11 Haziran 2023 Pazar

Oğlan Bizim Kız Da Bizim!

10 Haziran Cumartesi


Kahraman dedem ve Babıda'yı baz alırsak bizler 3.kuşağız.

Vakit saat gelince şık kıyafetlerimizle bir araya geliyoruz.

Elbette yine kız almıştık ve nişanlılık döneminin ardından işin resmi imzaya bağlanacağı nikah töreni için hazırdık.

Önce damat evine ulaşıyor, sonra da konvoy tamamlanınca, gelin evine doğru yola çıkıyoruz.

Kısa süre sonra da kapıdayız.


*

Davula güm güm vuruluyor, zurna da gerekli çağrıyı pek hoş yapıyor. Mahalleyi inlettik desem yeridir. Üstelik caddeden geçmekte olan, çocukları sırt ve kucaklarında, yabancı oldukları net ve çok hoş bir çift; bir düğüne ve ona bağlı olarak da bir geleneğe denk gelmenin keyfini çıkarmakla kalmıyor, bizimkilerden etkiyle ve aynı ritmle oyunlara uyum sağlıyorlar.

O sırada, şehrimiz düğünlerini nasıl haber aldığı üzerine bize kafa yorduran, yaşı konusunda şüpheler içinde olduğumuz, diğerlerinin üzerinden -gerektiğinde- arabayla geçerken ona kıyamadığımız için paraları bayıldığımız ve kendisi ile en çok rastlaştığımız yerin nikah salonunun önü olduğu, şehrin müstesna karakteri, gelin arabası önü kesicisi ile karşılaşmak; hâla yaşıyor mu sorularımızla birlikte hepimizde şaşkınlık yaratıyor. Buradan nasıl haberi olduğu konusunda çeşitli görüşler ortaya atıyor ama yine de işin içinden çıkamıyoruz.


Coşku zirveye doğru yükselirken, gelin ve damatla birlikte oynamakta olan ve erkek kuzenler sıralamasında 6. sırada bulunan kuzen, 2. sıradaki kardeşime yanaşıyor ve bayılıyor.

Ağanın eli tutulmaz elbette!

Alına yapıştırılan para da kuzen eliyle davulcunun davuluna sıkıştırılıyor ki bu akşam bir takım çocukların yüzlerinin güleceği kesin...

Kardeşim üç harflisi ile sağlam bir pozisyon almıştı zaten. Düğün salonuna gittiğimiz güzergâh boyunca öne geçmeye çalışanlara bir kez daha nal toplatıyor ve otoparka ulaşıp da hep birlikte düğün salonuna çıkınca da kız tarafı ve erkek tarafı için, imzaların atılacağı platformun iki kenarına ve dikine yerleştirilmiş uzun masaların bize ait olanına yerleşiyoruz.

Yaş ortalaması küçük, son nesil çocuklar arasındaki kız sayısının sıfır olduğu güzel bir aileyiz biz diye düşünmüyorum... istesem de düşünemiyorum! Ama bu ailenin bir ferdi olduğuma masadaki tüm paydaşlarım gibi; ben de bir kez daha çok seviniyorum.



Masamızdaki sohbet şen şakrak... Her yaştan çocuklarımız şık ve fıkır fıkır. Hepsi pırıl pırıl ve kaçınılmaz derecede gururlandırıyorlar insanı. Birbirleri ile iletişimleri ve ânı paylaşım tavırları tıpkı biz kuşağı gibi. Ve içlerinde hiç kız olmayan o kuşağın liderinin, biz kuşağının benden sonrakilerinin de sonrasında kim olacağını biliyorum sanki. Elbette bunu dile getirmiyor, kendimde saklı tutuyorum. Bu oy vererek olacak bir iş değil... Doğal akışın bir sonucu olarak tıpkı benden önce olduğu gibi şekillenecek bir hal... Lazım olan tek şey liderlik vasfı ve birikim. Şu an adını açıklamadığım ve açıklamayı asla düşünmediğim ama emin olduğum kişi belli, henüz 20'sine varmadı, önünde epeyi kişi var. Karizma muhteşem, özgüven doruk, kariyer yolu diğer çocuklar gibi 10 numara beş yıldız.


Nikah memuru göründü. Kıyım aşaması geliyor. İki taraf için de son çıkış. Ancak aşk gözlerden akıyor. Yüzükler el değiştiriyor, evet'ler yüksek sesle çıkıyor...

Ve gelin alnından öpülüyor.

Resmiyet kazanmış, karı-kocalık makamına ulaşmanın ardından ilk dans...

Eğlence gittikçe yükseliyor. Gelin çiçeği sırt dönülerek atılıyor, ancak kimse kapamıyor. İkincide bir şanslı havada kapıyor. Orkestra kıvamında. Bir zirve olmasa da sempatik ve tam manasıyla düğün orkestrası tadında.

Gençler hiç gaz kesmiyor ve o sırada... gelin sahneye fırlıyor, damat anında orada.

Show must go on...


Salondaki coşku genç. Ve dozu gittikçe yükselen bir keyif hakim; sanki keyif tozları periler tarafından sihirli değneklerle salondaki herkesin üzerine boca ediliyor. Bütün yüzlerde mutluluk parıltıları. Çok eğlenildiği o kadar belli ki... Üstelik tüm salona hakim olan son derece doğal bir zarafet. Genç kayınvalide, yani bizim gelinimiz, her ne kadar ünvan gelin olsa da kardeşimiz, doruğu nereyse o kategoride bir şıklık içinde. Hakeza kuzen, yani kayınpeder, yüreği güzel adam zarif ve şık takım elbisesi ile ışıldıyor.

Lakin ailenin büyüğü olarak da benim gözüme takılan iki -öğrenci- genç var. Eğer ben duygu okumayı, hâl ve hareketlerden yola çıkarak biraz hissedebiliyorsam; dikkatimi çektiği andan beri izlemekte olduğum iki genç bana güzel şeyler fısıldıyor. Bu ikiliden tek kulağındaki küpesine bayıldığım uzun boylu, naif ve çok yakışıklı -bizim- oğlanı boş anında yanımdan geçerken durdurup oturtuyorum. Bir süredir konuştuğu kıza dikkat kesilmiş durumdayım. Düşüncemi, hissettiklerimi ve beğenimi onunla paylaşıyorum. O bir yanıt veriyor... Sadece gülümsüyorum. Ama muhteşem sahne, bakışlar, tebessümler ve heyecan düğün bitene kadar çok kere tekrar ediyor ve gözümden kaçmıyor.

Sanırım ben geleceği görüyorum ve o nedenle öngörülerimi tarihe bir not olarak düşüyorum.


Tüm bunların yanı sıra salonu, konuklara sunulanları ölçülü ve hoş bulduğumu da söylemeliyim. Bütünüyle şık, abartısız, sıcak ve sevimli bir tören akşamıydı ve artık dağılma vakti gelmişti. Gelinimize bazı erken ölümler nedeniyle ailenin - hazırlıksız ve zorunlu- en büyüğü olarak ve halam törene katılmadığı için iki kelam etmek sanki bana düşerdi. Elini tuttum ve geniş ailemize katılımı manasında,

"İyi ki geldin...

Hoş geldin,"


dedim.


Otoparktayız,

arabalara doluştuk ve eve gidiyoruz.

Bizim eve...

Çocuk anılarımızla dolu, eski kıyafetlerini yenileriyle değiştirmiş, imar uygulamaları nedeniyle eskinin yerine yeni binalar diktiklerimiz içinden onda oturmayı tercih ettiğimiz, ilk evimizin olduğu yerdeki binamıza...

Kardeşin dairesindeyiz ve viskileri kola ile servis etmeyi tercih edenler nedeniyle hazırlanmış bardağıma, itiraz bile etmiyorum. Sohbet muhteşem, bütün büyüklerimizi içine kattığımız ne anılar paylaşıyoruz. Çocuklar maç izliyorlar ama kulaklar bir yanıyla da bizde. Ardı arkası kesilmiyor anıların. İki kuzen artık Marmaris de yaşıyor olsalar da iletişimde bir kayıp yok. Özellikle çocuklar arasındaki bağ çok hoş, gelinlerimiz, yani kardeşlerimiz o kadar candan ve sıcaklar ki ve bu hal dışarıdan bakanlar için o kadar imrendirici ve dikkat çekici ki; insan ister istemez, yani bu satırları yazan kişi olarak ben, her seferinde bu geniş ailemle gururlanmadan duramıyorum.

Ve şöyle düşünüyorum:

Babıda ve Dede, onca yoksulluğa rağmen öyle bir "imparatorluk" kurmuşlar ki kaç nesil sonra bile, ve artık bir kısım mesafeler söz konusu olsa da aynı soyadı taşıyanların imparatorluğunda bir çatlak bile oluşmuyor!


Ve sansürlediğim son fotoğraf!

Onu da akıp giden zamana bırakıyorum.

Bir yanıyla da acaba bu sefer...

ve ilk kez, -uzun vadede- yanılacak mıyım testi yapıyorum...


4 Haziran 2023 Pazar

Şımartan Bir Keşif


Güne dair geniş bir planım var,

hevesliyim de!

Şehire inmek ve biri bira, diğeri kahve için olmak üzere iki mekânda takılmak ve eğer sezon devam ediyorsa da bu eylemler öncesinde Düş Evi Oyuncuları'nda sahnelenmekte olan oyunu izlemek.


*

3 Haziran Cumartesi


Saçlarım için berberime doğru yürüyorum, aheste ve az önce aldığım kaşarlı milföylerin tadını çıkararak... Oradan dönüşte duş, akabinde hayal edilenlerin hayata geçirilmesi ve günün akşamında ise önceki yazıda bahsedilen şirin pastanede San Sebastian...


Saçlarda işlem tamam; teşekkür edip ellerine sağlık dedim berberime. Fikrim gökyüzü ile istişare halinde; hava yağdı yağacak. Tedbirliyim; alaylı meteorolog evden çıkarken koklamıştı havayı. Geldiğim caddenin paralelinden, yeşillikler içinden ve bulvara kestirmeden iniyorum.

Az önce, eğer doluysa berbere işinin bittiğinde haber vermesini söyleyerek yürüdüğüm ve  banklarında kitap okumaya bayıldığım minik parkın önünden geçtim.

Hedefimde enn sevdiğim kadının önerdiği ve geçen gün olmadığı için alıp yiyemediğim kaymaklı dondurma var.

Adımlarım aheste; coğrafyanın tadını çıkarıyorlar.

Yağmur ufak sinyaller gönderiyor.

Yağmurluksa sırt çantamda istirahat halinde.

Aptal ıslatan denir mi, gökten düşen küçük ve hoş damlalara?

O zaman ben aptalım; sevdim ufak dokunuşlarını, yağmurun.

Şehire inme fikrinden gittikçe uzaklaşıyorum. Şahane bir dinginlik bünyemi ele almakla kalmıyor, büyük de bir keyif bahşediyor bana. Mutluyum; şahane gün ben buna derim. Teşekkürler Cumartesi.

Süzülüyorum Tarım Kredi Kooperatifi'nin düzenine ve dekorasyonuna bayıldığım marketinden içeri. Şımartan tatlar rafında kalıyorum. Göz göze gelinen ilk an ve etkileşim içe düşen bir kor kadar yakıcı.

Aklım alınmış durumda.

O halde elde var bir!


Alışverişi kaymaklı dondurma, bir paket kesme şeker, bir litre yarım yağlı süt ve yeni tanıştığım, o ilk bakışma anında beni etkilemeyi başaran paketle tamamlıyorum.

Bulvardan tekrar ayrılıyorum, dondurmaya yumulmuş durumdayım; onu öneren enn sevdiğim kadına sevgiler yolluyorum.

Ve elbette blog dostlarıma özellikle kaymaklı dondurmayı şiddetle öneriyorum!

Bağ bahçeler arasında keyifle yürürken yeni tanıştığım paketi de açıyorum; çünkü dondurmayı az önce bitirdim, kutusunu da çöpe attım.

İlk defa gördüğüm bir marka Elle. Ayakkabı çantayı elbette biliyorum ama bu ne iş? Paketin içindeki her bir minik top da ambalajlı.

Yırtıyorum ilkini.

Bir ısırık...

Hımmmmmmmm!!!

Gittim ben!

Tamam minik topun dışı çikolata kaplı, alt gofret, ama gofreti aşınca da içeride akışkan bir çikolata; sup kıvamından bir tık daha şelale ve muhteşem bir kombinasyon.

Bitter tercih etmiştim çünkü o henüz raftayken, göz göze geldiğimiz o ilk anda, bir ışık yakmıştı zihnimde!

Denizin kıyısına iniyoruz; damaklarım fena şımarık; hep birlikte zevk içinde yüzüyoruz.

Sonra fikrim beni uyarıyor, heyecanlanıyorum. Damaklarım bir ortaklık teklif ediyor, tereddütsüz kabul ediyorum.

Ve yolumun üzerindeki ilk markete girip 4 gramlık minik paketlerdeki Nescafe Gold'lardan alıyorum.

O arada wafer ball'ları ufak ufak götürmekteyim...



Günün Ruhları Dürtükleyen Saatleri



Kanepedeyim, televizyon açık. Şaşkınım çünkü tekrar edeceğim üzere, uzun zaman sonra bir diziyi, dolayısı ile bölümlerini peş peşe izliyorum. Dördüncü sezona bu akşam geçeceğim; belki de beşinciye giriş yapacağım. Başta kadın karakter olmak üzere ikilinin ilişkilerine hastayım. Kadın karakter -benden ırak- hayal kurdurmalık. Lakin ufacık bile bir imrenmem yok, ah keşke diye bir kıyasım da. Sadece şansıma gülümsüyorum, bazı benzerliklere tebessüm ediyor, 10 yılı aşmış süreden bir çok enstantaneyi gözümün önünden geçiriyor, sürekli gülümsüyor, onca yıllık iyi ki'lerime yeni iyi ki'ler ekliyorum.

Sonra, bir sonraki sezon için ara veriyor ve Wafer Ball paketini elime alır almaz kurduğum hayali hayata geçirmek üzere kupaya süt doldurup üç minik şeker atarak onu mikrodalgaya yerleştirip, süreyi de iki dakika yirmi saniyeye ayarlıyorum. O krema tadında köpük oluştura dursun, ben bu kez dört gramlık Nescafe Gold'u, çok az sıcak suyla çözüyorum ve mikrodalganın ötmesinin ardından kahveyi süte usul usul eklerken bir yandan da karıştırıyorum.


Diziyi kaldığım yerden başlatıyorum. Biraz önce enn sevdiğim kadınla gezi planları yapmıştık ve tüm konuşma bir görsel olarak akmıştı zihnimden.

Wafer Ball'ı alıyor paketten ve çıkarıyorum minik ambalajından.

Yarısından ısırıyorum. Ortasındaki sıvı çikolata dilimin üzerinde yayılırken, bir yudum sütlü kahveyi gönderiyorum içeriye... Minik topun dışındaki katı, içindeki sıvı çikolata ve gofretin sütlü kahve ile buluşma hali muhteşem, ardından bu kez sadece bir yudum daha kahve ile damağı temizliyorum ve az önce zevkten ölmüş damağı yeni kombinasyon için hazır hale getiriyorum.

2 Haziran 2023 Cuma

Bulutlu Gökyüzünde Yaşamak



29 Mayıs Pazartesi


Adalet Ağaoğlu'nun çok sevdiğim kitabı Romantik-Bir Viyana Yazı' nın içinde geçen, çok yazımda kullandığım ve kullanmaya bayıldığım ifade ile söylersem, artık günün ruhları dürtükleyen saatlerindeyim. İki yazıya sığdırdığım ve üçüncüyü, Unforgettable adlı dizinin bir oturuşta ve benden beklenmeyecek sayıda sezonu ve bölümünü üç akşam boyunca izlemem ve her akşam bir kadeh beyaz şaraba eşlik etmek üzere armut ve elma dilimleri olan bir tabağı sehpanın üzerine yerleştirmem nedeniyle tez zamanda yazacağımı -kendime- vaat etmiş olsam da; türlü çeşitli avareliklerim nedeniyle dört gün sonra anca yazmaya devam ediyorum.



*



Önünden içeri girme teşebüsü ve niyeti olmadan sadece göz atarak geçişimin ardından, biraz da bayıldığım geçmişin izleri diri sokaklarını kullanarak, AVM inşaatının dev alanını bu kez yakın plan inceleyerek denize ulaşıyor, avare adımlarla, çam ağaçlarının altından, kırmızının en güzel tonundaki çiçek alanlarının kenarından yürüyerek, arada fotoğraf çekerek eve varıyor, biraz bloglara biraz da işe göz atmanın ardından ve ruhumun hadi artık dürtüklemesiyle birlikte, sırt çantamı kapıp, yine deniz kıyısını kullanarak ve saat 18'den sonra varıyorum; -ilk kez minik bahçesine adım atacağım- The Cakery adlı şirin pastanenin şirin çitli bahçe kapısına.


Bir iki masada gençler var. Oysa ben ıssız bir noktadaki bu küçük pastaneyi fark edilmez sanıyordum ve hatta hayıflanıyordum. İlk adımımla, bir masada oturmakta olan bir hanımefendi ve çok tatlı gülen bir genç kız sohbetlerini keserek ve genç kız hoş gülümemesi ile ayağa kalkarak, benimle birlikte kapalı bölüme geliyor.


Burası da küçük ama çok şirin; bir kapıyla daha geniş bir alana geçildiğini fark ediyorum ki orası imalathane diye düşünsem de ilk anda, mutfak tanımı daha çok yakışıyor bu butik hale.

Sıcaklıkla insanı kucaklayan, sade, şık ve samimiyet vaat eden bir iç alan. Genç kız güleryüzlü ve bu güleryüz onun ölçülü, abartısız, sözlerine ve önerilerine güvenilir bir karakter olduğunun altını çiziyor. Yıllardır bildiğimi, çok yakında ve yıllardır bu coğrafyanın aynı noktasında oturduğumu, mekânın hep dikkatimi çektiğini ama sanki ikimizin de o ânı beklediğimizi ve şimdi bazı kaygılarımın ötesine geçerek hamle yaptığımı ve an itibariyle umduğumdan fazlasını bulduğumu söylüyorum.

İletişim çok sıcak, fotoğraf çekebilir miyim diye soruyorum; enfes bir gülümseme, ardına eklediği bir iki cümle bir anda yıllardır buradaydım sanki hissi yaratıyor.

Pasta dolabı muhteşem, her biri sanat harikası. Kışkırtıcı, ukalalık yok, son derece sıcak bir iletişim oluşuyor pastalarla aramızda. Kullandığımız sessiz dil ortak, sıcak ve esprili.

Orman meyveli cheesecake'i gözüme kestiriyorum. San Sebastian göz kırpıyor. Selam çakıyor, sevdim seni diyor, ardına tez zamanda bir masada seninle sohbetin dibindeyiz, merak etme' yi ekliyorum. Onu şimdilik bir başka zaman için bırakıyor ve "Limonatanız var mı?" diye soruyorum genç kıza; olmadığını öğrenince, kahve aklımdan geçse de çay lütfen diyorum.

Kahve için bir hayal oluşturup, şimdilik onu bir kenarda tutuyorum!


Pastam ve bir fincan çayım masamda. Tabağa ve de cam fincanın tasarımına bayılmış durumdayım. Orman meyvelim, ahh, neler fısıldıyor bana bir bilseniz. Ortam zaten muhteşem ve seçtiğim masa bu küçük mekândan soyutlamadan da kendi ada'mı yaratma olanağını veriyor bana.

Hiç acelem yok, günün ve bu enfes akşamın ruhu ile çoktan ortaklaştık. Müzik, günün en hoş saatleri, elimdeki hayalperest roman, ve pastadan kesilmiş küçük bir lokma.

Gittim...

evet gittim ben;

sanki ormanda Pamuk Prenses'le orman meyveleri toplamışız da soluklanmak için bu pastanedeyiz.

Orman tabağımın içinde.

Koku...

Evet koku!

Ahh o böğürtlenler!

Pırıl pırıl,

sanki hiç fırın görmemişler gibi...

Ağırdan alıyorum.
Zamanı elimden geldiğince uzatıyorum.

Keyfim alkış kıyamet.

Enn sevdiğim kadın zihnimde dönüyor. En kısa zamanda, diyorum. Elinin hamuru ile onun fikrini de merak ediyorum. Elbette ilk lokmanın ardından anne kız olduklarını düşündüğüm hanımefendilere düşüncemi beyan ediyor ve muhteşem, diyorum.

Ödememi yapıyorum.

Ki fiyat kalite kıyaslaması için zihnim şunu diyor bana:

Emsallerinin hepsinden daha güzel,
fiyat bir tık daha yüksek olsa da...

Ve bir kıyassa söz konusu olan,

söz konusu keyifse,

cümlesine nal toplatır bu mekân!




30 Mayıs 2023 Salı

Türkiye Yüzyılı'nın İlk İki Günü

28 Mayıs Pazar

Pandeminin yarattığı televizyon ekranında film, dizi izleyememe sendromundan sıyrıldıktan beri, beni tutabilene aşk olsun. Üst üste filmler haftasından sonra şimdi de bir diziye musallat durumdayım. Kendisi abonesi olduğum portalın arşivler kısmında ve tüm bölümleri ile hazır. Canımın istediği gün ve saatte izlenebilirlik avantajıyla da çok uygun ve şahane.

Oyumuzu her zamanki okulda erkenden kullandık. Seçim sonuçları ile çok ilgili değilim, elbette kazananın kim olmasını istediğim net.

Ancak seçimle ilgili kurumların ve kişilerin ahlakından kuşku duyduğum için de her sonucu kabullenmiş durumdayım.

Ve akşamın ruhları dürtükleyen saatinde ekranın karşısındayım, seçimin kaybedildiği ise anlaşılmış durumda. İlk anda bir keyifsizlik tünemiş olsa da 20 yıldır Norveç'de miydin ki oğlum, diyerek, kendimi kendim teselli ediyorum;

ve muhtemelen bir kaç saat içinde de tüm semptomlarını atmış, normalime dönmüş olacağım,

ki aynen öyle oluyor.


*

Buzluğun hemen altındaki rafta 20 saat önce +8'de uykuya yatırdığım beyaz şarabı almak için dolaba geçmeden, aslında midye dolması planlamışken midyecinin bu akşam yerinde olmaması sebebiyle peynir ve şarküteri ürünlerinden oluşan bir tabak hazırlamak zorunda kalıyorum. Elbette durumdan şikayetçi değilim ve nugget'lar 250 derecede 8 dakika kalmak üzere fırındalar. Bir kaç dilim ekmek de, kızarıyorlar.

Kanepenin kafa tarafına bir yastık koyup uzatıyorum bacaklarımı, ekranı da kendime döndürmüş durumdayım.

Dizi ilginç bir polisiye; sevdim ekibi ki kadın kahramanımızın ekstra bir yeteneği var; olay yeri ile ilgili detayları sonradan zihninde canlandırabiliyor. Güzel kadın, Rabbim sahibine bağışlasın denilen cinsten. Bölümler 40 dakika civarı olmasıyla da iyi. Hoşuma gitmiş durumda, bölümleri peşpeşe ve keyifle izliyorum. Leyla ile doldurulmuş kadeh el altımda ve görüntüsü muhteşem; yiyeceklerle uyumu keyif veriyor.

Şule'ye sevgiler...

Kendime de alkış; ulaştığım ideal soğutma nedeniyle.


Unforgettable muhteşem; şahane bir ekip, kıvamında aksiyon, oyunculuklar güzel mevzular derin, heyecan dozunda, flörtöz haller pek hoş.

İki kişilik izlemeler için de pek ideal.

Ama kanepeden!



Gece yarısını geçiyorum.

Keyiften ölüyorum.

Arada seçim sonuçlarına baksam da fazla takılmak istemiyor, sıkıntılı ruh halini kendimi diziye atarak bertaraf ediyorum. Ancak uyku bir türlü gelmiyor, diziyi bıraktığım her anda da havada uçuşan kahırlar üzerimde baskı yaratıyor, zihni boşaltığım anda ise boşluk yeniden kahırla doluyor, uyuyamayacağımı bildiğim için de yeniden diziye tutunuyor ve şarapla ortaklaşarak da olan biteni duyumsamaz oluyorum.

Derken saat yoruluyor, göz kapaklarım hadi diyor, yatağım elinden geleni yapıyor ve sabaha kalktığımda hayat seçim öncesi kaldığı yerden devam ediyor;

ve bir kahvaltı tabağı hazırlayıp,

bir de filtre kahve ekleyerek yeni güne ve yüzyıla hiçbir şey olmamışçasına başlıyorum.

Diziye de kaldığım yerden devam ediyorum.


29 Mayıs Pazartesi

"Yıllardır dikkatimi çeken ve bana çok yakın, sevimli ve henüz adım atmadığım ama her an atacağım butik ve minik pastanenin önünden de biraz önce geçtik." diye yazmıştım Enn Sevdiğim Kadın'la yaşadığımız enfes yemek akşamından söz eden bir önceki yazımda. Üşenmiyorum ve öğlene doğru evden çıkıyorum; işi asabilirim çünkü seçim ardı sakinliğine takılıp birkaç gün içinde ekonominin gittiği yönü gözlemekte yarar var. Önce Tarım Kredi Kooperatifi'nin marketine yönleniyorum; enn sevdiğim kadın dondurmasını övdü; Atatürk Orman Çiftliği'ninki gibi dedi. Sallana sallana yürüyorum; hava enfes, pırıl pırıl bir güneş eşliğinde varıyorum markete ki dondurmanın malesef önerilen sadesinden yok...

Kakaoluya razı geliyor, bir de sıvı sabun alıyorum.

Ve bağ bahçelik ara sokaklara vurarak kendimi, sahile, bizim coğrafyaya doğru yürüyorum.


Rotamı bahsi geçen minik pastanenin önünden geçecek şekilde oluşturuyorum. Sonra bulvarı karşıya geçiyor, ana yoldan yan yola zıplıyor, pastanenin önünde hız kesiyor, çaktırmadan bir göz atıyor ve devamında sahile kıvrılarak kıyıdan eve doğru yürüyorum. Çünkü fotoğraftaki pastayı birkaç saat sonra, günün ruhları dürtükleyen saatinde, hayal ötesi pastanede yemek üzere, elimde kitabımla bahçedeki masalardan birinde oturacak, sonra da sadece o âna yönelik ve pastaneye özel bir yazı hayali kuracağım.

Ve bu aşamayı da hayata geçirip, çok keyifle eve dönüyor, olan biteni de dün akşamı sandık başında geçiren Enn Sevdiğim Kadın'a anlatıyorum.


Ve yeniden kanepedeyim, enfes pastadan sonra çok bölüm izleme potansiyelimi de gözeterek, bir kadeh şaraba eşlik etmek üzere armut ve elma dilimleri olan bir tabağı sehpanın üzerine yerleştirmenin ardından, pastaneyi - ona özel bir yazı için- sonraya bırakarak kendimi de kanepeye boylu boyumca uzatıyorum.

Devam yazısı, Bulutlu Gökyüzünde Yaşamak

25 Mayıs 2023 Perşembe

Gündüz Rakısı

20 Mayıs Cumartesi

İskele Kafe sezonu açmış. Oysa bir kaç hafta evvel ne kadar üzülmüştüm ve üzüntüm onun işlevini terk ettiği kanısıyla yokluk duygusunu yaşamam üzerineydi. Uzaktan bir yıkım halinde olduğunu fark etmiş, artık kafenin yerine balık tutkunlarının olta attıkları bir hizmet alanı oluşturulduğunu sanmış ve kızmış, durumu enn sevdiğim kadınla da paylaşmıştım. Bir kaç gün sonra yıkılan küçük ve mutfak özelliği taşıyan bölümünün yeniden inşa halinde olduğunu görmüş, ancak bunun da başka bir görevlendirme için olduğunu sanmıştım.

Taa ki bugün tüm ışıklarının yanıyor olduğunu görene kadar.

Evden başka bir amaçla çıkmış olsam da an itibariyle fikrim, hedefine İskele Kafe'yi yerleştiriyor. Göz temasımı kesmeden ona doğru yürüyorum. Meydandan sola dönüp yürüyüşüme devam ediyorum. Yaklaştıkça anlıyorum ki boşa kızmışım ve yiteceği için de boşa üzülmüşüm. Çünkü mutfak kısmında çalışanlar var; tuvaletler kısmı da tıpkı mutfak gibi yenilenmiş.

"Bir limonata lütfen!"

En uç masaya yürüyor ve konuşlanıyorum. Elimde enfes bir kitap var. Manzaram doyumsuz ancak paylaşılacak fotoğraf tercihimi farklı kullanmaya karar veriyorum. Limonata muhteşem, keyfim gıcır ve sonrasında akşama devamla kendimi iyice şımartma kararındayım.

Yaz kendini iyice hissettiriyor. Denizden gittikçe uzaklaşıyorum. Tavuklu nohutlu pilav arabası her zamanki saatinde aşçı kepli ve önlüklü sahibi ile mini parktaki standart yerine doğru gidiyor. Bir an gideceğim noktadan vazgeçip, pilava takılmayı düşünüyorum ama kısa sürede diğer tercihimin daha keyif verici olduğuna karar veriyorum;

ve şimdi sevdiğim pastane Afiyet'in verandasındayım.

Her birinden ikişer tane olmak kaydıyla dört çeşit kuru pasta seçiyorum ve bir de çay; fincanla diyorum ve daracık ve tek yönlü, elbette parke taşlı Lozan Caddesi'ni boydan boya göreceğim ve her zamanki, son masaya oturup kendi ada'mı yaratıyor ve kitabımı açıyorum.


21 Mayıs Pazar

Enn Sevdiğim Kadın'la neredeyse her akşam telefonla konuşsak da uzunca sayılacak bir süredir dipdibe olmamıştık. Dolayısı ile birlikte bir rakı masasında da buluşamamıştık. Dedi ki bir telefon konuşmasında "Öğle rakısı olsun bu."

Kabulümdür, dedim.

Bir an gözümde canlandı masa; özlemenin tadı had safhada. Heyecan fırından yeni çıkmış, dumanı üzerinde somun tadında.

Bir kez daha- ilk buluşmasına gidecek çocuk dünden razı ki bayılıyor bu telaşa.

Evden çıkıyor saat 13'e yaklaşırken. Tam bahçe kapısını açmak üzereyken güller arasındaki tomurcuk bir gül ile göz göze geliyor:

Muhteşem, pırıl pırıl ve kırmızının âlâsı.

Yeşil yaprakları enfes.

Usulca, incitmeden, üşendiği için mi yoksa heyecandan mı bahçe makasına gerek duymadan ve sapını çok uzun tutmadan narince, özenle ve düzgünce koparıyor onu ve sırt çantasına saklıyor. Hoplaya zıplaya, ilk buluşmasına giden çocuk tadını gram eksiltmeden, biraz da geç kaldım endişesiyle, en sevdikleri mekâna doğru coşkulu adımlarla yürüyor. Ve saat 13'ü geçirmeden mekândan içeri kıvrılıyor.

O'nun sırtı dönük. Sessizce yaklaşıyorum. O kadar güzel ki.. Sarıldık, öpüştük ve şimdi karşısındayım. Kelimeler içimden kopuyor, özlemenin tadı muhteşem. Bu kaçıncı kere ama yine de muhteşem bir ilk buluşma. Gülü uzatıyorum. Gözlerimi geri almaya hiç niyetim yok ki onların da ondan bana geri dönmek gibi bir niyetleri yok. Bu lezzetten çıkmaya ise niyetsiz mi niyetsizim.


O kadar yok olmuşum ki donatılmış masadan tek bir fotoğraf bile çekmek gelmiyor aklıma. Kelimeler cıvıl cıvıl. Gözlerim doya doya o güzelliğe bakıyor. Laf lafı açıyor. Tiflis burnumuzda tütüyor.

Söze Çanakkale de katılıyor.

İkimiz de iki şehirde de yaşayacağımızı hayal etmiyor, yaşayabiliyoruz diyoruz. Hani O oradaki Üniversite'ye nakil olabilse hemen yarın kamyonu yükleyebilecek gibiyiz. O kadar çok konuşuyoruz ki iki şehir üzerine. Ve bende de o kadar kazınmış ki yılların çok çok uzağında kalmış Savarona anılı Çanakkale;

her noktasını sanki dün oradaymış gibi, üstelik yıllar yıllar önce bir ilkokulluyken tanıdığım karakterlerinin resimlerini birebir çizecek kadar net akıtırken dilimden;

amcamların ev sahibinin gelini Pakize Suda'yı bile magazin basınını atlatırcasına döküyorum çocuk gözlerimden, masanın üzerine.

Orduevi tam karşımda, hafta sonu İstikâl Marşı için bandocular caddeye döndüler ve şu anda günün popüler şarkılarını çalarak geliyorlar sanki... Kordondan yürüyerek vardığım mini golf sahasının artık olmadığını öğreniyorum enn sevdiğim kadından. Mezelerin tadı damaklarımızda, saatler saatleri kovalamış ve bizim durasımız yok; kelimeler ardı ardına. O halde biten 35'liğin üzerine bir 20'lik daha... Bu akşam beyin yoktu ama diğerleri tam tekmil yerlerini almıştı masada. Arnavut ciğeri bu kez bir tık iri parçalar halinde ve ekstra baharat dokunuşlu haliyle bambaşka şarkılar söyledi damaklarımıza.

Onca saat su gibi akıp gitmişti yine,

bi cila da gerekliydi sanki!

"Bira lütfen."

13'de oturduğumuz masadan anca saat 22'ye yaklaşırken ve yeni bir rekor kırararak kalkabildik. Yakın istasyona gitmeyip yolu uzattık. Ara sokaklarından birine daldık ki evin ve park yerindekinin fotoğrafını çekmeden olmazdı;

ki sahibinin hikâyesini anlatmak da bana farzdı.

Anlattım.


Uzak istasyona doğru yürüyorduk, sular seller gibi konuşuyorduk. Engin'lerin evinin önünde durduk. Artık eskilerin yerini yenilerin aldığı mahallemizdeki, çocukluktan kalmış nadir -yazlık- evlerden biriydi kendisi.

Işıl ışıl ve kocaman mağazalardan birine girdik sonra, bakındık, eğlendik.

Yıllardır dikkatimi çeken ve bana çok yakın, sevimli ve henüz adım atmadığım ama her an atacağım butik ve minik pastanenin önünden de biraz önce geçtik.

Kelimeler bitmedi,

anılarımda yeri derin Meteoroloji Bölge Müdürlüğü'nün peşkeş çekilen muhteşem alanına yapılmakta olan AVM'yi eleştirdik.

Onunla temaslı yürümek, gecenin güzelliği, konser planları yapmanın ve hayatımın en güzel günü, akşamı, gecelerinden birinin muhteşem tadıyla ve hafiften leyla ama tenlerimizi hisseden adımlarla bizim istasyona vardık.

Tren gelene kadar dışarıda kaldık.

Güldük, konuştuk, sarıldık, vedalaştık ve o trene binerken ben trenin önümden geçişine kadar bekledim...

Ve hayatının en güzel masallarından birini yaşamış çocuk tadıyla

ve zıplayan adımlarla ve en afacan gülüşlerimle doğrudan sahile inerek,

denizin kıyısından eve doğru yöneldim.



Devamı, Türkiye Yüzyılı'nın İki Günü

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP