Otobüs yolculukları bana güdümlü bir okuma olanağı sundu. Her yaz bir yazarın toplu yapıtını bitirirdim. Aytmatov’unkiler ve özellikle “Toprak Ana”nın tadı damağımdadır. Bu kitabı zaman zaman alır, Tolgunay Ana’nın toprak anayla söyleşisini okurum.
Kitap okuma modam vardır benim. Bir süre anılara dadanırım. Bir zaman öykülere romanlara, ve kimi mevsimi yakın tarihimizle geçiririm… Balkan bozgununa ait anıları ağıt söyler gibi okurum. Rumeli’de kaybettiklerimize yanarım. Ve bir an gelir gözlerim dolar, boğazıma bir yumruk oturur yutkunamam. Kitabı fırlatır atar gibi kapatır, bir daha o günlere ait kitap okumamaya karar veririm. Neden sonra “Koca Balkan”ın öyküsüne isteklenir, elime bir kitap geçirip okur, değişmeyen aynı ruh halini tekrar yaşarım. Bu böyle devam ederken bir gün düşündüm ve kararlılıkla kendi kendime dedim ki; niye üzülüyorsun; kaçınılmazmış o acılar, çekilecekmiş, çekilmiş. Ama gün gelecek sınırlar atılacak, bayraklar flamalaşacak ve sen kaybettiğine üzüldüğün Selanik’e ve Manastır’a, Konya’ya da, Afyon’a gider gibi gideceksin. Bu karşı taraf için de öyle olacak; onlar da Atina’dan, Pire’ye gelircesine İstanbul’a, İzmir’e gelecekler. Filibeli, Tikveşli, Üsküplü…Tüm Rumeli için geçerli olacak. İnsanlık ailesinin kaçınılmazı bu. Öyle değilse eğer, yazarlar niye yazarlık yapıyor?...
Görüntü tatsız.. “Dahili ve harici bedhahlar” ülkeyi karıştırmak için birbirleriyle yarış içindeler. Kardeş kavgasına bulaşalım isteniyor.
Devletler, bazı konuları zamanın yumuşatmasına bırakmayı siyasetleştirmeliler ve bunun için, yazarları desteklemeseler de kösteklememeliler. Su yolunu bulur. Yazarlar, sonucu mutluluk olan yolu gösterirler…
Silahı eline alana bir çift sözüm var: hangi ulustan, etnik guruptan olursan ol, seni kışkırtanın umurunda olmadığını bil.. O, senin kardeşini kaybettiğine değil, tetiği her çekişinde cebine girecek paraya bakar.
Bazı eskiler şu iki sözcüğü bastıra bastıra vurgulayarak söylerlerdi: Bulgar gavuru…. Cami içine topladıkları insanları nasıl yaktıklarını. Kadın, çocuk demeden öldürdüklerini… Hele Çatalca bozgunu içimize oturmuş, kanayan bir yaraydı. Yaşlı biri bir gün dedi ki, Bulgarlardan öcümüzü almış değiliz, kuyruk acımız var. Çocukluğumdan beri Bulgarların acımasızca yaptıklarını dinleye, okuya büyüdük. Tek bir yazar, okuduğum kitabıyla, Bulgarlar için kemikleşmiş yargılarımı yumuşattı benim. Nikolay Haytov. “Dünya Poturunu Çıkarıyor” adlı öykü kitabında bir çok öyküsünün kahramanını Türklerden seçiyor. Sevgice yaklaşıp yüceltiyor onları. Yiğitleştiriyor. Üstelik Haytov, bu öykülerini komünist rejimde ve Bulgarlarla aramızın limoni olduğu soğuk savaş yıllarında yazıyor. Konuları Balkanlarda dirlik düzenin bozulduğu zamanların köylerinde geçiyor.
Bu küçük kitabı Fehmi Karagözoğlu’nun kapak deseni öylesine sevimleştirir ki, bakar durur, dalar gider, işte Dramalı Hasan bu, derim ve Muzaffer Buyrukçu’ya dostlarının o ünlü “Drama Köprüsü” türküsünü söyletişleri gelir aklıma:
Saat üçten soora bir baca endım aman aman
Asan Efendi'yi uykida buldum
Kalk bre Asan Efendi bir kave içelım aman aman
Siz için komitalar ben içmiş oldum.
“…Aşk en eski köprüsüdür Balkanların, en eski.”
Cevat Çapan’a bu dizeleri yazdıran Balkan tutkusuyla, Haytov’a “Bayram Ali” öyküsünü yazdıran duygular aynıdır.
* Sayın Ekmel Denizer'in, LA PARAGAS okuyucuları ile paylaşmamıza izin verdiği; yayımlanmamış "Son Yılın Üç Mevsimi"nden...
Asan Efendi'yi uykida buldum
Kalk bre Asan Efendi bir kave içelım aman aman
Siz için komitalar ben içmiş oldum.
“At martini bre Hasan dağlar inlesin!..”
“…Aşk en eski köprüsüdür Balkanların, en eski.”
Cevat Çapan’a bu dizeleri yazdıran Balkan tutkusuyla, Haytov’a “Bayram Ali” öyküsünü yazdıran duygular aynıdır.
* Sayın Ekmel Denizer'in, LA PARAGAS okuyucuları ile paylaşmamıza izin verdiği; yayımlanmamış "Son Yılın Üç Mevsimi"nden...