Bir süre önce Efsane Gezi etiketiyle yazmaya başladığım serimin ilk bölümünde bir ânı şu cümlelerle yazmıştım: "Şimdi Cengiz'lerin yazlığın önündeyim. Güngör Teyze ve Tahsin Amca kapıdalar. Cengiz'in bagajlarını yerleştiriyoruz. İkimize de sarılıyorlar."
19 yaşında iki genç bir yola çıkacaklar. O çatışmalı, tekinsiz yıllarda üstelik! Kaç aile bu yaştaki çocuğunu -içindeki korkuları bastırarak- üstelik de otomobille uzun bir geziye salar. Hadi saldı diyelim, kim henüz taze ehliyetli bir başka genç çocuğun sürücülüğüne ve kişiliğine güvenerek oğlunu emanet eder?
Kapılarının önündeyim, arabayı geri geri onların arabanın yanına sokuyorum. Arkadaşımın bagajlarını yerleştiriyoruz. Yolculuğun heyecanı sabahın serini ile ittifak içinde; yol heyecanı paçalarımızdan itibaren bütün bedeni tutuşturmuş. Diken diken... Bir anne ve baba yan yana, garajdan eve geçilen kapının eşiğindeler. Biricik oğulları ve onun kadar sevdikleri çocuğu izliyorlar. Bir endişe ne kadar perdelenirse perdelensin sürücünün iliklerine ilmek ilmek işleniyor. Sürücü bunu hissediyor çünkü az önce benzerini kendi evinin önünde de yaşadı.
Bu iki genç adam biri yurt dışı olacak planlarının ilkindeler.
Yolun ve hayatın bilinmezlerinin tadına ve keşfine ilk kez kendilerine güvenenlerin sayesinde, kendi kullandıkları bir araçla, özgürlüğün o muhteşem tadıyla çıkacaklar. Bugünden bakınca bu an yaşamın gelecek yıllarına nasıl... ama nasıl kıymetli bir adım. Dünyaya bağımsız, sadece kendi kararlarıyla özgürce atılacak ilk adım.
Elbette birlikte çok seyahat yapıyoruz ama genelde bir iki günlük. Yolun tadını hep sevdik ama o biz, bu biz değildik: Direksiyon hep başkasının elindeydi ki uzun yollarda bu hep babalarımızdı ya da özellikle o ikisini tercih ettiğimiz, efsane otobüs firması Ulusoy'un amca yeğen şoförleri, Kaymakçı'lar idi.
Ne olursa olsun içinde hüzün ve kaygı barındıran bir andayız. Onların, anne ve babanın yüzlerine bakıyorum. İki evlat da ilk uçuşuna gönderilecek kuşlar gibi, ya da yürüdü yürüyecek evredeki emekliyen iki bebek.
Bu iki olgun, güzel yürekli insan tüm endişelerini yüzlerinden okusam da çocuklarımız bu hayata önemli bir adım atmalı, daha da büyümeli ve şu güzel gençliklerine bir çentik daha atmalı kararlığında; onları hayata atan bir eylemin gerekliliğine inanmış durumdalar. Biliyorlar ki ve tecrübeliler ki hayatın ötesi acılar başta olmak üzere engebeler ve kesintilerle dolu.
Ve yaş 19!
Bana sorsalar mesela bir tek yılı yeniden yaşayacaksın ve sonra öleceksin, diye; soru yirmi yaş ve sonrası gelseydi 19 derdim. Yirmide gelse, 14, 15, 16, 17, 19 der hiçbirinden vazgeçmezdim. İşte bu 19, sürecin zirvesine ulaşmanın önemli bir adımıydı.
Hiç unutulmayacak bir andır ben için: Güngör Teyze'nin bir anne duygusu ve şefkati ile bana sarılması ve bir ay planlanmış gezi boyunca duyacağı, belki gecelerin gündüzlere karışacağı endişelerin göze alınması, o şefkatli gülüşünden boncuk boncuk içime akıyordu. Tüm bu duygularının ama en çok da bana duyduğu güvenin tüm yönleriyle bedenime dokunması yüreğime değerken, gözlerime duygu damlaları sıralanıyordu.
Önceki akşam kız kardeşim arıyor. Güngör Teyze ölmüş, diyor.
Hiç ölmesin diyeceğim kadınlardan biri daha ölmüş.
Güngör Teyze ölmüş!
Çocukluğum bitiyor. Bir anda yaşlanıyorum. Onu en son gördüğüm an geliyor gözümün önüne: Hastalığından bir süre önce Oğuz'a uğruyorum. Teyzesi Dr.Oğuz'a uğramış. İlk anda anlamsızca, ilaç yazdırmaya gelmiş diye düşünüyorum, sonra telefonla halledeceği bir iş için neden gelsin, diyorum. Anlıyorum ki bir arkadaş toplantısından dönmekteymiş ve yeğenine uğramadan geçmemiş. Beni görünce nasıl bir ayağa kalkış, gülen, şefkatli bir yüz ve nasıl bir sarılmaydı ki unutulamaz. Yine muhteşem, sade ve asil bir şıklık; iki kişiye çok yakıştırdığım pileli bir etek, onunla çok uyumlu bir triko, zarif papuçlar, sade ama asil kesilmiş saçlar ve muhteşem bir sıcaklıkla daha bana sarılmadan önce beni kucaklayan, muhteşem bir gülüş.
Aslında bu yazıyı uzatmaya meylim çok ama yine bir melek olan Necmiye Teyze için yazdığım cümlelerin tekrarı ile bitireceğim.
Çünkü babam bu seyahatimin dönüşünden üç ay sonra öldüğünde, yıllar sonra annem öldüğünde, hep yanımda olan bu şahane kadın; bundan öte, zaman zaman yazılarımda fazlasıyla yer bulacak.
19 yaşında iki genç bir yola çıkacaklar. O çatışmalı, tekinsiz yıllarda üstelik! Kaç aile bu yaştaki çocuğunu -içindeki korkuları bastırarak- üstelik de otomobille uzun bir geziye salar. Hadi saldı diyelim, kim henüz taze ehliyetli bir başka genç çocuğun sürücülüğüne ve kişiliğine güvenerek oğlunu emanet eder?
Kapılarının önündeyim, arabayı geri geri onların arabanın yanına sokuyorum. Arkadaşımın bagajlarını yerleştiriyoruz. Yolculuğun heyecanı sabahın serini ile ittifak içinde; yol heyecanı paçalarımızdan itibaren bütün bedeni tutuşturmuş. Diken diken... Bir anne ve baba yan yana, garajdan eve geçilen kapının eşiğindeler. Biricik oğulları ve onun kadar sevdikleri çocuğu izliyorlar. Bir endişe ne kadar perdelenirse perdelensin sürücünün iliklerine ilmek ilmek işleniyor. Sürücü bunu hissediyor çünkü az önce benzerini kendi evinin önünde de yaşadı.
Bu iki genç adam biri yurt dışı olacak planlarının ilkindeler.
Yolun ve hayatın bilinmezlerinin tadına ve keşfine ilk kez kendilerine güvenenlerin sayesinde, kendi kullandıkları bir araçla, özgürlüğün o muhteşem tadıyla çıkacaklar. Bugünden bakınca bu an yaşamın gelecek yıllarına nasıl... ama nasıl kıymetli bir adım. Dünyaya bağımsız, sadece kendi kararlarıyla özgürce atılacak ilk adım.
Elbette birlikte çok seyahat yapıyoruz ama genelde bir iki günlük. Yolun tadını hep sevdik ama o biz, bu biz değildik: Direksiyon hep başkasının elindeydi ki uzun yollarda bu hep babalarımızdı ya da özellikle o ikisini tercih ettiğimiz, efsane otobüs firması Ulusoy'un amca yeğen şoförleri, Kaymakçı'lar idi.
Ne olursa olsun içinde hüzün ve kaygı barındıran bir andayız. Onların, anne ve babanın yüzlerine bakıyorum. İki evlat da ilk uçuşuna gönderilecek kuşlar gibi, ya da yürüdü yürüyecek evredeki emekliyen iki bebek.
Bu iki olgun, güzel yürekli insan tüm endişelerini yüzlerinden okusam da çocuklarımız bu hayata önemli bir adım atmalı, daha da büyümeli ve şu güzel gençliklerine bir çentik daha atmalı kararlığında; onları hayata atan bir eylemin gerekliliğine inanmış durumdalar. Biliyorlar ki ve tecrübeliler ki hayatın ötesi acılar başta olmak üzere engebeler ve kesintilerle dolu.
Ve yaş 19!
Bana sorsalar mesela bir tek yılı yeniden yaşayacaksın ve sonra öleceksin, diye; soru yirmi yaş ve sonrası gelseydi 19 derdim. Yirmide gelse, 14, 15, 16, 17, 19 der hiçbirinden vazgeçmezdim. İşte bu 19, sürecin zirvesine ulaşmanın önemli bir adımıydı.
Hiç unutulmayacak bir andır ben için: Güngör Teyze'nin bir anne duygusu ve şefkati ile bana sarılması ve bir ay planlanmış gezi boyunca duyacağı, belki gecelerin gündüzlere karışacağı endişelerin göze alınması, o şefkatli gülüşünden boncuk boncuk içime akıyordu. Tüm bu duygularının ama en çok da bana duyduğu güvenin tüm yönleriyle bedenime dokunması yüreğime değerken, gözlerime duygu damlaları sıralanıyordu.
Önceki akşam kız kardeşim arıyor. Güngör Teyze ölmüş, diyor.
Hiç ölmesin diyeceğim kadınlardan biri daha ölmüş.
Güngör Teyze ölmüş!
Çocukluğum bitiyor. Bir anda yaşlanıyorum. Onu en son gördüğüm an geliyor gözümün önüne: Hastalığından bir süre önce Oğuz'a uğruyorum. Teyzesi Dr.Oğuz'a uğramış. İlk anda anlamsızca, ilaç yazdırmaya gelmiş diye düşünüyorum, sonra telefonla halledeceği bir iş için neden gelsin, diyorum. Anlıyorum ki bir arkadaş toplantısından dönmekteymiş ve yeğenine uğramadan geçmemiş. Beni görünce nasıl bir ayağa kalkış, gülen, şefkatli bir yüz ve nasıl bir sarılmaydı ki unutulamaz. Yine muhteşem, sade ve asil bir şıklık; iki kişiye çok yakıştırdığım pileli bir etek, onunla çok uyumlu bir triko, zarif papuçlar, sade ama asil kesilmiş saçlar ve muhteşem bir sıcaklıkla daha bana sarılmadan önce beni kucaklayan, muhteşem bir gülüş.
Aslında bu yazıyı uzatmaya meylim çok ama yine bir melek olan Necmiye Teyze için yazdığım cümlelerin tekrarı ile bitireceğim.
Çünkü babam bu seyahatimin dönüşünden üç ay sonra öldüğünde, yıllar sonra annem öldüğünde, hep yanımda olan bu şahane kadın; bundan öte, zaman zaman yazılarımda fazlasıyla yer bulacak.
Dün akşam, gökyüzüne yükselen parlak kanatlar gördüyseniz...Sanmadınız!
Dün akşam gökyüzüne yükselen parlak kanatlar; bir meleğe aitti...Sessiz ve beyaz ışığı;
asaletindendi.Bedenini seçemediyseniz...
Zarafetindendi!