18 Mayıs 2016 Çarşamba

Dalga Köpüğü Kadar Hafif Şahane Bir Sabah

 Temmuz 2015

Uzun uyumuşum. Uyandığım saat mevsim normallerini epey geçmişti. İlk uyanma esnasında dışarı baktığımda güneş, erken vakitlerin biraz üzerinde bir yerdeydi ki normalde o saatlerde ben kalkar, kahvaltıya dalardım. Bu kez iyice relaks hale gelmiş beynim sayesinde, bi güzel kadını hayal ederek vurdum kafayı.

Derin uyumuş, güzel rüyalar görmüşüm. Uyandım ki saat o...oooooo olmuş.


Mutfağa daldım. Geceden bırakılmış bulaşıklara bu kez hiç dokunmadım. Çöp kutusu ağzına kadar doluydu. Onu toparlayıp dışarı çıkaracaktım ki ne göreyim; altından sızdırıyor. Sakinliğimi muhafaza etmeyi başardım. Önce bağlayıp dışarı aldım, sızdırma merdiven taşlarına da değince, yine aynı sakinlikle bi poşet daha geçirdim ve kendisini istirahate bıraktım. Bunla kalmadım; çöp kutusunu da deterjanla bi güzel yıkadım. Balkona atıp kuruttum. O esnada güvece giriştim.

Şimdi uzun uzun anlatmayacağım tabii ki. Ne kullandım, nasıl yaptım, kaç dakika fırında tuttum gibi. Çünkü, mektubun an itibari ile büyüklüğüne bakınca varacağı yeri tahmin edebiliyorum. Hafazanallah yani.

Bu arada kitap ile ilgili izlenimleri merakla bekliyorum. Yalnız sonuç ne olursa olsun, o kitabın reklamı ile karşılaştığımda, kapağından ve isminden aldığım hoşluğun, kafamda şekillendirdiklerinin tadını hiç bir zaman unutmayacağım, çok keyifli idi. Fakat bunda kurduğumuz gezi hayallerinin ve kalınacak yerlerin -hayali- görsellerinin etkisi büyük. Konstantiniye Oteli ya!

Çok keyifle yedim yaptığım güveci. Kurduğum hayaller ve güvecin değişik versiyonları üzerine tıp durumu alacağım.

Daha önceki paragrafta da belirttiğim üzere hiçbir fren sistemi an itibari ile beni durduramaz. Ancak ve ancak kendim kendime engel olabilirim ki o irade de sanki mevcut bende. Sadece devreye girmesi önemli. Bakacağız artık. Lakin bu gayretin sebebi şu tatil gününün tamamını ekran başında mektup okuyarak geçirtmemek içindir. Kaygılıyım yazarken vallahi.


Bu akşam ve sabah gördüm ki ve üzerine düşündüm ki ve hissettim ki ben yazı yazmayı çok istiyorum. Hayalimden bir sürü başlık altında bir sürü yazı yazıyorum ama bir sabırsız ve tembel yanım da var işte.

Güveç kaynayacak ben gevezeleştikçe. O nedenle sadece fotoları koyacağım ve bu arada bir de küçük not vereceğim: İlk lokmayı aldığımda, yumurta koymayı unutmuşum iyi mi. Sonra kırdım. Gecikmenin verdiği bir tık az pişme hali olsa da sonuç süperdi. Sanki sadece fotoğrafla bırakmayı planlarken epey sır da verdim, çenemi tutamayıp.

Buna özlemek diyoruz sanki, muhtemeldir ki çooooooooookkkkkkkkkkk geveze olacağım yakın bir günde.

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Sürmeli Köyü

Orda Bir Köy Var

Ekolojik tarım ve tohum takas şenliği ile yerel yemekler yarışması vardı geçen pazar günü. Şenlikliydi köy. Usule uygun çaldı davul zurna. Pazar yerinde her zamanki ürünlerin yanı sıra ev yapımı yiyecekler de vardı. İzinliydi bu konuda tezgahlar, hem şenlik hem de yemek yarışması nedeniyle. Bayıldık mesela en sevdiğimiz tezgahlardan birindeki kıymalı böreğe, peynirli maydanozlu poğaçalara, elmalı pastalara, tuzu varla yok arası kıyır kıyır çörek otlu küçücük simitlere ve de hayatımızda yediklerimizin en güzellerinden biri olduğu konusunda mutabakata vardığımız asma yaprağından sarmaya. Oturduk korudaki standart masamıza, söyledik çaylarımızı.


