3 Haziran 2024 Pazartesi

Dondurma Virtüözü

Bebeliğini bilirim denir ya, hah işte Bekir biz için o kategoriden bir çocuktur. Ele avuca sığmaz, şapkadan tavşan çıkarır, neşeli, yardımsever şahane bir adamdır. Komşu evin torunu, bizim de canımız ciğerimizdi ki hâlâ da öyledir. Misal ben işe yemek arası verdiğimde mutlaka ona uğrar, o sırada laf lafı açar, ben epey epey sonra çalışma masama döner, vakit tamam olunca işi kapatırım.

Çoğu zaman da yeniden rotayı Bekir'e doğru çizerim.

On parmağında on marifet sanırım onu en güzel ifade eden sözcük dizisidir. Bir udidir, Samsun Konservatuar Orkestrası'nda çalar, öğrenci yetiştirir; sonra kafasına bir eser, konservatuarın tadı kaçmıştır mesela, kayırmacılık girmiştir işin içine, anında eyvallahı çeker, gider gemilerde çalışır.

Tanımak şanstır ve iyi ki vardır.


Şu dolaptaki dondurmaların hepsini tek başına yapar, kimseyi istemez yanına. Müzikal etki altındaki ve renk renk dondurmaları bir yiyen bir daha yer.

Emeğinin karşılığını alıyor mu bilmem, sormam da çünkü bu umurunda bile değildir. O bir sanatçıdır. Bana yürüme mesafesinde olması şanstır. Öylesine bir uğrarım, saati falan unutur, berduşluğun tadını çıkarır, ohh be hayat ne güzelsin naraları atarım.

Çocuk haşarılıklarına bir girsem çıkamam, anlatsam dinleyenin karnına ağrılar girer. O benim askerlik anılarıma, tank kullanmış olmama, 12 Eylül döneminin perde arkasını anlatmama, gönül hikâyelerine bayılır; ben onun dağ başındaki nöbetlerine hikâyeler yazarım.

Bekir az bulunur, kalbi yardımsever, çok özel bir adamdır.

Ve bu yazı ve kullanılan fotoğraf ona da sürpriz olacaktır!

24 Mayıs 2024 Cuma

Uzak Yıldız Yakın Mevzular

Bolaño'nun beni tam anlamıyla ters köşeye yatıran kısa ama derin romanı ile Afiyet'deyiz. Frambuazlı, aslında iki kişiye de rahatlıkla yetecek pastalarından yok. Bu bizi üzer mi? Tabii ki hayır. O halde, "Bir çilekli pasta lütfen, bir de çay."

Bu aralar biraz da şaşkınım; sanki kahveyi unutmuş çaya alan açmış gibiyim. Kitapsa beni tam anlamıyla ters köşeye yatırmış durumda. Bu olumlu bir durum; umduğum değil ama bayılacağım bir zaman dilimindeyim, üstelik de mevzu bir tıfıl devrimcinin canına minnet. Kendisi bir romantik midir bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa Latin ülke solcularının hayranıdır. Onların her birinin masal kahramanı hallerine bayılan, asla büyümeyen, bu mevzularda anında 16-17 yaş çeperlerine takılan bir tıfıldır da aynı zamanda. Ve bu durumun geçmişte kalmış, dizlerine yatılan, gitarına teslim olunan o tatlı kızla bir ilişkisi var mıdır, diye sorulduğunda: O reddetse bile muhtemeldir!

Serde solculuk varsa, hani literatür de biraz yenilip yutulmuşsa bu roman da şerbetlidir.

Biz kuşağı için eyvallah da, diyor bu arada iç sesim, yeni kuşaklar için nedir?

Hımmmmmm... işte burada biraz durup düşünmek gerektir. Ve hatta bagajda neler birikmiş diye bakmak, o sırada olur be, bize de yakışır okumak denirse de ballı börektir.


Kitap, pasta, çay, anılar sinsilesi içindeyken zamana dönüp de ayaklarım yere bastığında hafta sonu Rock City'de bira diye geçiriyorum zihnimden. Eyvallah tonunda bir ses yankılanıyor beynimde. O halde telefon. Gidelim mi, diyorum, gidelim oluyor yanıt. Bir yanda 19 Mayıs şenlikleri, konserler falan. Sevindirici lakin sesleri uzaktan daha bir hoş geliyor.

Çıkıyorum evden, üzerimde enn sevdiğim kadının aldığı tam da mevsime uygun çok da hoş lacivert bir kot gömlek. Sevdiğim jean'lerimden biri, ne olur ne olmaz diye bir mont ki mini sırt çantamın askılığından geçirilmiş vaziyette. Heyecanla ve ayaklarım yerden kesik adımlarla ve bir an öncenin telaşıyla yürüyorum. Deniz sağımda ve o an yanıma fotoğraf makinesi almadığımı fark ediyorum. İşte o zaman yazıya aynı noktadan olmasa da aynı denizden bir fotoğrafı yerleştiriyorum.


Sohbet derin, seyahatler sıralı; sonuçta konuşmanın bir zararı yok ki koşullar oluşmazsa da bakarız bir çaresine.

Hayalden kim ölmüş?

Birinci biralar bitiyor. Ama bizde söz bitmediği gibi ân da bitmiyor. Rock City şaşırtıcı derecede boş. Bunu bayrama mı yorsak yoksa ekonominin geldiği noktaya mı, karar veremiyoruz. Sonra 19 Mayıs şenliklerine bağlıyoruz durumu. Yine kelimeler nota olmuş cümleler müzik, ve akıp giderken zaman biz altıncı birayı istemişiz meğerse.

Söz yine de bitmemiş.

Ben yine en sevdiğim kadının gözlerinde erimişim. Sonra hesap istemişiz ve fena şaşırmışız! Acaba yanlış mı hesapladılar diye düşünmüş, sonra bunun olamayacağına karar vermişiz; müşteri nüfusuna bakınca. Sonra, demek durumlar dipte o nedenle fiyatlar aşağıda ve hiç değilse maliyetleri garantiye alalım durumları oluşmuş mekânlarda, diye bir tez atmışız ortaya.

Sonra, yakalamışken en sessiz halinde Rock City'yi biraz daha çıkaralım tadını demiş, seyahat planlarımıza ekler katmış, kelimelere yine kelimeler eklemiş, son yudumların ardından sarılmış, öpüşmüş, vedalaşmış; zıt yönlere doğru adımlarımızı sıklaştırmışız.

16 Mayıs 2024 Perşembe

Bazı Fotoğraflar Üç Kelime İle Anlatılamaz

Efsane Gezi'nin Bergama ayağındayız, henüz bilmediğimiz ve ihtimal vermediğimiz askeri darbeye bir iki hafta var. Planımız çerçevesinde yola devam ediyoruz. Bir kaç yıl önce daha gezi hayalleri kurarken bize gelen ve emekli bir ilkokul öğretmeni olan ve ilk kez şehrimize eşiyle birlikte bize ziyaret için geldiklerinde annemizin üvey anneden kaynaklı bir dayısı olduğunu öğrendiğimiz... ve annemin yola çıkmadan önce dayıyı ziyaret etmemiz konusunda bana sıkı tembihler verdiği Bergama'dayız. Elbette dayıya uğramıyoruz çünkü gençlik başta duman. Henüz, Çınarcık'da tanıştığımız kızların izi çıkmamış bünyeden. Önümüzde enfes bir güzergâh var. O halde yola devam noktasındayız. Aylardan Eylül. Manyas'da rüzgara yakalanmıştık, Bergama'da da hava serin. Daha sıcak bölgeler önümüzde ve bizi bekleyen enfes sürprizlerden habersiziz.


Ama tüm bunlar antik kentte birer Bergama hatırası çekmemize engel değil. Elimizdeki makina bir arkadaştan ödünç alınma. Zamanın iyi markalarında biri. Bir Yashica. Biraz sonra Antik Kent ile vedalaşacak, bir şeyler atıştıracak, ben direksiyona geçecek, düze inince tüm camları kapatacak, can arkadaşım hızımızı keser diye radyo antenini bile indirecek ve tam gaz yeni hedeflere doğru yola çıkacağız.

12 Mayıs 2024 Pazar

Yazıya Kelepçe Vurmak

Söz manasını dinleyenden alır en sevdiğim ifade edişlerden biridir. Yazı da özgürdür. Elbette bir yazanı vardır. İşte o yazan ben dün bir paylaşım yaptım. Sonra, bir sohbet esnasında olsa  kitaptan ve içeriğinden söz ederken rahatlıkla kullanacağım ve kitabın adı olarak -belki de- rahatsızlık vermeyen, tahminimce de çok kişiye vermeyecek bir ifadeyi gün içinde sorgulamaya başladım. Koca bir kitabın içeriğinde ve akışında o ifade kabul edilebilir ve hatta -bence- sevimli bir hâldeyken, kitaptan yapılmış alıntı bir anlamda özünden kopup çırılçıplak kalmıştı. Ya da ben öyle sanmıştım! Okur profili gözümde canlandı, kitabın kapağında masum duran ifadeyi yazıdan çıkarmak noktasında bir süre daha kararsızlık yaşarken, huzursuz da oldum. Epeyi süre daha kendi dünyamda gidip gidip geldim. Bir kaç saat süren kararsızlığım sonucunda kitaptan alıntılanmış kısa metnin içinden silerek ifadeyi; bir anlamda ilk kez  kendi yazımdaki,  kitabın adı olarak masum duran  iki kelimeyi üstelik de kadın karakter tarafından kullanılan tanımlamayı, kendim sansürledim.

Neden?

11 Mayıs 2024 Cumartesi

Bayıldığım Bir Yazarın Kitabına Başlarken


İkinci kısım 16+ ifadeler içeriyor!


Kısa... Kısa...

İkindinin akşama yakın zamanları, pencereden bakıyorum; güneş batıya çekilmiş, ön bahçenin önemli kısmına binanın gölgesi düşüyor, arka bahçe ise tam anlamıyla güneşlenmelik.

Ön bahçe günün ruhları dürtükleyen bu saatinde bana uyar. Bir tuğla ile ilişkimizse uzun süredir devam etmekte; kitap Bolaño'nun.

Biraz ağırdan aldığım çok keyifli bir roman; onu okurken araya ara sıcak tadında kısa öykü kitapları da sıkıştırıyorum.

Maskemi takıp iniyorum bahçeye, onu çıkarıp çantama atıyor, biraz fotoğraf çekiyorum. En alt katımızda bir getto var. Mahallenin tüm kedileri orada. Bir sürü yeni yavru ki artık usul usul ergen oluyorlar. Bir kaçı bahçede, bir kaçı da arabaların üzerinde güneşlenmekte. Alıyorum sandalyemi, güneşe açıyorum kitabımı.

Tabii ki Vahşi Hafiyeler.


İleri Üçlü, başlıklı yazıdan.


Katil Orospular, Sayfa 124'den...

"... Hakkını vermek gerek sözlerin sevecendi. Ama korkarım iyi düşünmeden konuşmuştun. Benim dediklerimi hiç düşünmemiştin. Kadınların sevişirken söylediklerini her zaman dikkatle dinle, Max. Konuşmuyorlarsa tamam, o zaman dinleyecek bir şey yok, düşünmen de gerekmeyecek, ama eğer konuşurlarsa, fısıldıyor olsalar bile, her sözcüğü iyi dinle ve üzerine düşün. Ne dediklerini düşün, ne demediklerini düşün, söylediklerinin gerçekten ne anlama geldiğini anlamaya çalış. Kadınlar, Max, hasta bir ağaçtan ufku seyreden soğuktan donmuş maymunlardır, karanlıkta ağlayarak, hiçbir zaman söyleyemeyecekleri sözlerin peşinde, seni arayan prenseslerdir..."

Cümleler vurucuydu lakin bir tecrübem vardı ve tanıdığım enfes bir karakterdi, askerdim ve henüz 20 yaşımdayım. O karşılaşma ve tanışmanın ardından Askeri Hastane'de tansiyon nedeniyle bir kaç gün denetim altındayken ziyaretime gelmişti ve yıllar yıllar sonra o ana ve ona dair olarak hayatımın en güzel yazılarından birini yedi bölüm halinde yazmıştım. O andan ve ona dair yazımdan yıllar yıllar sonra ise bu kitapla karşılaşmak ve kitaptaki kadın karakter geçmişe bir yolculuktu benim için ve bayılmıştım kitaba. Doğal olarak da aynı yollardan geçtiğimiz Roberto Bolãno, o andan itibaren benim kankam olmuştu.

İlk paragraf, Evet Hayat! başlıklı yazıya kitaptan bir alıntı.



Şimdi, bir kaç yıl aradan sonra, üçüncü Roberto Bolaño kitabıma başlıyorum. Bakalım bu kez de beni sarsmayı, düşündürtmeyi ve çarpmayı başarabilecek mi?

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP