Ocak 2022
Kasabanın merkezine doğru, iki yıl aradan sonra yürümeye başlıyorum... ve ilk hayal kırıklığım!
Dönüşlerde, İstasyon'a yürürken kesin uğradığım ve sevdiğim balıkçı artık yok!
Oysa, akşamüstü dönüşünün tadını yaşar, istasyona geçmeden önceki son noktada, dış masaları da olan ve bir ailenin işlettiği alkolsüz bu mekânda, keyfime keyif katardım.
Bugün diğerleri gibi o da planımda yoktu, ama temelli yok oluşuna üzülüyorum.
İstikametim pek hoş pideler yapan pek hoş mekâna. Sonrasındaki hedefimse enn bayıldığım ve sırf onun için 30 kilometre yol geldiğim ve en sevdiğim kitap okuma noktam, Tekkeköy Gar'ı.
*
Geçen Cumartesi
Aradan neredeyse iki yıla yakın bir süre daha geçmiş ki yok sayan bir düşünceyle bakarsak sanki bir asırmış geçen zaman. Pandemi ve koşulları adeta bir devre kesici gibi sosyal hayatımızı evlere tıkmış, bununla da yetinmeyip maskeli bir hayatın arkasına saklamıştı yüzlerimizi...
Ve gülüşlerimizi!
Maskeler düşünce de sanırım çabuk unutmakla kalmadık, üstüne üstlük yok sayarak, sanki hiç yaşanmamış gibi sildik hafızalarımızdan Covid-19'u.
Evden çıkışım net!
Adımlarım kararlı...
Sadece kararlı değil: Heyecanlı, tıpkı bir sevgiliye koşar adım giden kalbin atışları gibi saf, tertemiz ve özlem yüklü.
Kitabım, minik fotoğraf makinesi, okuma gözlüğüm, yağmur olasılığına karşı incecik yağmurluğum sırt çantasına... Laciverti biraz daha dark kotum ve bir lacivert v yakalı kazakla gömleği tamamlamış olsam da, akşam serinine karşı montum, yine de mini sırt çantamın omuzumdan geçen askısında. İstasyona varmamla birlikte enn sevdiğim tren gözüküyor. Bugün maç kalabalığı yok ama yine de treni kalabalık kılacak bir etkinlik var; trenden ineceğim son istasyonun neredeyse dibinde.
"Bu kez hep görmezden geldiğin gerçek saat kulesinin mini örneğinin kalbini bir kez daha kırmadan, buna ne gerek var ki aslı dururken demeden, bir fotoğrafını tarihe not düşsen ne kaybedersin ki," diyen iç sesime itiraz etmiyor, "Evet ya," diyorum; "bunu buraya diktiren bir çocuk sevinciyle bu kararı almış mutlaka ve sen, yani ben, yine içinden bir ukala çıkarmış, asıl duyguyu hiç fark etmemiş, bir görmemişlik abidesi sayarak üstelik, hep aşağılamıştın!"
"Önce onunla bir helâlleş bakalım!"
Kasaba bugün ıssız. Sokaklar ve mekânlar sakin. Yolumun üzerinde ve iki bulvarın kesiştiği noktada adıyla dikkatimi çeken bir kafe var, Şehrin Kırıntısı. Genç bir müşteri kitlesinin yanı sıra belli ki yaş almış ama entelektüel niteliklere sahip yetişkinlerin de uğrak yeri, verandası hoş ve iç sesimin her seferinde burada takılmalıyız dediği ama benim bir türlü Gar'dan vazgeçemediğim için uğramadığım yer. Sanırım bir sonrasında, orada olacağımız kesin. Çünkü bugün henüz gitmek konusunda netleşmediğim çok hoş bir etkinlik de var, bulunduğum noktanın yaklaşık 500 metre aşağısında...
Pırıl pırıl bir gün, sakin caddeleri keyifle, içime huzur çekerek, musmutlu bir tatla yürürken bir kez daha çok sevimli bulduğum, eski bir CHP'li belediye başkanının adı Murtaza Oktav'ı taşıyan ve O'nun da akrabası, en cann arkadaşlarımdan birinin dedesi, çok hoş sohbetler yaptığımız, artık yerinde bir apartman olan ve şehrimizin merkezi noktasındaki muhteşem evde ve elbette gençlik ateşimizin çok bilmişliği ile soldan soldan sert cümleler kurarak tartıştığımız, bizi sabır ve anlayışla dinleyen eski senatör ve milletvekili Rıza Işıtan Amca'yı da bir kez daha sevgi ve saygıyla anıyorum ve bir sonrasında; aslında kasaba otogarlarına bayılan biri olarak; neden hep önünden geçtiğim ve bayıldığım halde içine girmediğim bu gara dair ihmal gerekçeleri üretmeden, kendi kulağımı kendim çekerek, bir sonrakinde kesinlikle buradasın ayarı veriyorum kendime.
Heyecanla ama bu kez arka caddesinden varıyorum Gar'a. Önce bir kaç fotoğrafını çekiyorum. Arka kapıdan park alanına yürüyor, rayların kenarından ana binaya varıyor ve kafeteryanın kapısından içeri süzülüyorum ve değişikliği hemen fark ediyorum. Çünkü masalar çeşitlenmiş ve çoğalmış?!
Aklımda pasta var, dolaba doğru yürüyorken hoş bir genç kadın gülümsüyor. Tanıdıklarımdan değil bu. Mekâna bir başka el değmiş, kesin. Soruyorum ve anlıyorum ve kızıyorum elbette. Çünkü belediye bir vatandaşa kiralamış. Binayla dertleşiyoruz ki o da durumdan memnun değil. Hani yaşanmışlıklarımız ve onların verdiği kalıcı tat olmasa uğranılacak yer değil lakin binaların günahı ne diye de düşününce ve hanımefendinin güleryüzünden de kaynaklı olarak, kitaplarımla geçirdiğimiz güzel zamanların hatırına şimdilik defterimden silmiyor, çayımın, pastamın ve kitabımın tadını çıkarıyorum.
Sonra tüm bu yediklerime içtiklerime 100 TL ödeyince de, eyy belediye yaptın yine yapacağını öğrenci gençlere ve kasaba halkına diyor, ve koca alandaki ıssızlığa bakıp, her yaştan insanlarla dolup taşan cıvıl cıvıllığını, öğrenci çalışanları ile sohbetlerimizi özlüyorum.
Ara sokaklardan ana caddeye çıkıyorum ve bir tabela dikkâtimi hemen kapıyor. Enn sevdiğim kadını aramalıyım, hani bir gündüz takılsak olur mu acaba?! İki soğuk bira ve eyvallah... Hem bayıldığımız tandırcımızın dibi, üst kat belli ki. Adı beni benden aldı ki tabelası ışıklı ve zemini mavi. Bi Meyhane adı. Hımmmmm kasabada bi meyhane! Elbette enn sevdiğim kadına söylemeden duramıyorum.
Sokak adımları ile yürürken kendimi İrlandalı emekçilerin mahallesinde buluyorum. Bir dejavu mu acaba? Hatırlıyorum, enn sevdiğim kadın bir İrlandalı olarak fotoğraflarını çekti çünkü... diye düşünmekle birlikte benimki hayal miydi acaba diye düşünüyorum ki ona bahsediyorum daha sonra ve o da net değil.
Sonra biri burayı alsa, dışını hiç bozmadan içini eskiye sadakatle yenilese ve kafe ve lokanta yapsa diye de içimden hayal ediyorum.
İşte bu düşünceler içindeyken ve keyifle çalışan istasyona doğru yürürken kasabaya her varışımda ilk karşılaştığım ve fikrime yazdığım mekânın, yani Lojmanlar Pide Salonu'nun kapısından içeri süzülüyorum. Dışarıda da masaları olan sevimli bir kasaba mekânı. İki beyefendi ve bir genç hanımefendi iş başında. Karışık peynirli pide niyetim fakat kaşarlı yiyebiliyormuşum; çünkü beyaz peynir kullanmıyorlarmış.
"Bir de çay, fincanla lütfen."
Önce salatam geliyor, sonra da görüntüsü muhteşem pidem. Bulvarın kenarında, kasabanın son çıkışında, yönüm merkeze doğru dönük, uzun bulvarı ve yüksek dağları izleyerek, parmaklarımla, aheste ahestte çıkarıyorum pidemin tadını. Çok beğeniyorum, kaşarı bol, hamuru ince ve çok lezzetli pidemi. Üstelik 90 TL.'lik ödemeyle de beni benden alıyor çünkü şehirde bu fiyata pide Şam'da kayısı!
Ustalara teşekkür edip, ellerinize sağlık diyerek çıkıyorum yola, yönüm çalışan istasyona dönük, lakin fikrim inceden inceye dürtüyor. Kitap Fuarı. İkilemdeyim aslında, içimdekilerden biri olaya el koyuyor ve gitsek fena olmaz diyor. Hem Arzu, diyor diğeri. Karşıya geçince kocaman bir insan seli, otopark tıka basa dolu, seyyar köftecilerin dumanı istimli. Pırıl pırıl havada piknik tadında, hoş ağaçların altındaki plastik masalarda, çoluk çocuk köfte atıştırmada; şehit düşmeseler de ekonomist gazisi insanlarımız.
Gençlerimiz pırıl pırıl, elbette genç kızlar ve kadınlar ağırlıkta. Ellerindeki poşetlerle sürekli yanımdan geçtikçe onlar, umutlarım geleceğe el çırpıyorlar. Sonrasında, adımlarım komutayı tereddütlü benden alıyorlar ve fuarın kapısındayız. Aslında Arzu bir kez daha yayıneviyle birlikte oradadır diye düşünüyorum. Çünkü fuarla ilgilenmedim ve hangi yayınevleri ve yazarlar katıldı noktasında da bir bilgim yok. Arzu ve editörü olduğu yayınevi daha önce katılmışlardı ama karşılaşmamıştık çünkü ben fuara gidememiştim.
İki koca salon da tıka basa dolu. Otopark kulağıma fısıldamıştı zira. Dolaşıyorum standları. Listelerde Arzu'nun yazarı, aynı zamanda editörü olduğu yayınevi yok. Oysa ne güzel bir sürpriz planlamıştım, üç dakika içinde. Müsaitse bir rakı masası mutlaktı.
İstasyonda iğne atsam yere düşmez. Ellerindeki kitap poşetleri ile pırıl pırıl insanlar. Lakin tren tecrübeleri eksik çünkü tren modellerine göre koltuk kapabilmek için kapılara denk gelecek noktaları bilmek gerek.
Tıkabasa dolu tren enfes ağaçların ve manzaraların içinden akıp gidiyor. Fikrim son bir öneride bulunuyor. Birtat'da keşkül ve limonata. Heyecanlanıyorum. Sonra tren kalabalıklarının geceye kadar süreceğini öngörüyor ve ara istasyondan binmek zorunda kalacağımız için de oturamayacağımızı söylüyorum ki fikrim haklısın diyor. Ama bir yandan da gün ve deniz o kadar güzel, o kadar eğlenceli ki onu son bir eylemle taçlandırmak gerekiyor.
Eve üç istasyon kala iniyorum.
"Bir limonata lütfen."
İskele Kafe'deyim.
Yazım kurallarına özen göstererek kaleme alınmış (pardon eski alışkanlıklar, eski deyişler vazgeçilmezlerimiz.) yazılmış uzun yazınızı keyifle okudum. Araya usta işi çekimlerle güzel görseller de girince yazı hiç de yormadan tamamlandı. Hatta keşke kitap Fuarında biraz daha oyalansaymışsınız diye düşündüm.
YanıtlaSilİnsana geçmişin huzurunu veren eski mekânlar aranıyor, özleniyor gerçekten.
Çok teşekkür ederim Makbule Öğretmenim. Farkındalığınız ve altını çizdiğiniz detay benim için çok kıymetli... Çünkü ben blog yazmaya başladığımda fena halde imlâ özürlüydüm, bu mecra sayesinde kendime çeki düzen verdim ve hayatımdaki yerleri ve kıymetleri çok özel iki insan sayesinde de yol aldım ve hâlâ bir öğrenci olduğumu düşünüyorum. Blog yazmak sayesinde ve rastlantılar sonucunda tanıdığım Gülsen Varol ve Ekmel Denizer adlarını anmaktan onur duyduğum iki çok kıymetli insan oldular benim için...
YanıtlaSilVe geç tanımış olmakla birlikte siz.
Ve ben hâlâ eğitimine devam eden bir öğrenciyim. :)
Bir yazı yazmıştım hallerimi anlatan, bundan bir kaç yıl önce. Oradaki bir paragraf şöyleydi:
"Evet ben de farkındayım, başlangıç ile nokta arasındaki cümle çok uzun oldu. Laf aramızda, ben yazmaya ilk başladığım dönemde noktası arşı alaya varmış cümleler kurardım. Nokta ve virgülden sonra gelen cümleyi de noktanın dibine dayardım. Boşluk bırakmazdım. De'leri da'ları ayırmazdım. Sonra bir yazı okudum ve utandım. Sonra, bir ayıbım olarak bir kitabını alıncaya kadar kendisinden haberdar olmadığım Sayın Ekmel Denizer, tesadüfen rastladığı bir yazıma yorum yazınca... Çok utandım. Yorum çok güzel ve değerliydi, yanlış anlamayın, bu konulara hiç dokunmuyordu. İmla bilmezliğimden utandım ben. Yazılarımın bu anlamdaki sefilliğinden. Bu hissimi onunla paylaştım. O bana dedi ki; önemli olan duygudur. "Yazının biçeminden dolayı kutlarım seni." Yani demem o ki ben hâlâ öğreniyorum, eski yazılarımı rastladıkça düzeltiyorum. Tekrar tekrar. Feyz aldığım çok değerli biri var, her seferinde bana istemsizce ama gönülden önümü ilikleten. O nedenle bakarız bir çaresine."
Alıntının son cümlesinde kastedilen kişi de Sayın Gülsen Varol'dur. Ve pargrafı aldığım yazımın tamamı da şuradadır:
https://laparagas.blogspot.com/2020/05/rastlant.html
james joyce'un stephen dedalus'u böyle gezer hep :)
YanıtlaSilO zaman bu kitabı alıp okumalıyım ben, teşekkürler Deep:)
SilHer hafta sizinle birlikte geziyor, keyifle karnımızı doyuruyoruz. O yumurtalı, kaşarı bol pideye bayıldım. Afiyet olsun:)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, olur da yolunuz bu taraflara düşerse daha iyilerini yedirmek söz:)
SilYine seninle hoş bir gününü yaşadım, pidenin tadını hissettim :)
YanıtlaSilNe mutlu bana bir kez daha:)
SilCanım pide çekti....
YanıtlaSilMesafe yakın olsa kapındaydı o pide:)
YanıtlaSilKeyifle, sakin sakin gezdik, ne güzel oldu 🙏🌺🤗
YanıtlaSilSevindim:)
YanıtlaSilSizin bölgenin pidelerinin tadı bir yerde yok. Her seferinde ağzımızın suyu akıyor :) Bu hafta aynı pastayı yemişiz Buraneros, cuma yazımda görürsün :)
YanıtlaSilKaradeniz boydan boya pide cenneti, her yöreninki kendine özel üstelik, bu bakımdan şanslıyız:) O pastalar bence seri üretim, mekânların kendi yaptıkları bir ürün değil:)
SilSaat Kulesi yeni olsa da gösterişten uzak mimarisini beğendim. Bence hoş görünüyor.
YanıtlaSilSizin ilin kitap fuarından sonra İstanbul'da da bu ayın 28'inde açılacak Tüyap. Ben de sabırla bekliyorum fuarı.
Sonucu hoş olmayan beklentileri es geçip günü en keyifli hale çevirmek, budur sanırım. :)
Tüm fotoğraflar çok harika...Son fotoğraf ise başka harika...Denizanası ne çok varmış. Renklerine hayran kaldım.
Yalnız dördüncü fotoğrafı tıklayınca açılmıyor, 404 error yazısı çıkıyor. Harap görünümlü eski yapıyı incelemek istemiştim. :)
Afiyet olsun. Ve keyifli günler diliyorum size.
Bizim fuar çok canlıydı ki bu yeni yerine pek gitmediğim için şaşırttı kalabalık beni:) Denizanası çoktur bizim denizde ancak bu yoğunlukta bir arada görmek zor, günün bana sürprizi oldu, bir karşılama töreni tadı vermedi diyemem:)) Çok teşekkür ederim, ben de size keyifli günler diliyorum. Ayrıca fotoğraf konusundaki uyarınız için de teşekkürler... Düzelttim:)
SilRica ederim, ne demek...
SilYapıya şimdi baktım, yakın zamanda yangın geçirmiş olmalı. İnceleyince çatıdaki kiremitler iyi durumda görünüyor. Sağlam halini gözümde canlandırmaya çalışıyorum, şirin bir yapıya benzettim. Yazık olmuş.
Bence de:)
Silne güzel bir cumartesi. gezdim ben de seninle buraneroscuğum. samsun pidesini (oğlumun baba-dedesi samsunluydu ve onlara ne zaman gitsek evlerinin yakınlarındaki samsun pidecisinden bize yemek ısmarlardı) ve kitap fuarı gezmeyi özlediğimi hatırladım bir de :)
YanıtlaSilCumartesi candır ben için Şule, sanırım ben gibi ödevlerini son dakikaya bırakan, hatta oyunun tadı dururken şimdi ödev de ne diyen ve pazartesi erken kalkar yaparım nasılsa hesabıyla davranan öğrenciler için de... Pazarın ertesi okul olduğundan strestir pazar günlerinin akşamüstleri, çünkü henüz yapılmamış ödevler vardır. :) Pide günleri de pazardır ve içleri evde hazırlanmış pidelerin sadece hamur parasına pişirildiği gündür ve o fırın sohbetleri muhteşemdir. Lakin büyük ekonomist onu da insanımızın elinden aldı:)
YanıtlaSilVe o muhteşem, fırın sohbetli günler artık hayallerde ve yazılarda kaldı!
https://laparagas.blogspot.com/2009/03/sen-kendini-sadece-pide-mi-sanmstn.html
:) Yine sanki kendim geziyormuş gibi dolana dolana okudum yazıyı. O yediğiniz pastanın tadını da biliyorum mesela yamiş gibi oldum. Ve fakat keşkülümüz yok efenim, neyse ofisin yiyecek dolabında mousse buldum onu yiyeyim bari. :)
YanıtlaSilAfiyet olsun, bir gün olur da yolunuz buralara düşerse, keşkülün âlâsı benden, hem de 1924'den beri aynı noktadaki minik pastaneden:)
YanıtlaSilTam bir sonbahar gezisi olmuş. Yine keyifle okudum. :) Fotoğraf kareleri de birbirinden güzel.
YanıtlaSilSaat Kulesini Samsun ziyaretimde hatırlıyor gibiyim ama pek emin olamadım.
Çarşamba'ya gittiğini hatırlıyorum, dolayısı ile Tekkeköy'e uğramışsındır diye düşünüyorum, eğer bu gerçekleşme olduysa görmüşsündür:)
Sil