Biz bu köye, bu köyün pazarına, hatırşinas ve de güleryüzlü insanlarına bayılıyoruz. Geçen yılki Cumhuriyet Bayramı ertesinden beri hiç bir pazarı eksik bırakmadan buradayız. Pazar kahvaltılarımız o günden beri ağırlıkla köyde. Üç farklı gözlemenin yanına tereyağlı yumurta, bi de semaver çay ekledik mi ne âlâ. Arada bir kahvaltı tabağı da alırız mesela. İçinde gözleme, reçel, peynir, zeytin, tereyağı, mevsim yeşillikleri, pişmiş ya da tercihinize göre sahanda yumurta olan bir menü. Domateslerimizi, salatalıklarımızı, biberlerimizi de getiririz yanımızda. Malumu üzere burası doğal ve organik ürünler cenneti, yaz sebzeleri yaza. Kışın çay ocağının sıcağında.. baharla birlikte de küçük korunun kadim ağaçlarının altında keyiflidir Sürmeli Köyü'nde kahvaltı.


Korunun bir ucunda ateş değirmeni var mesela; koruya da adını veren Hasan Aga ismi ile müsemma.  Öğretmen, aynı zamanda da fotoğraf sanatçısı olan Hüseyin Turgut'un- ki kendisi de o köyde doğmuş büyümüş- Orda Bir Köy Var adlı fotoğraf sergisini görmek için gittiğimizde köyün kahvesine, sormuştuk "Nedir bu ateş değirmeni?" diye.  En efsane Sürmeli fotoğrafını çeken en bayıldığım yol arkadaşımın o gün,  "Sait Faik gibi çıkmışsınız hocam" dediği Kazım Hoca yanıtlamıştı soruyu: Meğerse Amerikalıların Marshall planı çerçevesinde hibe ettikleri bir değirmen türüymüş kendisi. Mazotla çalışıyormuş, bacasından çıkan ateş nedeniyle böyle kalmış halk arasında adı. Sohbete katılan ve de sergi fotoğrafları tümüyle onların portrelerinden oluşan kahve efradının gözlerinden işitmiştik bizzat o günlerin tadını. Çok tatlıydılar. Nasıl da heyecanla katıldılar.


Bu değirmenlerden diğerinin adı ise yazık ki torunlardan gelen -inatçı- bir talep nedeniyle değiştirilmiş. Bu hafta yeni adla görünce, üzüldük açıkçası. İçimiz acıdı. Kurucusu dede yerine değirmenle hiç alakası olmayan oğlunun adı vardı artık tabelada. Bu durumu, orada olması gereken adı tarihe kayıt düşmeyi de boynumun borcu bildim. Bizim için orası gerçek kurucusunun lakabı ile güzel. Muhteşem bir hoşluk ayrıca. Hemen okulun yanında olması itibari ile de ilk sınıflarındaki çocuklar için ne güzel, ne hoş, ne tatlı bir rastlantı.


İnanılması zor ama, köye ait en efsane fotoğrafı da bizden biri çekti. Pazara katılan bir kaç köylü dışında kimselerin gelemediği karlı günlerden birinde. Hafif bir rampayı çıkarken yolun sağında gördüğümüze inanamadık önce. Bu coğrafyanın belli bir kaç yeri dışında ve özellikle doğal ortamda görülmesi pek mümkün değil de ondan. "Geyik!" dediğimde gözler sağa çevrildi. Hafif bir tümseğin üzerinde, yoldaki aracın geçmesini bekleyen yaya gibi duruyordu. Biz de durduk. Göz göze geldik. Olağanüstü şaşkındık. Biraz da ürkeklikten, rekora giden üç adımcı aralıklarıyla geçti yolu, atlayıverdi çitin üzerinden. Şu alemde telefonunu en hızlı o çekebilirdi ve çekti. En bayıldığım yol arkadaşım benim. Efsane fotoğrafların sahibi.


Bir de köyün Kirkittepesi var. Ne var ki bunda demeyin, bir dinleyin. Yamaç paraşütçüleri için efsane bir nokta. Sertifika almak için atlayış yapmaları gereken dört yamaçtan biri. Paraşütçü olmayanlar için de muhteşem bir manzara. Eski bir Rum köyü Sürmeli. Dolayısı ile Yunanistan'dan gelen mübadillerin köyü. Geldiğimiz ilk gün dolaşırken köyü ne hissettiysek aradan geçen 7 ay sonra da aynı hisleri taşıyoruz. Seviyoruz yani Sürmeli'yi. Çok seviyoruz hem de!


Yolda gördüğünüz herkes selamlıyor sizi. Hoş geldiniz diyor gülümseyen gözlerle. Taş evine ve bahçesine bayıldığımız evin sahibesi teyze çay içmeye çağırmıştı mesela bizi. Bahçesindeki 80 yıllık inciri göstermişti gururla. Neredeyse 100 yıllık bir başka şahane eve bakmak için gittiğimizde taze çırpılmış ayranlar gelivermiş, yumurta ve pansiyonculuk üzerine sohbet ederken de evin oğluyla, anneden gelen tereyağlı yumurta teklifini teşekkürlerimizle kabul etmemiştik..


Geniş ve yeşil alanlarda, dere boylarında, korularda ve sürprizler sunan yollarda güzel bir hafta sonu geçirmekse arzunuz Sürmeli'de olmalısınız. Çocuklarınızın yaşama, canlıya, doğaya dokunmaları, keyifli kahvaltıların yanı sıra sağlıklı ürünlerle beslenmeleri adına da olağanüstü fırsatlar sunuyor Sürmeli.

Köyün herhangi bir yerinde bir ağacın üzerinde ya da bir çalılığın kenarında alemin en sevimli sincapları ile karşılaşmanız mümkün. Özellikle yavru sincapları bir şey yerken izlemek eğlenceli. Bir balıkçıla rastlarsanız tarlalardan birinde, sakın şaşırmayın. Üstelik leylekler de geldi. Havada görün!

Gözleme evinde pişmiş sıcak, tereyağlı gözlemelerle güzel bir  kahvaltı, temiz bir hava, sağlıklı ve de eğlenceli bir hafta sonu için her şey var burada. Lezzetli yoğurtlar, misss gibi tereyağları, pastaymışçasına buzdolabına dalıp sürekli atıştırma hissi duyacağınız peynirler, taze sağılmış sütler, şahane köy ekmekleri, salçalar, turşular, erişteler, reçeller, taze köy yumurtaları, pırıl pırıl sebzeler, şahane köy tavukları almak için, ekolojik tarımın aşama aşama ilerlediği, sürekli eğitim alan, üniversitenin desteklediği köylülerin pazarına gelin. Asla pişman olmayacaksınız.


Ekolojik Yaşam Bisiklet Derneği şenlikteydi, geçen hafta sonu. OMÜ Bafra Meslek Yüksek Okulu öğrencileri tohum takas standı kurmuşlardı.  Laf aramızda biraz da hemşehri sınıfına terfi etmenin avantajıyla protokolden bile önce tadıverdik yöresel mutfağın yemeklerini. Çaktırmadan. Sağolsunlar. Mamalika ve kaçamak bilmediğimiz yemeklerdi. Polentaya benzer bir hamur ve ona eşlik eden salçalı yumurtadan oluşan kaçamak muhteşemdi.

Ve.. ve.. ve Hüseyin Abi. Şahane adam. Şenliğe katılan Vali, komutanlar ve belediye başkanlarının hepsinden daha protokol adamı. Yukarı köylerden birinden gelmiş şenliğe. Giymiş takım elbisesini. Elinde çiçeği ile kırmadı ricayı verdi pozunu. Günün adamıydı. Oy birliğimizle.

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Günün ruhları dürtükleyen saatinde kuralım artık masayı Doğu Ekspresinde

Sıralı okumayı düşünürseniz, buradan başlayın lütfen.

06/02/2016 

Ben istasyon binalarının aşığıyım. "Eser" bırakmak ufku inşaatla sınırlı, yatırım  anlayışları müteahhit dışında kimsenin cebine uzun vadeli katkısı olmayacak ucubeler dikmekten ibaret siyasetçiler var, ne yazık ki bu ülkede... Her şeyi kendi iktidarları ile var eden, bu ülkeyi demir ağlarla örenlere laf sokmaya çalışan, bu tavırla bir kitleyi kışkırttığını sanan, bugünün imkanları ile geçmişi eleştiren, nokta kadar izi kalmayacak siyasetçiler. Onlara rağmen bu ülke güzel be!


O zaman keyfini çıkaralım! Kahvaltı saati. Peynirler âlâ; eski kaşar, gravyer, mezelik gravyer, çeçil ve eritme. Börekler ölmelik, ılındılar. Yumurtalar pişmiş, bu güzel. Kahve için sıcak sular İbrahim abiden. Kompartıman konforlu bilindiği üzere. Masayı açalım. Pencerede akıp giden zaman. Köyler kasabalar... Sarıkamış ormanları... Telesiyejler... İşte Katerina Av Köşkü. Bir görünüp bir kaybolan ırmaklar... Dışarıda efsane bir beyazlık, içeride kaloriferin şefkatli sıcağı. Koltuklar rahat. Tren de yaşam da alabildiğine dingin. Daha ne olsun!


Şu önlüklü çocuk, benim onu ne kadar sevdiğimi bilmiyor mesela. Ne yazık! Okul yarın açılacak, sömestir tatili bitti. O önlüğünü bugünden giymiş. Bi gün ne kadar güzel bir masalın içinden çıkıp geldiğini fark edecek; ultra lüks bir plazanın üst katlarından birindeki ofisinde, elleri başının arkasında birleşmişken ve konforlu koltuğunu pencereye döndürmüşken... Dostum benim.


Doğu Ekspresi'nde her şey gibi kahvaltı da çok keyifli. Kompartımanda ama! Dağlar, ovalar, düzler bayırlar, ırmaklar geçerken bir yandan da tarih akıyor gözlerinizin önünden. Bu ülkenin endüstriyel gelişiminin yanı sıra tarihin izlerini de seyrediyorsunuz tren penceresinden. Ben çocukken bilmezdim bunu. En büyük zevkim şeker fabrikalarına pancar taşıyan vagonlardan kolumu uzatarak pancar almaktı. Bir de ayaklarımla koridorun kenarından geçen kaloriferin üzerine çıkıp elimle ağaç dallarına dokunmak. Demir yolları askeri anlamda stratejik bir öneme sahip olmanın yanı sıra bu ülkenin fabrikalarının ham madde ve ürün nakilleri açısından da hayati idi. Özellikle doğuya uzanan demir yollarında görürüsünüz; hattın bi kenarında fabrikalar kuruludur. Cumhuriyetin peşkeş çekilmiş fabrikaları... Yine karşılaştık tank ve zırhlı araç yüklü katarlarla, ne yazık ki! Öngörüsüz siyasetlerin acı bir sonucu olarak. Hüzün yüklüydüler.


Arka kompartımanda bir sorun var. Erzurum'dayız ve tren kalkmıyor. Personel olay yerinde. Çözüm arıyorlar. Sızan su bize kadar geldi. Lavabosu tıkalıymış yola çıkarken. İyice dolmuş ve taşmış. Misafir ettik bir süreliğine genç çifti. Epey bir uğraştan sonra çözülüyor sorun. Gelsin depodan battaniyeler. Yerler silindi. Bizde çok değil problem. Kendi kendine kurudu zemindeki küçük ıslaklık. Şans işte; giderken orta kompartımanı almıştım, dönüş için de planım oydu ama sistemdeki benden kaynaklı bir hata yüzünden dolu gözükmüştü orası ve bir önünü almıştım ben. Rabbim ya. Epeyi geyiğini yapıyoruz bu tesadüfün. Rötar yaptık biraz. Kapatıyor bu arayı kıymetli makinistlerimiz ilerleyen zamanda, vaktinde varacağız Ankara'ya.  Erzurum Gar'ında keteleri kapmışım bu arada.

Günün ruhları dürtükleyen saatleri başladı. Kuralım artık masayı. Haaa unuturum sonra, yolculuğun en keyifli anlarından biri gelen ve giden Doğu Ekspreslerinin karşılaşma noktası. Erken gelen bekliyor. Geçiş ânı keyifli. İnip beklemek de o ânı... Diz boyu karlar. Peronda bekleyen yolcular ve ânı dondurmak isteyen fotoğraf makineleri.


Kars Migros Jeti sevdik biz. Şarabımızı oradan aldık. Sevilen'in Adatepe'si. Tanışıklık var. Litrelik, vidalı kapak. Üç üzümden müteşekkil sek bir kırmızı şarap; Cinsault, Carignan ve Cabernet Sauvignon. Havalı di mi? Alkolü %12. İçimi keyifli, hatta çok eğlenceli. Taze bir şarap bu. Tren için özellikle seçildi. Fiyatı makul, 19.50TL. Fiyatıyla hava atan çok şarabı cebinden çıkarır. Peynirler zaten muhteşem. Fransa'da bile bulamazsınız. Çünkü Kars'ta.

Yalnız peynir, kete, Şam fıstığı uyumu muhteşem. Çok da eğlenceli. Şarap da yakıştı valla. Haaa bu bir tren keyfi; planlanmış bir mizanseni de var tarafımızca. Aynı peynirlerin asil tamamlayıcısı ise alkolü daha yüksek şaraplar. Mesela %14 alkol oranlarıyla Sevilen İsa Bey ve Parsel NO: IX. Mesela Buzbağ'ın Diyarbakır ya da Elazığ'ı, ya da ikisinin kupajı. Tren usul usul. Biz de usul usul. Zaman donsa mı yoksa aksa mı?

Çünkü bir parça kete üzerine bir küp eski kaşar, gravyer, mezelik gravyer, eritme ya da çeçil koyup üzerine de bir adet Şam fıstığı yerleştirdiğiniz ânda ortaya çıkan tat muhteşem. Çok eğlenceli bir lezzet bu. Bir de buna bir süre sonra bir yudum şarap ekledinizmi, gel keyfim gel.


Elinde fotoğraf makinesi olan herkesin en çok istediği, tam viraja girmişken arka vagonlardan bir yılan gibi kıvrılan trenin fotoğrafını çekmek. Koridordayken önden arkaya, arkadan öne koşturan telaşlı tripodlara dikkat! Tüyo ise  şu: Tren yolda lokomotif değiştiriyor. Bunlardan biri 22000'lik kırmızı. Bizim için bir önemi yoktu. Ta ki en sevdiğim yol arkadaşımın bir fotosuna gelen mesaja kadar. Bir demiryolcu mühendisten, fotoğraf meraklısı. Mesajın özü şu: 33000'lik vermeleri kötü olmuş. 22000'lik lokomotif olsaydı, kırmızı kırmızı...


Dönüşün güzel yanı, günün tamamını yaşatıyor olması, normal bir gün gibi. Artık uyuma zamanı. derin gitmişim, taa ki telefon çalana kadar. Hayırdır? Kız kardeşim. "Uyuyor muydun?" En sevdiğim soru? Ne konuştuk hatırlamıyorum bile. Tekrar uyumuşum. Sabaha trende uyanmak süper. Artık Ankara sınırları içindeyiz. Bulduğumuz ilk otobüse binmekti niyetimiz. O nedenle dönüş bileti ayarlamamıştım.


Kalan şarabı gözümüze kestirdiğimiz bir akşamcıya vermek niyetimiz. Çok arandık Ankara Garı'nda. Çok bakındık sağa sola. Sonra kime kısmet diyerek bıraktık bir çöp kutusuna. Kalan keteler de garın bahçesindeki güvercinlere.

Bir taksiye atlıyoruz sıradakilerden. İstikamet AŞTİ. Evdeki hesap çarşıya uymuyor. Sömestir dönüşü olduğunu düşünememişim. Erken otobüsler dolu. Öğlene zor bulduk. O zaman sırt çantaları emanete biz halama. Halam, halaların bi tanesi, koştur koştur mükellef bir kahvaltı sofrası daha. Tıka basa doyduk. Ankara simitleri sıcacık. En Angaralı yol arkadaşım alıverdi bi koşu.

Vakit yaklaştı, AŞTİ yürüme mesafesi. Beştepe görüş alanında. Halkın sarayı! En sevdiğim yol arkadaşımın ilkokulu derken yeniden otogar. Ana baba günü. Emanetten aldık sırt çantalarımızı. Perondayız. Dağılan Ulusoy'un kollarından biri. Ali Osman Ulusoy. Ulusoy sanarak almıştık bileti. Arabanın ilk seferi. Yerler laminant. Enteresan.  Koltuk arkasında "dev ekran". Üstelik Bafra'ya kadar gittiği için tam evin önünde inme imkânı. Keyifli bir yolculuk. Evdeyiz.


Bana bunca yazı yazdırabilen bir başka şehir daha olur mu, bilmiyorum. Ama bunu başarabilecek şehir sayısının çok az olduğunu biliyorum. 

Serinin 1. yazısı, her şeyin başladığı yer Doğu Ekspresi.


İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP