18 Şubat 2016 Perşembe

Ani, Çıldır ve Cenk

Uykusuz...

03/02/2016

Muzaffer abi şeker adam. Kaz Evi'ndeyken çocuklarla mutabık kalıp aradığımızda sabah 8'e tamam dedi. Birazdan geri aradı, çocuklar vaz mı geçti endişesi yaşadı. O, "Biz 8'de kalkmayız 8.30 olsun." deyip saati öteledi. Masalara huzur geldi, sonuçta bi günleri var.

Gardan otele getirirken 100TL fiyat vermişti. Kaz Evi'nde çocuklarla mevzuyu konuşurken, lokanta çalışanlarından biri "Sayı artınca fiyatı artırırlar," diye uyardı. Aradık. Muzaffer abi 125 dedi, 120'ye geldi. Ben anlamayıp "125 mi?" diye yineleyince, "Ya aramızda mevzu değil, o kadar da indirimimiz olsun." diye işi tatlılaştırdı. Çocuklar razı; üç onlar iki biz, beşe bölünce kişi başı fiyat gayet makul, sonuçta Ani gidiş dönüş 80 km'den fazla, yol şartları ağır. Oysa otelde sorduğumda resepsiyon fiyat almıştı. 150 TL. Aslında fiyatın 80 TL civarında olduğunu biliyorum. Dedim ya piyasa durgun şöför esnafı bana uzak değil, dertlerinin farkındayım. Bi de alacağınız hizmetin kalitesi söz konusu, eldeki bir gelecek ikiden iyidir, önemli olan finalde helal olsun demek! Başka tüyolarım da var aslında, bilgilerin hepsi Cenk'ten. 

Sabah 8.20. Telefon çaldı, Muzaffer Abi "Genç bi çocuk," dedi "Sakallı, Hyundai araba ile,".

Biz hazırız, otelin kale manzaralı terasında sıkı ve keyifli ve de anormal peynir çeşitli bi kahvaltı yapmışız.

Asansör, lobiden geçiş, önce yanlış arabaya yöneliş ki o da sarı ve Hyundai; şöförü yok, bi yere gitmiş.  Oradaki kişiye sorma, sakallı olduğunu teyit etme. Herhalde tam 8.30'da başında olacak diye düşünme, biraz bekleme ve sonra otelin diğer tarafında asıl Hyundai'yi görme. Bingo. Sakallı  sürücü. Hava sert, derece -20. Hyundai 2015 model, genç bi adam şöförümüz, düzgün, temiz yüzlü, güvenilir. Arabadaki sohbet esnasında öğreneceğimiz üzere Muzaffer Abi'nin oğlu.

-Adın ne? 

-Cenk, 

-Ben de Buraneros.

-Çocukları öğretmen evinden alacağız. 

-Çıldır'a da gitsek fiyatlar ne Cenk? 

-250-260 TL civarı. 

-Baban 200 demişti. 

-Sorun yok.

-Ani, Çıldır, ikisini 300'e bağlayalım mı? 

-Olur abi. 

Çocuklar kapıda, heyecanlı. Aldık, Çıldır fiyatına okeyi verdiler, hatta uçtular. Bi günde iki kuş. Yarın uçacaklar.


Ani Harabeleri ve Çıldır aynı hatta değil. Önce Ani'ye gitmek daha akıllıca. Çünkü tekrar Kars'a dönüp Çıldır yoluna sapıyorsunuz. Gidiş dönüş minumum yüzelli kilometre. Üstelik yol şartları daha ağır. Ama Cenk'e vız geliyor bu. Sürücü güven ve huzur vermeli değil mi? Bu Cenk'te fazlası ile var. Hiç fren yapma ihtiyacı duymadık. Ayağı ile sacı delmeye çalışan yan koltuk yolcuları bilirim.  Araba kiralamayı düşünmedik değil. Lâkin bu şöförlü bir hizmet; sıkıntıya gerek yok, kira bedeli, yakıt aynı hesap, üstelik göreceksiniz ki istediğiniz yerde duruyor ve sizi bekliyor.

Ani Harabeleri ve Çıldır'ı bir arada çıkarmak planlı tur gibi; tam rakı vaktinde Çıldır'dasınız. Ani'de yaklaşık iki saat yürüdünüz, üstelik düz bir alan değil. İnip çıktınız. Süper antreman ama. Bize vız geldi, anlamadık. Size de iyi gelecek, tembelliğe lüzum yok. Ani bu; şaşırtıcı ve sarsıcı, hikayeleri sağlam. Misal o gün 16,5 km yürüyüp 33 kat karşılığı yükseklik çıkmışız. Günlük yürüme mesafemiz 10'un altına hiç düşmedi. Yürümeyeceksen Kars'a hiç gitme. Keyifli şehir vesselam.

Ani'nin adı olmuş Anı. Müze Müdürlüğünden aldığınız kitapçıklarda da öyle. Bunu ilk Cenk'ten duyduk. Garip milletiz vesselam, kompleksli. Kardeşim, işte bu, bu, bu adamlar bizden asırlar önce burada yaşamışlar, yurt onların yurdu, saygı duy değil mi ama? Nerede.

Sınır bölgesi. Karşı Ermenistan. Cep telefonlarına dikkat, yurt dışı tarifesi. Mesajlar geliyor. Misal "Ermenistan'a Hoş Geldiniz," misal Sağlık Bakanlığından başınız derde girdiğinde aramanız gereken bi numara falan gibi. Yolda Cenk uyarmıştı. Kapatın Ani sürecinde. Dönüşte memlekete de hoş geliyorsunuz zaten.

Ani'de ve surların önündeyiz. Müze görevlileri henüz gelmemişler. Güvenlik görevlisi orada. Cenk selamlaştı. Oktay köyden, güvenlik görevlisi, güleryüzlü, sordu: "Rehberlik hizmeti ister misiniz?"   Şahsen ben Ani'liyim, hem de kadim. Çocukken ve üstelik de yasak bölge iken gezmişim, doya doya. O zaman çekemediğim fotoğrafları çekeceğim. Çocuklara sordum, istiyorlar. Ücret gönlünüzden ne koparsa.


Oktay da şahane bir adam; iyi dinlemiş, özümsemiş, hissetmiş... kullandığı dil şahane. Rehber üslubunu kapmış, akademisyen dilini de, dinledikçe... Sentezlemiş, yerel efsaneleri de duyarak büyümüş ve şahane bi üslup oluşturmuş, sonuçta toprağı, konuya hakim. Çocuklar gördükleri bir şekle gamalı haç deyince, "Gamalı haç değil, o bir svastika." deyiverdi; incitmeden, siz küçüksünüz bilmezsiniz şefkati ile, tatlıydı. Ateş, su, hava, toprak. "Ve tahta." Kahkahalar. Espri ennnn şahane yol arkadaşımdan. Bu svastikanın bi özelliği daha var. Onu Oktay'dan dinleyin bence.


Çocuklar çok tatlılar, üniversite öğrencileri. Gizem ile Gülce Work and Travel'da tanışmışlar. Boston'da. O günden beri yol arkadaşı olmuşlar. Meraklılar. Fırsat buldukça geziyorlar. İki saatten fazla zamanı Ani'de geçirmemizin sebebi onlar. Oğulcan tatlı, yakışıklı, kızlardan Rizzoli'nin arkadaşı.


Ani hikayesi kuvvetli şehir, en meraksızı bile iki saate yakın tutmayı başarıyor içinde. Karşıda Ermenistan'ı görmek ilginç geliyor gençlere. İpek yolunun en önemli geçiş yollarından biri. Arpaçay'ın en derin yerinin beri yakası bizim, öte yakası onların. Aras'ın kolu. Sadece ayakları kalan köprünün bir ayağı bizde bir ayağı onlarda.


Ben çocukken de orası Ermenistan'dı. Başkenti de Erivan. Posof'tan ışıklarını seyretmiştik bi gece. Pırıl pırıldı. Demişlerdi ki propaganda amaçlı. CCCP (SSCB)dönemi. Kars sokaklarındaki ilk duygum, Doktor Jivago filmindeki görsellere eş olmuştu.. Kapalı Rusya'ya ilgim olduğunu, merak ettiğimi, o hali görmek ve bir gezgin olarak tam da oralı gibi yaşamak istediğimi herkes bilir. Duyduğum efsaneler yüzünden bi masal ülke idi benim için. Gerçekte olmayan, diğer ülkelere benzemeyen en fantastiğinden bi masal ülkesi. Heyecan duymuştum, hava yine sertti, mevsim yazdı.  Önce bir askeri birliğe uğramıştık, en amcam Kars Ziraat Bankası'nın müdürü idi.  İzin almak gerekti! Ne esrarengiz.


Termeli bir üsteğmen rehberlik etmişti bize, hem de uyarmıştı. El kol sallamayın, işaret etmeyin, ateş yakmayın, bağırmayın, sigara içmeyin, fotoğraf çekmeyin falan diye. Karşıda nöbetçi kulübeleri vardı. Hâlâ var. Yüz metrede bir. Soğuk savaş yılları. Onlar kızıl kominist sonuçta. Öcü. İkinci dünya savaşı askerleri gibiydiler. Uzun paltolar, miğferler, ateşe hazır, omuza asılmış eller tetikte ve bel hizasında tüfekler. Kızıllar! Bi de sınır hikayeleri. Kahramanlık öyküleri.


Heyecanlıydı, anlatması da havalı. Çocuklara da anlattım. Size anlatmasam olmaz. Bi kaç yıl sonra. Lisedeyim, ders tarih. Hocamız Pembe Hanım. Tam anlamıyla öğretmen. Tarih dersine yakışıyor. Alımlı. Ciddi. Tarih dersi ile ebedi sorunu olan bi öğrenciyim. Tarihle değil ama.  Allahtan sosyal derslerinin ortalaması alınıyor. Her biri 2,5 puan değerinde dört soru muydu yoksa biri dört diğer ikisi 3 puan değerinde üç soru mu pek hatırlayamıyorum. Sorulardan biri Ani ile ilgili. Sınavdayız.


Ben gördüklerimden ve dinlediklerimden tam bir sayfa yazdım. Diğer iki soru kem küm. Misal bir çok kaynak ve rehberimiz Oktay, Ani nüfusunun yaşadığı büyük depremden önce 150 bin olduğunu söylüyor. O gün bizim üsteğmen üçyüzbin demişti. İki büyük deprem geçirdiğinden söz etmişti. Kars'la ilgili çok da iyi bir kitaptan söz edeceğim. Bir sonraki yazıda ama. Böldüm ya bu yazıyı, bayağı uzadı çünkü. O diğer kısımda kaldı. Bütünlük bozulmasın. O nedenle yani. Bir hinlik yok işin içinde. Güvenin.

Neyse, gelelim notların okunma gününe. Buraneros dokuz. Rakamla da 9. İnanılmaz!

Üniversiteli çocuklara dedim ki tam da Ani'deyken, çok gezen biliyormuş demek ki, kanıtı bu. Espri tabii ki. Yılların münazara konusu işte!. Uzatmaya meyyalim. Aslında uzattım da. Affola. Ha unutmadan, dışarıda köyün gül yüzlü çocukları saracak etrafınızı, ev yapımı hediyelik eşyalarla. Sevindirin. Fiyatlar 5-10 TL.

Tuncay, Yavuz ve Bulut, Çıldır, Sarı Sazan, günün ruhları dürtükleyen saatinde göle karşı bi tek rakı, telefon numaraları ve daha fazlası için buradan lütfen

Doğu Ekspresi ve Kars. Nedir, nasıl bilet alınır, tren ve yolculuk nasıldır içinse buradan lütfen.

Fotoğraflar Nikon L23 ile...

11 Şubat 2016 Perşembe

Doğu Ekspresi ve Kars

Uzakta...

01/02/2016

Heyecanlı bir karar ve heyecanlı bir bekleyişti. Muhteşemdi. Yıllar yıllar sonra çocukluğumun en masal şehrinde, "Benim Kars'ım"da olmak... Kelimelerimin lento, beton, kolon, asmolen, tabliye gibi kelimelerle yer değiştirdiği uzun bir emek sürecinin son virajını dönerken bir nefes anı için, yenilenmek için bundan daha istekli, bundan daha mutluluk verici bir seçim olamazdı. Kars, tam da Cemal Süreya'nın Paris'teyken ve de kendisini hiç görmemişken yazdığı şiir gibi, özlemi soluklu, kavuşması her daim muhteşem şehir. Damarlarında taaaa çocukluktan beri trenler dolaşan bi adam. Şahane bir yol arkadaşı. Derece eksi 36!


Önce bilet almak gerek, yataklı vagonda oda sayısı sınırlı, on'da bir şansınız var. Üstelik bileti, seçtiğiniz tarihe en erken bir ay kala alabiliyorsunuz. TCDD, gerekçesi ne ise böyle bir periyot belirlemiş. İlk anda bir tane yataklı vagonu satışa sunuyor.  Bu da "Ya bir grup kapatırsa!" korkusu yaşatıyor. O vagon dolduktan sonra talebe göre son anda bir vagon daha ilave ediyor ama başlangıçta siz bunu bilmiyorsunuz. O nedenle sürekli bi takip hali var ki eğlenceli bile geliyor insana. Kars yolu çocukça bir sevinç sonuçta. Değiyor.


 Gidiş tarihinize bir ay kala satışa açıldı treniniz  ve diyelim ki aldınız gidiş biletinizi, indirimsiz. Bu kez  dönüş tarihiniz için bekliyorsunuz. Gidiş dönüşünüzün arası kısaysa TCDD'nin rezervasyon süresi kadar ayırtabilirsiniz  biletinizi. O riski almak istemedim.  Bizim tarihlerimiz esnek olmadığı için gidişin açıldığı gün hemen ve hevesle, elbette tadını çıkararak aldım biletleri.  Dönüşün açıldığı gün ise, yani bir hafta sonra net üzerinden değiştirme işlemi ile bileti gidiş dönüşe çevirdim.  Kişi başı yataklıda tek yönün -gidiş dönüş olmak koşulu ile- indirimli internet fiyatı 78,25 TL. Bu yolu izlerseniz gidişi almaktan korkmayın, değiştirme işlemini yaparken sistem iskontonuzu düşüp kalan miktarı talep ediyor sizden. Sorun yok yani.

Ve planlar. Saat 18'deki  hareket dolayısı ile yemekli vagonda akşam yemeği karanlığa kalacak. Işıkları yanmış yemek vagonunda dışarıyı görmek mümkün değil. O halde kafa çekmek de keyifli değil. Herhangi bi restoranda yemekten farklı olan ne ki?

Burada zaman yavaş, hayat uzun metrajlı film dinginliğinde. Huzurlu.  Bu faslı  dönüşe bırakalım o zaman. Dönüş treni Kars'tan sabah 7.45'de kalkacak. Günün geceye dönmesine bir iki saat kala, etrafla  haşır neşirken, eşsiz kış manzaraları eşliğinde sıcak bi vagonda, dışarısı beyaz ve eksi yirmi beşken daha yakışıklı olur yemeklide usulcana içmek. Karar bu. Madem restoran dönüşe, o halde gidiş için biralı bir alışveriş yapmalı. Ama sabah kahvaltısı mutlaka restoranda olmalı.

Trenin saati yaklaştı. Güzel olan onu peronda karşılamak. Ankara garı muhteşem. En bayıldığım garlardan üçüncüsü. Trendeyiz. Sürpriz yemekli vagonun olmadığı. Cümle yan kompartımandaki bi konuşmadan geldi. Teyit etmek gerek. Kapının önünden bi genç geçti. Elindeki şarj cihazını yan kompartımanın prizine takmak için sahibinden izin istedi. Kendi kompartımanlarında prizlerde elektrik yokmuş. Ne yazık ki orada da yok. Bizimkiler çalışıyor mu bi bakalım. Off bizde de yok. Bunu sıkıntı yapıyor muyuz? Tabii ki hayır. Tren gelir hoş gelir.


O da ne mini buzdolabımızda iki meyve suyu, iki su, iki çikolata ve iki çubuk kraker var. El havluları tertemiz. Yastıklar ve yatak örtüleri de. Bakalım lavabomuzdan sıcak su akıyor mu. Bingo! Ama içilemiyor musluktan akan su, işaretle ikaz edilmiş. Isıtıcı almadığımıza bin pişmanlık, ne de güzel kahvelerimiz var.


Muammer Bey, kondüktörümüz, güzel insan, kompartımanda damarlarında trenler gezen bir adam var. Dedesi demiryolcu. Çocukluğu trenlerde geçti. O zaman demiryolcu ile iletişim kolay. 1,5 litre pet şişe su odasına bırakıldı, kahveler paylaşıldı ve onun ısıtıcısından sürekli gelen su, yol boyu kahve keyfini yaşattı.


Yeri gelmişken; mini buzdolabına bir buçukluk su sığmıyor, o nedenle bir litrelik almalı, dönüşte öyle yaptık. İki tane bir litrelik yeterli, bir litrelik kola da iyi yol boyu için. Ya da hiç almayın. Trende kutu olarak var. Atıştırmalıklarla birlikte içecek yüklü servis arabası sıklıkla geçiyor koridordan. Kıtlık yok yani. Yine de trene binmeden tren için alışveriş yapmak keyifli. İçkinize göre mezeler almayı ihmal etmeyin, restoran fikriniz yok ise, ama abartmayın da. Bu seferde restoran vagonu yoktu tamam. Fakat bu hiç olmayacağı anlamına gelmiyor. İhale dönemi imiş, yedi yıldır ihaleyi alan firma bu kez ihaleye girmemiş. Rakipler olsa da hep o kazanıyormuş. Bu kez kimse yokmuş. Hallolacakmış. Belki de hallolmuştur. Unuturum belki, her vagonda biri alafranga olmak üzere iki tuvalet var, sorunsuz ve temiz, her türlü hijyen malzemesi mevcut. Olur da vagonunuzdakiler dolu olursa ara kapıdan arka vagona geçin. Sıkıntı yok.


Az daha priz meselesini atlayacaktım. Sigorta atmış, ama mevcutta cam sigorta yok. Yanda mı taşımalı acaba? Espriler gırla. O esnada Muammer bey geliyor, işlem tamammış, prizler çalışıyor. Unutmadan, trende internet yok. Kendi bağlantınız ile keyfinize bakabilirsiniz. Film falan izler, kitap okurum diyorsanız işiniz zor. Manzaralar ve fotoğraf çekme arzunuz diğer eğlence seçeneklerinize hep galip geliyor.


İstasyonlarda 5 dakika bekliyor artık tren, eskiden 15'ti. Kahvaltıyı yemekli vagon üzerine kurunca doğal olarak açıkta kalındı. Erzincan'da gardaki büfeden peynirli ve patatesli katmerlerle pişmiş yumurta alıp keyfimize bakıyoruz. İsterseniz trene cağ kebabı da isteyebilirsiniz, Erzurum'a gelirken. İstasyona çok yakın bi kebapçı var, hemen yanındaki sitenin arkasındaki binanın altında, Yoldan sipariş vermek gerek. Vagon numaranızı ve adınız verin, durunca tren kapıda olun ama! İstekliyseniz gitmeden netten belirleyin bir kaç kebapçı. Alın telefon numaralarını.


Kars'a vardık.  Akşam. Hava sert. İnmeden hazırlanmak gerek. Şartlara uygun giyildi, lakin çok abartmaya da gerek yok. Termal içlik şart ama! Termal çorap üzerine bir de yün çorap yeterli. Misal derece eksi 26. Korkmayın, Kars'ta hissedilen soğuk varolanın altında. Bizim şehrimizde öyle mi, asla, hissedilen olanın hep üstünde. Şaşırtıcı bi durum. Gardan bi taksiye atladık, 15TL, 10'a gider ama ekonomi dar, piyasa durgun, mevsim kış, kıymayın.  Muzaffer Abi şahane adam. İşçi. Hemen kartını elimize elimize tutuşturuyor. Anlıyor ki Ani ve Çıldır'a gideceğiz. Bunu kaçırmıyor. 2015 model araba ile gidecekmişiz, rehberlik hizmeti verebilirlermiş, araba çok güzelmiş. Sürekli 2015'in altını çiziyor ama, çok rahat ettireceklerinin de. Öyle tatlı parlatıyor ki, kanınız ısınıyor bu tatlı uyanıklığa..Haaa bu arada yukarıdaki foto Kars Garı değil.

Otelimizin yeri çok güzel. Üstelik benim için çok özel olduğunu ise sonradan fark edeceğim. Henüz bu önemli ve kişisel nüansı bilmiyorum. Çantaları bıraktık, istikamet Kaz Evi. Tavsiye Milor'dan, denemeli. Yan masada ikisi kız üç genç var. Trende yan kompartımandaydılar. Ani ve Çıldır planları ve bir günleri var. İşletmeciden yardım istiyorlar. Oysa bizde Muzaffer Abi var. Çocuklara "Birlikte gidelim mi?" teklifi. Onay. Muzaffer Abi'yi arama. Sabah 8.30 için Ani'ye anlaşma. Çıldır'ı arabaya sakladım ama. Bir iskonto planım var toplam üzerinden.

Kaz Evi, Hanımeli ve diğerlerinden söz edilecek elbet. Ama bir numaranın kim olduğunu biliyorum sanki. Hatta eminim.

 Dönüş yolundan tadımlık bi foto. Masadakiler "Kars'a gidiler de peynirsiz dönülür mü?" manasında girilen ve şahane peynirler alınan peynircide hazırlatılmış yolluk ile Migros Kars'tan alınmış, peynir eşlikçisi şarabın, gün sonuna yaklaşırkenki hali. Sofra düzenini özellikle istedik. Bi sonraki, hatta bi sonraki yazıda var elbet detaylar, telefon numaraları, tavsiyeler falan.

 Ani, Çıldır ve Cenk ile devam ediyor hikaye.


Fotoğraflar Nikon L23 ile..

26 Ekim 2014 Pazar

Altıncı Katta Fısıltılar

a.nur'a  buralardayım demek için,


Yaa ben çok özledim sanırım!


Ne bilim işte içim fazlasıyla hoppa bugün, bir sürü yere gittim geldim. Biraz yoruldum ama öte yandan da sanki cennet ayaklarımın altında. Misal tam da şu anda epeyi coşkulu dalgalara, epeyi altımda kalmış çatıların üzerinden bakıyorum ve sonbaharı dibine kadar hissettiren şu tatlı havada -uzun bir aradan sonra- 6.kattan ilk yazımı yazıyorum. Dibimde kahve kokusu. Hayatımın en farklı en kendine özel günlerinden biri hanesine yazılacak bir gün.

Ne bilim işte hep bir mıncırma duygusu içimden taşıyor.  Mesela tam şurada, Simitpark'ta karşımda gülümseyen biri var. Oysa bundan yaklaşık bir yıl dört ay önce her şey artıya giderken ve önemli bir projenin ilk ayağını epey ileri bir evreye taşımışken o parkta hayatım bir film şeridi gibi önümden geçmişti. Sanki ben öteki dünyaya geçmiş, önümde çay kokusu ve simit varken şu yaşamdan silinmiş, o başka dünyadan sessizce akan meydana ve oradaki capcanlı hayata bakıyordum.

"Lezyonlarınız var karaciğerinizde." derken ekrana bakan ve pek de yabancı olmayan kadın. 20 yıldan uzun süre önce söylenmiş ama umurum olmamış karartılar için kendinden emin ve farkındalığın dibi bir edayla, üstelik de umursuzca, "Biliyorum." demiştim.  Sonra tanıdık bir doktora gidiş, ultrason, "Bunlar doğuştan olan zararsız lezyonlar da olabilir." ifadesindeki şefkat, MR'a doğru itelemişti beni.


Ben o gün o parkta biraz sonra gidip alacağım filmler ve sonuçlar üzerine mis gibi çayımı yudumluyordum. Mekanlar  gelip geçti gözümün önünden. Ah bir de anlatmayı becerebilsem olan biteni. "Filmleri ve sonuçları klinikten aldılar." dediğinde bankonun ardındaki kadın, işin ciddiyetini kavramıştım. Aslında sanmıştım! Korkusuzdum ama son bir işim vardı şu dünyada. Kendim için değil, çocuklar için. Hımmmmmm çocuklar-ım!


Bir emaneti asıl sahiplerine teslim etmeden şu dünyadan gitmeye niyetim yoktu. Gerçi kim takar niyeti de, ben yine de direnebilseydim. Kliniğe, oradaki çok da tanıdık doktora doğru giderken dışarıdaki dünyadan gelmiş ve etrafın göremediği biriydim ben. Haziran ayının sonlarında, güneşli bir günde, bu ıssızlığın içindeki rüzgar da neyin nesiydi? Ağzım kurumuştu, bir su aldım. Tüm bu kaytarmalar korkudan mıydı yoksa? Oysa teslimiyetçi bir adamım ben, tamam dediğim andan itibaren lay lay lomdur her şey. Korkunun üzerine giderim. Misal tımtıfılken mecburen üstlenmek zorunda kaldığım işler esnasında, bazı alanlarda rekabet içinde olduğumuz koca koca adamlardan tehdit aldığımda tek kişilik ordu olur, inadına inadına yapayalnız gezer, olay mahallerine yalnız giderdim. Belki de bu yüzden severlerdi karanlık suratlı bu adamlar beni. Dokunmazlardı.

Ben bu yazıyı sözde çarşamba günü yayımlayacaktım, oysa bugün pazar. Şu şahane sonbahar sabahının dalgalı denizini koymayacağım bu yazıya dedim ve görüldüğü üzere koymadım. Resimlerin üst başlığı şu: 6.kattan sabahın en erkeni. Gün çarşamba ve  burası 6. değil, zeminden sayarsak 9. kat. Üstelik bu katı ben kim için özel ve genç renklere boyattım, ona özel parkeler seçtim. Gözlerimin altı mor, burnumda bir sızı ve kan revan ortalık. Huzurluyum. Oğlum.

Aslında bu yazıya "Ben uyumayı düşünüyorum." deyip, "Falan yazıya çok bayıldım ve muhtemelen okunmuştur ama her ihtimale karşı yine de yollayayım istedim." yazacak, ardına da tabii ki bu bahane deyip, "Seni seviyorum." ekleyecektim." Aha bu kadar kısa idi yazmak istediğim.

Bir Asma altı kahvesinde, iftar ardından bir çay içme sahnesi geldi gözümün önüne. Şu okuduğum yazının ve yeryüzü sofralarının bir anda eskiyi hatırlatmış olmasından olabilir tüm bunlar.  Ama eskide olmayan bambaşka bir tat var buralarda. Gerçekten öyle.

Şimdi de şöyle bir görüntü oluştu birden: Bir mahalle ki kendisine bayılıyorum. Çocuklar, ellerinde mumlar, kandil parası toplamak için sokaktalar. Tam da o şahane evin önünden onları izliyor birileri. Hatta öncesinde mahallenin davulcusunu ve peşinden giden çocukları da izlemişlerdi. Kadına zaten koşulsuz bayılıyorum, pek keyifliydi okuması. Mutlu etmekle kalmadı kendisi,  iftar sonrası Taşhan'da içilmiş çaya bile takla attırdı. Hımmmmm Taşhan, üst kat ve çay! Manzara süper, eski caminin kandilleri inşallah sarı normal lambadır.

Şimdi de sokak arasında bir lokanta; şirin, sokağa sıralı masaları da sevimli, islim kebabının kokusu muhteşem, top atılmasını bekliyor insanlar.  Top atıldı, oruçlar açıldı. İnsanlar arastanın ve çoğu birbirini tanıyor. Çay kısmı bu yazının içinde zaten. Mekan biliniyor. Şimdi de sahne, müze midir nedir, o tip bir yere atladı. Hımmm ağaçlar ve akşam güzel. Ne içmeli acaba? Biraz düşünelim bakalım.

Güya yazıyı paylaşacaktım. Elimde değil şuraya girdim mi, hep dediğim gibi kopuyorum. Hımmm biraz da yoruldum galiba, onca yer dolaştım geldim sonuçta. Daha yapılacak bir blok var.

Tamam burası güzel. Canım da Adisababa çekmişti. Şu güzel yaz akşamına da yakıştı valla! "İki limonata rica edebilir miyim?"

"Pek de güzelmiş!"

Bakın şimdi, yazı yine kaynayacak!

"Allah kahretsin!"

Oldu mu yaptığın ey aklım. Sen tut şu mübarek ramazanın en yakışacağı yere götür beni. Eski zaman sokaklarından birine sok. Bir eski konakta iftar sofrasına oturt. Karşıda eski caminin kandilleri. Bir kula bu yapılır mı allah aşkına. Sonra al onu götür, emsalsiz bina Bimarhaneye. Açık ve şahane bir avluda, Konservatuvarın Klasik Türk Müziği -canlı-dinletisi eşliğinde demli çay içmesini sağla. Al oradan çıkart, ırmak boyundaki dünyanın en güzel dondurmalarından birini yapan dondurmacıdan dondurma aldır, sonra da ırmak boyunda onu tükettir.


Söyle allah aşkına Sevgili En Sevdiğim Kadın, bir kula bunca eziyet reva mıdır? Nedir benim bu aklımdan çektiğim ha! Üstelik şu kaynayan kanımı nasıl zapt edeceğim bilemiyorum. Birisine fena kaynıyor. Zaten  neden oralarda değilim diye içi içini yiyor. Bir de heyecanlandı ki. "Hani insan gitmeye karar verir de bir an önce o saat gelse ve orada olsam telaşının kucağına düşer ya!" ki çok da güzel bir heyecandır bu, işte halim böyledir.

Sevmenin çarpımının sonucu güzelmiş be!  


Fotoğraflar 6.kattan L23 ile...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP