"Dokuz ölümün sorumlusu sadece İsrail mi?" diye soruyorum kendime ve hemen yanıtı yapıştırıyorum suratımın orta yerine... Aslında ne kadar basittir mantık, öyle dön dolaş sorgulamalara gerek yoktur çoğu zaman. Bakarsanız, görürsünüz. Önemli olan baktığınız yerdir.
Hangimiz çocuğumuzu riskini apaçık bildiğimiz bir yere yollarız ki?
Mesela, Güneydoğu'ya ya da diyelim daha uzağa, şu anki kargaşa nedeniyle ilk aklıma gelen Tayland gibi risk olan bir bölgeye gezmek için bile gitmek istese çocuğumuz, git der miyiz?
Belki bağrımıza taş basar, onun henüz öngöremediği risklerin korkusunu içimize gömer, genç heyecanlarına saygı duyarak ve kaygılarımızı açıklayarak git, gez deriz. Belki ama!
Olumsuz fakat öngörebildiğimiz sonuçla karşılaştığımızda da keşkelerimizle döveriz kendimizi... Sorumluluk altında ezilirken, bazılarımız suçu ötelere, başka nedenlere de atabiliriz. Ama en çok kendimizi suçlar, neden herşeye rağmen engel olmadığımıza, olamadığımıza yanarız.
Mesela itin kopuğun, tavuk keser gibi adam kestiği sokaklara gitmesine izin verir miyiz yavrularımızın? Mesela Mavi Marmara'nın gitmesine göz yumanlar, ondan siyasi bir medet umanlar, o gemiye kendi çocuklarını koyarlar mıydı?
O gemide olanların pekçoğunun en safiyane niyetlerle orada olduğuna yürekten inanıyorum. Bu yardımı örgütleyenlerin ideolojik yakınlıklarını da anlayışla karşılıyorum. Ama o gemiye çocukları alabilen insanların, buna izin verenlerin zihniyetlerini anlamakta zorluk çekiyorum. Çocuklarını yanlarında götürmeyi göze alan anne babalara da, acilen bir psikiyatriste gitmelerini öneriyorum. Çünkü ortaya çıkan sonuç, yeryüzünde yaşayan hiç kimse için sürpriz değildir.
Yıllar önce İtalyan futbol takımı Juventus, Türkiye'deki terör olaylarını gerekçe göstererek ülkemize gelmek istememiş, İtalyan hükümeti sahip çıkmış, güvenlik konusunda verdiğimiz onca güvenceden sonra pek de nazlanarak gelmişlerdi. O gün, onları korumak adına İstanbul felç olmuş, adeta kuş uçurtulmamıştı. Üstelik de devletimizin gelmeyin diyen bir tavrı yoktu, sınıra da asker yığmamıştı.
Bu karışık dünyada, ne zaman dünyanın bir yerinde gerilim ya da çatışmalar patlak verse, sıklıkla duyduğumuz cümlelerden biri şudur: "Falan falan ülke, vatandaşlarına oraya gitmeyin," uyarısı yaptı.
İsrail'in tutumu bilinmedik bir şey midir ve ilk midir? Her türlü arızasına rağmen dürüst davranmış, tavrını açıkça ortaya koyup gereken uyarıları yapmıştır. Elbetteki tüm bunlar, yaptığının haklılığını göstermez. Ama bizim yönetenlerimizin ve şu an İsrail'i kınamakla meşgul olan diğer ülke yöneticilerinin vatandaşlarımızı ve diğer insanları bile bile ateşe atmaya hakkı var mıdır?
O insanların kalpten çabalarını öne sürüp, onlar üzerinden siyasi bir sonuç beklemenin; sokak arası çocuk kavgalarındaki bazı uyanıkların kendilerini saklayıp, birilerini doldurup öne sürerek sonuç alma, onlar üzerinden birilerine haddini bildirme tavrından bir farkı var mıdır? Bu delikanlıca bir duruş mudur?
Kendi ülkemizde, taleplerini duyurmak için alanlara çıkıp miting yapmaya çabalayanlara karşı hiç hoşgörü göstermeksizin orantısız güç kullanabilen yöneticilerin, en çok farkında olması ve hatta öngörmesi gereken bir durum değil midir yaşananlar?
Bu bile bile ladestir.
Bu kafilenin gitmesine göz yumanlar, en azından onları korumayıp yalnız bırakanlar da, İsrail kadar suçlu değil midir?
Pardon! Bu ülkede; alma sorumluluğu üstüne, at suçu ötekine kurtul, hatta bas bas bağır siyasetinin adı, yiğitlikti. Unutmuşum.
Görsel: deviantArt
19 Dakika (Kitap)
5 saat önce