Sabah elimde kahve kokusu ofisimsinin dışında yaza hazırlanan bahçeye bakarak, baharın kıpırdatmaya başladığı farklı farklı konukların seslerini dinlerken, çiçek açan ağaçlarla laflayıp bir kaç saat sonra dağların arkasına çekilip günü geceye bağlayacak güneşle şakalaşıyordum. Bir kağıdın usul bir rüzgara takılmış çiçek tozlarının içinden ayrılıp bana doğru geldiğini, ayağımın dibine düşüp paçamdan çekerek gözlerime gözlerini dikip
''Hadi yine iyisin,'' yüklü çapkın bir gülümsemeyle göz kırptığını fark ettim. Tebessüm ettim sadece bu afacan haline... Gözlerim karşı dağlarda, bir Düş'ün düş halini alışını düşünmeye devam ettim...
Hayat yeşeriyordu ve kalabalıklaşacaktı ev; her yaz gibi. Mesela şu karşıdaki masalar çoğu akşamlar birleştirilecek, mangal yakılacak, sokak arası düğünlerinin lambaları ışıldayacaktı. Çocuklar ayrı masada cıvıl cıvılken; büyüklerin alkol kokulu kahkahaları, dedikoduları, ortaya karışık tevazu yüklenmiş hava atmaları karışacaktı saf temiz gülüşlerin içine.
Ayağımın dibinden bacağıma yapışan kağıt sürekli ve ısrarcı bir tavırla ve gülerek paçamdan çekip dikkatimi ona vermemi istiyordu. İlgilenmeden kurtulamayacağımı anlayıp okşamaya başladığımda saçlarını ve
''Kargonuz var,'' deyip dönünce öbür yüzünü, üzerine yazılmış şu notu gördüm:
''Akşam sana geliyorum haberin olsun. Düş.'' Notu okur okumaz, akşama Düş geliyor vay be'lerinin sevinci taşırken beni bir başka boyuta, aklımın motorlarına da hareket verdim.
"Düş ve akşam vay be!" diye diye çoktan mutfağın yolunu tutmuştum. Düş ve akşam yemeği düşünün vay be'leri bıyık ucu bir tebessüm olarak takılı kaldı yüzüme...Ve takılmış bir plak gibi tekrarlar sardı ortalığı; ''Düş ve akşam vay be!..''
''Düş ve akşam, Düş ve akşam, Düş ve akşam, vay be!.. Ve Ben...Yaşasın!''
Ne yapsam ne yapsam derken yüreğimin telaşlarında, gün Cumartesi olunca üstelik, güneşin gün batımına ne yakışır hesapları yaparken bir de, denizden imdada gelen esinti şefkatle yanağımı okşayıp
''Balık yap,'' dedi istersen.
"Hatta isteme, yap" diye de ekledi. Buna erik ağacı ve altındaki masa da katıldı. Biraz uzakta kalan ve o an itibariyle neşeli bir sohbetin dibine vurmuş mor çiçekler seslendiler benim kararsızlığıma:
''Evet rakı ve balık.'' O ara güneşin keyfine gevşemiş, akşam kahvesi tadında bir neşeyle hararetli bir konuşmanın yamacındaki papatyalar da bu fark edişle, mutfak camından bakmakta olan kararsızlığıma dönüp
''Evet evet, rakı balık!'' dediler.
Hepsine anlaşıldı gülümsemesi atıp yöneliverdim buzdolabına. Izgara niyetine dilimlenmiş, yani önce fileto edilip kılçıkları çıkarıldıktan sonra her bir parçası biraz büyükçe dilimlenmiş somonları çıkarıp tezgahın üzerine koydum. Akşam Düş geldiğinde, ızgarayla uğraşırken sohbetin keyfinden uzak kalmayalım diye ve hatta balık pişene kadar, yarısına soğuk su koyulmuş bardakların üzerini rakı ile tamamlayıp, ilk kadehlerin keyfine katık ederken en şefkatlisinden günün ne var ne yoklarını, kesintiye uğramasın diye özlemin dindirilmesi bir de; vazgeçip ızgaradan, karar verdim buğulamaya balıkları.
Önce, mini fırın tepsinin altına çok az, neredeyse bir çorba kaşığı kadar sıvı yağ döktüm. Sonra, soyup çok ince daireler şeklinde doğradığım bir orta boy soğanı tepsiye dizdim. Sonra, yine soyup soğuk bir suyun içine bıraktığım patatesleri, yine çok ince dilimler halinde ve büyük parçalar olsun diye boylamasına doğradım ve soğanların üzerine bir kat yerleştirdim. O esnada camın önüne konan kuş beni izlerken yüzünde telaşıma tebessümle
''Hey dostum fırın!'' diye seslendi. Ne var ki fırında bakışıyla dikmişken gözlerimi kuşa; o, anlıyorum heyecanını bakışına, yakmadın ki mesajını yüklemişti çoktan.
"Haklısın," dedim dostum, "takmışım Düş'ü aklıma."
Fırını 270 dereceye ayarlayıp döndüm tezgahın başına. Balıkları dizdim patateslerin üzerine. Onların üzerine de bir miktar rendelenmiş havucu dağıttım güzelce. Ve soyup şöyle avucumla bastırıp hafifçe ezdiğim beş altı diş sarımsağı ilave ettim tepsiye. Sonra, biraz ince parçalar halinde doğradığım biberleri, onun üzerine ince ve daire şeklinde doğranmış domatesleri, onların da üzerine bir kaç ince dilim, yine daire şeklinde kesilmiş limon, bir kaç dal maydanoz koyup biraz karabiber, biraz tuz ilave ettikten sonra yarım bardak kadar suyu üzerlerinden döküp bir kaç parça da tereyağı ilave ettim. Tepsinin kenarından iki adet defne yaprağını son dakikada ilave etmeyi de ihmale bırakmadım; aferin bana!
Bir alüminyum folyo ile kapatıp tepsiyi, ocağın büyük gözünün üzerine oturttum. Bir süre orada pişirip bütün aromaların birbirine geçmesini sağlayıp kıvamın kokusunu alırken, Düş'ün düşüncelerinin kaymalarını düşündüm. Sorularını duydum, bunlara anlayışla güldüm.
Sonra, folyonun bir kenarından açıp patateslerin kıvamını kontrol ettim. Orta pişmiş olduğunu fark edince patateslerin;
''Hadi bakalım çocuklar gidiyoruz!'' deyip tepsiyi ısınmış olan fırına koydum. O arada bir türkü tutturdum. Ben tutturunca bir türkü, dışarıdaki kuş korosu da katıldı buna. Uzaktan gelen sürülerin çıngıraklı vokalleri çok hoştu. Bir süre sonra fırından fokurdama sesini alınca, bak bunlar da katıldı koroya diye düşünürken, aslında beni uyardıklarını fark ettim. Kapağını aralayıp tepsiyi dışarı aldım ve folyonun kenarından hafifçe kaldırıp bir kontrol daha yaptım.
Hımmm, dedim
biraz daha! Tepsiyi, tekrar, biraz çektirsin diye bu kez folyosuz fırına koyduğumda, dolaba yöneldim. Beyaz peynirsiz rakı olmaz deyip, iki farklı beyaz peyniri salatalık ve domates dilimleriyle süsleyip, koyun ve tam yağlı olmayanın üzerine bir kaç dal kekik, biraz közlenmiş ve incecik kıyılmış acı kırmızı biber koyup, bir iki damla da közlenmiş biberin yağından ilave ettim. Bembeyaz kocaman tabağın üzerindeki bu kolektif coşkuya acayip keyiflendim. Ve hatta bir parça gravyerle biraz da tulum ilave ettim. Onların katılımıyla hep birlikte saz çaldırırken yüreklere; yürek akıl, akıl yürek ilişkisi üzerine düşünüyordum. Sonucu, yola devam etme isteğini; güven, samimiyet, dürüstlük, merak, bilinmeze yolculuk arzusu, farkındalık ve cesarete bağlıyordum. Hatta bir gün bir eski şoförün şu sözü çıkıp geldi aklımın not defterinden gözümün önüne; korkma demişti geri vitesin olduğu sürece ve aracın kontrolü de sende olduğuna göre, çıkmaz olduğunu gördüğün noktaya kadar git; merak edeceğine.
Bu arada, tereyağında kavrulmak üzere ağırlıklı fasulyeden oluşan turşuyu bir küçük domates ve iki üç biber ilavesiyle tezgaha çıkarıyorum. Ve zaman yaklaştıkça Düş'ün düşüyle dolaştığımı fark ediyorum. Üzerine tereyağı koyulmuş mısır ekmeksiz balık sofrası olmaz deyip son dakikada pişirilmek üzere hazır ediyorum malzemelerini. Tahin helvası zaten pusuda.
Zaman yaklaşıyor. Telaşıma için için güldüklerini görüyorum uzaktaki mor eriklerin çiçek açmış gölgelerinde fiskoslaşan fuşyaların. Peynir tabağındaki domates ve salatalık dilimlerinin üzerine maydanozlar için çıkıyorum bahçeye. Nergislerin önünden geçerken fark ediyorum, fark edilmek isteyen süslenmelerin telaşlarını;
''Düş geliyor hıı!'' diyorlar ve bir ince kıskançlık var gibi geliyor hallerinde. Gülümsüyorum.
Üç beş maydanoz kopartıyorum,
''Ben ben!'' diyenlerden. Düş düşümde, dönüyorum mutfağa. Fırından gelen koku bizim işimiz aşağı yukarı tamam diyor. Masanın tabaklarını hazır ediyorum; rakının bardaklarını, çatalı bıçağı birde... Çıkarmıyorum dışarı masaya. Düş geldiğinde, ele ele, ten tene değmelerin tadında taşıyalım istiyorum her şeyi. Düş mutfak rafından tuzluk ve karabiberliğe uzanırken, elim değsin eline istiyorum. Ya da ben mutfaktan bardakları götürürken masaya, tabakları bırakmış dönen onla mesela ofisimside dokunsun bedenlerimiz birbirine istiyorum. O mutfakta bulamadığı bir şeyi ararken, ben ona mesela şu kapağı aç orada derken, o uzanmaya çalışırken ve yetişemezken; ben arkasından gelip uzansam, o esnada o yetişmiş olsa, elim eline yardım etse, bedenim bedenine değerken saçlarının kokusunda başım dönse istiyorum.
Tekrar dışarı çıkıyorum. Masayı hamağın bağlı olduğu erik ağacıyla zeytin ağacı tarafına zeytinin altına çekiyorum. Müzik setinin hoparlörlerini kabloları ilave ederek bahçeye taşıyorum. Kıştayken onlarla birlikte önce çiçek açıp sonra yeşersinler diye dallarına astığım erik ağacındaki cümlelerimin geceye hazırlık yaptıklarını, üstlerini başlarını düzeltirken saçlarına şekil verdiklerini görüyorum. İstiyorum ki buz gibi anason kokulu sözcüklerin dibine vurulmuş, şarkılarla, şiirlerle bezenmiş yemek sonrasında, taa gecelerin uzağında saatlere denk düşmüşken sözlerimiz; Düş hamağa uzansın, ben düğmeyi çevirip gökyüzünün ışıklarını yakim, her bir cümlem en halleriyle üzerine düşsün. O her bir cümleye uzun uzun baksın, baktıkça açık kalmış cümlelerim kapansın. Cümleler kapandıkça yüzünden anlim bunu... Sonra Düş uykuya dalsın... Ben usulca yatağına taşırken uyansın... Uyandığında bir kahkaha atsın... Ve
''Sen delisin!'' desin...
Bunu sesle söylemesin...
Kelimeleri dudaklarıma değsin.
Resim, home made...