
GÜNEŞİ GÖRDÜM VE GÜNEŞİ GÖREMEDEN ÖLEN ÇOCUKLAR ÜSTÜNE BİR AĞIT...
Bu film üzerine söylenecek çok şey var elbet... Biraz o yemeğin suyuna, biraz bu yemeğin suyuna banalım da ortaya şöyle karışık bir sulugöz lezzeti sunalım mantığına hizmet için yola çıkmış olsa gerek, yapımcılar ya da yapımcıları yönlendiren bilirkişiler!!! Dur bakalım dedim kendime, aradığımı bulamayacağımı bilmeme rağmen “ bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma” düsturuma saygısızlık etmeme adına gittim ve baktım filme ''ne varmış ne yokmuş?'' diye… Bir de üstüne üstelik 24 Mart Yerel Seçimleri sonrasında Batman’da bulunan Türk asıllı bir misafir izleyici olarak!
Evet, ucundan kenarından yaşanan gerçek acılara ufacık dokunuşlar vardı filmde...Ama güneşi görmek pek mümkün olmadı; güneşsiz günlere mahkum edilmeye çalışılan bu ülkenin karanlık sinema salonlarında... İronilerle bir o yana bir bu yana savruluşun hengamesi vardı yüreğimde...Savruluşlarımın sebepleri anacıkların yürekleri üzerine dökemediğim ağıtlardandı aslında...
İyi, iyi ve iyiydi herkes ve her kurum... Hatta, terör için dağa çıkmış delikanlı da bir ana evladıydı, ailesinin ve Kürt halkının haklarını savunmak adına dağdaydı, canını feda etmişti milletine...
Asker iyiydi, Çocuk Esirgeme Kurumunda herkes iyiydi, hastanelerde herkes iyiydi ve insan insandı...Peki herkes, her kurum bu kadar iyiydi de sorun neredeydi? !!! Niye birbirine düşmüştü Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda sırt sırta savaşmış bu memleketin evlatları? Nerede, ne zaman başlamıştı bu Kürt-Türk etnik milliyetçiliği? Kimler neden baş koymuştu bu yola? Kimler payelenmişti bundan? Kimlerin ruhu duymamıştı kanayan yaraları? Bunca anan(ı)n yüreği niye kanamıştı? Aynı karından beslenen, aynı yatağı, aynı katığı paylaşan aynı ana babanın evlatlarından biri terörist olup dağa çıkarken, diğeri neden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Mehmetçiği olmuştu? Eğer sorun etnik milliyetçilikse bu bir ironi değil miydi? Serhat ve
Berat isimleri konulmuş iki kardeşin kaderleri nerede ayrılmıştı? İsimlerin anlamlarına mı yüklemek lazımdı suçu?
Milenyum dediğimiz çağda yaşarken, hala erkek evlat kıymetlidir bilir misiniz bu topraklarda... Hani erkek evlat müjdesi gelince varlıklarının değeri bilinmemiş kız evlatların da katıldığı sevinç gösterisi var ya; aslında, sessiz sedasız devam eden kutsanmışlığıdır erkek evladının...Hayaller ve hayatlar vaat edilmeyen annelerin çocuklarına hayaller ve hayatlar vaat etme imkanı var mıdır sanırsınız? Her ana(nın) yüreği aslında aynı kanar evlatları için bilir misiniz? Doğum sancısını çekmeyen doğum sancısını tarif edebilir mi gerçek anlamda?
Bu kadar konunun filmine 4 saat 30 dakika bile azken, isot kıvamında birkaç sahne ile kotarılmış, standart saatlere sığdırılmış filmin için sana teşekkür etmekten başka çaresi yok bu uyutulmuş afyon kıvamındaki milletin; sayın yapımcı-senarist-oyuncu Mahsun Kırmızıgül!!! Peki ya o Norveç’teki sahnelere ne demeli filmdeki? Burada devlet devlettir şakşakcılığı? Ne yani hepimiz Norveç’e sığınmacı mı olacağız devletin devlet olduğunu anlamak için? Yoksa her kişinin ve kurumun devlet bilinciyle hareket ettiği bir memleket için mi savaşacağız?
Görmeden, bilmeden, okumadan ahkam kesmeyin arkadaşlar!!! Madalyonun bir de öbür yüzüne bakın!
Kimler ne uğurlarda anaların evlatları için ağlayan yüreklerine takmaz, aldırmaz bilin! Bilin de faili yanlış yerde aramayın! Obama önce Türkiye’yi ziyaret etti sonra Irak’a gitti ve Barzani’yi ziyaret etti... Niye dersiniz? Ey bu milletin umudunu kaybetmeyecek akıllı evlatları uyanın!!! Ve atın artık üstünüze örtülmüş düşler battaniyesini bir tarafa... Bu vatan hepimizin ve gidecek başka yerimiz yok!!! Olsa bile memleketiniz, peşinizi bırakmayacak gerçeğiniz...
Yazı Destina 48 tarafından bir sinema sitesinde filme yorum olarak yazılmış ve onun izniyle buraya taşınmıştır.Kendisine hem bu farklı bakış açısı ve dolayısıyla güzel yazısı için bir kez daha teşekkür ederim.