Bu sabah erkeninde uyanınca blogu açtım. Tetikleyen neydi bilmeden an'larım etiketli yazılarıma gittim. Blog denen mecra ile tanışıp güzel anılar biriktirmeye başladığım yıllara... Aslında bu geri dönüşe sebep olan yazım çok tazeydi. Ağustos 2021. Yaşanan bir andı ve içimden plansızca akandı cümlelerim. Blogunda link verip paylaştı Sevgili KuyruksuzKedi.* O linki paylaşırken "Buraneros, bir kez bile "aşk" demeden aşkı anlatmış," vurgusunu yapmasa, ben zerre kadar farkında değildim. İşte bu sabah an'larımın içinde dolaşırken; beni "Geçenlerde Bir Akşam Üstü" başlıklı yazıma taşıyan birikimin ne olduğunun farkında olarak... Yaşamayı, öğrenmeyi, bilmeyi ve yaşamla kurulan ilişkinin belirleyiciliği üzerine düşündüm.
Güzel bir hayat benimki demek için lazım olanlar neydi?
Bir an geldi aklıma, 20'li yaşların ikinci yarısının 30'a yakın olduğu, belki de 30'un ilk yarısından bir an ki yaşandığı akşamın üzerinden 10 yıldan fazla süre geçtikten sonra, 14 Ekim 2008'de yazılmış ve yukarıdaki ile aynı mantıkla ama biraz daha uzun bir başlıkla yayınlanmış... İşte bu sabahki zaman yolculuğum bana, "artık bir yol gösterici olarak" bu yazıyı tekrar yayınlamalısın dedi!
Mutlu yıllarda, bir konser öncesi yemek için gittiğimiz lokantanın terasında, kapalı bölümün tam cam önüne oturmuştuk. Kapalı bölümde, camın hemen önünde bize komşu yaşlı bir çift dikkatimi çekmişti.
Adamın önünde bir kadeh rakı, peynir, salatalık, domatesten oluşan bir tabak, eşiyle sohbet ediyordu. Biz de onların en fazla yarısı yaşta bir çifttik.
Benim önümde de rakı ve aynı tabaktan vardı. Gün üzerine konuşarak usul usul içiyorduk...
Biz ana yemeklerimizi sipariş verdiğimizde, çapraz masamıza bizden daha genç bir çift geldi.
Onlar kalktığında, biz kahve içiyorduk. Biz hesabı ödeyip çıkarken, yaşlı çift hâlâ rakıyla peynirin keyfinde, kimseyi görmez bir sohbetin derinlerindeydiler.
O gün, ilk gençlikte aynı masalardaki tüketimimi, hızımı, tüm o davranışların egolarımı şişirmekten başka bir şey olmadığını, bunun yanı sıra da doğru olanı öğrenmeye ve hayatın tadını çıkarmaya yönelik bir öğreti olduğunu düşünmüştüm.
Gerçekten hayatın tadına vardıran şey, korkusuzca duyguların peşinden koşmaktı, fark etmekti.
Hissettiğini, arzuladığını yaşama gayretiydi. Onların ulaştığı noktaların iniş çıkışlarıyla yoğruluyordu insan.
İyi yerde yemek yemenin, sevgili peşinde koşmanın, iyi giyinmenin, iyi arabaya binmenin temel duygusu: İşlevsellikten, derin tatlar almaktan ziyade egoydu; büyürken gözlediğin yaşamlardan kafanda yer etmiş öykünmelerdi. Bu kötü bir şey de değildi ama!
Önemli olan o davranışlardaki hissedişleri fark etmek, onlarla yüzleşmek, niyelerini öğrenmekti. İyi yerde iyi bir yemek, tensel bir beraberlik: Çok gençken, temelde bir statü (ego) üzerinden içsel bir coşku yaratırken, aynı zamanda ruhunuzun anı paylaşma ve paylaşılandan zevk alma bölümünü de doyuruyordu belki!.
Oysa yemek, sevişmek, yaşamak aslında daha başka şeylerdi!.
Sonra şunu öğreniyordu insan: Aslında, çok lüks mekânda içilen neyse, herhangi bir yere oturup üç beş parça yiyecekle ''berduşça'' içilen de aynı şeydi! Mesele an'ın yarattığı ya da an'a katılan duyguydu, dekor değil!..
Ölüm gerçeğini bilmek, ve her tanık olunan ölümde eksik kalmış, tüketilmiş anlar görmek, bilinç altını tetikliyordu.
Çok gençken, pervasız ve asıl güzel olanı fark etmez bir hoyratlık vardı. Oysa, elinde olanın gidebileceğinin korkusu ne kadar güzel yapıyordu anları.
Anı yaşamak denen şey çok ama çok emek isteyen bir iştir; dillere pelesenk olmuş anlamının ta ötelerinde bir manada hem de...
Görebilenler şanslı...
Ve eğitim şart (uykuyla ilgili haller için*); hayat okulunda.
Not: Buradaki gençlik, yaşlılık ve ölümle anlatılmak istenen salt yaş değildir!
Yazının başlığı: ''Uyku'' adlı yazının içinden bir cümledir. Uyku adlı yazı ''elimde kahve kokusu keyfini çıkardıklarım'' adlı bölümden gidilebilecek kadar yakın.
(Demişim ancak link eklememişim ve bugün tahmin üzerine gittiğim bloglarda bulamadım, üzerinden onca yıl geçti, yazının sahibi eğer hâlâ okuyorsa, ve belirtirse sevinirim.)
Manxcat/KuyruksuzKedi içinse buradan lütfen!