8 Eylül 2009 Salı

Türkiye - Litvanya Maçı Üzerine Bir Yorum



Efes Cup, fazla uzatmadan söylersek: "berbat" geçmişti bizim için. Ne giren çıkan belliydi, ne ana rotasyonumuz, ne de savunmamızın sertliği. Efes Cup'tan sonra herkesin aklındaki plan şuydu: Litvanya'yı yenersek, bizim için işler iyi gidecek. Yenilirsek de, bir önceki Avrupa Şampiyonası tekerrür edebilir.(Hani şu İspanya'da sadece Çek Cumhuriyeti'ni yenebildiğimiz, hatırlanmak istenmeyen turnuva) Daha doğrusu yenilebilirdik, fakat Jasikevicius'suz, Macaijuskas'sız, Siskauskas'sız- ki üç oyuncu da, ilk beşin ana kısa silahları- Litvanya'ya yenilmek koyardı açıkçası...

*********

Maça 4-0'la ve daha da önemlisi doğru oyunlarla başlamamız (örneğin uzun tartışmaların ardından sonunda maça 4 numarada başlayan Ersan'a, tepede şut yaratmadaki başarımız ve Litvanya'lıların pick and roll'lerine karşı savunmadaki gayretimiz) hem maçı izleyen bizlere, hem de sahadaki 12 dev adama büyük moral verdi.

********

İlk yarıdaki en önemli sorunumuz, pota altındaki mücadeledeydi. Özellikle kötü gününde olan Semih'in ve maça biraz tutuk başlayan Ömer Aşık'ın, fizik açıdan güçlü Litvanya pota altıyla "yetersiz" mücadelesi, "yeterli" performansı gösterememesine neden oldu takımımızın. Fakat Oğuz Savaş bu aralıkta, dört gözle beklediğimiz itfaiye gibi duruma müdahale etti ve Litvanya'lıların pota altındaki ateşini "tamamen" söndürdü.

Macarsalatası.blogspot
Bazı paragraflarını buraya taşıdığım bu yorumunun tamamını okumak isterseniz buradan lütfen

6 Eylül 2009 Pazar

"YABANCI" laşmak...

Hep adını duyduğum bir kitaptı: "Yabancı"... İnternetten kitap satışı yapan sitelere, bu aralar çıkan ne var ne yok diye baktığımda; hep çok satanlarda olurdu. Kitapçı raflarında gözüme çarpan ilk kitaplardan biriydi her zaman. Yeri her kitapçıda en afilli köşedeydi yani. Hatta geçenlerde gecenin bir saati şans eseri takıldığım bir filmde bile, başrol oyuncusunun okuduğu kitap yine zat-ı alleriydi...

Geçen gün internetten verdiğim kitap siparişi sonucu, diğer 7 kitapla birlikte elime geçti sonunda. Kendisiyle şahsen tanışma şerefine erişmeden önce hakkında bildiklerim: Yazarı Nobel ödüllü Albert Camus'nün, kitabın kaleme alındığı dönemin gözde akımı "varoluşçuluğun" Sartre ile birlikte babalarından biri olduğu, birçok kişinin kitabı okuduktan sonra idolü olduğunu söylediği şu "ünlü" Mersault karakterinin olayların merkezinde yer aldığı, genelde de karanlık, umutsuz bir içerik taşıdığı; ve bu yönüyle genelde eleştirmenlerin kafkaesk bir üslup olarak tanımladığı (benimse -gıcıklık değil mi- düpedüz Kafka özentiliği olarak tanımladığım!) bir yapıda kurulu olduğuydu. Birde kısa olduğundan dolayı, diğer 7 kitabı da sığdırarak yaptığım planlama sonucu, ilk olarak kendisini okumaya karar vermiştim. "Bu kadar sattığına göre kolay okunuyor, yoksa bizim milletimiz sevmez edebi fırtınaların koptuğu, derin manalı kitapları okumayı" diye düşünerek kurduğum mantığa aldanarak!

Şimdi bakalım "Yabancı"nın benim üzerimde bıraktığı etkiler neler olmuş:

Bir kere "Yabancı" için söylenmesi gereken ilk şey, mükemmele yakın bir anlatım dilinin olduğudur. Sizi yaz güneşi altında terletirken de, küçük bir dairenin karyolasında oturturken de, mahkeme salonlarında yaşanan "normallikleri" sorgulatırken de; her an sayfaların içine çeker, baş kahramanımız Mersault'un aracılığıyla. Yani kullandığı yazınsallıkla olayları gözünüzde aynen sahneletir. En azından "Bende aslında böyle düşünüyorum"'u verir bir paragrafında da olsa. Kitapla ilgili yapılan yorumlarda ilk belgelenen, kitabın anlatmak istedikleri ve verdiği mesajların derinliğidir belki. Ancak bu kadar etkin bir dili olmasa, bu aktarımı bu kadar başarılı yapamazdı bence. (Bunda çevirinin de payı olduğu tartışılmaz)

Bir diğer önemli nokta, size sürekli bir başka bakış açısı sunmasıdır sayfaların. Bir topluma yabancıdır Mersault; fakat toplumunda bir bakıma ona yabancı olduğu ihtimalini, kendisi dışında hiçbir karakter aklının ucundan bile geçirmez kitap boyunca. Ya da yargılayan kişiler için çok kolaydır ona damgayı vurmak. Fakat kimse onun davranışlarının altındaki "asıl" nedeni aramaz, benliğine ulaşamaz. Sizde okurken bu yüzden sürekli acı çekersiniz. Yani Mersault hem başlı başına bir saçmalıktır, hem de savunduğu fikirlerle gerçekliğin ta kendisi!

Kitabı en son aklımda kalanlar itibariyle, bu düşüncelerle noktaladım. Verebileceğim diğer ipuçları ise zaten, edebiyat eleştirmenleriyle aynı paralelde. Bu yüzden tekrarlamaya gerek duymuyorum.

Bir günde bitirmek üzere tasarlamıştım kitabı; fakat bu düşüncem tutmadı. Çünkü "Yabancı"nın zihnimde yarattığı düşünce karmaşasının (tatlı bir karmaşaydı bu) etkisinden bir an için kurtulup saate baktığımda, kitabı elime aldığımdan bu yana yalnızca 3 saat geçtiğini farkettim! Buna kitabı bitirdikten sonra, ne kadardır hakkında kafa yorduğumu bilmediğimi eklersek, süre daha da azalır. (Tabi aralıksız okumak şartıyla) Ve eminim bunun başına geldiği ilk kişi ben değilim, sonuncu da olmayacağım. Toplum(lar) varlığını korudukça, Yabancı hep "kült" kitap olarak anılmaya devam edecek. Sürekli çok satanlarda yer almasının sırrı çözülmüştür yani...

Bir Not: Bu arada kitabın genel kurgusuyla kafkaesk bir anlatım taşıdığı külliyen yalanmış. Çünkü ne kadar "gerçeküstü" gibi görünse de olaylar, dikkatli bakıldığında "gerçek dışı" hiçbir ayrıntı barındırmamakta..

4 Eylül 2009 Cuma

Göğüs Farkıyla...


66. Venedik Film Festivali' nin başladığından, çok şükür göğüs farkıyla haberdar olduk!

Bu yıl 66'ncı kez düzenlenen Venedik Film Festivali görkemli kırmızı halı geçişiyle başladı. Gösterilen birbirinden iddialı filmler bir yana festivale gene kırmızı halı görüntüleri damgasını vurdu. İlk günün en çok dikkat çeken yıldızı Maria Grazia Cucinotta oldu. Mor renkli elbisesinin derin dekoltesiyle bütün bakışları üzerine toplayan Cucinotta, fotoğrafçılara da istediği pozları verdi.İşte Venedik'in ilk iki gününe damgasını vuran yıldızlar.

kaynak: Hürriyet.com.tr
Önemli gazetenin dünyanın en önemli festivallerinden birini internet sitesinden duyurma şekli buydu. Elbette fotoğrafı ana sayfaya yem yapma fikri, sanata uzak duran biz zavallı insanları kültür sanat haberlerine yönlendirip yakın tutarak, topluma karşı bir duyarlılığı, yani halkı eğitip biliçlendirme işlevini ve sorumluluğunu yerine getirmek içindi! Gazete görevini yaptı! Biz şahsen haberdar edildiğimiz için minnettarız. Buradan ötesinde; hangi filmler yarışıyor, katılan filmlerde kimler oynuyor, onlar üzerindeki yorumlar neler, yönetmenleri kim gibi bilgileri arayıp bulmak da bize ve size düşüyor. Biz hemen bu bilgilerin peşine düştük. Toparladığımız anda; ve elbette daha güzel ve daha iri bir göğüs bulduğumuzda yazıyı yayınlayıp, göğüs farkıyla reytinglerin en üstlerinde listeleneceğiz inşallah...

Beynelmilel

Beynelmilel bir yanıyla, ülke yakın tarihinin önemli bir dönemini tümüyle içeriden, ironinin eleştirel dilini samimiyetle kullanarak, bir ideal için ortaya çıkmış bütünüyle iyi niyetli bir kuşağın derinleşme çabalarındaki çelişkileri, klişeleşmeleri, heyecanları, eylemsel coşkuyu yansıtırken; diğer bir yanıyla da, tümüyle ideolojiden, kavgadan ve eylemsellikten uzak 'sıradan' halkın despotizm tarafından, nasıl bilinçsiz ve bilgisizliğe dayalı ön yargılar ve bu ön yargılara dayalı kesin hükümlerle haksızca suçlanıp işkencelerden geçirildiği ve yok edildiği üzerine dokunaklı öyküler koyuyor ortaya..

Film; ironinin tatlı lezzetinden vazgeçmeden, karşı tezlerle reddedilen düşüncelerin zamanın gelişimiyle nasıl evrilip televizyon ekranlarından söylenebilir ve tartışılabilir hale geldiğini final sahnesiyle simgeleştirirken, geçmişin haksızca ödetilmiş faturalarını da göze sokuyor. Olağanüstü anlatımıyla Beynelmilel; çok sesli ve çok kaliteli, trajikomik bir yakın dönem resitali adeta...

Bütün sinemasal niteliklerinin yanı sıra hangi görüşten olursa olsun, politik bilinçten ve ülke üzerine düşünmekten yoksun bırakılmış bir neslin; demokratlık, hoşgörü, ötekini anlama ve dolayısıyla demokrasi bilincinin gelişmesine katkı yapacak, iyi oyunculuklar ve sağlam karakterlerle bezenmiş; o dönemi yaşamış olanların tanıklık ettiği bir çok şeyi bulabileceği; gençlerin de ülkede bunlar da olmuş deyip bazı gerçeklikleri fark edip üzerine düşünebileceği, derdini anlatmayı başaran, ideolojik ön yargılarla değil de bir durumu anlamak duygusuyla izlenmesi gereken, çok güzel ve önemli bir film...

Bu ülkede evvel zaman önce neler olmuş diyorsanız (özellikle gençler) ve hâlâ izlemediyseniz, izleyin.

3 Eylül 2009 Perşembe

2 Eylül 2009 Çarşamba

Hayata Bir Kez Olsun Göz Kırpmak!

Olay yerine geldiğimizde 112 personeli hayatın son yazdığını farketmişlerdi. Olay yeri inceleme henüz solmamış bedeni sarsmadan, narin ve kırılgan yüreğin incinmesine fırsat vermeden, beyaz fayansların üzerinden ceset torbasına kıyamaz bir titizlikle taşırken; dünyaya gülerek bakan o güzel gözlerin yüreğinden elime tutuşturulan notu, sessizce cebime koydum. Ekip, hep ihtiyaç duyup da bulamadığı şefkati ve ihtimamı sonuna kadar göstererek, cansız ceset torbasını titizlikle çıkarırken evden... Tuvaletin ak fayanslarının soğuğunu ve yalnızlığını bütün bedenimde hissederek, kırış kırış kurşun kalemin soluklaşmış harflerini, diken diken bir kahırla okudum.

Bugün bir süreliğine sizinle irtibat halinde olmamalıyım. Çünkü üzerimdeki etkiniz o kadar fazla ki... Sizinle konuşmaya bir başlarsam, bütün bir gün çekim alanınızdan çıkamıyorum. Dolayısıyla hayata yeniden konsantre olmam mümkün olamıyor. Gerçi bu sabah hayatımızı şöyle bir gözden geçirdim. Savruluşlarımızı düşündüm, birbirimize ulaşamama hallerimizi... O anlarda, bir başka boyuttaydım ve çok yoğun yaşadım sizi yine... Lütfen beni en azından bugün bir süreliğine de olsa şikayetlerinizle kavurmayınız. Ve belki oturup sağlıklı şeyler düşünebilirim. Belki... Ya da bir kalabalığın kucağına yatırırım yalnızlığımı ve eksiklerimi... Belki.... Bugünlük.


Sonra gözümü tavana dikip bu kaçıncılığa bir sigara yaktım. Dumanları gökyüzüne savururken; ''Kızımı son zamanlarda takip ediyordum. Uyuşturucuyu nerden buldu anlayamadım. Altın vuruş iddiası doğru değildir. Ölümü için doz aşımı diyebiliriz, eğer intihar etmek istese bana bir şekilde not bırakır veya ulaşırdı'' cümlelerinin kendini savunan bencilliğini ve zavallı tesellisini cesedin duymamış olduğuna sevindim. Size neden not bıraksın ki bile demedim. Siz kendi keyiflerinizde dururken, o neden size ulaşsının derin öfkesiyle, anne ağızlı cümlelerin bu soğuk haline bakıp; fermuarın yüzü henüz kapatmadığı az öncenin gözgöze geldiğimiz anındaki, güzel ve masum yüzün gözlerine yerleşmiş usul ve soğumamış tebesümün merhabasına iç çektim.

Şırıngayı, sıkma lastiğini ve diğer ıvır zıvırı torbaya koyarken, anne babanın evinde kendine yer bulamayan tazecik bir yüreğin kendini lüzumsuz ve fazlalık hissetme duygusuna kahrettim. Dışarı çıktığımda olay yeri incelemenin ambulansa koymak üzere olduğu ceset torbasındaki bedenin narin kalbine son kez göz kırptım. Anlaşılmışlığın göğsüne yaslanan ve sonsuzluğa gülümseyen güzel gözlerini kırptı.



Fotoğraf: Neslihan Öncel

http://neslihans.deviantart.com/art/Forever-123982392

1 Eylül 2009 Salı

Düşen Bir Yaprak Görürsen..........

Eylül 2006

merhabalar! dün sabah nöbetten çıkarken kliniğin tam karşındaki kocaman ağaçtan dökülen iri yapraklara bakıp ve üzerinde yürürken çıkardığı hışırtılara kulak kesilip ve çocukça bir kaç yaprağa keyifle tekme atarken içimden geçen; ki bu manzara yıldız parkında çok daha güzel olur... seninle orada yürüdüğümü, bu seslerin çok daha katmerlisini işittiğimizi ve usulca köşklerin birinde çay içtiğimizi beraber... sonbahar burda da güzel, aslında her ne kadar ilkbahar çocuğu olsam da bu hazan mevsimini seviyorum... ve bu hazan mevsimine denk gelen hayatımdaki güzellikleri de... ben de güzelim şimdi, geç uyandım, yatağımda yorganı kafama çekip yaramaz çocuklar gibi güzel biraz da masum hayaller kurdum... şimdi sabah ritüellerimden olan bol sigara dumanlı ve bol kahve kokulu mutfakta sana bunları yazıyorum... ve teşekkür ediyorum tanrıya dün gece olanlar için... mailin çok güzel yine, keyifle okudum ve daha bi güzel oldum... sağol, bu denklik çok hoş...sen de gül tamam mı................... üzerine dondurma konmuş vişneli ekmek tatlısı kadın

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP