Gazetede yazılana göre tam bir tilki divanı kurulmuş; adamın toprağını üç milyon dolara kapatmışlar, araya bir milletvekilini sokup anakent belediyesinde imar değişikliği yapıp değerini arttırdıktan sonra on dokuz milyon dolara satmışlar. Her şey tıkırında gidiyor gibiyken içlerinden hakkı yenilen biri de kızgınlığıyla elindeki belgeleri karşı taraftakilere verivermiş…
Durur muyum?..
“Mahkeme Kapısı”ndaki hikayeleri daha ilk okuduğumda karar vermiştim; büyüyünce ben de adliye muhabiri olacağım, diyordum ya, işte şimdi kağıt önümde kalem elimdeydi ve ben bugüne bugün çiçeği burnunda bir adliye muhabiriydim. Bugün dediğim; savcılara müddeiumumi dendiği zamanların bugünüydü. Hatta güneşli güzel bir teşrinevvel günü….
Nasıl ki Cervantes’in kalemi,”Yalnız benim için doğdu Don Kişot, ben de onun için; o yapmayı bildi, ben de yazmayı” demiş, ben de yaz kalemim yaz, dedim…
Otuz beş yaşlarında, sarı saçlı, mavi gözlü, yanakları al al, biraz dişlek, kasketi elinde, baştan ayağa bir Trakyalıydı. Hakim, gözlüklerinin üzerinden bakıp, olayı bir daha baştan anlat bakayım oğlum, deyince, efendim, diye söze tekrar başladı. Benim bu işte bir suçum yok, ben şoförüm. Aslında bacanağın kaynatası vefat edince Edincik’e gitti. Bir haftalığına muvakkaten onun yerine çalışıyorum. O sabah patronu evinden almaya gittim ama yazıhane yerine, arabayı tarif ettiğince sürüp, İnhisarların arkasındaki sokakta, dur, dediği yerde durdum, kendisi inip bir yazıhaneden içeri girdi. Yarım saat kadar sonra elinde büyük bir bavulla çıktı. O güne kadar öyle bir bavul görmedim; deve hamutu gibi; daha çok çuvala benzeyen bir bavul… koştum elinden alıp bagaja koydum. Kapıyı açtım arka koltuğa oturdu, Londra asfaltından yola devamla üç saatte Şehremanetine geldik. Al bavulu benimle gel, dedi. O önde ben arkasında binadan içeri girdik. Şehreminin odasının kapısında bavulu benden aldı, git arabada bekle, dedi bana. Ben de dediğini yaptım. Bir zaman sonra geldi ve Mahmutpaşa’dan, Sirkeci’den, Eminönü’nden epeyce bir alışveriş yaptı, Mısır Çarşısı’ndan bana da bir nevale düzdü, yemek ısmarladıktan sonra dönüşe geçtik. Çok keyifliydi. Hep aynı türküyü mırıldanıyordu. Hakim, hangi türküydü hatırlıyor musun, diye sordu. Şoför biraz düşündükten sonra “seni kimler duurdu” diye yuurtlu bir türkü var ya onu efendim, deyince, (burada hakim, günümüz Türkçesiyle koptu) ben de korktum, hakimi de, şoför Sefer Devran’ı da kalemi de bir tarafa bıraktım, içine edilirse edilsin hikayenin deyip bastım sansürü. Recep, şaban, ramazan…Şunun şurasında üç ayların sonuncusu bitiyor, oruçluyuz, üstelik mübarek kadir gecesi kimsenin günahını, almayalım dedim. Aslında hikayeyi Hollandalıların, “Hırsızlar kavga eder, çiftlik ineğine kavuşur” atasözüyle bitirecektim ama aklıma nerden geldiyse Neyzen babanın hani, “partiye ettim telefon / o şimdi mebus dediler” dizeleriyle biten ünlü hicvi geldi. Çıktım evden yürüdüm Kavaklıpark’a kadar, girdim çay içilen bölümden içeri oturdum bir masaya. Zaten adliye koridorlarını aşındırmadan, oturduğun yerden muhabirlikmiş mi olurmuş? Benim yapacağım; haberi öyküleştirmekti. Ama beceremedim. Böylece canım sıkkın düşünüyor, güme gitti-gitmedi bizim öykü derken, Vayni’de, merhaba, deyip karşıma oturmaz mı?.. Niyetliymiş çayımı içmedi. Kiremitlerin altında neler var biliyor musun, dedim. Bilmiyorum hocam, deyince başladım anlatmaya. Nerede okuduğumu, kişilerin adları neydi unutmuşum. Lakedomanya kralı Atinalıları yenince kazandığı paraları torbalara doldurup generalin birine verip ülkesine yollamış. Kral seferine devam ededursun, ülkesine dönen general çuvalların altını söküp epeyce bir miktar parayı tırtıklayıp çatısındaki kiremitlerin altına saklamış. Torbaların içindekileri teslim alan yetkililer, her torbada ne kadar para olduğunu yazan notlar bulunduğu için eksikliği görmüşler. Hırsızlığın meydana çıktığı bu sırada generale bir nedenle gıcığı olan hizmetçisi de, (o zamanlar Atina paralarının bir yüzünde baykuş resmi varmış ya) “kiremitlerin altında daha çok baykuş var” diye bas bas bağırırmış.
Derin bir soluk alıp, öğrendin mi şimdi kiremitlerin altında ne olduğunu, dedim. Doğrusu çok kitap devirmiş, kibar adamdır Vayni, bilmiyormuş gibi sonuna kadar beni sabırla dinlediğini biliyorum.
*Sayın Ekmel Denizer'in 2009 yılında Silivri Aktüel'de yayımlanmış yazısıdır.
ŞEY OLARAK
1 saat önce