25 Temmuz 2023 Salı

Sıradan Ve Makul Olmadığın İçin...*

O yılların küçük çocukları da teşekkür eder!



*Lou Doillon'un törende kullandığı cümleden.


*Şarkının bir Murathan Mungan uyarlaması olan albümde, Müslüm Baba tarafından seslendirilmiş versiyonu ise linkten ulaşılacak yazının sonunda!

23 Temmuz 2023 Pazar

Müzik Ruhun Gıdasıdır... Peki RCA?!

Sevgili Momentos'un geleneksel ve hoş yayını Pazar Günü Müziği'nde bugün yayınladığı yazısında altını çizdiği bir şey var ki o özellikle plaklar çağına yetişmiş bir kuşak için önemli ve çok kıymetli; çünkü O -özellikle o yıllarda- sektörün en güçlü firması, bir dünya markası!

Ve çocuk heyecanlarımla, elbette havamı da atarak Momentos'un yazısının altına şu cümleleri de içeren yorumu yazıyorum:

"Yazındaki üç harfli vurgu tetikledi ve gün dahilinde konuyla ilgili kısa bir bilgi ile birlikte bazı fotoğraflar yayınlayabilirim Sevgili Momentos..."



*
İçimdeki minik gencin durması olanaksız; komuta onda ve sürekli dürtüklüyor yetişkin beni! Heyecanlarımız aynı yaşta, yıl 1973. Artık kiracı değil kendi evimizdeyiz. Yeni evde yepyeni, stereo bir de pikap var, Fransa'da çalışan bir yakınımız getirdi, parası peşin ödenmişti. Dual, güçlü bir marka. Ve 13 yaşımdaki ben bu kez finansmanı babadan sağlıyorum ve vitrinde görüp kafaya taktığım plağı koşa koşa alıyorum. Elbette ki Momentos'un altını özenle çizdiği RCA tarafından yayınlanmış, o yılların popüler, muhtemelen şimdilerde hatırlayan insan sayısını çok az olduğu İspanyol rock grubu Barrabas'ın bir albümü. Elbette kıpır kıpır yanım başka şarkılarıyla coşarken; ısrarla birini sevmeye, hatta aşık olmaya meyilli yanım romantik bir parçayı üst üste dinliyor ki yaş 16-17'yi bulunca, bir doğum gününde sekiz şarkılık o L.P'deki o şarkı, gün boyu, özellikle dans edilen kız için ve genel istekler üzerine üst üste çalınıyor.




Ve yıl 1977. Militan gençlik ayakta. Yaş 17! Büyüme duruyor, fikirler, tavırlar sürekli büyüyüp gelişse de 17'nin coşkusu hiç bitmiyor. Rakamlar durmuyor, fiziksel değişimler oluyor ama kalbe kazınmış hiçbir an 17'nin üzerine çıkamıyor. Rock daha seviliyor, metale sessiz kalınıyor, sol şarkılar revaç buluyor, klasik müziğe meyil var süreçleri içindeyken 1977 çıkışlı Sweet albümü -kendi paramla- alınıyor. Çünkü ilk 7 yaşımda gittiğim mağazamızda öğrenci vasfımla haftalık alırken, liseye başladığım yıldan itibaren artık bir çalışan, üstelik mali konularda sorumluluk verilmiş bir çocuk genç olarak haftalıklar halinde maaş alıyorum.

Ve babamın baş tacıyım, projelerimiz muhteşem. İstanbul bizi bekliyor sanki...


Hey Dergisi'nin sıkı takipçisiyim. İngiliz rock grubu Sweet'le orada rastlaşıyorum ve 1973'de çıkan 45'lik plakları Hell Raiser'ı 30 Mayıs 1974'de alıyorum. Çok hoşuma gidiyor ve arkadaşlığımızın başlangıcı oluyor, RCA çıkışlı bu 45'lik.


Lakin gönlümün unutulmazı ise 1977 RCA çıkışlı ve grupla aynı adı taşıyan albümlerindeki She Gimme Lovin' oluyor. Olağanüstü bir gün yaşıyorum O'nunla. Kelimeler şırıl şırıl... Lakin çok yakın tarihte blogda o güne ve O'na yönelik yazımın içinde aşağıdaki cümleleri de kullanıyorum ancak:

Erkek milleti işte?!!!

"İçgüdülerim sürekli ona doğru iteliyorlar beni. Önündeyim, öyle güzel gülümsüyorum ki. Dilimde çıt yok ama duruşum dayanılacak gibi değil. Fena bir etkinin altındayım. Elimi uzatıyorum. Çok tatlı gülümsüyor ve elini uzatıyor. Aman Allahım! Sanki bir anda herkes yok oluyor. Bütün sesler sustu ve sadece ikimiz varız. Kelimelerimiz insan ve bıcır bıcır. Sonra balkona çıkıyoruz. Liman ve denize bakıyor, konuştukça konuşuyoruz. O gitar çalıyor ve aynı zamanda resim yapıyor. Bir alt sınıfta ve bizim okulda, ben sabahçıyım o öğleci. Babası hakim. Durmaksızın konuşuyor, içeri geçince yan yana oturuyor, kalabalıktan kopuyor, kelimelerimizde yok oluyor, kristal avizelerin tavana yansıyan pırıltılarından dem vuruyoruz."

Ve popülaritemin sağladığı şımarıklığımla, sonrasında bir çuval inciri berbat ediyorum.






Bu yazıyı, dolayısı ile anılarımı bugünkü paylaşımı ile tetikleyen Sevgili Dostum Momentos'a...*

ve hayatıma kattıkları için RCA'ya teşekkürlerimle....



*Sevgili Momentos'un Pazar Günü Müziği

22 Temmuz 2023 Cumartesi

Leyla Beyaz Ve Saz Arkadaşları

Önceki gün Midye Dolmaları Saz Grubu ve bir kadeh eşliğinde kişiye özel bir konser veren Leyla Beyaz, bu kez dolabın nadide bir köşesinde sahne için soğurken; Baş Kemancı Bay Kadeh de dolabın dondurucusunda bir iki dakikalığına serinliyor.

Heyetin diğer üyeleri son hazırlıklarında...

Ve sahne!


Leyla Beyaz bir nihavent taksimin ardından saz heyetini, bir hoşluk yaparak, lakapları ile takdim ediyor:

"Ülker; Susamlı ve Çörek Otlu Kraker,"

"Ülker Çizi Çıtır Atıştırmalık; Tulum Peyniri ve Köz Biber Aromalı,"

"Eti Crax; Daha Peynirli,"

"Doritos Shots Taco; Baharatlı,"

"Veee Pınar Aç Bitir; Hindi Salam!"



İki kadehle bu şahane akşamı salonun Fransızlarını açarak deniz esintisi ve manzarası eşliğinde zamana yayıp ve keyifle sonlandıran Leyla Beyaz Hayranı kişiyi sürekli takip eden meçhul paparazzi, çöpten topladıkları ile geceyi tarihe kayıt düşmek maksatlı bir fotoğrafı -neye işaretse ya da ne hikmetse- yatak odasında mizansen oluşturup gizlice çekiyor...

Ve bununla kalmayıp fotoğrafın bir kopyasını da odanın görünür bir yerine bırakıyor!!!???


"Bu ne iş AJ-2261,

neyin mesajı?!"


20 Temmuz 2023 Perşembe

Tanrı Unutabilir Ama Hayat Bizim

Uzun zamandır, balık halinin de içinde bulunduğu güzel ve sakin parkın ıssız ve hoş bir yerine konuşlanmış, özellikle kareli mavi masa örtüleri ve mimari yapısı ile dikkatimi çeken Balık Evi'ne gitmeye karar veriyorum; ve ne var bizim Paribu Cineverse Piazza'da diyerek de internet sitesine giriyorum. Mutluluk tavan çünkü bana göre uzun bir aradan sonra, aslında bir kaç ay, bingo! Pırıl pırıl bir Başka Sinema filmi vizyonda; salon 6 ve koltuğum D-3 ile hasrete son. Lakin fiyat da 70'TL'ye gelmiş. Kaçınılmaz olarak bir tereddüt yaratıyor önce, sonra nelere alışmadık, alıştırılmadık ki diyerek ve ona hayat da bir tane mottosunu ekleyerek ve "Filmi sinemada izlemek, salonun kokusunu hissetmek de pek hoş be!" çığırtkanlığı ile kendimi trende buluyorum. Bu arada Başka Sinema, filmlerindeki fiyatı artırsa da sektörün diğer paydaşlarının fiyatlarının 135. TL olduğunu görüyor, daha bir kaç ay önce, Eylül 2022'de izlediğim film sonrası yazdığım yazıdaki 44. TL'ye varan fiyata çüşş demişken, aynı kategoride  fiyatın 135. TL'ye varması ile 44 TL'nin zaman aşımıyla nasıl da masumlaştığını fark edip, bir yandan da zorunlu olarak yaptığı artışa rağmen hâlâ seyirci dostu konumunu koruyan Başka Sinema'ya şefkatlerimi gönderiyor ve ülkemizin -diplomasız- baş ekonomistine de ne desem bilmiyorum.


12.05 seansı için an itibariyle Piazza'dayım. Önce klasik sinema alışverişi için Migros'a giriyorum. Bir tur atıyorum ve kafeterya kısmında çorbaların hazır olduğunu görüyorum; kışkırtıcı oldukları kesin. O halde önce sinema katına.

Nerede o kuyruklar?!

Tek bir gişe açık ve tatlı kızı göremiyor, uykuya mı daldı diye düşünüyorum ve sessizce yanaşıyorum; enn sevdiğim iki gişecimden biri.

Filmin adını önce toparlayamıyorum sonra arka ekranda görünce mutabakata varıyoruz.

"D-3 lütfen."

D&R'ın önünde fren yapıyorum, camlara asılmış kartonlarda yazılı olana göre çocuk kitaplarında %60 indirim var... mış! Kuzenin iki farklı yaş grubundaki çocukları için, küçük olana Pal Sokağı Çocukları'nı, üniversite öğrencisi için de içerde karar vereceğim bir kitabı almak üzere giriyorum; o sırada minicik, ilk anda dikkatimi çekmeyen ve zaten çekmemesi istenen punto ile yazılmış kısmı fark ediyor ve indirimin ikinci için olduğunu anlıyorum. Elbette vazgeçiyorum ve sağolasın internet kitapçım diyorum.

Yeniden Migros'un kafeteryası, enfes bir mercimek çorbası... ve kahve reyonu. Bingo, Etyopya filtre kahve gülümsüyor; bizim mahalledeki tüm marketleri alt üst etmiş ve bulamamıştım. Artık sırt çantamda. Mutluyum ve sinema katı, Enn Sevdiğim Kadın'a müjdeliyorum kahveyi.


Şok... şok... şok!

Bir Allah'ın Kulu lütfen...

Yok.

Tamam bir süredir anne babalar fuayede bekliyor, bebeler de içeri girip film izliyordu; buna alışmıştım, alıştırılmıştık.

Ama bu ne?!

Bu, ülkemizin geldiği noktanın altını kalınca çizen bir gösterge. Katta bir tek ben ve sinemanın iki görevlisi var! Tüm salonların ki toplamda 10 tane, kapısı açık.


Filme bayılıyorum. Daha çok da görüntü yönetmeni Maria von Hausswolff'a. İlginç bir rahip ana karakterlerden biri. Bir kilise inşası için yollarda...

Ama ne yollar!

Ve muhteşem manzaralar, şiddetli bir kış; at sırtında, çoğu zaman sularla boğuşarak gidilen hedef. Oyuncular arasında bir ayrım yapamıyorum. Özellikle teknedeykenki görüntü yönetimini içimden kopup gelen duygu fırtınalarını zor tutarak, elbette sessizce alkışlıyorum.

Çok ama çok tatlı bir nüans ve vurgu var orada, onu sır olarak saklıyor ve burada altını çizmiyorum. Rahibimiz fotoğraf meraklısı ve bildiğim kadarıyla gerçek bir hikâye... Dolayısıyla fotoğrafların ve tripodun etkin bir rolü var. Film sinemaskop değil ki bu şahane bir tercih, çünkü bu zeki tercihin fotoğraflarla da bir ilişkisi var. Elbette coğrafya! Beni zevkten delirtmesin de ne yapsın?! Mümkünatı yok.

Film boyunca sıklıkla gidip görüntü yönetmeni Maria'ya sarılasım geliyor. Zaten bir kuzey aşığı olduğumu artık bilmeyen kimse yok sanırım. Ama yine de kendimi alamıyor ve "Ablam be," diyorum, "muhteşemsin."

Bir zaman ve bir coğrafya ancak... evet ancak bu kadar güzel, son derece estetik, kartpostal tadına ve izleyiciyi filme dahil eden görsel bir şölene, bir gerçekliğe dönüşebilirdi. Elbette oyunculuklar güçlü. Ve olağanüstü sahici. İsim isim yazmayacağım, hiç bir ismi de öne çıkarmayacağım. Ama son yıllarda izlediğim en etkileyici oyunculuklara tanık olduğum, anlatım diline bayıldığım, kendimi doğada sandığım ve perdede akan görsel bir şölenden aynı zamanda tiyatro tadı da aldığım nadir filmlerden biri olduğunun altını kalınca çizeceğim ki etkimle izlendiğinde bu muydu şimdi denilerek bana sayılabileceği ve saldırılabileceği olasılığını da filmi bu kadar överken dibine kadar eleştirilmeyi de göze alıyorum.

Elbette yönetmen Hlynur Pálmason'u takdir ediyorum, daha çok da görüntü yönetmeninin önünü açtığı için ve onun özgürlük alanını alabildiğince geniş tuttuğu için.

Ve müzikler!

Kuzeye özgü keyifli bir eğlence,

son derece çarpıcı bir son perde.


Yeniden trendeyim.

İstikamet Balık Evi yazlık!

Yazlık çünkü ben orayı bağımsız bir işletmecinin sanıyordum, oysa belediyemizinmiş ve yaz sezonunda balık halinin içindeki kapanıyor, tüm ekip bu mekâna geliyormuş.

Yalnız bugün örtüler pembe!

Olsun onlar da güzel. Ama daha güzeli balık sezonu açıldığında halin içindeki restoranda masama bakan ve bayıldığım, takdirlerimi içtenlikle ifade ettiğim garson siparişi almak için masa başımda; önce hâlini hatırını soruyorum, son derece ölçülü ve sıcak yanıtlarını alıyorum. Lakin hale geçip balığımı seçmem gerek. İki üç tezgâh geçiyor, daha önce oturduğum masamdan görüp aklıma yazdığım balıkçının önünde kalıyorum ve güzel bir deniz levreği seçiyorum. O temizlenecek ve Balık Evi'nin mutfağına gelecek.

Ben masamı donatabilirim.


Standart üçlü masadaki yerlerini alıyorlar. Turşu kavurmam ve mısır ekmeğim sıcacık. Salatamın yağını, sirkesini, azıcık limonunu da ben ayarlıyorum. Seçtiğim masam güzel, sessiz manzaram şahane. Biraz sonra da kadın eli değmiş levreğim masamda... Bir süre seyrediyorum onu; çünkü kadın elinden çıkmış bir sanat eseri bu. İlk lokmada gittim ben, yine... Ablam be diyorum, o kadar şahanesin ki... Normalde derisine dokunmam ben ama bu ne güzel bir gevreklik; çıtır çıtır bir keyif. Ellerin dert görmesin. Beyaz etin yüzeyinde hafif bir kızarıklık ve onun altındaki kendini salmamış pamuk helvası, yağını sarkıtmadan oluşturulmuş lokum bir pişirme düzeyi.

Muhteşemsin!

Hayalimde kabak tatlısı var. Üzeri bol cevizli, kıyısında kaymak olan.

Tatlı ne var diye soruyorum ve sormamla kalıyorum çünkü yok. İşte o zaman tüm bu alanları şehre kazandıran CHP'li başkan Muzaffer Önder'i anıyor, ardına da ilk seçiminde Anap'ın başkanı olan, sonraki seçimde AKP'den ısrarla aday gösterilen ve yine taş taş üstüne koyan, tüm dayatmalara karşın istasyonun* adını Opera yapan, istediklerini yaptıramayacaklarını anladıklarında da son döneminde milletvekili yaparak kızağa çektikleri Yusuf Başkan'ı da yaşam alanlarımızı geliştirip güzelleştirdikleri için ve biraz da şimdiki hâle bakarak şükranla anıyorum.


Elbette tatlı olmadan asla! Yeniden, ve güzel düzenlenmiş, eski başkanların başlattığı, içinde Yıldıray Çınar'ın sazıyla birlikte çok güzel bir heykelinin olduğu parkı ve Saathane Meydanı'nı geçerek Birtat'a varıyorum.

"Bir keşkül lütfen," diyorum, pek tatlı genç kıza.

Onu yavaşça yiyor, aklım ikinciyi çağırsa da hişşşt diyerek elime vuruyor, sonrasında istasyona yürüyorum,

ve trendeyim.


*İstasyonun adı Yusuf başkandan sonra Büyük Cami olarak değiştirildi ki aradaki mesafeye bakınca anlamsızdı ve zaten rayların komşusu otobüs ve minübüs durağının adı ezelden beri Büyük Cami idi.

18 Temmuz 2023 Salı

Şahane Mekân Hammur Ve Tesadüfün Böylesi

Öncesi...

Ayın 17'si sabah erken uyanıyorum. Mini mini birler heyecanım yerli yerinde. Saat 13 netleşmiş durumda ve sınıf başkanımız günü başarıyla koordine ediyor. Kendisi bir doktor olduğu için hatırlatma dozunu da süreç boyunca vakti saati geldiği her anda bünyelerimize zerk ediyor. Mesafeleri de gözeterek hazırlanıyorum ve saat 11'i biraz geçe çıkacağım; sırt çantam tamam, dış kapıyı açıyorum ve telefon çalıyor. Koşuyorum ama yetişemediğimi düşünürken elime alıp geri tuşladığımda sınıf başkanımın sesini alıyorum. Hazır ve yola çıkmak üzere olduğumun beyanı ile birlikte kendimi önce asansörde sonra da istasyonda buluyorum.

Çok keyifli bir gün olacağından eminim.

Günü yazma planım baki.

Ancak bir huyum da var benim, değil arkadaşlarım, en enn yakınım ve asla kıyamacağım insan da olsa bildiğimi söylemekten ve yazmaktan çekinmeyen bir ben daha var; şu merhametli benim içimde. Ve traşını olmuş hazır ben sevdiği renk kotunu ve polo yaka tişörtünü giymiş ve üstelik spor ayakkabısını da hafif ıslak bezle silmiş durumda. Bir avantajı var ki gideceği mekânı iyi biliyor, yazdı. Ama mekânın arkadaşlarının olduğunu, sınıf başkanı arayana kadar bilmiyordu ve normal bir müşteri gibi gitmiş, her seferinde Dilek Hanım'la karşılaşmış, o güne dair yazıların içindeki övgü kelimelerini de günün doğal akışını ve aldığı keyfi yansıtır biçimde yazıya dökmüştü. O bakımdan arkadaşlarla yaşanan günü yazma konusunda rahat ki mekânla aralarındaki ilişki sıcak kurulmasa ve tersi bir durum olsaydı; yine davete icabet eder ama mekâna dair olumlu ya da olumsuz tek kelime bile etmezdi.

Zamanlamam muhteşem. Hammur'un komşusu sigorta şirketinin sahibi benim can arkadaşlarımın en küçük kardeşleri; önce ona uğruyorum; tam 13'de de yan tarafa geçiyorum. İlk gören ve şaşıran Dilek oluyor çünkü ne zaman gelsem onunla karşılaştım. Ben mekânın arkadaşlarımın olduğunu bilmiyorken o da benim onların arkadaşı olduğumu bilmiyordu.


İçeri girdiğimde kimseyi görmüyorum. Doğrudan bahçeye yürüyorum ve başkanımız orada, Uğur arkadaşımız ve Sevgili Eşi Aysun Hanım da...

Hoşbulduk, lafa girdik, mevzular akarken de Deniz geliyor.

Gelemeyen arkadaşlarımızla, şehir dışındakilere Hüseyin başkanımız whatsapp üzerinden canlı yayın yapıyor. Çok keyifli bir gün olduğunun altını çizerim ki siyasetten akla gelebilecek her konuya kadar uzayan bir sohbet. Okul anıları elbette... Bizi yetiştiren Gülseren Kaya öğretmenimizi anmadan geçmemiz mümkün değil. Solculuğumuz da depreşiyor. Avusturalya'da yaşayan bir arkadaşımızın, genel istek üzerine whatsapp'dan uzaklaştırıldığını, sisteme dahil olmayan ve kullanmayan biri olarak o gün öğreniyorum ki, bizim çocuklara hak veriyorum. Çünkü yurt dışında yaşayıp, dolar, euro ile maaş alıp, ama çok çok methettikleri liderin yönettiği muhteşem ve cennet ülkeye neden dönmediklerini de biliyorum elbette... ve iki yüzlü tavıra tavır koyulmasını da o nedenle yadırgamıyorum. Ve bu cepheyi açan kız arkadaşlarımız Filiz ve Burçin'e... ve Serdar'a sevgilerimi yolluyorum.

Elbette Mümin kardeşimi de sevmekten vazgeçmiş değilim.


Masa ufaktan ufaktan donatılmaya başlıyor, laf lafı açarken. Ben avantajlıyım şimdi; çünkü lezzeti tatmış ve yazmış biriyim ancak şu an daha önce tatmadığım ama menülerinde olduğunu bildiğim yiyecekler de masada yerlerini alıyorlar. Sunuma bayıldığımın altını özellikle çiziyorum. Bu noktada en ufak bir kaygım da yoktu çünkü önceki gelmelerimde tabaklar, ve fincanlar ve çatal bıçaklar gereken tüyoları vermişlerdi bana. Tattıklarımdan öte mekânın genel dekoru, yaklaşım, arkadaki şirin bahçe ve girişteki mobilya yerleştirmeleri ile aydınlatmada kullanılanlar zaten bana bir şeyler söylemişti ki bahçedeki kumrularla arkadaşlığımız da bu hoş hali katmerlemişti.

Kitap okumanın keyfini bile çıkarmıştım, lezzetli yiyecekleri tüketirken.

Mantıyla başlıyorum ki kendisi tam tekmil hazırlanmış. Genelde mantıcılar -özellikle- sorarlar yoğurt konusunu, ben sarımsaklı tercih edenlerdenim ve bütün baharatları kullanırım. Şu an önümde duran kâsedeki görünüm muhteşem, bir yanıyla da yürek işi ki sordum; doğrudan böyle mi getiriyorsunuz diye masaya.

İlk kaşık ve ayaklarım yerden kesiliyor. Aklıma kazınmış ve çok takdir ettiğim iki farklı mekândaki mantılardan biri bu. Hatta birincisinin bu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim ki söylüyorum da... Şeflerin tarz olanlarına ve tarzlarından vazgeçmeyenlerine bayılırım. Elbetteki yediğimin bana söyledikleri önemli, beğenmesem bir daha yemem ama tutarlılığı takdir ederim. Önümdeki mantının bir iddiası var ki farklı damak zevklerini göz önüne aldığımızda ticari anlamda büyük bir risk bu. O nedenle de takdire şayan ki şiir gibi bir keyifti dersem, sanırım sunulanın hem estetik açıdan hem de damağa bıraktığı çok sesli ama kakofonik olmayan uyum açısından neler bırakıp neler söylettiğini de anlatmış olurum.


Su böreği ile ahbaplığımız vardı, çünkü önceki gelmelerimde tatmıştım; gül böreklerinin altını çizmiş, ıspanaklısını da ıspanağı seven biri olarak öne çıkartmış ve o günkü yazımda şehirdeki en iyi gül ve su böreklerinin burada olduğunun altını çizmiştim. O sırada yaprak sarma bir flüt sesi gibi uzaktan uzaktan notalarını yolluyor ve kulaklarıma yansıyan müzik midemi de heyecanlandırıyor ve dayanılmaz bir coşku ele geçirince de beni, alıyorum bir tane... Ve gittim. Hiçbir şey ölmemiş, baygın bir dolma değil, diri ama tam da kalması gereken noktada kalmış bir dirilik bu, yağ varlığını duyuruyor ancak dolmayı sulandırmıyor, damakta bıraktığı iz Vivaldi'nin mevsimlerinden ilkbahar gibi. Üstelik damaktaki bale adımları tülden ince tüyden hafif.

Muhteşem!


Kızartma tabağı fazlasıyla şiirsel, ilk anda ne olduğunu anlamıyorum çünkü tabak farklı. İçindekilerin doğranma ölçüleri şiirsel, görsel bir kabalık içermiyor ki daha kızartmaya başlamadan belli ki biçimlendirilmişler... Şefin estetik kaygısı hissediliyor ve sonuç şahsım açısından görsel olarak 10 numara. Tadın yanıltmayacağından eminim. İlk lokma, tüy gibi, esprili, coşkulu, yorgun değil diri ve kıpır kıpır. Sanki... evet sanki... haydi dansa diyor. Ve o dansı gönüllüce yaptırıyor insana. Hakeza salata... O da ben özelim, benzemem başka salatalara çünkü estetik açıdan da çok güzelim diye bağırıyor. Şirin ve sempatik, yorgun değil, aksine genç ve diri.


Elbette sadece yemeklere yumulmuş değiliz, zamana yayılmış usul usul lokmaları enfes sözcüklerle, her konu üzerine konuşarak renklendiriyoruz zamanı; miss gibi taze, çıtır, damakta derin izler bırakan, şeker miktarı kararında içi zengin tatlı lokmalarımızla.

Bu çok keyifli bahçede çok keyifli süreç boyunca ne anılar gelip gereğini yapıp sırasını bir başkasına bırakıyor, bir bilseniz... Anlatmaya bir girişsem sonuçta bir romana ulaşması kesin bu yazının. Ama içimde bir de iyi var işte; O müdahil duruma ve dozunda bıraksan iyi olacak diyor. Katılmak istemesem de pek, içimdeki iyilerden biri daha ayağa kalkıp okuyanın ki de can diyor.

O halde,

kalın sağlıcakla Sevgili Dostlar.


Mekânın bayıldığım noktalarından biri; her seferinde burası aynı zamanda bar hizmeti de veren bir yer olsaydı... Nasıl olurdu acaba dedirtiyor bana.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP