Dün, Yaşar'ın yeni albümü Eski Yazlar'a takıldım kaldım. Sanırım şarkıcı olsam Yaşar olmak isterdim. Yok yok sanmak değil bu, kesin o olmak isterdim. Her albümü çıktığında farkediyorum ki ben, sürekli onu dinliyorum. Kimilerine göre, Yaşar, kendini tekrar eden biri olabilir. Gerçi bu yönde bir eleştiri de duymadım bugüne kadar... Benim "number one"larımdan biridir ve kesin olan da budur.
Ve sanki her Yaşar albümü, bir şahane yaşanmışlıklar dönemine denk gelir ve üst üste dinlenir. O, sanki yaşanan anların tercümanı gibidir... Yaşama bırakılmış mutlu anların müzikal notlarıdır Yaşar albümleri... sanki! Tıpkı geçen albüm "Sevda Sinemalarda" da olduğu gibi...
E bu kadar sevdiğin biri söylemeye başlarsa... Güneşin evin arka tarafına geçtiği, bütün pencerelerin perdelerinden kurtarılarak özgürleştirildiği, denizin tümüyle evin içine dolduğu akşamüzerinde; buz gibi, ve şahane bir kadının önerdiği %100 malt(Tuborg) biraya yaslanarak, havanın usul usul kararmasıyla oluşan çakma bar ortamına katmerlenmek de farz olur. Bana da tam anlamıyla öyle oldu; çünkü Yaşar'ın ardından sahne alan, Uyan adlı albümüyle Jehan Barbur'du.
Sonra bu atmosfer, aklımı alıp, geçen yıl bu zamanlardaki bir bar akşamının ortasına bıraktı. Bütün o keyifli anlar bir bir geçerken gözümün önünden, bu yaşanmışlığın üzerine bir yazı yazma fikri oluştu... Lakin, bugüne planlamıştım ki yazıyı; yaz temizliği için yanına kattığı temizlikçilerle küçük bir ordu oluşturan kız kardeş yüzünden ve mecburen, terk-i diyar etmek zorunda kalıyorum... dolayısıyla da istediğim yazıyı yazamıyorum.
Bunun üzerine, yaz tatiline giren televizyon uyanıklığı yaparak, bence La Paragas'ın "best of"larından biri olan bir yazıyı, iki güzel şarkıcının yarattığı ambiansın ve duyguların bir yansıması olarak yeniden ekrana getiriyorum ki, asıl istediğim yazıyı hatırlamak için, notlarım olsun.
İlk yayın tarihi Temmuz 2009
Balkon.
Bir oval masa ...
İki sandalye: Oyun seslerinin yankılarını sabaha, hatta öğlene, hatta akşam üstüne bırakmış oyun sahasına, hatta bütünüyle yaşama dönük...
Kadın, adam, sesler, binalar, gökyüzü...
Yağmurun sesi sicim sicim...
Kadın aniden kalkıp sırtını dönerken ufka, yağmura ses oluyor: '' Lütfen beş dakika daha''...
Kadın girerken içeri, yağmur bir doz artırıyor şiddetini...
Adam, artık hızla işleyen zamana bakarak bekliyor... İçeriden gelen müzik yağmura, bir de hüzüne karışıyor; ve çok, ama çok zamanlara doğru uzuyor...
Yağmur ve tesadüf üzerine konuşuyorlar, gözlerinin sesiyle, senli benli....
Adam kadına dönüp, iyice yaklaştırıyor sandalyesini... Bacağının sağda olanını masanın altından uzatıp kadının sol bacağının üzerine sarmalıyor... Gözlerinin kucağında kayboluyor.
Gecenin bir vakti, bir bar...
Latin sokakların terinde bir bar... Karanlığın varoşu, ıssızı, ama ıpıssızı bir bar...
Öyle bir bar ki, ay ışığı tahtaların arasından sızamayıp, dışarıda kalıyor...
Bir mum yanıyor, bir metre kadar uzağa düşen masada; ki yaklaşık otuz santim genişliğinde, yüksek, ince ve uzun...
Belli ki, barın saati gelmemiş henüz...
Adam gelip tam da o masanın kapıya bakan tarafına oturuyor...
İçerde bir tek bir kadın var, uzun barın arkasında, içki şişelerinin ve bardakların önünde...
Usul bir vantilatör serinliği eşlik ediyor, ıssızlığa...
Kadın iki büyük ve konik bardak alıyor barın üzerine... Büyükçe!
İçine nane yaprakları çıkarıyor dolaptan, soğuk ve taze...
Sonra, iri limon parçalarını ...Sonra, esmer ve toz şekerleri...
O an, tahta aralıklarından dışarının masmavisine bakan adam dönerken masasına; barın sahibi kadın da, içine küçük bir dövecek koyulmuş bardakları uzatırken önünden geçen adama, ses oluyor : ''Limonları ezer misin?''
Adam: Nane yapraklı, ama taze ve soğuk nane yapraklı bardaktaki limonları, usul dokunuşlarla eziyor...
Barın sahibi kadın: Küçük bir tabağa ip iri, ipkırmızı kirazlar koyuyor; soğuk ve taze...
Gözucunda parmakların ritmi, düşünden şunu düşünüyor: ''Bu adam, evet bu adam sevişmez!''
Kiraz konmuş tabağı, yine soğuk ve taze nane yapraklarıyla süslüyor... Öylesine ama! özenle...
''Bu adam var ya bu adam: Sevişirken bile sever'' diyor, son iççekişinde ...
Adam limonlarını ezdiği esmer şekerli taze ve soğuk nane yapraklı, irice ve konik bardakları barın üzerine bırakıyor; donuk ve silik, ve hatta hüzünlü bir heykel gibi...
Barın sahibi kadın, kahretsin tadında bir varlıkla, küçük bir şişedeki votkaları pay ediyor, iki büyük konik taze ve soğuk nane yapraklı ve buz ilaveli bardağa...
Sonra bir şişe soda açıyor; ve bardaklardan birine koyuyor sodanın çoğunu...
Diğer bardağa, çok az kalan sodayı ilave edip, ikinci şişe soda için dolaba yöneldiğinde; gözlerinde yokluğun isyanı yankılanıyor.... ''Kahretsin!'' diyor havadaki ses...
Ama! Sanki; o az evvelki heyecan yitmiyor, ya da izin bulamıyor yitip gitmek için... Barın sahibi kadın, bu kez, iki bardaktakileri bir bardakta topluyor. Bardak önce senli benli oluyor, sonra yine iki bardakta tek .
Barın sahibi kadın, kenara ayırdığı bir kaç kirazı alıyor; özenle ve bıçakla çekirdeksiz parçalara ayırıyor ; tıpkı, adamın az önce, taze ve soğuk nane yapraklı ve esmer şekerli konik ve büyük bardaklardaki limonları ezmesinin tadıyla, kiraz parçalarını bardaklara pay ediyor.
Adam barın kapıya bakan tarafında, kocaman, ama dışarıya karanlık bir pencerinin önünde, yüksek bar taburesinden bakıyor.
Barın sahibi kadın, elindeki içkilerden birini adamın önüne bırakıyor... Diğerini de adamın bir karış karşısına ve kendi önüne.
Şimdi sahne şu: İpince bir masanın iki yanında yüksek bar taburelerinde bir adam ve bir kadın; ama! Evet evet... Kadın ama ne kadın, adam ama ne adam kıvamında bir kadın ve bir adam.
Barın sahibi kadın bayağı zekice, biraz duygu yüklü, biraz meraklı ama en çok da hakim bir edayla, adamın donuk, hüzünlü ve utangaç haline dikip bakışlarını: Barı yeni açtığından, daha doğrusu açmaya çalıştığından falan söz ediyor. Adam heyecan ve utangaçlık yüklenmiş bir sesle konuşuyor: ''Bu gece ''diyor, ''Kimseyi almamanız mümkün mü?'' Kadın, birikmişliğin, hüznün ve olmuşluğun bakışıyla, ''Olur!'' diyor; gülümsemesine biraz çapkın, bir oyun keyfinin sağa çıkıntı yapan dudak hareketini usulca ekleyerek.
Adama soruyor, barın sahibi kadın: ''Yalnızsınız?''
Adam, bakışlarını kadının gözlerinden kaçırmadan, utangaç ama oyuna ortak bir ses tonuyla, sessizce ama bakışlarıyla bağırarak: ''Hayır!'' diyor...
Barın sahibi kadın konuşmanın ve oyunun insiyatifini ele almış olmanın keyfiyle, gözlerini hafifçe boşluğa savurup, sonra adamın ta içine kadar bakar bir girişkenlikle, ''hımmm!'' diyor...
Ve çok lezzetli, çok zekice, ama o kadar kışkırtıcı bir oyunun başladığının habercisi bir gong çalıyor barın sessizliğinde...
Adam masanın öte tarafından kafasını eğiyor masanın üzerine doğru... Barın sahibi kadınla çok yakın şimdi; hatta yüzyüze... Öyle bir yüzyüzelik ki bu: En mert, en kışkırtıcı, en cesur bir oyun için bütün kalleş silahlar soyunulmuş; sadece aklın, anıların, duyguların ve en çok da zekanın içinde olacağı bir meydan muharebesinin - yok yok bu yakışmadı- bir keyifli düellonun habercisi bu an: Kelimenin tam anlamıyla bir nefesin nefesimde olma hali gibi şık, temiz ve kışkırtıcı...
Barın sahibi kadın adamın yüzünde ve hatta nefesindeyken, yakaladığı tebessüme bakarak soruyor: ''Ne?''
Adam en kışkırtıcı, en oyunbaz bakışın gülüşünü sesine yüklüyor ve yanıtlıyor: ''Ne, ne?''
Görsel: Van Gogh
OKUDUKLARIM 2024/83 UNUT KUŞU
32 dakika önce