bakıyor. Sanırım müşteri olduğunu düşündü. Sonra bana işaret ediyor ve arkama bakmamı söylüyor. Dönüyorum, son model bi Audi Suv; siyah, pırıl pırıl. Direksiyonda bir sarışın, bana bakıyor; önce uyanamıyorum, sonra bir gülümseme bende;

şaşkınlığıma...

Ayak üstü iki laf ediyoruz. O ertesi gün için kahveye bekliyorum diyor.

Olur diyorum, sabah 9 için anlaşıyoruz.


Salona açık mutfağımdayım, balkona çıkıyorum, manzara ve sis biraz daha çoğalmış. Bu bir fırsat, salonun sunduğu açılar iki nokta açısından da şahane. Üst üste üç poz çekiyorum.

Enn sevdiğim kadın arıyor... yoksa ben mi arıyorum emin değilim. Durumu onla paylaşıyorum. Sis hâlâ muhteşem, dışarı çıksam mı diye düşünürken bu arzumu O'na açıklıyor muyum, yoksa O'mu öneriyor şu an bilmiyorum. Denizin kıyısındayım, sis geceye olağanüstü bi güzellikle katkı veriyor. Kendimi yürüyüş yoluna atıyorum. Sis ve hava çok keyifli, tadını çıkarıyorum; adımlarım yavaş....

Son yazı, BİR Günlüğü- 29 hazır, bu anlamda rahatım. Uzun yıllar önceden bugüne varan, sanki senaryosu ortak yazılmış bir film tadı alıyorum ondan.


Sisler içinde yürümek keyif veriyor, zihnimdeki bazı sisleri üfleyerek bir aydınlanma da yaşatıyor. Zaman tünelinden su gibi aktığımı hissediyorum... ve bi çok farklı zamana konuk oluyorum.

Bi an yazıyı biraz daha uzatsam mı diye düşünüyorum. Sonra bundan vazgeçiyorum. Eve iyice yaklaşıyorum, iki lafın belini de midyeci ile kırıyorum, iyi akşamlar diliyorum...

Ve penceremin önündeyim. Özellikle son fotoğrafa bayılmış durumdayım, etraftaki binaları fotoğrafa özellikle koymuyor, sansürlüyorum. Bu koca alanın çok katlı binaların olmadığı, ekilip biçilen, çeşit çeşit meyva ağaçları olan zamanlarını ve tıfılca ama çok keyifli, çocuk, genç arası hallerimizin tadını ve partilerimizi, yaz aşklarımızı, komşumuz kampa gelen kızlarla hemen kaynaşmamızı ve ilk kez duyduğum bir meyva suyu markasına bir harf eklenerek oluşturulmuş bi adı unutmayışımı düşünüyorum...

6 Mayıs 2025 Salı

BİR Günlüğü 27- BİR KALA

Deniz mutedil. Kıyıya vuran dalga yok. Usul bir müzik eşliğinde sanki, evet sanki, bir başına sallanıyor enfes bir mavilik. Güneş pencereden içeri girip kitaplığın bir kısmına vuruyor sadece. Diğer rafların engeli, kapalı olan jaluzi. Sol yandaki pencerenin jaluzileri ise tepesine kadar açık. Bir karga geldi ve karşı binanın çatısını çerçeveleyen çıkıntının en uç köşesine kondu. Bir süre etrafa baktı, sonra o yükseklikten aşağı doğru serbest dalışını gerçekleştirdi. Bense henüz yazıya nereden girsem, ne yazsam diye düşünmekteyim. Babamın ağaçlarının altından ve denizin kıyısından bir kadın köpeği ile birlikte yürüyor. Henüz sabahın koşucuları görünmüş değiller. Sıcak bir gün olacağı mutlak, lakin ben yazıya nereden girsem, ne anlatsam hâlâ bilmiyorum şu an. Kafamda bir döngü, serinin son yazısına ise bundan sonra bir var. Onu da aşarsam özgürüm. Şu an üzerimde bir baskı var, evet. Bu yazıyı nereye bağlayacağımı da bilmiyorum. Saat 06:49, zihnim çalışıyor, aklım son yazıya bir selam çakıyor. Şimdi gülümsüyorum, çünkü o çok eski bir yazı ve çoktan hazır, tek bir kelimesine bile müdahale etmeyeceğim ve bence bu çok eski yazı iyi bir final olacak bu seri için. Bir de bonusu olabilir!

Bir serçe çatıdaki malikânelerinden çıkıp Fransız balkonun jaluzisinin açık olan sol tarafındaki korkuluğun üzerine kondu. Şöyle bir etrafa, daha çok da denize bakıp üzerine vuran güneşin sıcaklığından uzaklaştı; dikey bir uçuşla ve bir kaç kanat çırpışıyla yükseldi ve çatıdaki odasına girdi.

Deniz daha önce hiç duyulmamış enfes bir senfoni gibi; mutedil, ufak salınımlar halinde dans ediyor. Yürüyüşü spor kategorisine taşımış bir kaç kişi görünür olmaya başlıyorlar. Sabah koşucuları hâlâ görünmediler. Araba geçişi çok az. Saat 06:59, sahilin uyanmasına da az kaldı.

Yürüyüşçüler çoğalmaya başladılar sanki. İki yönlü hareketlenme fena değil. Otomobiller henüz görünmüyorlar. Muhtemelen duşlar alınacak, iş kıyafetleri giyinilecek ve sonrasında gittikçe yoğunlaşan insan sayısının yerini, otomobiller alacaklar. Kumsalın bitimindeki yürüyüş yolu spor kıyafetlerini giymiş katılımcılarla çoğalıyor. An itibari ile tartan koşu parkurundan geçen olmadı.


Kendime bir kahve yapsam mı diye düşünmekle birlikte hemen de şımarma diyorum kendime. Koşu parkurundan ilk geçecek olanı bekliyorum, aynı zamanda bisiklet yolundan. İki kadın kollarını ritmik bir şekilde sallamakla görevlendirmişler sanki; aynı zamanda yoğun bir sohbet halindeler...

Güneş bugün yakıcı olabilir. Ve ilk bisikletli parkurdan geçiyor şu an. Denizin salınımları çok ama çok sakin ve huzurlu. Yine bir koşucu yürüyüş yolunda. Kendi dünyama dönebilirim. Final yazımın son düzeltmelerini yapabilirim. Bununla son yazı arasındaki 28'inci için yeni bir konu bulup, seriye onlarla devam etmem gerekecek gibi.

Parkurlar sakinleşti, şu an bana inatla üçü kadın beş kişi yürüyüş adımları ile geçiyorlar. Parkurlar ritmini buldu, konudan ayrılabilirim. Ben genelde bir konudan ayrıldığımda tıkanmışsam ve başka meşgale bulamazsam durup, şöyle denize bakar, o sırada bir karga penceremin dibinden paralel geçer ve ben enn sevdiğim kadını düşünmeye başlarım. Suratıma da anında bir gülümseme bağdaş kurar. Bağdaş beni izler, bense andan kopar ve enn sevdiğim kadını zihnimden akan bir film gibi izlemeye başlarım. Ellerim klavyededir. Konsantreyimdir lakin benden bağımsız takılan yüzümde her seferinde enfes bir gülümsemeyi de yakalarım. Bu arada sabaha helâl olsun, ne yazacağım diye düşünürken kapılmış gitmişim ve bayağı da yazmışım. İyi oldu be... Sıyrıldım aradan ve yazdım işte.

Ama denizin salınımları ve mavisi gerçekten muhteşem, güneşin denize dokunuşları da... Saat 07:21, birazdan, daha doğrusu işyerleri açıldıkdan sonra evden çıksam, markete gitsem, bir küçük süt ve esmer şeker alsam ve uzun zaman sonra sütlü şekerli bir filtre kahve yapsam nasıl olur acaba? Hımmmm... kruvasan da alsan ya Buraneros bey, diyor iç seslerimden biri, dinlesem mi acaba?! Gülümsememde hâlâ enn sevdiğim kadın... Sol kolumun eli çenemde, dirseğim masanın üzerinde yüzümde hâlâ enfess bir gülümseme... yoksa ben, yani ben çok mu aşığım birine... Yoksa bugüne kadar ve sürekli... çok mu inkâr ediyorum acaba kendimi?

O pazar günü akşamüstü bi festivalden döndü, üstelik enfes bi kasabanın coğrafyasından. Telefonda uzun uzun konuştuk, ben süreç boyunca kendimi hep orada hissettim. O anlatıyor bense onu dinlerken bulunduğu tüm mekânların içinde buluyorum kendimi; gözlerimi bantlasalar, beni uzun ve dolambaçlı yollardan geçirseler ve o coğrafyada rastgele bir noktaya bıraksalar, yine de bir taşını bile tanıyacak kadar bildiğim bir coğrafya. Ama yaşadıklarını ve festivali ve insanlarla iletişimini onun dilinden görmek, onun dilinden dinlemek muhteşem ötesi bir şey... Ve ayrıca aklına koyduğunu hiç yüksünmeden hayata geçirmesi, keyfin dibini kazıma becerisi ise çok alkışlık. Ve nedense, ben...

yani ben...

ben yani...

O'nu gerçekten,

yürekten,

ama çok yürekten,

seviyorum.

5 Mayıs 2025 Pazartesi

BİR Günlüğü 26- KARAR

Muhteşem bir gün, güneş bas bas bahar bağırıyor. İnanmamak elde değil. Bir helikopter tepemden geçiyor. Bakmadan söyleyebilirim ki askeri. Şaşırmayın! Bu coğrafyada kimseler yokken biz vardık. Ve o helikopterlerler göz hizamızdan yükselir, bizim evin neredeyse pencere düzeyinden geçer, denize doğru uzar, sonra da sağa veya sola dönüp uçmaya devam ederlerdi. Selamlaşırdık dersem de gülmeyin. jandarma komandonun olduğu yere kadar üçü yazlıkçı olmak üzere biz vardık, yazın üç ayından sonra diğer 9 ay boyunca tek evdik. Denizi mirengi alırsak sol yanımızda Topraksu Kampı, sağ yanımızda da Meteoroloji Bölge Müdürlüğü vardı ki uzun süre yerlerindeydiler... Ta ki birileri iktidar olup da tüm kampların arazilerini yandaşlarına peşkeş çekene kadar. Şimdi yüksek yüksek binalar var ve artık o eski tat yok biz büyümüşler için, etraf kalabalık; deniz müstakilimizken artık herkesin.

Yazı iple çekerdik, çünkü kamptaki müziği Selçuk Abi belirler ve düzenlerdi, onun cihazları muhteşemdi. Selçuk abi beni çok severdi, ben de onu; aşağıya linkini bırakacağım yazıyı yazacak kadar çok. Blogdaşlarımın bir çoğu bilirler, bilmeyenleri de merak ediyorlarsa eğer linke alalım lütfen; çünkü tanışacakları adam sıradan bir müzisyen değildir!


BİR Günlükleri'ni bitirmeme üç kaldı. iki yazı sonrasındaki yazım taze bir yazı olmayacak, çünkü olağanüstü bir geceyi anlatacak. Yaşanmışlığının ve yazılmışlığının üzerinden çok uzun yıllar geçmiş O yazıyı yazanın ben olduğuma bir türlü inanamadım; daha doğrusu zihnimde kalanın bir yazı olduğuna... Efsane bir an yaşamıştım, gerçek miydi yoksa bir rüyanın içinde kaybolmuş muydum?

Oysa bir bunalmışlık ânı içindeki karşının talebiyle bir araya gelinmiş, sözlerin sözleri açtığı, okulu asmış afacan gençler tadında, enfes bir dertleşme anıydı. Tüm bunlara rağmen yine de başka, bambaşka bir şeydi diyorum yaşanan.

Rüya desem rüya değildi,

Hayal desem hayal de değildi.


Üzerinden onca yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ tanımlayamadığım başka bir boyuttu ve başka bir tattı paylaşılan an, daha ötesi, gerçek miydi?

Şu an bile her bir dakikası cümle ve kelime olarak geçmiyor zihnimden, bir film gibi akıyor sanki gözlerimden.

Sakın abarttığımı düşünmeyin, yayınladığımda aynı etkiyi alır mı okuyucu bilmem ama benim için bambaşka bir tattı ve öyle de kalacak. Ve yanlış anlaşılmasını da istemem yazının, ve karakterlerinin! Aşk var mıydı bilmiyorum ve yıllardır da yaşanana bir ad koyamıyorum. Bir rüya anıydı deyip işin içinden çıkıyorum.

İlk yazıyı serinin son yazısı olarak yayınladığımda, o gecenin devamı bir yazı için de bir link bırakacağım.

Ve ilginç bir şekilde o iki buluşmadan sonra; bir tek kez bile bir araya gelmediğimizin altını da çizerek!

Aslında bir cevabım var!

O gün de vardı...

Belki bir gün onu da yazarım...


Selçuk Abi, namı diğer TİMPA Selçuk

4 Mayıs 2025 Pazar

BİR Günlüğü 25- DEM

Uyanıyorum. Gün erken. Çalışma odama geçip masaya oturuyorum. Gün gözlerini kamaştırıyor. Enfes bir gün doğumu, güneş saklıdan göz kırpıyor. Süre kısıtlı, koşturmam gerek! Bir an vazgeçiyor gibi oluyorum, sonra elimi çabuk tutmam gerektiğini fark ediyorum. Üzerimi değiştirip makineye koşuyorum. Asansördeyim, telaşlı. Hızla çıkıyorum binadan. Gün hızla aydınlanıyor. Hedefe vardım ama istediğim rengi kaçırmış durumdayım. Her şey bir kaç saniye içinde değişti. Masama boş dönmek istemiyorum. Sabah soğuğu bıçak gibi. O halde iki poz... Çektim. İstediğim sonuç değil, eminim. Henüz fotoğraflara bakmadım. Yazıyı bitirene kadar da bakmayacağım. Gün taze. Bense nasıl bir gün olacağını merak ediyorum. Bira hâlâ gündemimde! Saat an itibariyle 05:06.

Son yazımı düşünüyorum.

Saat 05:58, çalışma masamdan denize bakıyorum. Pırıl pırıl bir mavi. Usulcacık dalgalar kumsala dokunuyor. Önce ışığını gönderen güneş ağır adımlarla varlığını da yükseltiyor. Martılar uyanmış, denize doğru uçuyorlar. Oysa ben güne dair planlar içinde değilim. Her şeyden uzak duruyorum ve tüm olabilecekleri güne bırakmış durumdayım. Gülümsüyorum, bu bir oyun. Birden oluştu ve gelip zihnime kondu. Giriş kısmen belli, buraya kadar yazdıklarımdan. Sonrasını çok merak ediyorum. Saat 06:06.

Ve ara!

Saat 07:19, Uyuyorum, kısa bir kestirme... Saat 08:30, tansiyon ilaç vakti, içiyorum. Ve duştayım... Şimdi yazmaya ara verip dışarı çıkıyorum, o süreçte durumu netleştirip seçtiklerimle klavyenin başına geri dönmeyi düşünüyorum.

Bir planım var. Şu an dışarıdayım, sahil kalabalıklaşmaya başlıyor, bizim kızlar sabah sporunda, iki lafın beli kırılıyor. Beraber büyüdük, abla olanla aynı lisede okuduk. Sahil kalabalıklaşmaya devam ediyor.

Henüz kahvaltı etmedim ve kahve içmedim. Güneş pırıl pırıl, deniz masmavi. Spor yapan insanlar yürüyüşte, adımlar hızlı. Dalgalar mutedil. Kahvemin yanına bir şey gerekli, seçenekler arasında kararsızım. Fikrim kafamı karıştırabilir, burada bu pastanede oturup da yesek diyebilir... O nedenle kararlılığımı fikrime altını çizerek ve direnerek göstermem gerekiyor.

Saat 10:58, pastanedeyim; "Bir kruvasan bir de anne kurabiyesi lütfen." Onlar sırt çantamda, o halde fırına, "İki ekmek lütfen."

Saat 11:50, filtre kahvem kahve makinesinde hazırlanıyor, kruvasanım ve anne kurabiyem tabakta ve çalışma masamın üzerinde, kahve ben hazırım diye sesleniyor ve şekersiz, o da masada yerini alıyor...

Kaloriferi kapatıyorum. Yaz geldi hoş geldi sanki; oysa enfes bir bahar. Bir kaç günkü havaya inat, birazdan kendimi dışarı atmayı düşünüyorum. Saat 13:56. Bu satırları yazıyorken tam da burada ara veriyorum. Henüz bira meselesini netleştiremedim. Bizim balkonda denize selam çakarak mı içsem, yoksa mekânda mı takılsam?

Diye düşünürken birden keskin bir kararla dışarı çıkıyorum. Hava enfes, bir kumar oynuyorum. Uzun bir yürüyüş yapacağım ve muhtemelen çok tanıdıkla karşılacağım ve belki çok aklıma yatan biriyle bir mekânda oturup akarsular gibi konuşurken dünden ve bugünden; şişelerin dibini bulacağım!

14:28, Ortalık cıvıl cıvıl. Güneşe susamışlık var sanki. Şehirde kimse kalmamış da hepsi buraya akmış sanki. Midyeci ile sohbetteyiz. Oğlu yolun öte tarafında, insan selinin arasında miss gibi çamların altında, sürekli "Midye... taze midye," diye anons da. Selam çakıp batı yönüne doğru yürüyorum. Masalar kurulmuş, çocuklar top peşinde. Zihnimde bira, az önce Kozmoz'un önünden geçiyorum, takılmıyorum. Etrafa göz atarak epeyi yürüyorum, mıntıka bizim, şehirden gelenler bizden değildir. Bir mekânda takılma fikrimden vazgeçtim. Elbette o bira içilecek! Dönüşte sahilden ayrılıyor kadim marketimize selamı çakıyorum. Saat 16:50, "Bir Bomonti Filtresiz lütfen," "Bir paket de Kaju..."

Onlar sırt çantama... ve birlikte eve doğru...


Balkondan vazgeçiyorum. Çalışma odamda ve klavyenin tuşlarındayım. Arada bir denize göz atıyor olsam da bu yazıyı bitiriyorum. Şişemde hâlâ biram var, çünkü yazarken çok az içtim. Şimdiyse keyif zamanı, şu yaşamdaki en sevdiğim anlardan biri; sanki yazan ben değilmişim de bir okurmuşum gibi yazıyı baştan sona okumak.

Hoşuma giderse bir daha okumak!

Sonra bir daha...

3 Mayıs 2025 Cumartesi

BİR Günlüğü 24- BAHAR

Sabah uyanıyorum. Gün erken. Çalışma masamdan güne bakıyorum.

Gülümsüyorum,

çünkü eski yazılarımdan bir kaçını okudum. 2008 ve 2009'dan... İçimden bir ses sürekli dürtüklüyordu, bunlardan birini seçip yayınlasana diye... İstekli olduğumu fark ettim, kendimle bir savaş haline geçtiğimi de gördüm,

gülümsedim.

Bir yanım bu konseptte olmalılar, yakışırlar diyor, fena halde gaz veriyordu. Ayakları yere basan diğer yanımsa boş vermem gerektiğinin altını çiziyordu. Ve aslında iki yanım da yanlış anlaşılmak istemiyordu. Evet o yazılardan en az biri BİR Günlükleri'nde olmalıydı. Dün akşamüstü hava soğuk ve güneşsizken, işi kapatıp dışarı atmıştım kendimi; önce köşedeki midyeci ile sohbet etmiş, sonra ağaçların fotoğrafını çekmek gelmişti içimden.

Verilen bir karar doğrultusunda ışığı da açılmıştı fikrin, ben fotoğraf için ağaçlara yürürken...

Seçeceğim yazı yıllar önce yayınladıklarımdandı,

uzunlardı ve romanımsı etiketi taşıyorlardı. Karakterleri ise muhteşemdi. Sanki ben daha önce bir başka yüzyılda bir başka hayat yaşamışım gibi hissettim yine, bunları ben mi yaşayıp yazdım diye düşünmedim bu kez ama başka bir zaman dilimine ait olduklarını düşünüyor ve ben mi yaşadım bunları girdabından da çıkamıyordum.

Tam bu iki farklı ben arasında karmaşalar yaşarken, telefonum çalmış ama ben salonda bıraktığım için duymamıştım. Mutfağa geçerken gördüm ve aradım.

Enn Sevdiğim Kadın,

epey lafladık, o şehir dışında... Bülent Ortaçgil ise şehrimizde, gitmemi önermişti. Kararsızdım. Ortaçgil geçmişimde vardı ama bugünümde ne kadar var bilmiyordum. Önce gitmeyi düşündüm, sonra bunun kendime bir dayatma olacağı kararını verdim. O burada olsa kesin giderdim. Bu düşünceler içinde uzun bir yürüyüş yaptım. Gülümsedim. Ve hep önlerinden geçtiğim ağaçların fotoğraflarını çektim. O sırada iki lafın belini de kırdık kankalarımla...


Uzun yürüyüşün dönüşündeyim. Fikrimin seçenekleri bol, içinden ayıklama yapmakla meşgul. Kozmoz'da oturup kraft bira içme fikri baskın. Bira alsam ve evde içsem fikri sürekli kafasını uzatıyor. Hatta şimdi kalabalıktır orası deyip beni yoldan çıkarmaya çalışıyor. Görüyorum ki Kozmoz dolu ve gençler gümbür gümbür, benim aradığımsa sessizlik; usul bira yudumları, denizle laf alışverişi ve tüm bu süreçleri yaşarken de kafamdan geçip gülümseme yaratan bazı fikirleri hayata geçirme planları.

Ve an itibariyle dediğim ve istediğimse sessizlik...

ama koyu bir sessizlik değil!


Bira olayı yatıyor. Dönüş yolundayım, sahilden iç kesimlere yöneliyorum. Bir yerde bir şeyler atıştırma fikrindeyim. Işıklardan karşıya geçiyorum. Eve dönme fikri sürekli dürtüyor beni, bira'yı ise bugüne erteliyorum.

Son eylem olarak midyeci ile ayküstü sohbet, bugün işlerin durgunluğundan şikayetçi... ve eve varış.

Ve sonrasında ilk paragraftaki olayın gerçekleşmesi.

Ama bunlardan bir kaç dakika önce bir genç durduruyor beni. Telefonunu uzatıyor. Bir berberi arayacak ve ben konuşacağım, traş fiyatlarını sormamsa talebi. Gülüyorum, neden aramadığını soruyorum. Aldığım yanıttan anlıyorum ki sürekli berberi ve konuşmayı kendi yapmak istemiyor. Komik bir an. Diyorum ki yıkatmazsan 300 TL, ile 350 TL arası... Onun başka soruları da var ve benim aramam konusunda ısrarcı, muhtemel ki sürekli gittiği berber, çekinme ara diyorum, ve arıyor.

Şimdi istikametim eve doğru, midyeci ile biraz daha sohbet. Bira keyfini bugüne erteliyorum. Hava an itibarı ile İskandinav grisi, denizde sakinlik, yürüyüş yapan insanlar yok, erken uyanan bendeyse pazar keyfi hüküm sürmekte, hayatın uyanışına bir kaç saat daha var. An itibari ile kesin olan, bugün bira alemi yapılacak, belki tek şişe ile... Soru ise şu: Bu bir mekânda mı olacak yoksa bilgisayar açıkken onunla hayata dokunup, denizin enfes halini evden seyrederek mi götürülecek bira-lar?

Ama kesin olan şu ki: Sabah kurcalarken eski ve kıymetli anlara dönük bir yazımın altında gördüğüm Manga'nın Şehr-i Hüzün'ü, kesin  paylaşılacak ve albüm sabah keyfiyle dinlenecek ve belki de bu yazıdan, söz konusu o akşama bir link verilecek...

Belki ama!




30 Nisan 2025 Çarşamba

BİR Günlüğü 23- PİYANİST

Uzaktan gelen piyanonun tınıları sanki yolumuza ekmek parçaları bırakıyor. Ağına düşüreceğinden pek emin.

Hımmmm... Gabriadze Cafe!

Keyifli bir mekân.

Çağırıyor.



Ağa düşüyoruz. Dar sokağın iki yanındaki masalarda ağırlıkla şarap içen insanlar. Piyano muhteşem.

Ama piyanistimiz başka,

bambaşka.

Bütün sokağa çalıyor kendisi. Sokakta sokak ama!

Çok ama çok davetkâr.

Başka bir planınız olsa da kaçınılmaz bir karmaşa, direnen beyninizi alt etmek için elinden geleni yapıyor.

Allahtan son günümüz değil.
Hayalini kurduk bile!

Müzik eşliğinde sokağın sonuna gidip dönüyoruz. Bazıları restore edilen kutsal mekânlar, zarif. Kuklalara az kaldı. Şahane bir görüş alanına, bir bahçenin duvarına oturuyoruz. Bir kaç dakika var ve usul usul yerleşiyor insanlar. Fotoğraf makineleri hazır, eller deklanşörlerde. Kameralar kayıtta. Sağımız solumuz sağdıçlarla doluyor bir anda. Kızlı erkekli ve hepsi de birbirinden şık. Bir kaç yerde daha karşılaşacağımız üzere gelin-damatla birlikte geziyorlar. Fotoğrafçının doğru mekân seçimi ve şık bir pozla konuşlandırdığı çiftin fotoğrafını ise,


kaçırmıyor,

Enn sevdiğim fotoğrafçı!



28 Nisan 2025 Pazartesi

BİR Günlüğü 22- DÜŞ'E ALTYAZI

Dün alttaki yazıyı yerleştirdikten, gün ışırken fotoğrafladıktan ve yayına hazır hale getirip otomatik olarak yayınlanması için yayın saatini belirledikten sonra, bir anda, yayın saatine 10 dakika kala yayından çektim. O ana kadar tereddütsüzdüm. Taa ki içimdeki serinkanlı ve duygusuz ben müdahale edene kadar. Oysa çok kıymet verdiğim an'lar silsilesi ve süreçti, Düş'e Alt Yazılar'ı O'nun için yazıyordum ve muhteşem bir iletişim vardı aramızda. Üstelik de tüm günahları benim boynuma olan bir bitirmişlik.

Ve üstelik de bana hiç ama hiç yakışmayan bir tavırla!

Aradan yıllar geçtikten sonra bir yolculuk yaptım; sırf özür dilemek için sabah uçağı ile gidip akşam döndüğüm. Blogda Günahım Var Boyumdan Büyük başlıklı bir metin yazdığım...

Ve dün akşam netleştim, sanki yürek yemiştim, yaşadığım sürecin kıymetinin farkındaydım. 29. yazı ile bitecek bu konseptte 2008'de yazılmış o cümlelerim kesinlikle olmalı, dedim.




ARALIK 2008


adam sessiz bir tebessümle "Galiba," dedi...

kalktı yürüdü...

elleri tebessümde camın önünden dışarı baktı...

dün akşam gün batarken birer bacaklarını odun çıtırtılarının yanındaki kanapeye çekmiş yüz yüze otururken; sağ elinin dört parmağının usul bir temasla kavradığı boyunun kalp atışlarını duydu; avucundaki yanağın nefesini hissetti...

baş parmağı yanaktan kulağa doğru hareket ederken,

gideceği yeri bilen öpücüğü düşündü...

alev alev güldü.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP