27 Eylül 2024 Cuma

Enn Sevdiğim Pastam

Rivayet o ki, film İran'da gizlice çekilmiş!
***

Sinemaya ara vereli asırlar olmuş gibi bir his var bünyemde. Aslında fena bir durum da değil bu. Zaman sanki durmuş ve ben o duran zamanın yavaşlığında bayağı bayağı hayatın tadını çıkarmışım.

Ekranım açık, bir yandan ben işe bakarken, filmin afişi ve dolayısı ile film, özellikle coğrafyası nedeniyle gözümün içine bakıyor.

Beni o salonda görmek istiyorlar.

Ve kararı, sanki uzun bir ayrılık sonrasındaymışcasına gibi bir heyecanla çarpan bünyem veriyor.

Bu filme gidilecek!

Ben sinemaya doğru trende yol alırken enn sevdiğim kadın da feribot ile Midilli'ye geçme hazırlıklarında olacak.

Öyle keyifli bir süreç ki bu anlarım.

Sanki o karşımda oturuyormuşcasına bir sohbet, yavaşlamış hayat ve gözlerimi yine ondan alamadığım zaman dilimi.

Tadını çıkarıyorum.

Ve Çanakkale!

İçime enn işlemiş, sokak sokak zihnime kazınmış bir masal şehir. Fiziken orada değilim ama tüm benliğimle oradayım. Sınırlarını bir görünmez olarak aşmış, ışınlandığım feribottan O'nunla inmiş, O'nun seçimi olan oteli çok beğenmiş, sırt çantalarımızı bırakır bırakmaz, donatılmış masada; denizin tam da kıyısında, günün ruhları dürtükleyen saatlerinde uzolarımızı yudumluyoruz.

Üstelik filme bayılmış, oyuncuları sevmiş, iki karakterin arasındaki ortaklaşmaya ve başkaldırıya, düzene meydan okuyuşa ve ânın tadını çıkarışa coşkulu bir sevinçle kapılmış durumdayım. Musmutlu bir sinema gününde, üstelik salonu da benim için kapatmışlar hissiyatı ile her zamanki koltuğumda, politik dokundurmaları yerinde bu enfes filmin içinde, musmutlu bir karakterim.


O nasıl tatlı bir aşk, üstelik yaşlar sanki 17.

Kalp atışları salonu inletiyor.

Müzikler, anlık diyaloglar, ülke geçmişine selam çakmalar ama ânı da muhteşem bir gözükaralıkla ve derin bir aşkla ve kadın elinden çıkmış, ev yapımı, bir koca şişe şarapla pervasızca, korkusuzca, koyvererek yaşamak.

Salondaki tek kişi olarak ve her zamanki koltuğu D.3'de oturmakta olan izleyici çok mutlu. Özelikle yüzünden hiç eksilmeyen gülümsemesine kendisi de âşık. Antrakta da klasik salonu 6'yı ve koltuğu D.3'ü terk etmiyor. Enn sevdiği kadının bu avm'yi protesto ediyor olduğunun ve bir kez bile gelmediğinin bilinciyle cep telefonuna şu minvalde bir mesaj yazıyor ve gönderi tıklıyor:

"Bu filmi seninle izlemeliydik."

Ve ikinci yarı başlıyor, telefon kapatıldı, akış bence güzel ancak içimdeki ukala ritmin kısmen düştüğünü söylüyor. Bazı anları klişe buluyor ve biraz, belki de aceleyle ya da telaşla filmin ziyan edildiği yönünde ukalaca düşünceler oluşturuyor. Elimden geldiğince bu ukalayı bastırmaya çalışıyorum ama pek de başarılı olamıyorum.

Işıklar yanıyor ve enfes bir final müziği koltuğumdan kalkmama izin vermiyor. jeneriğin son harfi geçene kadar kıpırdamıyorum. Artık telefonumu açabilirim.

İzlemeliydik, diyen kısa bir mesaj telefonda,

sonunda koyu ve parlak mavi bir kalp olan.

Gülümsüyorum. Uzun konuşmayı eve dönüşüme saklıyorum.

Önce O, bulunduğu anda kendimi bulduğum feribottan arıyor. Sonra... Ben O'nun uzo ve mezeli masasındaki keyfine, masanın öte tarafındaki bir görünmez olarak kadehimi kaldırıyor,

ve yine hayranlıkla, gülümseyerek, gözlerimle konuşarak ve bayılarak izliyorum O'nu.

21 Eylül 2024 Cumartesi

Gökyüzünden Düğün-Final

1.Bölüm 

O halde açılış şarkısı çiftimiz için gelsin!





***
Son oyunlar oynanıyor, coşku gökyüzünü inletiyor ve konvoyu oluşturup eğlencenin dibine vurulup son ve gerçek imzaların atılacağı tören alanına gitmenin hazırlıkları yapılıyor. O halde arabalara. Bense tereddüt içindeyim, üç gündür fena halde bir gripal durumun etkisi altındayım. Mücadelem kanlı bıçaklı. Gitmekle gitmemek arasındayım ama başladığım işi bırakmak da istemiyorum.

Son karardan bir önceki karar olarak da kardeşe devam etmesini, benim durumun iyi olmadığını ve gelemeyeceğimi söylüyorum.


Gençler coşkulu, neşeler alkış kıyamet, sokak sokak olalı görmemişti böyle bir felâket. Elbette daha coşkulu düğünler olmuştu, üstelik bu sokak ve yollar oluşmamış, koskocaman ve yekpare bahçemizin ve sıra sıra meyva ağaçlarımızın altına masalar kurup, ışıklarla donatıp kalabalık sünnet düğünleri yapmıştık el ele verip... Coğrafyanın o hali bozulmasa bu düğün bambaşka masallara konu olup bugün magazin basınında çarşaf çarşaf yayınlanıyor olurdu, kesin.



Kayınvalideler ve kayınpederler kısmı ve artık atılacak imzalarla akraba olacak iki tarafın aile büyükleri kulübe doğru yola çıkmak üzere araçlara geçiyorlar. Ve konvoy gelin evinden ayrılıyor. Ben kararsız... Grip fena, ama bir yandan da bu düğün için İstanbul'dan kalkıp, tam takım gelen kuzenleri, eşlerini düşünüyorum.


Üstelik de tehdit devam ediyor. İkiliyi pusuda görüyorum. Ve sürekli istihbaratla ilişki halindeyim. Uzaylı dostlarla işbirliği devam ediyor ve kimsenin elinde kim oldukları, hangi gezegenden oldukları konusunda somut bir bilgi yok. Üstelik kendilerinden emin halleri beni çaresiz bırakmanın yanında ürkütüyor da... O bakışlar ve doğrudan ve manalı bir şekilde gözüme bakan gülüşler çok kendinden emin ve pek de hayra alamet değiller.


Gelin arabası gelinin arabası, sürücüsü ise abi. Sade ve çok hoş süslendi ve bence de şahane oldu.

Ve konvoy davullar eşliğinde binadan ayrılıyor.

O sırada son kararımı veriyorum. Kıyamıyorum ve işimi yarım bırakmayıp tamamlamak istiyorum; kardeşi arıyorum, ve geliyorum diyorum. O ana yolda, Tırtıl'la ve beni bekliyor, bir de ilk kez gördüğüm bir genç kız var arabada. Üç harfliye kuruluyorum. Kurulmamla birlikte kaptan uçuş moduna geçiyor.


Artık Yelken Kulüp'deyiz.

İki genç ve güzel hanımefendi.

İki arkadaş mı yoksa anne kızlar mı?

Fotoğraflarını çekiyorum.

Ve onlardan birini bu yazıya yerleştiriyorum.

Okurları çok merak ettirmeyerek de hemen yanıtı veriyorum. Evet anne ve kızı. Gelinimiz demeyi sevmiyorum, o da bizim kızımız ve biricik Teo'muzun pek tatlı, pek güzel annesi.

Ve bir anneanne, genç ve hoş.


Ve tören başlıyor, şahitler yerlerini alıyorlar.

Gençlerin arkadaşları...

İmzalar atılıyor, hemen girişteki iki yaylı ve yan flütten gelen enfes müzikler şırıl şırıl akıyor, yer deniz gök bakır oluyor, coşku tavandayken ayaklar yere basıyor ve artık evli çiftimiz ilk danslarını yapıyorlar. Bu satırların yazarı ise ayağa ilk kimin bastığını bilmiyor, bu tür şeyleri de merak etmiyor, çünkü henüz ilişki resmiyet kazanmamışken damadın kendisinden çok çekindiğini biliyor... du!



Ve bu uzaylı, sonrasında birden yok oldu ortalıktan, bir duman bulutu kapladı ortalığı önce, yok olunca da sonrasında duman; geride hiç bir iz kalmadı. Ancak hâlâ tetikteyiz. Kimlerdendir, uzayın hangi bölgesindendirler meraktayız. Silahlarını yanına almamış sanıyorum.

Endişeliyiz!


Deniz yolunu kullanmadıkları ise kesin...



16 Eylül 2024 Pazartesi

Gökyüzünden Düğün

Bütün ekipmanlarımız hazır, ancak gelişmelere göre spontane bir kurgu da oluşabilir. Yayın ekibimiz mükemmel, sahaya tümüyle hâkimiz, bir senaryomuz var ancak o da olmazsa olmaz değil; konuklardan alacağımız etkileşimin niteliği ve genel coşku önemli lakin oluşabilecek olumsuzlukları bertaraf edecek farklı planlarımız da mevcut.

Reji'de kod adı BRNS var. Çekimlerin neredeyse tümünü gökyüzünden yapmayı planlıyor. Ancak anlık gelişmelere göre yerde de varız. Ve iki aşamalı, dolayısı ile iki farklı alanda hazır olmak durumundayız. Kendimizi fark ettirmeyeceğiz ve neredeyse tüm çekimlerimiz habersiz olacak. Bazı eski ve özel arkadaşlara, gelin ve damada imtiyaz göstermemizse muhtemel!

Ve Gelin, kuaför ve benzeri işlerin ardından binamıza giriş yapıyor. Ve nedimesi ile yürürken ve onlar farkında değilken küçük dayı katından ve BRNS'nin makinesinden ilk klik sesi geliyor. Bu bir kıyak çünkü tüm bu yayının sorumlusu kişideki yeri çok özel bir yeğen kendisi.


Onlar anne katında son hazırlıkları yapıyorlarken BRNS kendi katında ve binanın giriş kapısı tarafındaki balkonda. Yeğen için bir fotoğraf ânı kurguluyor kafasında, bulunduğu açı hayallerindeki fotoğraflar için çok uygun, gerektiğinde istediği açıdan zoom kullanabileceği için de memnun. Tüm bunlara konsantre olmuşken bir anda bahçe duvarının üzerinde oturmuş bir kadın ve bir çocuk görüyor. Çocuğun bakışı dünyalılara benzemiyor ve gözlerin verdiği mesaj ürkütücü. Üstelik önlerinden gelip geçenlerin onları fark edemediğini anlıyor. Birtek BRNS'ye görünüyorlar.


BRNS bu özel günde ve insanların neşeleri zirve olmuşken tat kaçırmak da istemiyor ve sadece kendisinin görebildiği bu ikiliyi, onları tedirgin etmeyecek şekilde gözünden ırak tutmamaya da çalışıyor.

O sırada bir alt katında ve yan dairenin balkonunda kendisini izlemekte olan Pera ile göz göze geliyor. Pera'nın avukat annesi ve babası çok tatlı iki genç. Henüz nişanlı iken boş dairelerden birini tutmak istemişlerdi ama çekingenlerdi ve referans isteyeceğimi düşünmüşlerdi, oysa ben ikisini de çok sevmiştim ve indirim taleplerine bile itiraz etmemiştim. Sonra çok güzel bir şey oldu, biz üç kardeş öndeki binada otururken, bu bina biter bitmez buraya taşınmıştık, çünkü burası imar uygulamalarından önce ve ortam bağ bahçe iken ilk evimizin olduğu parseldi. Pera da son biten ve taşındığımız bu yeni kostümlü binamızın dünyaya merhaba diyen ilk bebeği olmuştu.

Biraz kaynattıktan sonra Pera ile, kafamı eski noktaya çeviriyorum ve ürküyorum. Az önceki ikili anında görünmez olmuşlar ve ürküntüm artmakla kalmıyor, onları göremeyen, henüz varlıklarından haberdar olmayan diğer konuklar için endişe duymaya başlıyorum.


O ara bahçe kapısına bakınca ve gökyüzünden vazgeçip bahçeye dönünce içim rahatlıyor; Teo emin ellerde. Kendisi erkek yeğenim ve pek tatlı gelinimizin eseri, sanırım beşinci jenerasyonun ilk bebesi, anne tarafından Galatasaray'lı, onun anne kucağındayken henüz, ilk forma takımlarını almak Fenerbahçeli olan benim için de büyük keyif olmuştu. Şu an onla ilgilenen çift ise en sevdiğimiz dostlardan ki abinin silahı sağlamdır. İçim rahatlıyor. Fakat o ikiliyi göz altında tutamadığım anlarda içim asla rahat değil. Uzayda insan, özellikle kayıp bebe aramak zor iş; garip varlıklar, önce ikna edip görünür olmalarını sağlamak gerek, sonra da uzun soluklu bir pazarlık söz konusu.


Ve huzurlarınızda süperstarımız. Pek tatlı bir insandır kendisi. Gelin arabasının kapısını kitleyip anahtarı alırsa şaşırtmaz. Sonuçta gelin arabasının önünü kesmek, kapısını kilitlemek de mübahtır. Dünya tatlısıdır, kalbi de pırıl pırıldır. Görüldüğü üzere uzayda konuşlanmış, herkese görünmeyen kameramızı da ıskalamamıştır.


Ayrılmaz ve uzun soluklu dostlukların güzel ortaklarını kaydetmeden olmazdı. İyi ki bu önemli günde de varlar, bu kez gökyüzünden rica ediyoruz: Bizimkileri yukarı için uyarsak ve baksalar sizin için bir sakıncası var mı acaba, diye soruyoruz. "Aslında sizin dünyanız ve bizim dünyamız şu an dönerek birbirlerinden uzaklaşıyorlar, o halde biz hız keser, sizin pozunuz tamamlanıp fotoğraf çekilene kadar bekleriz," diyorlar ve el frenlerini çekip dönme eylemine ara veriyorlar. Bir kaç dakikalık bu durağanlıktan iyi yararlanıyor ve sonuçta fotoğrafı çekmeyi başarıyor ve elbette teşekkürlerimizi de hepimiz adına uzaylı dostlara iletiyoruz. Ve bu ortaklaşma uzaydaki bu güzel insanların çok hoşuna gidiyor; alkış sesleri ve çiftimize mutluluk dilekleri bulunduğumuz bahçeye kadar ulaşıyor.


 
 
Gökyüzündeki yeni dostları fark etmeyenler için de onların üzerimize farz olan  "Selam olsun dünyalı gençlere," mesajlarını iletiyoruz. Şu fotoğraftaki gençler beraber büyüdük biz bu yollarda deseler yeridir.  Kaç yılların dostluklarıdır bir bilseniz!


Dikey yol üzerinden bando sesleri gelmeye başlıyor ve muhtemeldir ki bir nizam içinde gelinecek gelin evine doğru. Fotoğrafçının ekipleri giriş kapısının önünde konuşlanıyor. Biz ekip olarak gökyüzünden kayıda devam fikrindeyiz. Artık büyümüş, üniversiteyi bitirmiş, ülke tarihinin en genç milletvekili adayı olmuş, sahada çalışmış ve iş bulmuş ve o işi sevmiş Tırtıl, fotoğraf için ön bilgileri iletiyor çiftimize; her şey tamam, kapıdan çıktıklarında o pozu verecekler!


Bizse söz verdiğimiz üzere Gökyüzünden çekeceğiz fotoğrafı. Yüzler gülecek ve bu gülüşleri, diliyoruz ki ömür boyu sürecek.

BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU- İkinci bölüm için buradan lütfen!


*Yazı başlığı National Geographic'in Gökyüzünden Avrupa adlı belgeselinden esinlenerek kullanılmıştır!


*Yıl 2008, Bir Naz Hikayesi

11 Eylül 2024 Çarşamba

Mireille Mathieu'yu Hatırlayanlar Parmak Kaldırsın



Madem Plâklardan Söz Etmeye Karar Verdik!

O Halde,

Epeyi Epeyi Geçmişten İki An


Yaş 16 -17

*

Blogdaki Bazı Yazılardan Alıntılar



...

Aslında o gün orada başka kimsenin fark etmediği duyguların savaşı yapılıyordu. Herkesi donduran bir öfkenin rüzgârıyla bas bas bağırıyorduk, boynuzlarını bilemiş iki keçi gibi... Çok hakim olduğumuz literatürün bütün klişelerini mitralyöz mermileri gibi saplıyorduk birbirimize; delik deşik olup oluk oluk kanlar aksın diye... Kimse bilemedi bizi ayırırken kavganın aslını... Sen Zamanı Olmayan Zamansız Bir Yerindensin Ömrümün Neyleyim Ben, kıpkırmızı ve kan ter içindeki yüzüyle, bu ideolojik tartışmanın hırsından ağlıyormuş gibi giderken kuyruğunu dik tutma gayretinde; ben kantinin en ücrasında, üst kata çıkan dip merdivenin boşluğunda ağlıyordum. Aradaydım. Yaşamımın sonraki hiç bir döneminde bir kez bile tekrarı olmayacak şekilde hem de.




Tıfıl çağların okullu aşklarından birinde, bir sinema salonunda, ellerinizdeki sıcak sanki yüreği gibidir. Yoksa çalan şarkı mıdır, tetik tetik vuran bütün hücrelerinizi; ''Ne yaparım ben şimdi,'' dediğinde Asya...
 
Filmin her karesinin kendi ruhunuzda açtığı ufuklara teslim, aynı patlamış mısırı aynı kola ile pay edersiniz. Taraf olursunuz yalın sevgiden yana, emeğin tarafında... İstemezsiniz iyinin kaybetmesini, sızlasa da içiniz; ''Seninim işte! Alıp beni götürsene,'' dediğinde Asya...


Lise sondayım, karma bir sınıf, eski sınıfımdan arkadaşlarımın yanı sıra diğer sınıflardan gelen artıklarla oluşturulmuş ve okulu bezdirmiş ve şunlardan bir kurtulsak kategorisinde zirve olmuş bir sınıf. Cam kenarındaki sıraların en önünde oturan iki kız var ve ikisi de Ayşe ve ikisi de çok hoş. Koridor tarafındaki sıklıkla geri dönüp benim olduğum yere bakıyor. Boy bos onda ve şahane bir esmer. Lakin ben onun yanında oturan kızla daha ilgiliyim. Saç kesiminin yanı sıra botlarının bağlanmamış bağcıkları ve kafasına göre takılma şekli hoşuma gidiyor. Saçların kesimi ise Mireille Mathieu... Öyle yakışıyor ki tenine, bedenine.

Ve 75-76 yıllarının popüler kırkbeşliği pikapta sürekli dönerken, kanepeye uzanmış ben avizelerin yansıttığı ışıkların tavandaki yansımalarında yok oluyorum.







9 Eylül 2024 Pazartesi

Bence Kaçmaz... Kaçırılmamalı

Haftalardır takipteyim, ha başladı ha başlayacak. Çok bölümlü bir belgesel, tanıtım görüntüleri bir an önce telaşları yaratıyordu, bende!

Ve sonunda başladı.

Aman Allahım!


Daha 11-12 yaşlarındayken ve sadece Sovyetler Birliği, bazen de hava koşullarına göre çok net olmamakla birlikte yine bazı yabancı kanallar izlenebiliyorkenki yıllarda, televizyon yönetmeni ve programcısı hayalleri ve heyecanları tavan olan, biraz büyüyünce elinde kamerası ile olur olmadık kayıtlar yapan bir hayalci olarak televizyon ekranına güler yüzlü bir hevesle bakarken, birden hüüüpppp diye çekiliyor, resmen ekrandan geçip büyülü camın içinde yok oluyorum.

Keyiften öldüm çoktan!

Hatta hem öldüm hem de bayım bayım bayılıyorum. Abiler ablalar diye boyunlarına sarılıyorum ve bunu nasıl hayal edip de hayata geçirdiniz diye yakaladığımı sarılıp öpüyorum.


Kaçırmayın derim Sevgili Dostlar. Ömrünüzün hiç bir evresinde gidemeyeceğiniz, gitseniz bile o açılardan göremeyeceğiniz dağlar tepeler, vadiler,  muhteşem yapılar, göller, denizler ve şehirler burada. Televizyon ekranından bir tuşu tıklayarak ulaşmak kadar yakınınızda. İhtiyacınız olan tek şey National Geographic izleyebiliyor olmanız. Hayatınızın yolculuklarını bedava yapacağınız kesin. Bayılacağınızı, bayılmazsanız da benim  kellemi uçurabileceğinizi garanti ederim.


Hatta benim yaptığımı yapın, bir yandan ekranda bir seyyah gibi yok olmuşken, fotoğraflar çekmeyi de ihmal etmeyin.


Öyle güzel açılar, öyle güzel çekimlerle dolaşacaksınız ki Avrupa'yı... Ve hatta evet ben de gidebilirim, gittim, gideceğim ama bunların pek çoğunu ne yapsam ne etsem de bu çapta görmedim göremeyeceğim diyeceksiniz. Ve muhtemelen bir sonraki yolculuğunuz için notlar alacaksınız.


Yani Sevgili Blogdaşlar, kanalı izleyebiliyorsanız kaçırmayın. Olası bir Avrupa gezisi planladığınızda, o planlara katkı verecek en iyi reçeteler bu kanalda ve tadımlık fotoğraflar koyduğum Gökyüzünden Avrupa adlı enfes belgeselde...


İyi seyirler!

Ve isteğe bağlı olarak, güzel serinletilmiş, fiyat kalite oranı şahane bir beyaz olan Kavaklıdere-Leyla'nın bu yolculuklarınıza, işsiz güçsüz bir akşam sakinliğinde, ufak yudumlar halinde ve zamana yayılmış tek bir kadeh olmak kaydıyla muhteşem bir eşlikçi olabileceğinin de altını çizmek isterim!

Ben alkolsüzüm deniyorsa da... İyi soğutulmuş, bir kaç buz atılmış, bir yuvarlak dilim limon ilave edilmiş kola da olabilir...


*Fotoğraflar televizyon ekranından, görüntü ebatları ekrana 2, 2.5 metre uzaktan ölçülü zumlarla makinede biçimlendirilerek, Nikon D5300 ile çekilmiştir.

8 Eylül 2024 Pazar

Büyülü Kitap Okuma Noktamı Takdimimdir

Afiyet'e doğru yürüyorum; dün akşam günün ruhları dürtükleyen saatlerinde. Sol yanım deniz. İnsanlar cıvıl cıvıl. Sırt çantamda Man Booker Ödüllü Chinua Achabe'nin Afrika üçlemesinin ilk kitabı Parçalanma var. Kitaplığıma giriş tarihleri 2017 ve 2021; o kitapları aldığım sıralarda bir başka Afrikalı, Chimamanda Ngozi Adiche'nin kitaplarını okuyorum.

Enfes bir eylül ve yaz hâlâ bizim mıntıkada, yakıcı güneş pırıl pırıl ve istirahate çekilmek üzere.

Enfes bir dün akşamın sabahında, üstelik bu sabah erkeninde elimde kitap, ağaç dallarında kuşlar, denizden gelip yüzüme vuran enfes bir serin ve yanımda kahve. Kaldığım yerden devam, ama önce kitabın fotoğrafları.

Bahçeye iniyorum. Tüm ağaçlarla fotoğraflarını çekiyorum; poz poz. Yerleştireceğim fotoğrafın pırıl pırıl Afrika kokmasını istiyorum. Eve çıkıyor, çektiğim fotoğrafların hepsini gözden geçiriyorken tüm benlik unsurlarım ortak bir kararla bu olmalı diyorlar... Ve dün akşam çekilen fotoğrafsa buralı da olsa Afrikalı olarak yerleşiyor bu sabaha.


Dün akşam'ın ilk saatlerinde Afiyet'de Parçalanma'nın ilk sayfasını çeviriyorum. O sıra bir fincan çayım, trileçem ve iki adet eklerim masaya konuşlanıyorlar. Artık kitabın içinde bir sayfa da benim.

Oradayım...

Afrika'da...

Bir anda etrafım insanlarla çevriliyor. Bir kaynaşma ki muhteşem, sanki yıllardır gelip gidermişim gibi bir his bünyemde.

Akıp gidiyor hayat, tanıklıklarım muhteşem, insanlarla aramızdaki sevgi bağı şahane. Geleneklerine bir öngiriş yapıyorum. Ve uzun saatler sonra masadan kalkıyorum. Aklım hâlâ karakterlerde.

Yıllardır önünden geçtiğim, şirin, bir o kadar minik parkın kenarından eve doğru geçerken bir fısıltı duyuyorum. Etrafta kimseler yok. Çitin kapısından içeri kıvrılıyorum ve gaipten işaret edilen banka yerleşiyorum. Açıyorum tekrar kitabı, artık dış dünyayla bağım kopmuş durumda, kitabın içinde satırlar ve kelimeler olmuşum ben de...

Bayılıyorum.

Yeni tanıştığım dostlarımla aramızdaki ilişki bin yıldır tanışıyormuşuz gibi. Elbette bazı şeyler incitici geliyor bana, ama diyorum sonra, burası Afrika! Ayaklarım yere bastığı anlarda sanki gerçek bir dünyadan gelip banka konmuşum gibi hissediyorum. Sürekli bir zaman sıçraması ve mekân değişikliği. Çocuklar gibi seviniyorum. Parkın büyülü olduğunu fark ediyorum o ara. Şu an sanki bildiğim bir parkın içinde değil de, dünyanın bir başka ucunda, Afrika'da bir noktadayım. Banktan kalkıp toparlandığım ve parkın çitlerini geçtiğim anda kendi dünyama dönebileceğimi umut ediyorum. Bir yandan da zamanı uzatma gayretindeyim, kulağımda pırıl pırıl ve genç bir müzik. Gecenin ve parkın büyüsü emsalsiz. Huzurum dağları taşları inletiyor. Ve taze tanıştığım ama fena kaynaştığım insanlardan ve coğrafyadan ayrılmaya pek meyilli değilim.


Sonra birden kendimi evde buluyorum. Gün değişmiş. Ben şaşkın. Bazı şeyleri hatırlamaya başlıyorum. Önce kitabın rafta olduğunu görüyorum ve onu alıyorum. Sonra bahçe. 15'in üzerinde fotoğrafını çekiyorum. Ve Nijeryalı dostlarımın ve yazarın fikirlerini de alarak yukarıdaki fotoğrafı ortak kararla yazıya yerleştiriyorum. O sırada kulağıma enfes müziğin sesleri ulaşıyor.

Bir kez de gönüllüce şarkı için bayılıyorum.




İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP