9 Mayıs 2016 Pazartesi

Günün ruhları dürtükleyen saatinde kuralım artık masayı Doğu Ekspresinde

Sıralı okumayı düşünürseniz, buradan başlayın lütfen.

06/02/2016 

Ben istasyon binalarının aşığıyım. "Eser" bırakmak ufku inşaatla sınırlı, yatırım  anlayışları müteahhit dışında kimsenin cebine uzun vadeli katkısı olmayacak ucubeler dikmekten ibaret siyasetçiler var, ne yazık ki bu ülkede... Her şeyi kendi iktidarları ile var eden, bu ülkeyi demir ağlarla örenlere laf sokmaya çalışan, bu tavırla bir kitleyi kışkırttığını sanan, bugünün imkanları ile geçmişi eleştiren, nokta kadar izi kalmayacak siyasetçiler. Onlara rağmen bu ülke güzel be!


O zaman keyfini çıkaralım! Kahvaltı saati. Peynirler âlâ; eski kaşar, gravyer, mezelik gravyer, çeçil ve eritme. Börekler ölmelik, ılındılar. Yumurtalar pişmiş, bu güzel. Kahve için sıcak sular İbrahim abiden. Kompartıman konforlu bilindiği üzere. Masayı açalım. Pencerede akıp giden zaman. Köyler kasabalar... Sarıkamış ormanları... Telesiyejler... İşte Katerina Av Köşkü. Bir görünüp bir kaybolan ırmaklar... Dışarıda efsane bir beyazlık, içeride kaloriferin şefkatli sıcağı. Koltuklar rahat. Tren de yaşam da alabildiğine dingin. Daha ne olsun!


Şu önlüklü çocuk, benim onu ne kadar sevdiğimi bilmiyor mesela. Ne yazık! Okul yarın açılacak, sömestir tatili bitti. O önlüğünü bugünden giymiş. Bi gün ne kadar güzel bir masalın içinden çıkıp geldiğini fark edecek; ultra lüks bir plazanın üst katlarından birindeki ofisinde, elleri başının arkasında birleşmişken ve konforlu koltuğunu pencereye döndürmüşken... Dostum benim.


Doğu Ekspresi'nde her şey gibi kahvaltı da çok keyifli. Kompartımanda ama! Dağlar, ovalar, düzler bayırlar, ırmaklar geçerken bir yandan da tarih akıyor gözlerinizin önünden. Bu ülkenin endüstriyel gelişiminin yanı sıra tarihin izlerini de seyrediyorsunuz tren penceresinden. Ben çocukken bilmezdim bunu. En büyük zevkim şeker fabrikalarına pancar taşıyan vagonlardan kolumu uzatarak pancar almaktı. Bir de ayaklarımla koridorun kenarından geçen kaloriferin üzerine çıkıp elimle ağaç dallarına dokunmak. Demir yolları askeri anlamda stratejik bir öneme sahip olmanın yanı sıra bu ülkenin fabrikalarının ham madde ve ürün nakilleri açısından da hayati idi. Özellikle doğuya uzanan demir yollarında görürüsünüz; hattın bi kenarında fabrikalar kuruludur. Cumhuriyetin peşkeş çekilmiş fabrikaları... Yine karşılaştık tank ve zırhlı araç yüklü katarlarla, ne yazık ki! Öngörüsüz siyasetlerin acı bir sonucu olarak. Hüzün yüklüydüler.


Arka kompartımanda bir sorun var. Erzurum'dayız ve tren kalkmıyor. Personel olay yerinde. Çözüm arıyorlar. Sızan su bize kadar geldi. Lavabosu tıkalıymış yola çıkarken. İyice dolmuş ve taşmış. Misafir ettik bir süreliğine genç çifti. Epey bir uğraştan sonra çözülüyor sorun. Gelsin depodan battaniyeler. Yerler silindi. Bizde çok değil problem. Kendi kendine kurudu zemindeki küçük ıslaklık. Şans işte; giderken orta kompartımanı almıştım, dönüş için de planım oydu ama sistemdeki benden kaynaklı bir hata yüzünden dolu gözükmüştü orası ve bir önünü almıştım ben. Rabbim ya. Epeyi geyiğini yapıyoruz bu tesadüfün. Rötar yaptık biraz. Kapatıyor bu arayı kıymetli makinistlerimiz ilerleyen zamanda, vaktinde varacağız Ankara'ya.  Erzurum Gar'ında keteleri kapmışım bu arada.

Günün ruhları dürtükleyen saatleri başladı. Kuralım artık masayı. Haaa unuturum sonra, yolculuğun en keyifli anlarından biri gelen ve giden Doğu Ekspreslerinin karşılaşma noktası. Erken gelen bekliyor. Geçiş ânı keyifli. İnip beklemek de o ânı... Diz boyu karlar. Peronda bekleyen yolcular ve ânı dondurmak isteyen fotoğraf makineleri.


Kars Migros Jeti sevdik biz. Şarabımızı oradan aldık. Sevilen'in Adatepe'si. Tanışıklık var. Litrelik, vidalı kapak. Üç üzümden müteşekkil sek bir kırmızı şarap; Cinsault, Carignan ve Cabernet Sauvignon. Havalı di mi? Alkolü %12. İçimi keyifli, hatta çok eğlenceli. Taze bir şarap bu. Tren için özellikle seçildi. Fiyatı makul, 19.50TL. Fiyatıyla hava atan çok şarabı cebinden çıkarır. Peynirler zaten muhteşem. Fransa'da bile bulamazsınız. Çünkü Kars'ta.

Yalnız peynir, kete, Şam fıstığı uyumu muhteşem. Çok da eğlenceli. Şarap da yakıştı valla. Haaa bu bir tren keyfi; planlanmış bir mizanseni de var tarafımızca. Aynı peynirlerin asil tamamlayıcısı ise alkolü daha yüksek şaraplar. Mesela %14 alkol oranlarıyla Sevilen İsa Bey ve Parsel NO: IX. Mesela Buzbağ'ın Diyarbakır ya da Elazığ'ı, ya da ikisinin kupajı. Tren usul usul. Biz de usul usul. Zaman donsa mı yoksa aksa mı?

Çünkü bir parça kete üzerine bir küp eski kaşar, gravyer, mezelik gravyer, eritme ya da çeçil koyup üzerine de bir adet Şam fıstığı yerleştirdiğiniz ânda ortaya çıkan tat muhteşem. Çok eğlenceli bir lezzet bu. Bir de buna bir süre sonra bir yudum şarap ekledinizmi, gel keyfim gel.


Elinde fotoğraf makinesi olan herkesin en çok istediği, tam viraja girmişken arka vagonlardan bir yılan gibi kıvrılan trenin fotoğrafını çekmek. Koridordayken önden arkaya, arkadan öne koşturan telaşlı tripodlara dikkat! Tüyo ise  şu: Tren yolda lokomotif değiştiriyor. Bunlardan biri 22000'lik kırmızı. Bizim için bir önemi yoktu. Ta ki en sevdiğim yol arkadaşımın bir fotosuna gelen mesaja kadar. Bir demiryolcu mühendisten, fotoğraf meraklısı. Mesajın özü şu: 33000'lik vermeleri kötü olmuş. 22000'lik lokomotif olsaydı, kırmızı kırmızı...


Dönüşün güzel yanı, günün tamamını yaşatıyor olması, normal bir gün gibi. Artık uyuma zamanı. derin gitmişim, taa ki telefon çalana kadar. Hayırdır? Kız kardeşim. "Uyuyor muydun?" En sevdiğim soru? Ne konuştuk hatırlamıyorum bile. Tekrar uyumuşum. Sabaha trende uyanmak süper. Artık Ankara sınırları içindeyiz. Bulduğumuz ilk otobüse binmekti niyetimiz. O nedenle dönüş bileti ayarlamamıştım.


Kalan şarabı gözümüze kestirdiğimiz bir akşamcıya vermek niyetimiz. Çok arandık Ankara Garı'nda. Çok bakındık sağa sola. Sonra kime kısmet diyerek bıraktık bir çöp kutusuna. Kalan keteler de garın bahçesindeki güvercinlere.

Bir taksiye atlıyoruz sıradakilerden. İstikamet AŞTİ. Evdeki hesap çarşıya uymuyor. Sömestir dönüşü olduğunu düşünememişim. Erken otobüsler dolu. Öğlene zor bulduk. O zaman sırt çantaları emanete biz halama. Halam, halaların bi tanesi, koştur koştur mükellef bir kahvaltı sofrası daha. Tıka basa doyduk. Ankara simitleri sıcacık. En Angaralı yol arkadaşım alıverdi bi koşu.

Vakit yaklaştı, AŞTİ yürüme mesafesi. Beştepe görüş alanında. Halkın sarayı! En sevdiğim yol arkadaşımın ilkokulu derken yeniden otogar. Ana baba günü. Emanetten aldık sırt çantalarımızı. Perondayız. Dağılan Ulusoy'un kollarından biri. Ali Osman Ulusoy. Ulusoy sanarak almıştık bileti. Arabanın ilk seferi. Yerler laminant. Enteresan.  Koltuk arkasında "dev ekran". Üstelik Bafra'ya kadar gittiği için tam evin önünde inme imkânı. Keyifli bir yolculuk. Evdeyiz.


Bana bunca yazı yazdırabilen bir başka şehir daha olur mu, bilmiyorum. Ama bunu başarabilecek şehir sayısının çok az olduğunu biliyorum. 

Serinin 1. yazısı, her şeyin başladığı yer Doğu Ekspresi.


5 Mayıs 2016 Perşembe

Nasıl olsa yine bir gün döneriz bu yollardan geri...*

Beyaz...

06/02/2016

Tren 7.45'te. Çantalarımızın son kontrollerini yapıyoruz; yolluk hazır, şarap yerinde. "Kahvaltı için sıcak poğaçalar çıkmış mıdır acaba?"  Bir koşu asansöre ve direk kahvaltıya hazırlanan restoran katına... Poğaça yok, lakin su böreği var. Fırındalar... "10 dakika sonra hazır." dedi genç usta. Biraz kuru pasta alalım. Bir kaç dilim ekmek alalım. Yumurta alalım. Bizim peynirler daha âlâ, geçelim. Eritme alalım. Bunları gravyer bilirdik eskiden di mi? Karper... Ne Fransız gelirdi sofralarımıza. Pek de zengin dururdu masada. Çok da lezzetliydi ama!.. Meğerse Kars'taymış fabrikası. Hoş bir çocukluk anısı. Benim Kars'ım.

Börekler hazır. Misss... Dışarısı ayaz. Dumanı üstünde. Kars Kalesi yine şahane. Sokaklar ıssız. Güneş saklı. Kattaki garson çok tatlı. Börekler dinlendi ve şimdi dilimleniyor. Görüntüleri muhteşem, peynirleri neredeyse krema. Hadi bakalım çantaya.   

"Ellerine sağlık ustam, muhteşemler."   

"Çok teşekkürler, her şey için."


Önce bir taksi bulmamız gerek. Resepsiyon yine eksik, standart taksici arandı; uzakta olduğu ve gelemeyeceği haberi alındı. Ötesi yok. Resepsiyonda kim olsa sonuç değişmiyor. Bu otelin bu hizmeti çok zayıf. Kristal'in öteki köşesinde bir taksi var. Gördüm. Mesafe yakın. Lobinin sıcağındayız ve camın ötesi buzul. Hava donmuş sanki. Zaman da... Işıklar hazır ve duman makinesinden bir sis gönderildi. "Motor," dedi yönetmen. Adımlarımız hızlı. Buzlardansa tık çıkmıyor.

Muzaffer Abi'nin tarihi dediği, Orhan Pamuk romanının kahramanlarından Yeşilyurt Lokantasının önünden bir kez daha geçiyoruz. Merakımız artık o bizim! Gizemini koruyor. Kristal'e takılıyor gözüm birden. Kapının iç tarafında, ışıksız mekandan dışarıya bakan kıpırtısız adam muhteşem. Göz göze geliyoruz. Bir sonraki sahne onun mu acaba?  Bir roman kahramanı bu. Bir sürü karakter geçiyor gözlerimin içinden. Bu çok özgün. Kesinlikle!

Hafızamdaki en uygun ile eşlemeye çalışıyorum. Taba rengi volanlı maksi paltosu, boğazlı gri kazağı, koyu kahve deri yeleği, deri çizmeleri ve de şapkası ile sabahın o saatini soğuğun yarattığı pusa bürünmüş havayla bir araya getirince muhteşem bir final karakteri.

"Bizden önce biri kapmasa taksiyi..." Endişeli ve hızlıyız. "Ohhhh çok şükür!" Kaptık. Şoföre bakınıyoruz. "Bir kahvede mi acaba?" Sol tarafta yok. Issızlık hükmünü devam ettiriyor. Kars henüz uykuda. Geldiğimiz yöne dönüyoruz. Uzun volanlı paltosunun kanatları yaratılan rüzgarla havalanıyor, sis bulutunun içinden çıkıyor. Başı göklerde yürüyor az önce camın arkasında hayal gibi duran adam. Binalar yaratılmış siste kayıplar. Bu Saga'nın erkeği! Malmö emniyetinden Saga'nın. Mimiksiz ama ifade yüklü çizgileri keskin bir yüz. Dik, uzun ve kararlı adımlar. Yere değmiyorlar. Tüm duvarları ve bedenleri delip geçen bir bakış. Yaşsız bir karakter. Zamansız da.. Muhtemeldir ki Lenin devrimi yaparken en yanında olanlardan biri. Hala aynı palto, aynı çizme ve aynı şapka. Proleter bıyıklarındaki sarkıtlar kadim.

"Günaydın."

"Günaydın."

"İstasyona gideceğiz.. ne kadar?"

"15 Lira."

İtirazımız yok. Bindik. Laf olsun diye sormuştum zaten.

"Yolculuk nereye?" "Samsun'a ama önce Ankara tabii ki." Abinin gözleri parladı, bir sıcak kapladı arabanın içini, kadim buzlar çözüldü. "Askerliğimi Samsun'da yaptım. Sahra Sıhhıye'de. İhtilal zamanıydı. Dışarı pek çıkamazdık." "Olsun manzara muhteşemdir ama. Özellikle Subay Gazinosundan. Bilir misin orası eskiden Amerikan radarıydı. O yüzden konforlu bir birliktir diğerlerine göre."

Aynı yaştayız ama abi kadim. Görevli geldiğimizde aynı mekanı aynı anda solumuşuz yıllar önce, ne tesadüf. O günkü görevde, üst rütbeli birine şahane bir kafa tutma hikayemiz var ki kaç kişiye ballandırdığım meçhul. Nöbetçi amiriydi binbaşı. Anlatmaya bayılırım da zaten çok uzayacak bu yazı. Abi binbaşısına tapıyor, üzmeyelim kendisini.


Sıcak uykulardaki caddelerden geçip istasyona varıyoruz. Abiyle vedalaştık. Güzel adam. İsmini sormadım. Cismi daha manalı çünkü. Epey vaktimiz var. Çantalar şurada dursun, ben gidip trenin bir fotosunu çekeyim. Motorlar çalışıyor, son kontroller yapılmış. Makinistler hazır, selamlaştık. Sabahın eşsiz soğuğunu hissederek karların kıtırtısı eşliğinde yürümek zevkli. Gar binası her ne kadar devlete iş yapan mütahit anlayışının ürünü olsa da artık kabulümüz. O halde de seviyoruz kendisini.  Günaydınlaşıyoruz demiryolcularla. İbrahim abi, kondüktörümüz, henüz tanışmadım. Trene giderken "Hadi." demiş, el atmış çantalarımıza, taşımışlar birlikte en bayıldığım yol arkadaşımla. Oysa ben onu bizim vagonun önünde sigarasını tüttürürken gördüğümde hamle yapmıştım çantaların olduğu yere. Göremeyince çantaları, üzülmüştüm tek başına taşıdı diye. Rahatlıyorum. Serkisoff kardeşliği! Zincirinin ucu deri yeleğinin üst düğmesinde takılı, yeleğinin sağ cebine yerleştirdiği Serkisoff'unu mesleki onuru olarak gururla taşıyan Kahraman dedem. Demir yolu aşkımın, her biri altın masallar niteliğindeki yolculuklarımın baş kahramanı adam. Küçük Ağa. Rahat uyu.


Hoşça kalın kornası çaldı, usulca kımıldadı tren. Gittikçe hızlanırken akıyor Kars'ın veda görüntüleri. Her şehirde olduğu gibi; inşaat.. inşaat.. inşaat... Yeni kalkınma göstergemiz. Rabbim sonumuzu hayır etsin. Çabuk bitiyor şehir. Artık alabildiğine beyaz. Uzak köyler, donmuş su havzaları, ağaçlar ve muhteşem gökyüzü. Düzlükler.. düzlükler...


Tam da burada, gelirken başımıza gelen bir şeyden söz etmem gerek. Yazmazsam tarih şapşallığımı affetmez. Kompartımanın kapısını açık bırakıyorum ben. "Cam kenarı feda olsun." demişim bir kere. İki yanı da görebiliyorum öte yandan. Aslında fotoğraf için avantajlı bir durum. Bir ara, Erzincan'a gelirken ve nispeten daha ova bir noktada, trenin sağ tarafında müthiş bir kar fırtınası olduğunu görüyorum. Belli bir noktadan sonra başladı. Uçuşan karlar muhteşem. Gelin görün ki sol tarafta tık yok. Güneş pırıl pırıl. Hava berrak.. hava sakin. Görüş alanı alabildiğine. Tren sanki hattı belirlemiş. Olağanüstü bir doğa olayına tanıklık ediyorum. Yalnız değilim ama. İki yanı aynı anda fotoğraflamaya çalışıyorum. Başarmak zor. İki foto ile kolaj yapmak mümkün. Yazıya koyacağım. Bunun heyecanı süper. Havam batsın.


Sonra uyanıyorum. Ampul birden yanıyor. Kars'a vardığımızda hala uyanmayanlar var. Muhteşem bir doğa olayının tanığıydılar! Trenin bir yanında şahane bir kar fırtınası varken diğer yanında güneş ve sakin bir hava. Sadece bizim çocukları uyandırdım, Ani Çıldır güzergahında konuyu açtıkları zaman. Lokomotifin önündeki küreyiciden savrulan karlardı bunlar. Rüzgar tersteydi ve trenin sağına nasip olmuştu bu yapay fırtına. Çok güzeldi ama! Çoooooookkk.


Güzergah insanları güzel. İçli dışlılar trenle. Mesela bu abi; göz göze geldik bir an. Fotoğraf çekiyorum o ara. "Ben ben.." diye muzipçe vurdu bağrına, anlaştık. Çektim pozunu. Gülüştük. El sallaştık. Şahaneydi.


Yazının devamı...

Doğu Ekspresi ve Kars. Nedir, nasıl bilet alınır, tren ve yolculuk nasıldır için buradan lütfen.

*Başlık ve üç yazıda kullanılan, Beyaz... Uykusuz... Uzakta... Cemal Süreya'nın Kars adlı şiirindendir.

Fotoğraflar Nikon L23 ile...

27 Nisan 2016 Çarşamba

Kars Peynirleri ve Yeme İçme

Rötarsız sayılabilecek bir zamanda Kars'a varan Doğu Ekspresinden inip, otele sırt çantalarımızı bırakır bırakmaz Kars lezzetlerinin peşine düşüyoruz. Kars'a gidince ve konu yemek olunca aklınıza ilk ne gelir? Tabii ki kaz, di mi? Çünkü televizyonlardan ve okuduğunuz tüm Kars yazılarından etkilendiniz, bizim gibi. O zaman ilk akşam Vedat Milor'un izinden gidiyoruz. İstikamet Kaz Evi.

Otelden çıktık ve rastladığımız ilk kişiye sorduk. Takım elbiseli genç bir adam. İlgiyle tarif etti. Kolay. Atatürk Caddesinde ilk kez yürüyoruz. Faik Bey Caddesiyle kesişme noktasından sağa döndük ve bir kez daha sorduk. Emniyet Müdürlüğünün önündeyiz, tamam.. şimdi karşıya geçme zamanı.  Ara caddeye giriyoruz. İşte Kaz Evi. Mekan sakin. Kalabalık olur diye umuyorduk oysa. Az önce birileri kalktı ve bizim dışımızda "bizim çocuklar" var. Henüz tanışmadık.

İş yeri sahibi hanımefendi, Kars yemeklerini evlerden çıkarıp bir lokantaya taşıyan ilk kişi. Aynı zamanda dernek başkanı. Bir hanım ağa tavrı da var sanki. Yabancı olduğunuz da hemen anlaşılıyor zaten. Bilgilendiriyor. Konuşkan.


Kaz eti ve hangel ile başlamak niyetindeyiz. Kaz için menüde iki seçenek var: Kaz suyunda pişirilmiş ve tatlandırılmış ve de lezzetli bulgur pilavının üzerine didilmiş, görece daha yağsız, ağırlıkla göğüs etli olan porsiyon 30 TL...  60 TL olan ise daha yağlı kısımlardan, kemikleriyle bütün servis ediliyor ve biraz daha büyük bir porsiyon. Aslında kaz etinin bizim açımızdan ekstra bir anlamı yok. Sadece Kars'a gelip de kaz eti yemezsek eksik kalırız sanki. Bir de kıyaslama arzusu. Kaz tiridi geleneksel yemeği olan bir şehirdeniz sonuçta. O nedenle küçük olanı tercih ettik. Hangelse farklı geliyor. Soğanlar tam karamelize olmadan ama o tadı hissettiren bir eşikte bırakılmış, içsiz mantı hamuru tam kıvamında ve lezzetli. Soğan, yoğurt, hamur ve yağ birleşmesi, üzerindeki baharatlarla birlikte güzel. Çok beğendik. Yeni bir mantı tadı bu. Fiyatı 10 TL. İki kişi için, eğer tadım yapılacaksa yeterli bir seçim. Sundukları ekmekler, salata ve turşu da var sonuçta...

Tat alma da sonuçta görece bir durum. Biz muhteşemdi diye ifade edemesek de kazı, dışarı çıktığımızda  bizim çocuklar -üç kişi büyük porsiyon yemişlerdi- çok beğendiklerini söylediler. Hatta muhteşem dediler. Bunun da altını çizmek gerek.


Ertesi günkü tercihimiz Hanımeli. Kaz evinden dönerken dış görünüşüne bayılmıştık. Orada olma arzusu yaratıyor insanda. Ön izlemenin artısı ile mekandayız. Hanımefendi konuşkan, mekan kalabalık. Sıcak, hareketli, büyükçe ve görülebilen mutfakta kolektif bir çalışma var. Birleştirilmiş masalarda kalabalık bir grup, orta yaşlı ve neşeli. Kadınlı erkekli. O rakı mı? Evet rakı!


Masanın akademisyenlerden oluştuğu kanaatindeyiz. Muhtemelen bir tür çalıştay var üniversitede, dolayısı ile misafirler de... Kars yemeklerini tattırmadan olmaz!

Bir de akordeon var mekanda, asılı! Kaz eti istemedik. İfade ediş şeklimizden sonuçlar çıkardı sanki mekanın sahibesi. Anladık ki dertliler. Bazı mekanların Kars kazı yerine başka yerlerden (Tokat gibi) kaz getirttiklerinden söz etti. Dondurulmuş kaz kullandıklarının altını çizdi. Kazın aslında mevsimlik olduğunu vurguladı. Yağlanması  için soğuğa ihtiyacı olduğunu ve artan ziyaretçi sayısı ile doğru orantılı üretim yapılamadığını belirtti. Bunu Tuncay Bey'den de duyacağız daha sonra. Bizim için sorun değil. Zira bu akşam piti ile tanışma fikrindeyiz ve dün bayıldığımız hangeli bir de burada test edeceğiz.


Masaya önce, ikram kısmından, kuru üzümlü, neredeyse tuzsuz ve yağsız, Yasmin pirincinden pilav ve turşu geliyor. Pirinçler İran'danmış. Ekmekleri güzel. Üzümlü pilav ilginç. Ve piti!.. Konuyu çalışmıştım ama hanımefendi "Servisinizi ben yapacağım." diyor.. Benim için de bilgilerimi test etme fırsatı. Önce incecik lavaşları tabağa -eliyle-doğradı, sonra incik etini çatal yardımı ile lavaşların üzerine dağıttı ve onların üzerine de yemeğin suyunu gezdirdikten sonra nohutları döktü. İlk lokma.. ve olağanüstü bir tat. Ölmelik. Elbette ki safran* başrolde.


Mekanın bir özelliği de mutfaktaki kadınların hepsinin ev kadını olması, bir tür kooperatif oluşmuş burada. Kendi yemeklerini satıyorlar. Hanımeli'nin daha sıcak gelmesinin nedenlerinden biri de belki bu. Bize denk gelmedi ama -belki de ilerleyen saatte olmuştur-  hanımefendinin eşi akordeon çalıyormuş aynı zamanda. Rakı konusunda ise topa hiç girmedik. O grubun kendilerinin getirmiş olduğu fikrindeyiz.

Hangelse yine yaptı yapacağını; yassı makarna kalınlığındaki küçük kare hamurlar, üzerlerindeki karemelize soğanlar ve yoğurtla ve elbette baharatlarla muhteşemdiler.

  Atalay'ın Yeri'nden, "Sarı Sazan her balık gibi kesinlikle rakıyı çağırıyor. Göl de... Hani şöyle öğleden biraz sonra oturup akşam üzeri kalkmalık bi keyif için her şey var burada. Sarı Sazanlar çok kere okuduğunuz gibi kızgın ve bol yağda kızartılıyor. Balığın bol, çeşitli ve olması gerektiği kadar yağlandığı ve muhteşem pişirildiği bi deniz şehrinden gelmiş insan bilmişliği yapıp da sazan tipi göl balıklarına burun kıvırma ukalalığında bulunmayacağım. Zaten Sarı Sazan da buna izin vermiyor. Lezzetli, özgün pişirilmiş. Porsiyonlar bol, yanında salata ve turşu. Çatal bıçakla girişmeyin ama! Elle yemesi güzel. Bana kalkan balığını çağrıştırdı mesela.  Tadını çıkarmak gerek. Keyifli iş Atalay'ın Yerinde göle bakarak balık yemek." cümleleriyle bahsetmiştim zaten.

Kılıçoğlu Pastanesi'nin önce dışına sonra da içine bayılıyoruz. Ama içeri girip de tiramusuya dokunduktan sonra tüm hayallerimiz yıkılıyor. Pasta dolabındaki ürün genişliğini görünce uyanmıştık zaten. Sonuç itibari ile fabrika boyutunda ve Erzurum'daki merkezde hazırlanıyormuş ürünler. Bir -soğuk-zincir pastane hikayesi daha. Yine de oturmak keyifli. İki kahve eşliğinde sohbet ve dışarıdaki karın tadını çıkarmak güzel. Limonatadan söz etmiştim daha önceki yazılardan birinde; taze sıkılmış limonsuyu tatlandırılmıştı, her ne kadar su ile yapılan klasik limontayı tercih ediyorsak da güzeldi. İlginç geldi. İkinci gidişimizde yediğimiz keşkül ve cheesecake ise seri imalat kurbanıydılar ve  hiç güzel değillerdi.



Ve..ve..ve!  Kristal Yemek ve Döner Salonu: Şahane bir esnaf lokantası. Kelimenin tam anlamıyla bayıldığımız mekan. Emindik ve yanılmadık.

Dersini çalışmış, önceki akşam Hanımeli'nde sunumu izlemiş biri olarak kendimden emin bir edayla kimseye elletmeden piti servisini ben yapıyorum; herkesin bildiği ve her yerde olduğu gibi.


Fakat gelin görün ki Talip'e beğendiremedim bunu. İlk onlar yapmışlar pitiyi, bundan 60 yıl önce. Mucidi** onlarmış. Diğerleri sonradan türemiş. Çamur etmişim lavaşları.

İlk lokma... Gurmeler gibi.. hissedelim bakalım. Söylenebilecek tek şey muhteşem bir lezzet olduğu. En güzeli bu. Kesinlikle! Diğer pitinin içindeki incik bütündü. Burada parçalanmış halde ve etler kemiklerle birlikte. Bu da iliklerinin suya karışması demek. Turistik mekanlarda, belki de müşteri tercihleri nedeni ile kullanılmayan kuyruk yağı, kemiğin suyu, eriyen ilikler, domates, biber, patates ve safranının birleşmiş hallerinin ortaya çıkardığı kolektif tat olağanüstü. Nohutlar sanki aynı tornadan çıkmış. İriler ve çok şahane bir kıvamda pişmişler. Olağanüstü bir yemek keyfi. Ötesi yok.

Ardından döner sipariş ediyoruz. Güzel ama olağanüstü değil! Belki de pitinin etkisi ile kimbilir? Bunu söylüyoruz açıkça. Gerekçelerini ise haklı buluyoruz. Yine deneyeceğiz ama, tam öğle vaktinde. Kesme aşı üzerine konuşuyorduk sohbet esnasında. O gün yapmışlar meğerse, teklif ediyorlar. "Doyduk, yarın yeriz." diyoruz. Yarın menüde olmayacağını söylüyor Tuncay Bey. İkram ediyorlar. "Tadımlık olsun." diyoruz. Olağanüstü bir lezzet daha. Rastgelirseniz, yarım porsiyon olmak koşulu ile açılışı onunla yapın. Kesinlikle burada tadın ayrıca.


Ertesi gün bir kez daha Kristal'deyiz, tam öğle vakti. Otelden çıkarken burayı önerdiğimiz çift gelmişler dün akşam. Daha kapıdan girer girmez söylüyorlar. Gururlular. Bu kez emir komuta Talip'te. Yufka kadar ince lavaşları tabağa eliyle doğradı. E ben de öyle yaptım. Suyu yufkaların üzerine döktü ve orada kesti. Havalı havalı uzaklaştı. Usul önce yemeğin suyu ile ıslanmış incecik lavaşları yemekmiş, ardından kalan yemek tabağa dökülüp yenirmiş, lavaşlar "çamur olmasın" diye.  İkiye bölündük bu kez. Ben yemeğin suyu ile beslenmiş lavaşlarla birlikte diğer malzemeyi yemeyi daha çok sevdim. En bayıldığım yol arkadaşımsa önce ıslanmış lavaşların yendiği şeklini. Her ne şekil olursa olsun, buradaki pitinin üzerine piti ta-nı-mı-yor-uz.


Ve döner... Dün kaçınılmaz bir biçimde ve işlerin nispeten düşük olduğu bir döneme denk geldiğimiz için  beklemenin etkisiyle yağını nispeten kaybetmişti. Bugünse muh-te-şemdi. Çok iyi dönercilere sahip iki farklı şehrin iki insanı olarak, ba-yıl-dık. Kesinlikle Kristal'e uğrayın. Üstelik çayları porselen altlıklarla ikram ediyorlar. Porsiyonları bol fiyatları uygun. Döner dahil etli yemeklerinin porsiyonu 15 TL idi. Birer porsiyon söylediğinizde iki kişi rahatlıkla doyarsınız. Olmadı bir daha söylersiniz. Piti ritüeli konusunda ise karar sizin!


Peynirlerimizi hemen Kristal'in karşısındaki Büyük Zavotlar'dan almaya karar vermiştik daha önce.  Fabrikanın satış mağazası. Eve döndüğümüzde, eski kaşarın kenarından geçmeyenlerin elinden zor aldık peynirleri. Gravyerleri muhteşemdi. Çeçil de nispeten tuzlu olmasına rağmen diğerlerinden aşağı kalmadı. Ailenin tüm fertlerinden 10 üzerinden 10 almayı başardı peynirler. Ama mezelik diye satılan baharatlı gravyer bir rüyaydı sanki. İnternet üzerinden satışları var, fakat mezelik denilen özel gravyer için telefon açmak gerek sanırım. Sitelerinde görünmüyor çünkü. Gravyer için bir tavsiyem de şu olur: Dolapta saklarsanız, çıkarıp küpler halinde doğradıktan sonra oda sıcaklığında bir süre bekletin. Doğal yağının açığa çıktığını ve peynirin yumuşadığını göreceksiniz.



Serinin devamı için buradan lütfen

 Doğu Ekspresi ve Kars. Nedir, nasıl bilet alınır, tren ve yolculuk nasıldır için buradan lütfen.


 *Ayırd etmek çok zor da olsa tüm mekanlarda muhtemelen zerdeçal kullanılıyor, safranın fiyatından kaynaklı olarak.. Bu bir lezzet kaybına sebep olmuyor. Zerdeçal da Hint safranı sonuçta.
  
**Bozbaş denilen geleneksel yemeğin farklı  yorumu.




İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP