Hep adını duyduğum bir kitaptı:
"Yabancı"... İnternetten kitap satışı yapan sitelere, bu aralar çıkan ne var ne yok diye baktığımda; hep çok satanlarda olurdu. Kitapçı raflarında gözüme çarpan ilk kitaplardan biriydi her zaman. Yeri her kitapçıda en afilli köşedeydi yani. Hatta geçenlerde gecenin bir saati şans eseri takıldığım bir filmde bile, başrol oyuncusunun okuduğu kitap yine zat-ı alleriydi...
Geçen gün internetten verdiğim kitap siparişi sonucu, diğer 7 kitapla birlikte elime geçti sonunda. Kendisiyle şahsen tanışma şerefine erişmeden önce hakkında bildiklerim: Yazarı Nobel ödüllü Albert Camus'nün, kitabın kaleme alındığı dönemin gözde akımı "varoluşçuluğun" Sartre ile birlikte babalarından biri olduğu, birçok kişinin kitabı okuduktan sonra idolü olduğunu söylediği şu "ünlü" Mersault karakterinin olayların merkezinde yer aldığı, genelde de karanlık, umutsuz bir içerik taşıdığı; ve bu yönüyle genelde eleştirmenlerin kafkaesk bir üslup olarak tanımladığı (benimse -gıcıklık değil mi- düpedüz Kafka özentiliği olarak tanımladığım!) bir yapıda kurulu olduğuydu. Birde kısa olduğundan dolayı, diğer 7 kitabı da sığdırarak yaptığım planlama sonucu, ilk olarak kendisini okumaya karar vermiştim. "Bu kadar sattığına göre kolay okunuyor, yoksa bizim milletimiz sevmez edebi fırtınaların koptuğu, derin manalı kitapları okumayı" diye düşünerek kurduğum mantığa aldanarak!
Şimdi bakalım "Yabancı"nın benim üzerimde bıraktığı etkiler neler olmuş:
Bir kere "Yabancı" için söylenmesi gereken ilk şey, mükemmele yakın bir anlatım dilinin olduğudur. Sizi yaz güneşi altında terletirken de, küçük bir dairenin karyolasında oturturken de, mahkeme salonlarında yaşanan "normallikleri" sorgulatırken de; her an sayfaların içine çeker, baş kahramanımız Mersault'un aracılığıyla. Yani kullandığı yazınsallıkla olayları gözünüzde aynen sahneletir. En azından "Bende aslında böyle düşünüyorum"'u verir bir paragrafında da olsa. Kitapla ilgili yapılan yorumlarda ilk belgelenen, kitabın anlatmak istedikleri ve verdiği mesajların derinliğidir belki. Ancak bu kadar etkin bir dili olmasa, bu aktarımı bu kadar başarılı yapamazdı bence. (Bunda çevirinin de payı olduğu tartışılmaz)
Bir diğer önemli nokta, size sürekli bir başka bakış açısı sunmasıdır sayfaların. Bir topluma yabancıdır Mersault; fakat toplumunda bir bakıma ona yabancı olduğu ihtimalini, kendisi dışında hiçbir karakter aklının ucundan bile geçirmez kitap boyunca. Ya da yargılayan kişiler için çok kolaydır ona damgayı vurmak. Fakat kimse onun davranışlarının altındaki "asıl" nedeni aramaz, benliğine ulaşamaz. Sizde okurken bu yüzden sürekli acı çekersiniz. Yani Mersault hem başlı başına bir saçmalıktır, hem de savunduğu fikirlerle gerçekliğin ta kendisi!
Kitabı en son aklımda kalanlar itibariyle, bu düşüncelerle noktaladım. Verebileceğim diğer ipuçları ise zaten, edebiyat eleştirmenleriyle aynı paralelde. Bu yüzden tekrarlamaya gerek duymuyorum.
Bir günde bitirmek üzere tasarlamıştım kitabı; fakat bu düşüncem tutmadı. Çünkü "Yabancı"nın zihnimde yarattığı düşünce karmaşasının (tatlı bir karmaşaydı bu) etkisinden bir an için kurtulup saate baktığımda, kitabı elime aldığımdan bu yana yalnızca 3 saat geçtiğini farkettim! Buna kitabı bitirdikten sonra, ne kadardır hakkında kafa yorduğumu bilmediğimi eklersek, süre daha da azalır. (Tabi aralıksız okumak şartıyla) Ve eminim bunun başına geldiği ilk kişi ben değilim, sonuncu da olmayacağım. Toplum(lar) varlığını korudukça, Yabancı hep "kült" kitap olarak anılmaya devam edecek. Sürekli çok satanlarda yer almasının sırrı çözülmüştür yani...
Bir Not: Bu arada kitabın genel kurgusuyla kafkaesk bir anlatım taşıdığı külliyen yalanmış. Çünkü ne kadar "gerçeküstü" gibi görünse de olaylar, dikkatli bakıldığında "gerçek dışı" hiçbir ayrıntı barındırmamakta..