Büyük tüccarlar, toprak ağaları, yeni yeni fabrikatörlerin oluşturduğu üst tabakadan bir zenginliğin simgesi olan görkemli Amerikan arabalarının karşısında; yeni yeni zenginleşmeye başlayan kitlelerin, yüksek kademeden memurların, yeteri kadar zenginleşememiş doktorların, subayların, avukatların, küçük tüccarların tercihi olarak, aynı zamanda bir ideolojik ve "sınıfsal" simgedir de Anadol.
Her Anadol'un bir hikayesi olduğu gibi; her Anadol sahibi olmuş ailenin de Anadol hikayeleri vardır.

Bizim dedeler memleketi: Önceleri Elazığ'a, sonraları Tunceli'ye bağlanmış olan Pertek kazasının Mercimek köyüdür. Dolayısıyla her yaz yapılan seyahatler, memleketin başka yörelerine de yönlenecek olsa, hep oradan başlar.
Hedef Çamlıbel'dir artık. Karayolları çeşmesinin üst başındaki bir kaç ağacın altında yenilecektir bu lezzetli kebap; ve illa eşlik etmelidir ona, Çamlıbel'in soğuk suyundan yapılacak ayran... Hem Köroğlu hikayeleri anlatılır hem de ta vakti zamanında, bizler henüz yokken ortalıkta, karayollarının Çamlıbel yol yapım şantiyesindeki araçların bakımını yapan babanın o çalışma yıllarında kolundan düşüp de kaybolan saatinin hikayesi... Ha bir de, yola çıkarken arabada çalmak için alınan 45'liklerin arka camının önündeki erimiş haline çözümler aranır, sıcak suda yumuşatıp üzerine koyulacak bir havlu ile ütülemek gibi... Sonra, varınca Malatya'ya; oradaki bir plakçıdan tamamlanır eksikler.
Yıllar sonra, büyüdükçe, ülke sorunlarına dalıp merak ettiklerimi öğrenme çabasına girince, biraz biraz da ideolojik bir kimliği üzerime geçirmeye başlayınca farkettim ki; aslında bu ülkenin bir bölgesi nasıl da ihmal edilmiş. Ama her anlamda!O gün için bize yol eğlencesi olan bir durum, aslında acı bir gerçeğin ve ihmalin çok önemli bir göstergesiymiş: O seyahatlerde üç kardeş arka koltukta oturur, karşıdan gelen arabaların plaka ve marka istatiklerini tutardık. Bazen de tahminler yapar, kimin tahmin ettiği marka çıkarsa ona bir puan verir, belli bir noktaya vardığımızda en çok puanı alanı da ödüllendirirdik. Tüm bu süreçlerde, yol kenarlarında durup "sigara" ya da "kibrit" diye bağıranlar dikkatimizi çekerdi. Bir de "gazete" diye bağırılırdı en çok; yol kenarlarında duran işçiler ve çocuklar tarafından... Ve tüm bu süreç daha Tokat'tan öteye geçtiğimiz an da başlardı. Biz de, o gün arabada bulunan gazeteleri atardık insanlara... Sonraki yıllarda kış boyu biriktirdiğimiz gazeteleri ve dergileri de yüklemeye başladık bagaja. Ve tüm yolculuk boyu, o gazeteleri ve dergileri atmaya başladık insanlara... Başlangıçta ve o yaşlarda eğlenceli bir oyun olan bu durum zaman içinde; tüm yaşamımdaki siyasal tartışmalarda, özellikle belli bir coğrayadaki başkaldırıların nedeni anlamında mihenk taşı bir sosyolojik veri olacakmış da haberim yokmuş.
İşin özü Anadol sadece bir otomobil değildir. Anadol bir süreç ve tarihtir. Adından da anlaşılacağı üzere ve simgesi ile, geçmişten bugüne bir Türkiye panaromasıdır. Bugün, Türkiye'nin pek çok şehrindeki farklı yaşlardan ve meslek gruplarından insanı birbirleriyle ilişkilendiren, bir araya getiren, şenlikler düzenleten, onları bir kulüp etrafında örgütleyen sosyal bir olgudur Anadol
Gelirsek ilk hali bu olan Anadol'un hikayesine: Araç emekli bir deniz albaydan satın alındı. Yani ilk sahibinden... 1974 model, Akdeniz A1 bir tipi bir Anadol bu...
Önce bir atölyede parçalara ayrılan aracın kaportası elden geçirilirken motor, ön takım ve diğer aksamlarındaki yenileştirme çalışmaları da tümüyle orijinal yedekler kullanılarak tamamlandı.
Boyaya hazır hale getirilen araç, Türkiye'nin en önemli oto boyacılarından Hamdi Şenkal'ın atölyesine getirildi. Bu araba; otomobili ona boyatabilmenin prestij olduğu Hamdi Şenkal tarihinde yapıma kabul edilen ilk Anadol'dur. Onun denetiminde yapılan kaporta çalışmalarının ardından yine onun atölyesinde orijinal rengi Ürgüp beyazına sadık kalınarak boyandı. Tek üzüntümüz, çok emekle, merakla, hevesle ve titizlikle ortaya çıkmasına sebep olduğu bu aracın boyanıp atölyeden çıkışına, kısa bir süre önce kaybettiğimiz Hamdi Abinin tanık olamamasıdır. Onun yaptığı her işin sonunda duyduğu sanatçı keyfini, o keyfin gülümsemesini resmedememiş olmamız, en büyük üzüntümüzdür.
Emeklerine sağlık büyük usta... Ve çok teşekkürler.






