...
Filanya'da kara mizah: ''Biz Filanyalılar''diyorlar '' toprağından sürülenler, toprağa gömülenler, hapse tıkılanlar, ve yıkıma uğrayanlar diye dörde bölündük. Bu ülkede, her gün, davasız, hükümsüz insanlar öldürülüyordu zaten. Çoğunlukla cesetsiz ölülerdi bunlar. Tek bir kurşuna dizme olayı, tüm dünyada bir skandal yaratabilir ama binlerce yitik insan, her zaman kuşkunun yanında kâr kalır. Falanya ' da olduğu gibi, cesetler lağım çukurlarında, tepelerde çürürken, aileler ve arkadaşlar hapisane hapisane, kışla kışla boşuna dolaşıp dururlar.
''Yoketme Tekniği'': Ne bildirilmesi gereken tutuklular ne de uğraşılacak kahramanlar var.
Toprak insanları yutuyor ve hükümet ellerini yıkıyor. Ne kınanacak cinayetler ne de yapılacak açıklamalar var. Her ölü bir çok kez ölüyor ve sonunda sana kalan yalnızca bir dehşet ve belirsizlik bulutu.
...
Yukarıdaki satırlar bu sabah öylesine bakınırken kitaplıktan alıp kurcaladığım ve üzerine 5/ Aralık/ 1986 tarihi atılmış; Eduardo Galeano'nun ''Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri'' adlı yarı belgesel romanının 14. sayfasından alıntıdır. Falan Filan diye geçtiğim yerlere istenen kentler, halklar ve ülke adları yazılabilir.
Yöntemler kardeş çünkü!
20 Temmuz 2009 Pazartesi
19 Temmuz 2009 Pazar
Her Günah Bir İz Bırakır
*Karşılık vermezsen kavga etmiş olmazsın dimi?
Şark Vaatleri
Kaptırıp gitmişken ve hâlâ sorularınıza yanıt ararken, ikinci perdenin sonunda koltuğunuza biraz daha gömülüp üçüncü perdenin lezzetine hazırlandığınızda film bitti yazarsa ne hissedersinizin yanıtı ve suç üzerine yapılmış en iyilerden birinin tadı damağınızda kalmış halidir bu film.
*Filmden bir replik
18 Temmuz 2009 Cumartesi
Saflık...
Algı zamanla kirlenen bir şeydiri öğrendiğimde ya da farkedip üzerine düşündüğümde, yaşım epey kemale ermişti...
Yaşam, hiç farkında olmadığınız ve üzerine kafa yormadığınız bir olguyu; son derece basit gibi duran bir olayın, bir eğlence anının içinde geçen bir cümle, bir kelime ile kafanıza çakıyor.
Yaklaşık beş altı yıl önce, Tırtıl 2,5 -3 civarı bir yaştayken ve henüz korku denen meret bulaşmamışken aklının bir köşesine... Bütün hayvanlarla fazlasıyla haşır neşirken birde... Ki ineklerin kuyruklarını çeker, burunlarına parmağını sokar, iki avucuna kafalarını alır gözlerine gözlerini diker, onlara ayar çekerdi kendi tonlamasıyla; onlarla oynaşır, oyuncaklarına ortak eder, gülüşürdü. Biz yetişkinler, hayvanların sağı solu belli olmaz korkusuyla yaklaşır ya da yaklaşamazken üstelik...
Küçücükken aldığımız kazlar büyüyüp serpildiklerinde köpekleri bile tırsıtırken, bahçeye gelen yabancıları, özellikle kadınları önlerine katıp kovalarken, Tırtıl onları hizaya sokar, gerektiğinde bağırır çağırır ve kovalardı yuvalarına.
Bahçe içinde dolaşan ya da evin bir köşesine konuşlanmış her türden doğa hayvanını, böceği, haşaratı kolaylıkla alır ve bir kenara atardı. Onun içtenliği ve kirlenmemiş aklı, duyguları, saflığı en kolay hayvanlar ve doğa tarafından farkediliyordu ki, aralarındaki iletişim bu kadar hoşgörülüydü.
Tüm bu süreçde her akşam yatarken oynadığımız oyunlar genelde televizyon taklidi bilgi yarışmaları ya da ünlü yazarların, bestecilerin, felsefecilerin, bilim adamlarının adları verilmiş hayvanlarla, ailenin çocuklarının oluşturduğu ''Onbir ateş çetesinin'' anında yaratılan, içine ufak tefek bilgiler yerleştirilmiş öykü anlatımlarıydı.
Bir dönem sokakta gördüğümüz her kargaya Aristo diye seslendiğimizi, pek çok Sokrates adlı köpek tanıdığımızı, Diyojen diye çağırdığımız epeyi kedi olduğunu ve bu gezintiler esnasında rastlaştığımız her hayvana dokunup hal hatır sormadan geçemediğimizi, elimizdekileri onlarla paylaştığımızı hesaba katarsak, durumun pek de hayırlara vesile olmadığını anlayabiliriz...
Biz güle eğlene Tırtıl'ın aklına, algısına bir şeyler yerleştirmeye çalışırken; günlerden bir gün, Tırtıl dersin kralını verdi bize.
Yine yatakta oynaştığımız akşamlardan birinin oyunu bilgi yarışmasıydı. Genelde inek ne verir, tavuk ne yapar minvalinde gelişen sorulara o gün yeni bir soru eklenmişti. O da şu idi: ''Yoğurt neden yapılır ?''
Tırtılın çok net ve kendinden emin yanıtı şu oldu: ''İnsanların yemesi için''
Ben yanıtın yanlış olduğunu söylediğimde, bir an durdum. Çünkü soruyu sorarken , daha doğrusu kurarken benim yanıtım süttü. Sonra farkettim ki, doğru yanıt onunkiydi. Ben soruyu ''ne ile, neyle'' ya da ''neyden'' yapılır şeklinde sorsaydım. Muhtemelen o sütten diyecekti. Sonra, bu yanıt ve farkediş üzerinden algının insana yaşattığı oyunları, beslendiği anları, alanları düşünürken, bir kaç gün sonra soruyu farklı şekilde sormaya karar verdim. Bu kez soruyu '' Yoğurt neyle yapılır? şeklinde sordum. Yanıt süt idi.
Tırtıl biraz daha büyüyüp, ana okulu evresinden geçip okula başladığında ve kendi sosyal alanlarını kendi yaratıp hayatın kalabalıklarına karıştığında, bir gün aynı soruyu ilk haliyle, yani '' Yoğurt neden yapılır? '' şekliyle sordum. Aldığım yanıt ''Sütten''di...
Hayatın bir yerinde bir yanlış ve algı kirlenmesi var, ama neresinde? Düşünmek gerek...
Saflık Evriliyor!.. için buradan lütfen.
Yaşam, hiç farkında olmadığınız ve üzerine kafa yormadığınız bir olguyu; son derece basit gibi duran bir olayın, bir eğlence anının içinde geçen bir cümle, bir kelime ile kafanıza çakıyor.
Yaklaşık beş altı yıl önce, Tırtıl 2,5 -3 civarı bir yaştayken ve henüz korku denen meret bulaşmamışken aklının bir köşesine... Bütün hayvanlarla fazlasıyla haşır neşirken birde... Ki ineklerin kuyruklarını çeker, burunlarına parmağını sokar, iki avucuna kafalarını alır gözlerine gözlerini diker, onlara ayar çekerdi kendi tonlamasıyla; onlarla oynaşır, oyuncaklarına ortak eder, gülüşürdü. Biz yetişkinler, hayvanların sağı solu belli olmaz korkusuyla yaklaşır ya da yaklaşamazken üstelik...
Küçücükken aldığımız kazlar büyüyüp serpildiklerinde köpekleri bile tırsıtırken, bahçeye gelen yabancıları, özellikle kadınları önlerine katıp kovalarken, Tırtıl onları hizaya sokar, gerektiğinde bağırır çağırır ve kovalardı yuvalarına.
Bahçe içinde dolaşan ya da evin bir köşesine konuşlanmış her türden doğa hayvanını, böceği, haşaratı kolaylıkla alır ve bir kenara atardı. Onun içtenliği ve kirlenmemiş aklı, duyguları, saflığı en kolay hayvanlar ve doğa tarafından farkediliyordu ki, aralarındaki iletişim bu kadar hoşgörülüydü.
Tüm bu süreçde her akşam yatarken oynadığımız oyunlar genelde televizyon taklidi bilgi yarışmaları ya da ünlü yazarların, bestecilerin, felsefecilerin, bilim adamlarının adları verilmiş hayvanlarla, ailenin çocuklarının oluşturduğu ''Onbir ateş çetesinin'' anında yaratılan, içine ufak tefek bilgiler yerleştirilmiş öykü anlatımlarıydı.
Bir dönem sokakta gördüğümüz her kargaya Aristo diye seslendiğimizi, pek çok Sokrates adlı köpek tanıdığımızı, Diyojen diye çağırdığımız epeyi kedi olduğunu ve bu gezintiler esnasında rastlaştığımız her hayvana dokunup hal hatır sormadan geçemediğimizi, elimizdekileri onlarla paylaştığımızı hesaba katarsak, durumun pek de hayırlara vesile olmadığını anlayabiliriz...
Biz güle eğlene Tırtıl'ın aklına, algısına bir şeyler yerleştirmeye çalışırken; günlerden bir gün, Tırtıl dersin kralını verdi bize.
Yine yatakta oynaştığımız akşamlardan birinin oyunu bilgi yarışmasıydı. Genelde inek ne verir, tavuk ne yapar minvalinde gelişen sorulara o gün yeni bir soru eklenmişti. O da şu idi: ''Yoğurt neden yapılır ?''
Tırtılın çok net ve kendinden emin yanıtı şu oldu: ''İnsanların yemesi için''
Ben yanıtın yanlış olduğunu söylediğimde, bir an durdum. Çünkü soruyu sorarken , daha doğrusu kurarken benim yanıtım süttü. Sonra farkettim ki, doğru yanıt onunkiydi. Ben soruyu ''ne ile, neyle'' ya da ''neyden'' yapılır şeklinde sorsaydım. Muhtemelen o sütten diyecekti. Sonra, bu yanıt ve farkediş üzerinden algının insana yaşattığı oyunları, beslendiği anları, alanları düşünürken, bir kaç gün sonra soruyu farklı şekilde sormaya karar verdim. Bu kez soruyu '' Yoğurt neyle yapılır? şeklinde sordum. Yanıt süt idi.
Tırtıl biraz daha büyüyüp, ana okulu evresinden geçip okula başladığında ve kendi sosyal alanlarını kendi yaratıp hayatın kalabalıklarına karıştığında, bir gün aynı soruyu ilk haliyle, yani '' Yoğurt neden yapılır? '' şekliyle sordum. Aldığım yanıt ''Sütten''di...
Hayatın bir yerinde bir yanlış ve algı kirlenmesi var, ama neresinde? Düşünmek gerek...
Saflık Evriliyor!.. için buradan lütfen.
Etiketler:
akıp giden zamana notlar...,
Saflık
15 Temmuz 2009 Çarşamba
Oy(u)nu/Yordum
Her kelimenin altı çizilmişliğini farketmek, güzelliktir...
Aslında, altı çizilmiş kelimeler: Hep anlaşılır ve nettir...
Bireyin bütün bu farkedişlere rağmen; kendi ezberlerinden, duygularından, çakmalarından, hesaplarından soruları, şüpheleri, sanmaları vardır.
Yaşanan her an gibi, söylenen her söze sahip çıkılmalıdır. Ve hiçbiri, bir diğerinden daha değerli de olmamalıdır.
İnsan durur bekler, hala ötekinden bir tavırdır bu beklenen... Beklenmeli midir diye sorulursa: Bazen, hakedene hak ettiği kadar...
Bir oyundan, oyunu kuran ''Ben çıktım, yokum artık'' derse... Öteki, ötekine saygıdan ve belkisinden bekler bir süre... Beklemelidir de!
Oyuna verilen değerden ve saygıdan en çok da ...
Bu görülmeli midir diye sorulursa; görülmelidir.
Oyun devam ederken rol yazmak birine, oyunbozanlıktır. Oyunu kurgulamak da oyun bozanlıktır. Oyun, içinde ''oyunlar'' barındırdığında güzel oyun olmaktan çıkar.
Ben yokum bu oyunda demek güzeldir.
Yokum/yoksun dedikten sonra ve sonlanmışken oyun; ve ''kenarda'' tutulan gidecekken bir başka oyuna; davet artık güzel değildir.
Saygı sadece bir kelime değildir; anlamını anlamlandıranın, anlamlandırdığı gibi...
Tavırdır.
Resim: Videlec Org.
Etiketler:
altyazılar...
Yastık?
Özlemek: Tek tek de çok anlamlı olan, ya da anlamlar yüklenen bir çok duygunun hepsidir. Özlemek bir uzaklık ifadesi gibi görünse de, aslında dibinde olmaktır. Hatta içinde...
Etiketler:
altyazılar...
14 Temmuz 2009 Salı
Kuma
24 yaşındayım ben. Evli ve çocukluyum. İki oğlum var. 24 yaşında bir kadınım ben. Akşam eve dönen kocama yemek yapar, çocuklarıma bakar, evimi temizler, geçiririm günlerimi. Henüz 24 yaşındayım ben…
Bir gün kocam…
- Gülsüm ben bir kadın daha alsam, sana kuma getirsem; ne dersin, ne söylersin?
-- Ne bilirim, sen öyle istemişsen ne diyebilirim?
- Gülsüm bir şey de hele, ne yaparsın bir kadın daha getirsem eve?
--Bir şey demem beyim, ne hakkım var?
-Gülsüm ben bir kız aldım, 18 yaşı, senin kuman Gülsüm…
Bütün gece sabaha kadar burnumun kanadığını hatırlıyorum, bütün gece sabaha dek uyumadığımı, gözlerimin kan çanağı olduğunu, çocuklarımın ağladığını, onlara bakacak kadar halimin kalmadığını hatırlıyorum. Alışmak senelerimi alıyor.
Şimdi seneler sonra, bir adamı bir başka kadınla paylaşıyorum.
Evimde bir başka kadın var. Evimde, o kadın soframa oturuyor. Evimde o kadına ait her şey var. Evimde bana ait olmayan bir erkek var, kocam.
37 yaşım benim... Adım Gülsüm.
Resim: Avni Arbaş
Etiketler:
captaiin'in Jurnali
13 Temmuz 2009 Pazartesi
Kirli Sırlar...
Kirli Sırlar, hakkında yorum yapan herkesi, kendi değerleri ve sinemaya bakışı anlamında haklı çıkarabilecek, üzerinde genel bir beğeninin ya da ortak bir bakışın sağlanamayacağı ender filmlerden biri...
Buradan bakıldığında, sadece kişisel anlamda bana hissettirdiklerinden söz edebilirim; ki bu, kimsenin (olumsuz) görüşlerini eleştirmediğim noktasında, benim lehime, yazdıklarıma iyimser ve anlayışlı bakışlar getirebilir (yani anarşist ve genele aykırı bir duruşum yok !)
Ben filmi sinemada kaçırmıştım. Ve yaklaşık iki yıl önce bir cumartesi öğleden sonrasında kolamı cipsimi yanıma alarak, evin sıcağına sığınmış bir halde izledim. Film üzerine okuduğum bütün yorumlar ve eleştirilerin yarattığı sıkılır mıyım ön yargısıyla elbette.
Ama tüm bu olumsuzluk havasının aksine, ben filmden çok zevk aldım. İyi oyuncular, iyi oyunculuklar, iyi bir kurgu, cumartesi dinginliğine yakışır bir ritmdi yakaladığım.
Ve bir örgütün oluşum sürecini, sıcak savaştan başlayan ve soğuk savaş döneminde ciddi anlamda kirli işler yapmaya devam ederek süregiden varlığını , onunla ilgili tüm yargıları ve tanıklıkları bir yerlere oturtmak adına edinilmiş bilgilere katkı yapan donanımlı bir senaryo; film içinde bir imge olarak sıklıkla karşımıza çıkan James Joyce' un okunabilirliği konusunda tartışmalı kitabı Ulysses' e latife yaparcasına bir tempo; ve özel bir sinema diliydi film boyunca tadını hissettiğim...
Sonuçta ne olursa olsun, bütün bu karmaşa ve devinimin içindeki unsurlardan en önemlisinin insan olduğunu vurgulayan, özel hayatlardaki ilişkilere ve sorunlara da göz atan, bu anlamda insanı zenginleştiren, ilişkilerin zaaflarını, iniş çıkışlarını, sorunlarını farkettiren; insanı, hem iş hem özel hayat anlamında sorgulayan şahane bir filmdi Kirli Sırlar...
Gizli servisler ve insan ilişkilerinin felsefi, siyasi ve ruhani halleri sizi ilgilendiriyorsa; ve bir filme emek vermeyi göze alıyorsanız, bu zeki filmi mutlaka izleyin.
Aradığınız yüksek tempolu, çatır çatır aksiyonu olan, sadece heyecanlanacağınız, düşünmeden, yorulmadan eğlenip vakit geçireceğiniz bir seyirlikse; asla izlemeyin!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)