2 Haziran 2009 Salı

Hayat Arkadaşımız General Motors Ölüyormuş

General Motors'un biz örneğinde olduğu gibi, dünyanın bir çok bölgesindeki insanlar için de özel bir anlamı vardır. İdeolojik bir gözle ya da düz akılla baktığımızda Amerika'nın hem ekonomik anlamda hem de bir yaşam kültürü noktasında en önemli ihraç unsurudur GM.

Genel olarak şunu gözlemiş ve ona inanmışımdır: Az gelişmiş ülkelerin en önemli harcama kalemleri silah gibi gözükse de en ön sırada gelen aslında otomotive harcadıkları paradır. Hatta otomotive harcadıkları paranın ve onun dolaylı yatırımlarının ülke ekonomilerindeki yerini, GM ile Amerika'nın o ülkelerde ele geçirdiği insan sayısını göz önüne aldığımızda; bu yolla hiç tanka topa ihtiyaç duymadan da bazı ülkeleri nasıl işgal edip sömürdüğünü, bu sömürüyü yaparken o ülkelerin tüketim eğilimlerini nasıl yönlendirdiğini, ihraç ettiği yaşam tarzı ve kültür ile oralarda nasıl sempatizan halklar ve işbirlikçi siyasiler yarattığını görmek mümkündür.

Çünkü otomotivde dönen para ve işleyişe baktığımızda: Kamu kurumları adına işlem yapan satın almacılardan başlayıp ustalara kadar uzanan bir rüşvet çarkı, küçük ve yerel görünen ama toplamındaki büyüklüğü sadece sektör üzerinden bakıp odaklanmakla anlaşılabilecek ihalelerden direk ve dolaylı nemalananlarında katılımıyla oluşmuş kocaman bir soygun zinciri görülür.

Türkiye'nin sosyolojik, siyasal ve ekonomik gelişimini ve yönünü anlamak için bir gün, biri oturup bu sektörün tüm sürecini, ardına ülkedeki kırılma noktalarının siyasal ortamını da koyup bir başka açıdan, bir başka odaktan bakarak ülke tarihini yazarsa bu, bazı bilinmeyen gerçeklerin anlaşılması adına o kadar büyük bir katkı olacaktır ki.

İdeolojik bir beslenme sürecine girip, o öğretilerden bakmaya başlayıp sorgulayana kadar GM benim için, istediklerimizi alabilmenin önündeki engelleri kaldıran bir markaydı. Bir yedek parça mağazamız vardı ve biz Chevrolet ve Ford gibi iki önemli Amerikan markasının yedek parçalarını satıyorduk. Buradan kocaman bir zenginlik göze gelsin de istemem açıkçası... Ama yaşadığımız mahallede, içinde mantarlar yetişen en alt kat bir evde kiracı olarak oturuyor olmamıza rağmen babanın tamircilik sürecinden itibaren kapıda eksik olmayan, alınıp onarılıp satılma amaçlı ve 20 yaşından gencine bir türlü rastlayamadığımız Amerikan arabaları yüzünden itibarımız epeydi de diyebilirim mahallede.

Basit gibi gözüken bir sürü unsurun aslında algıları nasıl biçimlendirdiğine de örnektir benim/ bizim/ yaşadıklarımız. Mesela mağazaya gelen kolilerin içinden -yedek parça kutuları nakil sırasında oraya buraya savrulmasın diye sağlarına sollarına sıkıştırılmış- İngilizce dergiler ve gazeteler çıkardı. Ve biz o dergi ve gazetelere bayılırdık. Ülkemizde olmayan, sadece filmlerde ve bu tip dış yayın organlarında görebildiğimiz; televizyon, jean, kutu içecekler, Converse ayakkabılar, müzik setleri gibi ürünler ile güzel evler, arabalar, mutlu aile resimlerine bakar, hayaller kurar, özenir ve elimizdeki resimlerle mutlu olurduk. Bu hesaplanarak yapılan bir şey miydi, bilmiyorum. Ama ta Amerika'dan İstanbul'daki ithalatçıya, oradan da Türkiyenin dört bir yanındaki perakendecilere yedek parçalarla taşınan bu gazeteler bilinçli bir ''Amerikan Siyasetinin sonucu muydu?'' diye düşünmeden de edemiyorum.

Aslında bugünden baktığımızda her bütçenin kendince yaptığı ya da özendiği gereksiz tüketimimizin temelleri çok eski yıllarda ve çok basit yöntemlerle atılmıştır diye düşünüyorum.

Küçük bir çocukken mağazaya gitmeyi birkaç nedenle severdim. Bunlardan ilki, özellikle yaz günlerinde mağazaya gidiş yolu üzerindeki dondurmacılardan ikisine uğrama olanağı vermesiydi. Bir diğeri öğle yemeğinin lokantadan olacak olması... Üçüncüsü Matchbox arabalar satan yan mağazada yeni gelen modellere bakmak. Ve en önemlisi o gün gelecek malların içinden çıkacak çıkartmaları toparlamaktı. O çıkartmaların arkadaşlara da dağıtıldığını düşünürseniz; çok basit bir yöntemle Amerika algısının çocuk akıllara sokulup gönüllüler ordusu yaratarak insanları tavlamanın ve bunlar eliyle uzun vadede yaralanılabilecek yandaş kamu oyları yaratmanın da olası olduğunu düşünebilir miyiz diye bakmak lazım sanki .

Kısa pantolonlu en militan günlerden birinde babama demiştim ki: ''Baba biz aslında neyiz biliyor musun? Biz bir Amerikan şirketinin ücreti yüksek tezgahtarlarıyız; kendi mağazamızda kendimize iş yaptığımızı ve ''çorbacı'' olduğumuzu sanırken hepimiz. bu ülkedeki bir çok insan fena halde yanılıyoruz.''

Bu konuyu aslında bir çok anıyla birlikte elimden geldiğince yazabilirsem; biliyorum ki, çok önemli bir kaynak ortaya koyabilirim. Çünkü Kıbrıs Barış Harekatı bile kendi başına bir dönüm noktasıdır; özellikle o süreçte başlayan Amerikan Ambargosunun sadece bu sektörde Türkiye lehine sağladığı avantajları ve mecburiyetlerin yarattığı gelişmeyi görünce bile bağımsızlığın ne kadar önemli ve değerli olduğunu görmek ve anlamak mümkün. Tabi GM ve benzeri şirketlerin aslında Amerikan Siyasetinin araçları olduğunu da.

Otomobillerin girmesiyle bağı koparılamaz bir sömürü başlangıcının oluştuğunu anlamak; özellikle yukarıda vurgu yaptığım 20 yaş ve yüksek silindir hacimli otomobillerin yedek parça ve yakıt anlamındaki tüketiminin neredeyse uyuşturucu ihtiyacına eş değer bir Amerikan bağımlılığı yaratışının sonuçları, çalkantıları, sosyal erozyonlarının da ülkenin genel gidişinde ne derece etkili bir rol oynadığının anlaşılması adına; GM'in diğer az gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye tarihi üzerindeki etkileri de çok önemlidir.

1 Haziran 2009 Pazartesi

La Paragas Galeri'de Pazar Sergisi: Arkiler...1

Öğretmenim Canım Benim

Fotoğraflar:Sanatçı Tırtıl'ın mizansenleri kendi yaratarak çektiği ilk fotoğraflarıdır.31.05.2009-Sinop Gezisi





Muhteşem Dörtlü
buraneros

29 Mayıs 2009 Cuma

Hafta Sonu İçin Öneriler:Bir Kitap İki Film

Hafta sonu keyfinin kahvaltı masasında, belki de gün içinin sakin bir saatinde, bir şeyler atıştırırken ya da bahar güneşine yaslandığınız bir bankın sessizliğinde okumak ya da izlemek isterseniz diye blog: Kendi sevdiği, sizin de sevebileceğinizi tahmin ettiği; hiç yormadan, sarsmadan, sıcak sözler edip keyifli anlar yaşatabilecek üç öneriyi paylaşmak istedi bugün...

Bir Film:Expres Kasa

Hayata dair sıcak sözler eden, tavuk suyuna çorba tadındaki bu filmin bütünündeki anafikir: ''Benim Küçük Günışığım''filmindeki dedenin,'' gerçek kaybeden,kazanamayan değildir; gerçek kaybeden, kaybetmekten o kadar korkar ki kazanmayı denemez bile''cümlesinin bu kez Morgan Freeman'ın canlandırdığı karakterin bir günlük dostluğunda, Paz Vega'nın başardım cümlesiyle hayat bulmasıdır.

Çok keyifle izlenebilecek, ''hayatta bazen rotayı değiştirmek gerekir''diyen, neşeli bir filmdir Expres Kasa; sevdiğiniz insana dair karakter analizleri yapan, bunu yaparken güzel sözler eden filmlerse eğer!


Bir Kitap: Bu Gece Pera 'da


Kitapları kurcalarken iki kitap yapıştı elime; şimdilik birinden söz edim sizlere....

Yıllar önce, her zamanki tavrımla kapağına bakıp içinde dolaşarak, hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan o anki kararımla satın aldığım, ama bu kez adının kararımda fazlasıyla etken olduğu, Jale Sancak 'ın ''Bu Gece Pera'da''sıdır bu .

Kitabı her elime aldığımda, sevdiğim şehrin sevdiğim semtinin sokak aralarında, o sokakların mekanlarında dolaşmış olmanın keyifli soluklanmaları esnasında, kahramanlarının yamacında çay içerken bulurum kendimi ...

Bana ilk okuduğumda öyle hissetirmişti, hala da öyle hissetirir; ilk okuduğumda kimdir nedir bilmediğim bir yazarın ilk kitabı olarak...

O gün bugündür aynı yazarın bir başka kitabını okumadım. Ama top 10 listesi yaparsam eğer kendime, her top 10 listemde bu kitabın olacağı kesin...

Bendeki 1989 baskısının arkasında yazan şu cümlelerden yola çıkarsam eğer:
''Bu Gece Pera'da, son yıllarda sayıları ve etkinlikleri hızla artan kadın yazarlarımıza bir yenisini daha ekliyor: Jale Sancak, şimdiye kadar adını hiç duyurmamış genç bir yazar. Ancak, Bu Gece Pera'da, bir ilk kitap olmanın çok ötesinde, usta bir yazarın özelliklerini taşıyor; yazarın dili kullanmaktaki ustalığı, öykülerindeki kurgu,anlattığı insanlara olağanüstü bir sevgiyle yaklaşışı ve bunu başarışıyla edebiyatımızda'olay'olmaya aday bir kitap. Baştan sona bir düş sıcaklığında anlatılan bu şiir dolu öykülerin edebiyatımıza yeni bir ses getirdiği kanısındayız.''
''Ses getirdi mi,o sesler size uzandı mı, edebiyatımızda olay oldu mu?'' bilmiyorum, o günden bugüne...Ama başta da dediğim gibi dokuz öyküden oluşan 80 sayfalık bu kitap benim en'lerimdendir. Tavsiye ederim:))


Bir Film:Düğünler ve Cenazeler


Minimalist bir ev, güzel sokaklar, güzel müzikler, üç kadın, yasını tutamamış bir anne, mimari çizgilerindeki köşeler kadar hayata düz ve kuralcı mimar bir eski koca, müzisyen bir kiracı...İlişkiler, yüzleşmeler...Neşe, acı...Estetik kaygılar taşıyan bir sinema dili...Hoş kamera açıları...Dekarasyon dergilerine çekilmiş fotoğraflar tadında kareler...İronik göndermeler...Derinlik arzeden diyalogları ve oyunculuklarla şık analizlere olanak veren; gecenin sakinliğine eşlik eden bir bahar esintisinde keyifle izlenebilecek, Norveçli yönetmen Unni Straume tarafından yönetilmiş, Goran Bregoviç'in hem müziklerini yaptığı hem de oynadığı İsveç-Norveç ortak yapımı güzel bir ''Kuzey Avrupa Sineması'' örneği; güzel bir film.

Not:Ragla ya da bir kadeh şaraba eşlik edebilir.

28 Mayıs 2009 Perşembe

Alt Yazı...Yaz (Geldi!..)



Ölüme mahkumuz, harcayalım;
Uzun yaşayacağız, biriktirelim.

Bir Sümer Atasözü
''Tarih Sümer'de Başlar''adlı kitabın ''ilk atasözleri ve özdeyişler'' bölümünden ;

Görsel Videlec.org

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Elveda Lenin...


Elveda Lenin: Hem iki farklı yönetim biçimi, hem de o yönetimlerde yaşayan insanların hayata bakışı ve yaşama biçimleri üzerine, izleyicinin farklı algılar ve sorgulamalarla bir çok farklı açıdan nitelikli analizler yapılabilmesine olanak sağlayabilecek bir film.

Film: İnsan, siyaset, güç ve o gücün niyeti üzerine derinlikli düşünme ve tartışma ortamları yaratırken ve bu anlamda üzerinden tartıştırırken; bir ideolojinin teori ve pratiği üzerindeki ayrışmaların diktatoryal rejimlerdeki yönetici insanların algılamasına, ideolojiyi yorumlamasına ve kişilik özelliklerinin niteliklerine göre özünden ve iyi niyetinden nasıl sapmalar yaratabileceği üzerine sonuçlar da ortaya koyuyor.

Elveda Lenin: Temelde çok insani, felsefi ve doğru duran ideolojik teori ve temellerin; benim doğrum mutlak doğrudur mantığıyla ve sadece yönetim erkini ellerinde tutanların insan yönetme anlayışlarına dayalı, sorgulanamayan, tek tip insan yaratma projelerinin sonuçlarıyla; yine eleştirilebilecek çok yanı olan ama yönetenlerin hakimiyet sürelerinin en azından seçimlerle değiştirilebileceği, farklı örgütlenmelere, baskı gruplarına ve seçmenlere karşı sorumluluklara sahip demokratik rejimler arasındaki iyi ya da kötü yanların fark edilmesine olanak sağlayan; tüm bunları da, son derece hayatın içinden, gündelik yaşamdan karakterler odağında şahane bir mizahla ve nokta sahnelerle, iki farklı ideolojinin tüketim simgelerini kullanarak yapan; ideoloji ve siyaset sorgulaması üzerine; ve bunun bireysel hayatlardaki yansımalarının sergilenmesi adına çok hoş bir filmdir.

Bütün bu derinliklerinin ötesinde; sinema dili anlamında, özel ilgi alanım olan eski doğu bloku ülkelerinin, kentlerinin: Dünyanın diğer bölgelerinden soyutlanmış (eski)kapalı hallerini, kentsel renklerini, yaşama biçimleri ve gündelik hayatlar ile insan ilişkilerini çok gerçek bir dille anlatmayı başaran; ve özellikle sıradan olmadan da insanları güldürmenin olası olduğunu ortaya koyarak, komik filmle mizah arasındaki derin ve niteliksel farklılıkları göze sokarken, felsefik görüşlerin bile her türden sinema seyircisini tatlı tatlı güldürerek nasıl anlatılabileceğini gösteren, defalarca izlemekten bıkmadığım; ama illaki sinemada izlemişliğin tadını diğerlerine değişemeyeceğim muhteşem bir filmdir benim için...

Bol ödüllü bu filmi mutlaka izleyin ve gülün; ve düşünün; ve bir filmin dramatik bir olayı tatlı bir mizahla birleştirerek nasıl bir lezzet yarattığını görün derim ben!

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Hayırlı Bir İş...Fikrim Geldi Paylaşmak İstedim:)


Bugün birden aklıma bir fikir geldi. Aslında bu fikir sevgili Arzu'nun masallarını okurken aklıma gelmiş ve anafikir bugünkü olmasa da ona sürekli önerdiğim bir şey olmuştu... Bugün kendim çok amatörce, bir yazımı Windows'un ses kaydedicisinden yararlanarak hayata kattım:))... 60 sn ye de bir kayıt durduğu ve yeniden başlatmak gerektiği için, o sürelerin sonuna doğru cümlelerde eksik kalmasın diye gözüm bir yandan onun sayacında olup kelimeleri biraz yutmak zorunda kalsam da, sonunda altı dakikalık çok amatör bir kayıt yapmayı başardım.

Sonra, her birimiz, bazı yazılarımızı sesli de kaydederek, görme engellilerin de bloglardan yararlanması noktasında onlara bir fayda sağlayabilir miyiz diye düşündüm. Ve bunu sevgili beenmaya ile paylaştım. Onun da aklına yatınca ve destek verince bu işe; bu çok amatörce ve kırık dökük kaydımı bir başlangıç ve bir örnek olması adına yayınlamaya karar verdim.Eminim ki, her birimiz, biraz daha çaba göstererek çok daha başarılılarını yapabiliriz.

Bu başlangıç ve fikir kulaktan kulağa yayılıp önerilerle zenginleştirilerek, kısa bir süre içinde görme engellilerin de yaralandığı, aramıza katıldığı, ortak bir keyfi birlikte paylaştığımız yeni bir blog dünyası yaratmamıza neden olabilir(mi?). Bu konuyu benimseyip gönül verenler bloglarında konuyu işlerlerse birer yazıyla; ve fikirleriyle zenginleştirirlerse, kısa bir süre içinde önemli bir paylaşmayı, bir yaşama biçimine döndürebiliriz belki.

Eğer tahammül edebilirseniz buyrun benim amatörce hazırlanmış kırık dökük kaydıma:)) Eğer kaydediciyi takip eden biri olursa ve siz sadece okursanız daha kaliteli bir kayıt olası... Belki kaydedicideki süreyi uzatmakta olasıdır; ama benim teknik bilgim bu kadarına yetti... Konu üzerinde çalışıyorum:))

22 Mayıs 2009 Cuma

Zamanın Ötesinden Berisinden Rastgelesinden ''Romanımsı'' Bir Gün: Dominant Gözlerinde Okyanus Mavisi Kadınla Gecenin Bi Yarısı

Yatağa girip keyifli, hayalli bir uykuya kendini emanet etmişken, saat 24 civarı telefon sesiyle uyandı. ''Senle konuşmam lazım,'' diyen bir eski arkadaşının ''bunaldım!'' cümlelerinin ardından, iki kadeh rakı içmiş olmanın trafikte başına açabilecekleri karmaşasıyla kendini direksiyonda buldu. Sonra, aklının çok telaşsız olduğunu fark etti. Ruhunun gecenin sessiz haline, kaloriferin yüze vuran sıcaklığı ile radyoda çalan şarkılara gösterdiği uyumu sevdi. Lastiklerin sokak ışıklı asfalt üzerindeki çoşkulu sesleri eşliğinde, zamanın keyfini çıkaran bir hızda yol alırken de düşündü!.. İçinde neler olursa olsun, hayat güzeldi.

Şu anda bile, sabahın beş buçuğunda, bir gün önce erken yatacağım derken sabahı ettiği sürenin içine koca bir hayat sığmıştı.

Telefondaki ses çok eskide kalmış bir arkadaşlığın ötekisiydi. İkisinin de kendi evlilikleri süresince karşılaştıkları sosyal ortamların dışında merhabanın ötesine geçmeyen konuşmaları vardı. Adamın ayrı yaşamaya başladığı süreçte ve bu geceden bir kaç yıl önce, bir gün öğle vakti karşılaştıkları bir restoranda aynı masada oturmak zorunda kaldıkları bir yemekte, günlük hayata dair, temelinde havadan sudan sayılabilecek şeyler konuşmuşlardı.

Dün gece telefonu çaldığında duyduğu ses bütünüyle sürprizdi. Geçmişte çokca şey paylaştığı, arkadaş grupları içinde birlikte zaman geçirdiği bu okyanus gözlü kadın, yanaşılamaz ve yanaştırmaz güzelliği ve dominant duruşu yüzünden, aslında kendi şeçimi bu tavrın yalnızlığını da yaşıyor gibiydi. Eski yıllarda daha birer liseliyken, ortak arkadaşlarından birinin doğum gününde aralarında oluşan yakınlığın nedeni, o gün için getirdiği plaklar olmuştu.

Plaklar üzerinden başlayan o günkü yakınlaşma, kadının avizenin tavanda oluşturduğu renkleri anlamlandırması, kendi yaptığı resimlerden söz etmesiyle doğum günü kalabalığından balkona çıkan yalnızlaşmaları; kitaplara, sinemaya, siyasete kadar uzamıştı. Ortamda başka heveslerle bulunanları rahatsız etse de aralarındaki ilişki; derin ve uzun süreli olamamıştı. İkisi de, temelde duygularının farkında ve onların karşılıklarını arayan ama aynı zamanda özgür, denemeye cesaretli, sınırda yaşamanın heyecanını seven karakterler olmasına rağmen adamın önceliği henüz bir bedenden öte geçemediği yıllar olduğu için, uzun süreli bir bağlanmayı gerçekleştirememişlerdi.

Telefondaki ses alkol ve gözyaşı kokuyordu; ve onu görmek istediğini söylüyordu. Evinin kapısına gittiğinde zile uzanmasıyla onun aşağı gelmesi arasındaki sürede hiç de şaşkın olmadığını fark etti. Yaşam çok şey öğretmiş olmalı ki, aşağı yukarı ne olduğunu sezmişti. Arabaya bindiğinde usul bir nasılsın sonrasında kadının yüzündeki ruhun sınır çizgisinden geçip geri dönmeye başladığını fark etti. Alkole bulanmış yüzün beyaz tenindeki kırmız ruj, göz kapaklarındaki mavilik, simsiyah kirpikler, iri okyanus gözler, zeytin kara boyanmış saçlar, üzerindeki siyah kürk mantosunun parlak tüyleri, siyah, desenli tül çorapları, yanağındaki allık, parfüm kokusu, göze değmiş yaşların parlağı; aslında başka bir yüzde abartı gibi duracak tüm bu renkler ona, o an'a, o ruh haline fazlasıyla yakışmıştı.

''Deniz kenarı bir yere gidelim,'' dedi kadın. Adamın sığınaklarından, gara giden rayların altındaki sahile doğru yürümeye başladılar. Gecenin o vaktinde, ayrı ayrı kendi sıcaklarına sığınarak raylar boyu sessiz bir tonda karanlığa saklanırken; kadının, yalnızlıktan sıyrılmış olmanın getirdiği güvenle konuşmakla konuşmamak arasındaki tereddütleri yaşadığını hissetti. Onu aramadan önce kendi kendine konuştuğu ve büyük olasılık kafasının içinde ona sarfettiği tüm cümleleri, tüm sıkıntılarını tekrar etmekten, ona anlatmaktan vazgeçtiğini sezdi. Soğuğun uzun süre hareket halinde olmanın verdiği ısıyla yer değiştirmesinin ardından gar binasına vardılar. Bir süre perondaki banklardan birinde oturarak; aldıkları kanyak ve çikolatalarla okulu kırdıkları bir gün atladıkları trenle eski kente gidip dönüşlerini konuştular. Gece vardiyasına gidecek trenin demire sürten fren sesinin geceyi kalabalıklaştıran gıcırtılarıyla gara girişini dinlediler. Getirdiği işçileri bırakıp, yenilerini alarak usul gıcırtılar ve güçlü bir motor sesiyle yol almaya başlayan treni bir süre izledikten sonra, biraz da üşümeye başlayınca, gar binasından içeri girip bekleme salonun görkemli yalnızlığının banklarından birine oturdular bu kez... İkisi aynı anda, ayyaşlar gibi, "İçtiklerimize cila olsun,'' deyip, gazete kağıdına sarılmış bira içme isteklerine güldüler. İstasyon binasının hemen karşısındaki dolmuş durağının dibindeki büfeye sıçrayıp gazetelere sarılmış dört şişe bira aldı adam.

Bütünüyle ısssızlığın çöktüğü yüksek tavanlı kocaman bekleme salonunda, mekânın o anına tezat iki insandılar. Temelde ilişkiler, daha çok kadının anlattıklarına erkek dilinden tercümeler yaparak insanı konuştular. Bunları konuşurken de her cümlede kadının biraz daha sıyrıldığını gördü üzerine giydiği karanlıktan...


O ''Bağlanma korkusu var,'' derken... Adam, kendince bir ilişkiyi daha sağlamlaştırmak için, daha net ve tamam şimdi denilen bir noktada olma arzusundan ya da kendi dip duygularının, bilinçaltından olası sonuçlara karşı korumacı uyaranlarının dile, düşüncelere yansımalarından; bazen bir ilişkideki yerle ilgili tereddütler yaşayıp bazı alt duyguların insanı dürten, karıştıran, dedikodu ağızlı hıyarca uyaranlarının anlık ele geçirmeleriyle düşünüyor olmak gibi insani bi zaaf yaşıyor olmaktan, bu anlarda kendini koruma reflekslerinin dilinden cümleler kurulmasından, bunların kadın algısındaki yanlış değerlendirmelerinden söz etti; kadında sezdiği sorulara yanıt olabilmek için... Sonra bu anlık içsel direnişleri aşıp ''Sen ne niyette olduğunu biliyorsun, bu tereddüt niye?'' güdüsüyle yola devam edebilmek gerektiğinden bahsetti. Ve tüm bu kaygıların sonundaki çakma sanmalardan, o sanmaların tereddütlerinin sorulmayan sorularından ve sorulmayan sorulara verilen yanlış yanıtlardan...

Sonra kadının gözlerine saklanıp, ''Bütün bir geçmişe baktığımda; bugün senin beni çağırmandaki nedenin gibi; hepimiz, belki de en çok el frenini bırakarak konuşabileceğimiz birini arıyoruz şimdilerde... Hiçbir şekilde o ne düşünür kaygısına yer vermeyecek, olumsuz nitelenebilecek anları bile bir durum olarak kabul edip yargılamıyacak bir ortak üslup sanırım en çok aranan,'' diye devam etti. Sonra bu cümlelerden yola çıkarak yaşadıkları hiçbir ciddi ilişkide ötekine yön veren bir çaba içinde olmadıklarından, bunu değerli bulmadıklarından falan söz ettiler. Bazı sonların kattıklarıyla daha derin fark edişler ve dirençlerle ileriye doğru yürüme becerisinden, insanın kendi bahçesini yaratabilmesinden konuştular gün ışığını haber veren sabah ezanının melodisini duyana kadar.

Onu evine bırakıp, uykusuna bıraktığı yerden devam etmek için eve doğru gelirken, o an'a ve bir yakın zamanda yapılacak yolculuğa taşıyacağı cümleleri düşündü; kendi kendiyle konuşup tebessümler ederek. Sonra yatağına girip yorganı çektiğinde, yüzüne konmuş tebesüme güldü. O gülmeye sarılarak uyudu.

...devam edecek; zamanın ötesinden berisinden bi günde ama ! ...Zamansızca yani!... demişim. Bugün, yani 25 Ağustos 2021'de  fark ettim ki aslında yazmışım. Buradan lütfen!

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP