13 Mayıs 2009 Çarşamba

Naz Özsamsun Görkemli Bir Törenle Doğum Gününü Kutladı

Ünlü ressam Naz Özsamsun; önceki gün, yani 11 mayısta başlayan doğum günü kutlamalarına dün akşam ailesinin ve Ukrayna'dan gelen konukların katılımıyla gerçekleştirilen ikinci törenle devam etmiştir.

İlk kutlamalar ''Galeri Sınıf''ta olup sanat dünyasının ünlü konukları en şık önlüklerini giyerek hazır bulunmuşlardır törende... Muhabirimizin bildirdiğine göre, Galeri Sınıf'ın değişik köşelerinde peçete ile tutulmuş bardaklarda kola, gazoz, fanta benzeri içecekleri ellerinde; servis edilen kanepelerin tadlarına bakarken, çok derin entelektüel sohbetler yapan insan öbeklerine rastlamak mümkün olmuştur.

Küçük aperitiflerle başlayan kutlamada, doğum günü pastanın kesilmesinin ve afiyetle yenmesinin ardından sanat dünyasının ünlüleri; biraz da aldıkları kola, gazoz, fanta benzeri içeceklerin de etkisiyle, usul usul o ağır havalarından kopup sonra kelimenin tam anlamıyla kopmuşlardır.

Dün akşamki kutlamalar, çalışmalarına ara verip kış tatili için İstanbul'da bulunan ünlü hukukçu, cam boyama ve diğer türlerde resimleriyle ünlü, yazılı bir tiyatro eseri ve hikaye kitabı bulunan dedenin ve yeryüzündeki en iyi kalpli ve zarif insanlardan babaannenin katılımı için bir gün sonraya ertelendiğinden yapılmış olup onların ve Ukraynalı konukların renk katmasıyla çok nezih bir akşam olarak anılara kaydedilmiştir.

Akşam, usul usul gelmeye başlayan aile efradının hediyelerini takdim etmesinin ardından; Naz Hanım gelen elbiselerden babaanne seçimi, boyundan askılı, sırtı açık, göğüs dekolteli ve buram buram yaz kokanı hemen üzerindekileri çıkarıp giymiş; yine aynı elbise ile kombin edilmiş bilekten bağlı çok şık sandaletini ayağına geçirmiş, ayakkabının bağlanmasını görevini de dayısına vermiştir. Tabii bununla da yetinmeyen Naz Hanım, içeriden uygun bir kolyeyle geri dönmüş ve en ikna edici tonda bir ifadeyle sırtını dönüp''Dayı bunu takar mısın,'' demiştir. Daha sonra pusuya yatıp hedefini gerçekleştirecek an için, her cümleye kulak kabartan Naz Hanım ilk cümleyi yakalayarak, annesinin ''Kola alın,'' sözüne atlamış, o halde sokağa çıkmasına razı gelmeyen dayısına, ''Ben giderim dayı,'' diyerek, şahne bir uyanıklıkla dekoltesini kapatacak bir üst yakıştırıp mahalle içindeki görkemli tören yürüyüşünü gerçekleştirmiştir.

Daha sonra, kız kardeş eseri muhteşem sofraya geçilmiş; her meze ve yemek, hım hımm sesleri arasında büyük bir keyifle yenmiştir. Konukların bazıları şarap tercih ederken, bazıları rakı keyfi yapmıştır. Çın çın faslına ellerindeki kola, gazoz ve fanta bardaklarıyla katılan küçük fertlere fazla kaçırmamaları, biraz da yemekleriyle ilgilenmeleri konusunda gerekli uyarılar hiç ihmal edilmeden yapılmış, ama onlar her zamanki gibi bildiklerini okumuşlardır. Masada ki çocukların en fırlama yemekteyiz geyiklerini bize ayrılan satır sayısı yüzünden yazıp da limit aşımı yapmak istemiyoruz. Akşam yeteri kadar aşıldı zaten; özellikle yemek konusunda.

Şahane pastanın kesiminin ve afiyetle yenmesinin ardından, prensiplerinden ödün vermeyen ve düzenli yaşamayı kendine ilke edinmiş sanatçı; herkesle öpüşerek dinlenmek üzere odasına çekilmiştir. Tırtıl Bey de uyuma vakti geldiğinden töreni 22 dolaylarında terk etmek zorunda kalmış ve bu süre zarfında da esprileriyle kutlamaya renk katmıştır.

Aslında yazı dizisine çevirebilecek geceyi magazine pek yüz vermeyen entelektüel çevrelerden eleştiri almamak adına kısaltarak, yayın kurulumuzun da onayıyla bu kadar yayımlıyoruz. Kamera arkası görüntülerin keyfini de kendi aramızda çıkarıyoruz.

Bu vesileyle; kendisiyle ilgili tüm yayın haklarının tüm büyük medya kuruluşlarının hala süren ısrarlı ayartma çabalarına ve büyük para tekliflerine rağmen bizde olduğunu hatırlatıyor, sırf bu büyük medya kuruluşlarının görüntüleri aşırıp kendi yayın organlarında yayınlanmamaları için haberin sıcaklığı geçene kadar, fotoğrafları yayımlamıyoruz. Okuyucularımızdan da, o sermaye medyasında çamur at izi kalsın mantıklı çıkabilecek; ''Fotoğraflar öbür makineda kaldı, öbür makinada orada... Oradakiler de şu saat itibariyle; dershane, okul, ora bura,iş güç dağıldı, bu yüzden bir haber koordinasyonunu bile beceremiyorlar; yazı yazıp görseller için bir sürü bahane uyduruyorlar, '' gibi haberlere itibar etmemelerini rica ediyoruz.

Tüm La Paragas ekibi olarak: Sevgili Naz Özsamsun'a daha nice yıllar diliyor, doğum gününü en içten sevgilerimiz ve başarı dileklerimizle bir kez daha kutluyoruz. Sizi çok seviyoruz Naz Özsamsun....

Flaş haber, bir son dakika gelişmesi: Doğum günü esnasında yakaladığımız bir röportaj anında muhabirimizin, ''hayranlarınız yeni resimlerinizi bekliyor, var mı bir şeyler?'' sorusuna Naz Hanım: ''Evet dördüncü resmim tamamlandı, beşinci de bitmek üzere demiş; ve ayrıca haziran ayı başlarında AKM'nin bir salonunda karma bir sergilerinin olduğunu belirtmiştir. Dördüncü resmin fotoğraflarını çeken arkadaşlarımız şu an onu yayına hazırlamaktadırlar, bütün çabamız Naz Özsamsun hayranlarını daha fazla bekletmemek içindir. Muhtemelen bugün, gün ortasında hayranlarıyla buluşacaktır bu şahane resim.

La Paragas Magazin Servisi

12 Mayıs 2009 Salı

Lütfen!.. Çocukları Leylekler Getirsin Hep...No Spermbank!


Gazetede, sosyetik güzellerimizden birinin anne olma tutkusu artınca, sperm bankasından sperm alıp çocuk doğurmaya karar verdiği ve bunun için de babasının onayını aldığı yazıyordu. Bu olayı ilk gerçekleştiren, ismini şimdi hatırlayamadığım oyuncu manken medyada haber olduğunda; bunun, şımarıkça bir tavır olduğunu düşünüp tepki vermiştim. Doğru bulmamıştım. Ve etrafıma bakındığımda bir çok genç ve bekar kadında, anormal derecede çocuk sahibi olma arzusunu fark etmiştim. Sadece çocuk sahibi olmak için bir adamla birlikte olmayı, sonra adamı sallamayı göze alan mantığın oldukça yaygın, hatta bir trend olduğunu fark etmiştim.

İlerki günlerde o kızın bir röportajını okuduğumda, onun savunusunun nedenleri ve gerekçelerinden baktığımda hak vermiştim. Bugünlerde Münir Özkul'un kızı üzerinden başlayan tartışmaları da göz önüne alınca, tüm bu süreç üzerine düşüncelerimi ve öngörülerimi bir kaç bölümde yazmaya karar verdim.

Bu olayı Türkiye gündemine ilk oturtan genç kadının çok haklı savunusu şuydu: ''Bu spermler bankada birilerini bekliyor zaten; ve bir vaka olarak var. Ben onlardan birini sahiplenmiş oldum. Belki çok kötü, daha farklı bir hayata sürüklenebilecek; belki hiç sevgi göremiyecek bir çocuğu kurtardım. Ve bu çocuğu ben doğurdum. Kendimden bir çok şey kattım ona. ''Benzer ve mantıklı sözlerle devam eden röportaj aynı zamanda yuvadan bir çocuk alsaydın önermelerini de yersizleştirebilecek bir savunu olarak onay almıştı benden...

Evet ortada bir durum var. Etik anlamda sorgulanması gereken aslında bu sistemi var edenler; ve kapitalizmin temel mantığı üzerine kurulmuş çirkin yüzü... İnsanların en büyük özlemleri üzerinden olayın ahlak boyutunu hiç sorgulamadan, dünyaya gelecek çocuğun zaten varolmayan seçme hakkını bir de doğal bir sürecin uzağına atan, onu bir başka insanın kendi arzularını ve isteğini tatmin edecek bir oyuncak haline getiren sistem; bankanın sahibi yetişkine para kazandırırken, bir başka yetişkinin de talebini gerçekleştiriyor. Bu alışverişin tarafları memnunken, o çocuğun ilerki evrelerde başka çocuklar içinde yanıtsız kalacak sorusunu kimse düşünmüyor. Babanın ölmesi, aileyi terk etmesi kendi başlarına somut ve izah edilebilir, hatta anlaşılabilir birer yanıtken; bunun yanıtı kolayca verilebilecek ve kabul edilebilecek bir şey midir? Bir çocuk için...Ayrı anne babanın çocuklarının bunu arkadaşlarından saklama gayretleri ve bu halin onlar üzerindeki baskısını görünce, bu halin yaratacaklarını tahmin etmek çok zor olmasa gerek...

Sosyetik güzelimizin ve Münir Özkul'un kızının olayını, ilk olaydaki genç kadınınki gibi masum karşılayamıyorum. Duygularındaki samimiyete inanamıyorum. Tıpkı geçenlerde bir dergide okuduğum çok ünlü zenginlerimizden yaşını başını almış bir kadının, yaptıracağı çocuk parkıyla ilgili şu cümlelerindeki bencillik gibi: ''Yurt dışında çok güzel çocuk parkları görüyordum. Filancanın yaptırdığı çocuk parkını da görünce kendi adımı taşıyan bir park yaptırmak istedim. Sürekli gidip bakacağım bir park.'' Buraya kadar anormal bir durum yok; ama tüm bu olumluluk halini ters yüz eden ve o ifadelerin anlamını tümden değiştiren bir tercih var: Parkın yaptırılmak istendiği yer Bebek... Yer Bebek olunca; tüm ulvi amaçlardan öteye giden, sadece kendini tatmin için kendine bir park yapmaktan öte bir anlam yüklenebilir mi buna?

Sperm bankaları olayı pratikte ve algılama biçimine göre olumlukları olan bir durum gibi görünürken; aslında, dünyanın yaşayabileceği en önemli felaketlerden birinin başlangıcı bence... Spesifik örneklere bakarak olumlanamayacak kadar büyük bir tehdit... Niyeleri bir başka yazıya bırakıyorum şimdilik... Çünkü farklı mantıklar ve niyetlere göre, o kadar çeşitlenebilecek kötü haller ortaya koyuyor ki...

Belki, gelecekte sosyoloji biliminin tüm bilinen gerçekleri ters yüz olacak. Ve bu bankalar, bir takım hastalıklı beyinlerde silah fabrikalarının yerini alabilecek, yeni tür silahlar üretme amaçlı olarak!..

Hitler'i ve doktoru Mengele'yi unutmayalım!..

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Kaynak...The Fountain


Tevrata göre cennette bulunan iki önemli ağaç vardır, biri "Bilgelik” ağacı, diğeri de "Hayat" ağacıdır. Tanrı tarafından Adem ve Havva’ya bilgelik ağacının meyvesinden yemeleri yasaklanmıştır; bu ağacın meyvesinden yemenin cezası ölümlülüktür. İşte Havva’nın Adem’i meyvesini yemesi konusunda kandırdığı söylenen ağaç bu ağaçtır ve yasağa rağmen bilgelik ağacının meyvesini yemenin cezası olarak Adem ve Hava'ya, dolayısıyla insanoğluna ölüm bahşedilmiştir. Ve cennetteki diğer ağaç olan hayat ağacından uzak tutmak için; Tanrı, Adem ve Havva’yı, cennetten çıkartıp dünyaya göndermiştir.

Bunları anlatma amacım şudur ki; dikkat edilirse bu olay içerisinde iki zıt olayı barındırmaktadır. Dünyaya gönderilen insanoğlu için gerçek manadaki hayat bu olayla başlarken, yasak meyveden yemenin cezası olarak, bundan sonra insanoğluna ölüm bahşedilmiştir. Yani insanoğlu için bir nevi hayat ve ölüm aynı olayla başlamıştır; hayat içinde ölümü ve ölüm içinde hayatı barındırmaktadır ve yer yer buna atıflar bulursunuz filmde, ve derki film; yasak meyveyi yemesi konusunda Ademi kandıran Havva olabilir, ama insanoğluna ölümsüzlüğü gösterecek de bir kadın olabilir!!. Sakın taraf tutuğum için söylediğimi düşünmeyin, gerçekten filmde bilgeliği temsil eden ve kocasına ölümsüzlüğün gerçek anlamını gösteren kadındır, belki de senarist çok büyük jest yapmıştır bilinmez:) .

Aslında cevabı bilinmeyen bir şeyi cevaplaması beklenemez filmden tabiî ki; film sadece tevratta ki hikayenin bir nevi devam eden ama rolleri değişmiş halini sunuyor bizlere, üç farklı zaman boyutunda. Ölümsüzlüğü temsil eden Hayat ağacının peşine düşen insanoğlu, ölümü kabul ederek ölümsüzlüğün sırrına ulaşıyor belki de, gerçeği kim bilebilir ki? işte hayat bu yüzden kıymetli ve “ölüm” hayatı daha kıymetli kıldığı için “yaşam” belki de…

Sonlara doğru sancılı bir sürece giriyor film; biraz anlaşılmaz, biraz ürpertici görüntüler parmak ısırtan cinsten; ve ayrıca filmi anlamak için verdiğiniz mesai filmin çekimi kadar zahmetli belki, ama bir o kadar da zevkli, kendinizi bu zevkten mahrum bırakmayın...


Annapurna


Yazı Sevgili Annapurna tarafından bir sinema sitesinde filme yorum olarak yazılmış ve onun izniyle buraya taşınmıştır.

10 Mayıs 2009 Pazar

Msn İletisi...


hop hip hop bn diskoda bir elma kurduyum hop1 hop1

Bu, Tırtıl'ın bir süredir kullandığı msn iletisi ve ben her gördüğümde çok gülüyorum. Mussano'ya sordum az önce, ''bunu yazmayı düşünüyorum, ''Sana komik geliyor mu?'' diye... ''Hayır,'' dedi. ''Peki, neden yazmıştır onu tahmin ediyor musun?'' dedim. ''Hayır'' dedi. ''Bilmeceyi biliyor musun?'' dedim. Yanıtı ''Bilmiyorum,'' oldu. ''Sorup duruyordu,'' dedim önüne gelene; büyük bir keyifle: ''Bir elma diskoya niye gider?''diye.

O zaman çok güldü.

Kırmızı Işıkta Arabanın Önünden Geçen Kız:



''...Çocuklar olduğunda bile; seni, çocuklarımın annesi diye değil, benim sevgilim olduğun için sevdim. Çocuklarımızın gözüyle baktığımda; hep, çok güzel bir anne fotoğrafı gördüm, onları bu anlamda dünyanın en şanslı çocukları saydım...''*

Güzel oğulların güzel annesi: Günün kutlu olsun.


*zamanı eskimiş bir mektubun satır aralarından.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Akşam(dı) İşte!..

Akşam, ortalığı toparlayıp off yapmak üzereyken bilgisayarı, son dakika telefonundaki sesin ''Yolda ve yakındayım, alıyorum seni ve bira içmeye gidiyoruz,'' demesiyle bir kaç dakika sonra motor sesini duymam bir olunca; içime dert olur bir mesajı, biraz da keyife karışmış bir itlik haliyle hemen yazıp hotmailden yollayarak, tuşa bastım ve günü kapattım.

Dominant gözlerinde okyanus mavisi kadın, kapıdaydı. Üzerime bir mont alıp hayırdır selamını çakarak açtığım kapıdan süzülüp koltuğa oturunca, emniyet kemerine yolladım elimi. ''Yok korkma iyiyim, ağır roman hali o gecede kaldı,'' dedi. ''İşin kolay bu akşam,'' cümlesini de ilave etti; şahane bir kahkahaya...

O gece ne şahane bir geceydi; ki daha bir ay önceydi, yazıldı ama yayınlanmadı. Ve akşam ondan alınan izinle birlikte bir mim versiyonu haline gelip yayınlanacak. Gerçek bir an'a usul bir kurgu yapılacak. Alt yapısı o gece olan şahane bir serserilik halinin üzerine mim'in notaları en bas haliyle monte edilip, bloga sürülecek yazı... Az bir zaman sonra!

O yüzden 'Dominant Gözlerinde Okyanus Mavisi Kadın'la ilgili ayrıntı yok şimdilik.

En şahane iskelenin en yakınındaki mekâna gittik. En şahanesinden patates kroket, en şahanesinden kalamar, en şahanesinden balık kroket sipariş edip; bir birahi, en şahanesinden bira istedik. Ve sonra, en eski zamanların en serseri halini poz ederek kendimize, hızlı ve şahane girelim sohbete diye de, birer şat votka sipariş verdik. Finali tekila ile yapma konusunda da, gözlerde anlaştık, kesin.

Şahane müzik koydurduk CD çalara... Haftanın içi, yazın henüz önü olduğu için sakin mekânda, çakmağın değmesiyle hülyalar saatinin gongunu çalan mumların eşliğinde, gözlerinin mavisinde kaybolurcasına konularda gezip durduk. En çok aşktan konuştuk. "Neydi aşk?"dan...

Konuştuklarımız bir blog yazısı olur ki en şahanesinden. Ki kadın özeldir, farklıdır, farklı sesler verir: En çok da aşka... Dominant duruşun en derinindedir herşey, onları bir inci tanesi gibi çıkarmak güzeldir, başarıdır. Gururun keyfini katar, güven duyulan olmanın hazzını, seviliyor olmayı...

Özünde; günün en erkeninde okuduğum, Sevgili Arzu'nun ''Aşka Aşık Zamanlar'' başlıklı şahane blog yazısına yazdığım ''Dar zamanlara sıkışmış akıllarla birbirinin benzeri senaryoların ve sürekli aynının peşinden koşulduğu için belki de, belki de bir sürü anlamsız ''eğer'' yüzünden... Belki de aşk olsun diye aşk olmakda, aşkı elindeki reçeteden ibaret sanmakda... Cesur olmamakda... Kör bakmakta, teğetinden geçmekde ve görememekde; el yordamı bakışlarla ve duyuşlarla!. Göremeden, sanarak...'' cümlelerinden oluşan yorumum etrafında dolaşan hoş şeylerden söz ettik.

Şahane bir keyifle içtik. Şahane konuştuk. Ve şahane bir günün şahane finali oldu. Şahane uyudum. Şahane yazdım. Güne damgayı Manga bastı ama! Şehr-i Hüzün ile... Şahane bir konsept albüm, tavsiye edilir. Hatta bir örnek olarak: ''Hepsi Bir Nefes'' adlı şarkı sunulur... Ennn şahane bir sevgiyle... En şahanesinden öperins bir de...

Bir de dilerim ki herkese; yazılar, ''Gece(ydi) İşte!'' olmaksızın bitmesin..;)

8 Mayıs 2009 Cuma

Öğlen İşte!..


Yakaladığım bir boşlukta, camdan güllere, papatyalara, bahar dallarının pembesine, otların arasında kalmış çiçeklerin morlarına, yağan yağmura bakarken, ve gecikmiş nisan yağmuru tadındaki sicim sicim hale eşlik ederken Manga'nın son ve şahane albümü Şehr-i Hüzün. Düşündüğüm, istediğim bir hafta sonu seyahatinin ertelenmesi mecburiyeti hasıl olunca bir de, yağmur ve çalan şarkılar lambayı yaktı, içimdeki serseri ona eşlik etti ve duacıyım şimdi, o hafta sonu Tırtıl'ın isteyeceği bir animasyon olmasın diye. Çünkü fikrim geldi ve uzun zamandır yapmadığım bir şeye karar verdim .

Yanıma bir fotoğraf makinesi, sevdiğim pastanenin sevdiğim pastalarından bir çeşit yapıp, sıcak suyu da trende kendilerine çay demleyen makinistlerden tedarik ederek, elimde kahve kokusu, trenle eski kente gideceğim bir hafta sonu. Mayısın başı en şahanesi bu güzergahın. Hazır toprak renklenip, yağan yağmurlar dağlardan kopup gelen suları ırmaklara, usul derelere karıştırırken; çiçeklenmiş ağaçların şenlendirdiği istasyon binalarını izlemek, kadınların ter döktüğü tarlaların öğlen sıcağını seyretmek, tren yolcuları öğrenciler, amcalar, teyzeler, çocuklarla konuşmak, tren yolu kara yoluna yaklaştığında arabalarla yarışmak keyifli. Ve elbette eski kentte, ve en tepesindeki yerde, kuş bakışı manzaralar sunan lokantada yenilecek germeç de.

Evet, verilen bu kararın keyfi bu öğlen usuldan karnımı acıktırınca; ve aslında, daha önce verilmiş karşılıklı sözlerin bu yolculukla ilgili düşünü hatırlayınca; ve aslında, aslı gibi anlaşılmamış sözlerin yok ettiği düşleri de göz ardı etmeksizin ama onlara da takılı kalmaksızın; canım hem atıştırıp, hem de bunu zamana tebessüm eden bir öğlen keyfine döndürebileceğim bir şey önerdi bana. Tost yapmaya karar verdim.

Ama bu kez yapılacak tost bir uyarlama olacak.

Elde tost ekmeği olmadığından ve aslında patıl denen ve yöresel bir ekmek olandan da mevcut da olmadığından; aslında yakın bir kasabaya özgü, hatta tren güzergahında olan bu yerde Atatürk Sivas ve Erzurum'a giderken konakladığında, onun için yapılmış ünlü Ata ekmeğiyle çok daha mükemmel olacağı kesin La Paragas usulü bu melez-i tostu: Mecburen, mevcuttaki normal ekmekle yapmak durumunda kaldım.

Durum şudur: Bir yarım ekmek yan ortasından yarılır. O arada enlemesine ve ince ince doğranmış mantarlar tereyağında az miktarda kavrulmaya bırakılır. İnce ince dilimlenmiş yeteri kadar sucuk ekmeğin arasına yerleştirilir. Onların üzerine incecik doğranmış çarliston biber halkaları dizilir. Onların üzerine dilim salamlardan fıstıklı olan yerleştirilir. O arada tavada hallolan ve tam kavrulmadan hafif sularında kalmış mantarlar salamın üzerine dağıtılır. Bir siyah zeytinin çekirdeği çıkarılır ve ince daireleri halinde doğranıp mantarların üzerine koyulur. Çok ince dilimlenmiş iki adet domates en üste koyulup, tüm karışımın üzerine bir çay kaşığı zeytinyağının içine bir miktar (tazesi olmadığından) kuru kekik ilave edilerek dağıtılır. En üste de kalınca bir kaşar dilimi koyulup, ekmek ısınmış olan tost makinesine yerleştirilir. Domateslerin varlığı gözetilerek bastırılır; tost makinesinin üst tarafından. Ekmeğin iki tarafına biraz tereyağı sürüp cızırdattıktan ve arzulanan kızarıklığa getirdikten sonra alınıp bir tabağa tost; kahve, bir fincan çay ya da bir bardak kola eşliğinde keyfi çıkarılır.



Kişiye özel not: Fırında makarnanın malzemeleri hazır. Hatta bir menü de! İçecek tercihiniz var mı? Yoksa menüyü hazır edene mi bırakırsınız?:))

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP