Enfes bir cumartesi. Pırıl pırıl bir yaz. İstikamet sinema. Film tek seans ve 18:45'de. Uygun. Aslında gün için daha enfes bir plan vardı; çok eski ve bahçeli bir evden evrilerek lokale dönen ve yine eski evlerin kafe ve sanat merkezi olduğu, şehir merkezinde ve muhteşem bir sokakta ki adı Sanat Sokağı, yer alan mekânda enn sevdiğim kadınla yine kaç saate varacağını tahmin etmenin mümkün olamayacağı bir sürede ama usul usul öğle rakısı içmek, elbette o konuşurken hayranlıkla onu izlemek ve gözlerinde bir kez daha gün boyunca kaybolmaktı. Lakin candan içeri ve gurbetten gelecek misafirleri söz konusu olunca plan iptal oldu. O halde sinema dendi ve uygun ama bir arkadaş sohbetine de olanak tanıyacak saatte evden çıkılmaya karar verildi.
Hava sıcak ve nemli, deniz kenarı Copacabana plajlarına nal toplatmazsa namerdim. Ağaç altlarında masalar kurulu. Halk sıkıntıları evde bırakmış ve tam anlamıyla deliye her gün bayram tadında... Elbette bu keyfin borçlu olunduğu insanlar var; yolu ve tüm bu alanları kamuya açan fitili ilk ateşleyen, tren hattı dahil en önemli sorunları çözen Muzaffer Önder başkan. Sonra onu daha da geliştiren ve yukarı taşıyan ve artık geri döndürülemez hale getiren Yusuf başkan. Eğer bu ülkede mutlu insanlar hâlâ var mı diyenler varsa onlara gelin görün derim.
Elbette tüm bu iyimser ifadelerim aynı zamanda bir göçük altında olduğumuz gerçeğini değiştirmez ama ya bu alanlar birilerine peşkeş çekilmiş olsaydı; bu zor, hem de çok zor günler altındayken ruhu baskı ve çaresizlik altında kalmış, evine ekmek götürmekte zorlanan kaç insan hayatına kıyardı bir düşünmek gerek. Umut fakirin ekmeği ise, işte bizim sahiller en azından şu sıcak yaz günlerinde, evden getirilen aşla birlikte çoluk çocuk bir keyif yaşamaya, sosyalleşmeye, ortaklaşmaya ve nefes almaya olanak sağlıyor. Üstelik son derece düzgün, modern, estetik tuvalet ve duş olanaklarını içinde barındıran şirin, çiçek bahçelerine dönmüş, insanların önemli bir kısmının hoyratlığına rağmen pırıl pırıl mekânlarıyla.
Yol keyifli, tren kalabalık, gençler pırıl pırıl, şort ve etek boyları neredeyse yok hükmünde, üst kısımlar hakeza... Ve bir kez daha çok alkış kızlar size! Enfes bir başkaldırıyı, meydan okumayı, sessiz soluksuz ama kocaman bir yüreklilikle başlattığınız için ki şehire nadir inen enn sevdiğim kadın, şehirin daha muhafazakâr olduğunu varsayarken geçende iş gereği inince beni aradı, şaşkınlığının altını kalın kalın çizdi. Öngörülerimin bir kez daha tutarlı sonuçlarını almanın şımarıklığını da yaşadım elbette... Ama en bayıldığım görüntü muhafazakâr olarak nitelenen kızlarımızla, açık olarak nitelenenlerin arkadaşlığındaki candan, hoş görülü, milim ayrımcılık içermeyen paydaşlık... Elbette kendimle de gurur duydum bir kez daha. Çünkü bu ülkeyi kadınlar dönüştürecek tezim artık daha çok kabul görmeye başladı.
AVM'ye vardım. Önce biletimi alsam diye girdim, sonra dedim boş ver nasılsa kimse olmuyor; son dakikada bir şey çıkar, iade sorunu yaşarsın belki... Uydum o bana. O halde dedim Migros kafeterya. Yemekler hoş görünüyordu. Karnıyarıkta karar kıldım. Porsiyona bir karnıyarık düştü, yeni mottomuz gereği olarak fiyatı çok artıramıyorsan porsiyonu ufalt konseptiyle bir adet karnıyarığımı küçük bir tabakla uzattı abla bana... Oradan salata kısmına geçtim ve yoğurtlu olanların arasından üç farklı çeşidi salata tabağıma birer kaşık aldım ve kasaya geldim. 120 TL'yi bayıldım. Gözleme fiyatının 55 TL. olduğunu görünce kısmen rahatladım.
Oradan çıkınca AVM'den de çıktım, lakin çantamda artık Migros'tan alınmış sinema kolam ve atıştırmalıklarım var.
Cevat'a uğradım epey sohbet ettik, o namaza gitti ben bekledim. Dönüşünde iş memleket hallerine döndü. Cevat şahsı savunacağım derken fena saçmaladı, dedim oğlum sen bir şey mi içtin. Öyle bir konuştu ki dayanamadım. Tüm sorumlu muhalefetin başıymış; üzerine gitmedim. Can arkadaşım sanırım ülkeyi 20 küsur yıldır muhalafet yönetiyor sanıyormuş, dedim, ama yine de ekledim: "Yalnız farkında mısın Lozan'daki gizli maddeyi atladın." Ben sinema için çıktım, o arkamdan sesleniyordu. Dedim Cevat daha ehliyetlerimiz bile yokken, hani durakta kızları görürdün de arabayla doğrudan bize gelir, gel konuş da şu kızları alalım derdin ya, orada kal işte; işin sıvı kısımlarına da beni hiç sokma. Sonra güldük, dedim bana eyvallah, onun konuşası çoktu lakin benim dayanacak gücüm yoktu.
Gişedeyim ve tek gişede epeydir rastlaşamadığımız Hatice var. Sıra bende ve hal hatır, işlem yaparken de sohbete devam. Birikmiş puanlarınız var dedi; düşim mi diye sordu, düş dedim, ve bir kısmını düştü. 70 TL.'lik bilet 48 TL. oldu.
Üst kata çıktım; filme vakit var, o halde teras. Dönüşte de mısırın önüne; telefonumu uzattım kodu okudu genç adam, baldan tatlı mısırlarımı aldım. O sırada boş durmayıp piyasa araştırması yaptım. Büyük kova bir mısır ve iki kolalı menü, ikiyüz küsurdan 177'TL'ye düşmüş. Mısıra para vermediğime ve bileti de indirimli aldığıma göre çok kârdayım.
Salonda 4 kişiyiz; nedense ön sırada ve en kenar koltuğu seçen iki genç kız daha çok telefonları ile oynuyorlar. Ve filmin daha ilk yarısının ortalarındayken çıkacaklar. Açık sahnelerden mi rahatsız oldular yoksa başka bir mesele mi pek anlayamadım. O arada kolanın bu yeni serisinin tadı çok enteresan geliyor bana; ilk deneyimim ve sanki bir kaç tane içsem kafayı bulduracakmış gibi hissediyorum.
İlginç tadı keyif de veriyor!
Filmden uzun uzun söz etmeyi düşünmüyorum çünkü ben bayıldım. Uzun uzun söz etmiyorum çünkü: bazı sahnelerin ve uzun anlatmaların bazı bünyeleri bayma olasılığı da var. Ama ben baştan sona bayıldığım filmin yanı sıra muhteşem bir çocuk oyuncu izledim. Söz etmeden asla geçilemeyecek kadar iyi: Callie Ferreira-Goncalves. Olaylara göre duygu değişimlerindeki performansı kızıl ötesi. Muhtemelen büyümüş de küçülmüş lafı çok izleyici tarafından kullanılacaktır. Performansı o kadar sahici ki, yapaylık hissi verecek çocuk tavırlarını bile tertemiz ve büyük oynuyor.
Bir de adam var, aynı zamanda baba. Hani "Adam vaaar adam var!" diyeceğim ama dünya da böyle işte...
Kararı için abiye kızmadım lakin adamlık da daha öte bir şey!
Ama kadın
...lar!
Muhteşemler.
Rebecca Zlotowski yönetmen ve aynı zamanda senarist. Çok alkış. Bu filmi ancak bir kadın bu kadar derin ve gerçekçi işleyebilirdi ki yazmış ve işlemiş.
İnci tanelerini bir ince ipe dizer gibi.
Bu kadar mı güzel oynanır orta yaştaki bir kadın dedim; Rachel rolünde Virginie Efira'nın performansını izlerken.
Duygulu, gerçekçi, aşka gözükara, aklını yitirmemiş, duyguları filiz tazeliğinde...
ve özlemleri derin!.
Ama aklı da başında!
Adam da rolünün hakkını verenlerden, oyunculuğu bir kenara alırsak karakter bildiğimiz adam işte...
Bütün adamlar gibi...
Odun!
Finalde bencil.
Lakin filmin müzikleri!
Mekânlar ve minik aksiyonlar. Heyecan hep diri. Kadın severse kısmı bir kez daha altını çiziyorum ki muhteşem.
Ve yıllar biraz geçmiş, son perdede enfes bir bitiriş.
Bir kez daha hayran olunası...
Trendeyim ve keyiften ölüyorum. Telaşlıyım bir yandan da...
O'nu aramalıyım lakin cep telefonu olmaz,
sevginin ifadesini yansıtacak telefondan saymıyorum çünkü onu.
Sonra, ev telefonumdan arıyorum,
hemen.
gülerek ve coşkuyla,
bazen kelimeleri yutarak anlatıyorum;
taze yapılmış, menengiç kahvesi tadında...