akıp giden zamana fotoğraflar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
akıp giden zamana fotoğraflar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ağustos 2020 Pazartesi

Ara Sıcak



...... Hafta sonu ne de güzel saatleri birlikte geçirmiştik Kuş Cenneti'nde: Subasar Ormanları'nda şahane bir kahvaltı yapmış, bol bol fotoğraf çekmiş, toptancıya kasa kasa balıkların tartılarak teslimine -ilk kez- denk gelmiş, bu ıssız alış-veriş anına bayılmış, göl içindeki bir adada yaşayan ve bizi evine davet eden Balıkçı Enver Abi ile tanışmış, sonrasında küçük balıkçı kayığı ile  dönüşünü izlemiş, el sallaşmış, yeniden kitaplarımızı ve kahvelerimizi alıp sandalyelerimizden bu kez farklı gözlerle karşıya bakıp: "Bir gün mutlaka," diye iç geçirerek... hep karşımızda kalan ama o gün haberdar olduğumuz  Ada'nın, hayallerini kurmuştuk!......

                                                                                      
                                                                                   Pek Yakında!

14 Mayıs 2020 Perşembe

Balıkçı Pantolonundan Kota

Küçüğüm, etrafımda kot pantolonlar görüyorum, tek tük, ya da kot denen pantolondan sanıyorum gördüklerimi... Daha çok da filmlerde izlediğim kovboyların üzerinde!.. Özeniyorum ve istiyorum fakat o yıllarda ülkemizde ulaşmak zor. Bir de mağazaya gittiğim günlerde kolilerden çıkan tarihi geçmiş Amerikan gazeteleri ve dergilerinde boy boy reklamlarına ve bunun yanı sıra da çeşit çeşit modellerine rastlıyorum. İstiyorum, daha çok da tarz olarak seviyorum. Elbette izlediğim filmler ve reklamlar etkiliyor beni, bu tartışmasız.

Annem onları balıkçı pantolonu olarak adlandırıyor, balıkçı yaka kazak gibi. Onun bu tanımlamasıyla fark ediyorum ki balık satıcılarında ve balık teknelerindeki insanlarda bunlardan var! Bense ısrarcıyım. Sonuçta bir gün dayanamayıp alıyor. Zevkle giyiyorum, çocuk yaşıma biraz bol gelse de kemerle sıkıyoruz belini, paçalarını da balıkçılar gibi kıvırıyorum. Fakat ilk yıkanmada morlaşıyor pantolon. Bu olmadı işte! Hayallerim yıkık. Çünkü filmlerde gördüklerimin rengi mavinin tonlarında açılıyor; diz ve diğer aşınan bölgeleri beyazlıyor. Orijinal bir kotum olmalı benim! Tarabaları mutfak camının hizasında olan evden sosyal anlamda daha üst ve şehrin en önemli caddesi üzerindeki, anne burada da o kıyafetlerimi giyeceğiz, dediğimiz  bizim olan ilk eve taşınıyoruz o ara.

Bir süre sonra, belki de taşınma sürecinin hemen peşindeki bir kaç yıl içinde liseye başlıyorum. Tek tük orijinal kotlar görüyorum insanların üzerinde. O gün ulaşılabilen marka Rifle ki bildiğim kadarıyla bir İtalyan markası, ona sıcak değilim. Spagetti Western yılları... Lee, Levi's, Wrangler adlarını biliyorum; sonuçta yedek parça kolilerinin içinden Amerikan dergileri çıkıyor! Bunun bir tüketim algısı için mi az gelişmiş ülkelere özellikle yollandığı konusunu düşünmüşümdür, zaman içinde çoklukla. Çünkü sadece giyim kuşam yoktu o dergilerde, otomobilden beyaz eşyaya kadar her şey vardı. Sokaklar Amerikan arabalarıyla dolmaya başlamıştı ki babam da onların yedek parçalarını satıyordu.

Benim kot tutkumsa artarak devam ediyor. Bir iki insanda orijinalini görüyorum ki bunlar kalburüstü, sosyetik ailelerin çocukları ve yurt dışı ile ilişkileri olan insanlar... Sonuçta babam bir arkadaşına tembihliyor ve İstanbul'dan, muhtemelen Amerikan Pazarı'ndan bir pantolon geliyor. Haberini alır almaz, akşamı bekleyemeden mağazaya zor atıyorum kendimi. Biraz burun büküyorum, çünkü algıma işlenmiş markalardan değil. Brezilya malı pantolonumun markası Roy Roger's. Brezilya'da ucuz emekle yapılan bir Amerikan markası da olabilir! Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi!


Neredeyse her hafta sonu deniz kenarına gidip, onunla denize girip, çıktıktan sonra da ilkel taşlama olayına girişiyor, kumlarla özellikle dizden yukarılarını ovmaya başlıyorum. Çok olmasa da kısmen başarılı oluyorum. Ne yazık ki okulda giymek yasak!

Sonra bir hafta sonu arkadaşlarla gezintiye çıkıyoruz, kotum üzerimde! Fuar alanına geliyoruz. Ama öncesinde aramızda para toplayıp bir dükkandan bir şişe köpüklü şarap alıyoruz; şampanya niyetine. Fuar alanında biraz dolaştıktan sonra Matasyon'a gidiyoruz bir minübüsle... Sahilde dolaşıyor, bir sürü şaklaban fotoğraf çekiyor, şarabı altı kişi paylaşıyor sonra da şehire doğru yürümeye başlıyoruz ki tam Veteriner Müdürlüğünün önüne geldiğimizde, içimizden birisi Bülent'e uğrayalım diyor. Kapıdan kolayca geçiyoruz, lojmanı aramaya bile gerek duymuyor görevli, çünkü Bülent'in babası kurumun başındaki kişi. Çocuklar ve biz yaşta bir sürü genç futbol sahasının civarında eğleniyorlar. Bir grup biz yaşlarda kız da bizi kesiyor sanıyoruz! Futbol maçı yapıyoruz, oradaki çocuklarla. Sonra da dönüyoruz evlerimize.


Kotum mu ben mi?

Sıramdayım, bir şeylerle oyalanıyorum ve Bülent sırasından kalkıp, geliyor yanıma... Bir kızın beni sorduğunu söylüyor, ne tür ve ne kadarlık bir konuşma olduğunu, konunun ne kadar ben olduğunu hatırlamıyorum pek, ama kotumun konu olduğunu, kızın onu beğendiğini biliyorum; çünkü konuşma nasıl gelişiyorsa, "İstersen imzalı bir fotoğrafını getirim," diyor Bülent. Bir gram bile şımarmadan, üzerine tek bir kelam bile etmeden şu fotoğraftan birinin üzerine "Kadriye E.'ye sevgilerimle," yazıp imzalıyorum. İnce uzun, esmer ve çok hoş bir kız.

Bir süre sonra da onun üzerinde benimkiyle aynı kottan görüyorum!

İlk kotum Roy Roger's olmasına rağmen ki onu çok sevmemiştim, en sevdiğim jean'lerim Lee olanlardı; onu ve elbette parkamı solculuğa ve emperyalizm karşıtlığına daha yakıştırırdım! Wrangler'i de severdim ama sanki o kızlarda daha hoş olurdu, ya da O kızın üzerinde çok hoş duruyordu!. Levi's ise Amerikan Emperyalizminin dibiydi!.. Bir süre özellikle dark mavisi ve kesimleri yüzünden Mavi ile takıldım, şimdi kesimini beğenirsem hepsine eyvallah ki yerli markalar tercihim. Çok özel günler dışında hep kot'umu çeker gezerim; şu hayatta, kumaş pantolonlu günlerimin sayısı pek azdır.

Bir Coca Cola'yı bir de jean'i icat eden için, her namaz sonrası dua et babanne, derdim bir de...

5 Nisan 2019 Cuma

Bizim Oralarda Sabah Olunca...

 Zamanı olmayan mektuplar yazılır.


...Ben şöyle bir tura çıktım, o esnada bir şeyler yesem fikri oluştu, ne yesem ne yesem diye düşünürken ve yürürken bir ara sokaktan düğün sesi geldi, oraya bir bakim derken güzergahım değişti, güzergahım değişince şuradan yürüyeyim dedim, o esnada bir kaç damla yağmur düştü, bir kaç damla yağmur düşünce geri döndüm, geri dönünce bari şu Han'da dürüm yiyip ayran içim dedim, dürüm yiyip ayran içince sahile indim de şu Travnik'e uğrayıp bir sorayım dedim, Travnik'e uğrayıp bir sorunca üzüldüm, üzülünce mutlu olayım diye Migros'a yürüdüm, Migros'a yürüyünce Rasim'in Yeri'nin kaldırımından geçtim, Rasim'in Yeri'nin kaldırımından geçince bir masa donattım, bir masa donatınca kendimi kaybettim, kendimi yeniden bulunca Migros'a girdim, Migros'a girince üzüm mü alsam dedim, üzüm mü alsam deyince üzüm suyu aldım, üzüm suyu alınca yanına soğanlı peynirli çerez aldım, soğanlı peynirli çerezi alınca eve geldim, eve gelince maç izlerim dedim, maç izlerim deyince uzun votka bardağında üzüm suyu ile sodayı karıştırdım, üzüm suyu ile sodayı karıştırınca çok beğendim, çok beğenince çok içtim, çok içince bari maçı uzanıp da izleyeyim diyerek odaya geçtim, odaya geçince uyumuşum...


...Sıcacık oda, soba boşaltma ve doldurma derdi olmaksızın sahanda pul, karabiber ve kekik ilaveli zeytinyağında pişirilmiş ve sabah alınmış çıtır kepek ekmeği banılarak yenilen yumurta ve ona eşlik eden mevlevi fincandaki nispeten koyu ama bir o kadar da keyifli kahve eşliğindeki kahvaltı da kesinlikle Kuzeyli konseptine bürünerek güne renk kattı, hatta dün gece yatarken bir ara kitabı ele aldığımı, sevdiğimi ve dört hikayeyi okuduğumu eklersem ve bugün onu bitirme potansiyelimi kendimde gördüğümü söylersem, şu Kuzeyli havaya teşekkürlerimi de sunmam gerekir sanki. Ama asıl teşekkür sana tabii ki, hayatımı bu kadar anlamlı kıldığın için. Aslında şuraya pek de muzurluk içeren bir cümle kuracaktım. Fakat öyle bir kal geldi ki ve ben o noktaya bakakaldım ki, bir anda o cümleyi kısa tutabilmenin olanağı kalmadı. Bu yüzden teşekkürün ön kısmında yer alacak tanımlama yazılamadı, ama bu anlatılmayacak anlamına gelmiyor tabii ki...


...Nord (Kuzeyin Norveç dilindeki hali) yine yalnız ve sorunlu bir adam üzerine kurulmuş, Kuzey Sineması işte bu dedirten, Buzdan Hayaller çizgisinde ve soğuk kış akşamlarında pek de keyifle izlenecek sevimli ve güzel bir film. Ben sevdim valla, çok mu sürpriz dersen değil derim ancak Kuzeyden gelen her şeye sempatim ve zaafım var işte. Oturup gün boyu dışarıda beyaz ve sessiz hal ile kapalı mekanlara girildiğinde oluşan sessizlik içindeki üç beş kısa cümleyi ve ortamı izlerim ben valla. O yalnızlık halinin sinemada onlar tarafından anlatılmış halini seviyorum ben ya, çok da sevimli ve sıcak buluyorum. 6. Katta çok Kuzeyli film izleyeceğim, öyle hissediyorum. Yeri gelmişken şunu da sorayım: Şu Dizimag'da şu meşhur Kuzeyli polisiyelerden var mı?..


 ...Şu tembel olma vurgusunu şundan yaptım aslında: kendim bir rüya aleminin içindeyim ve inan uzun cümleler kurmaya ne gücüm ne niyetim vardı. Tüm günü bencil bencil yaşamak arzusundaydım, işlere çerez muamelesi yapacak, hiçbirini de odağa koymayacaktım. Şu an ve ileriki dakikalarda onu yapıyorum ve yapacağım. Ancak şu kısa cümleler kısmını başaramadığımı gördüm, çünkü emin ol ben tuşlara otomatiğe bağlanmışçasına basıyorum. Öyle bir keyif ki bu anlatamam. Bir bir yaşıyorum. Dün ya! hayatımın enler listesine tepeden girdi diyebilirim. Çok özel ve çok güzeldi. Bir kez daha teşekkürler ve şükran...


...Şimdi o manzarayı anlatacağım ve sakın ne alaka deme, çünkü ben anladım duygusunu ve kastını ama ne yazık ki anlatacağım. Bi de üsluba bakıp da benim mektubumun etkisinde kalmış bir şahıs olarak değerlendirme lütfen beni. Hele intihalci hiç deme. Yalnız mektubuna bayıldığımı belirtmem gerek. Hatta yazanı mıncır mıncır ettim diyebilirim. Bi de "Ah mektubu yazan kişi şimdi kolumun altında olacaktın ki sen," bile dedim. İçim bi güzel oldu, sevindirik oldu, şahsım kasım kasım kasıldı, "Ya ben ne şanslı bir adamım,"  dedi. Sonra şu mektubu yazan kişi insanın hayatına bulaşınca valla insan cennete bile gitmek istemez, dedi. Falan filan işte...


...Birden çocukluğumun geçtiği mahalledeki, üç katlı -eski tip- tuğladan bir evin dışında ve tırabzanları ince demirden beton merdiveninin olduğu avluda gördüm kendimi, sanki İtalya'da bir mahalledeymişçesine... üstelik önden volanına dışarıdan sokulan demir hızla çevrilerek çalıştırılan Austin kamyon da oradaydı. Tuğlaların yer yer kırılmış hali ve kalın ara harçları, un ufak olmuş ve açılmış renkleriyle sanki güneş kadar parlak ama soğuk duruyorlardı...


...Geç kalkınca yine her şey sıkıştı tabii... ama teoride... yoksa pratikteki kısım telaşsızdı, hiç bir şey de yük gibi gelmedi. Belki tek sorun bu sabah şu Sapma'yı yazıya evirme fikrimi realize edememek oldu. Bu aslında bahane üretmekte üstüne olmayan, bu durumun da üstüne atlayan tembelliğin bir eseri. Benim de işime geliyor öte yandan... bu da bir gerçeklik işte.

Yani hayat güzel.

Petersburg çok güzeldi ya... özellikle mezuniyet haftasında olan liselilerin tekne turuna vurgu yapan konuşmalar çok etkiledi beni... kıskandım. Düşünebiliyor musun ya... Petersburg'da bir lise de okuyorsun ve lise biterken tekne turundasın. Kesinlikle Petersburg. Sadece 4 saat güneşin olduğu gecelerini bile yerim ben onun...



...Bi de ben bugün öğleden sonra bir ara cebime koymuş olduğum kitapla eve hiç uğramadan sahile inip onu okudum. Şu Mario Levi kitabını üstelik. Bir ara öyle kaptırmıştım ki, bak ya eskisi gibi okuyorum bile dedim. Dedim de nazar değdirdim, sonra toplandım geldim, mektupluğu açıp tekrar çıktım...


...Şimdi bana sorsan "Asil dürüm mü Gül Kebap mı?" diye, tereddütsüz "Gül Kebap," derim. Mekanı muhtemelen sen de görmüşsündür diye düşünüyorum. Bi kere Adana Köftesi acılı, sonra yağı pideye geçmiş, içinde domates yok ve kanımca pidenin metrekaresine düşen köfte miktarı Asil Dürüm'den fazla. Fakat ayranı açık değil... Ancak burada da özel bir durum var ve bana sevimli geldi açıkçası. İlk kez gördüğüm bir ayran markası ve bardakta gelse ben kendi ayranları sanırdım. Ankara yapımı bir ayran üstelik kendisi, markasını tam hatırlayamadım şimdi ama sanki Çamlıdağ ya da benzeri bir isimdi. Kutusu koyu mavi, beyaz...


...Ya aslında öyle bir birikim, öyle anlara vurgu ve öyle cümlelerim var ki; gel gör gelen vapura binecek, heyecanlı, aman en iyi yeri kapim hızında, Karaköy'e geçip oradan Taksim'e çıkacak yolcu telaşındalar. Turnikenin başında öyle bir sıkışıklık var ki, bu anlamda hangisine yol vereceğini şaşırmış ve daral gelmiş vapurcu gibiyim. O nedenle olay mahallini terk edip, "mesainin de," deyip, hemen iskelenin arkasındaki boş banka bir kahve alarak oturmuş, bir de cigara tüttürüp boğaza bakan vapur işletmeleri memuru moduna geçiyorum. Şöyle derin derin, anın gerçekliklerinden kopup,  uzaklara bakıp, gözlerimi kısacağım. Bak az daha martıya çarpıyordum. Yaa ben seni yerim be!..


...Hımmmmmm, yazılamayan cümlede ne anlatılmak istenmişti acaba... fazlasıyla bayıldığım bir noktaya dönük bir enstantane ve ona vurgu içerdiğini ipucu olarak verebilirim ama...

23 Eylül 2012 Pazar

Davete İcabet Gerek

Sahilden henüz döndüm ve manzara muhteşemdi yine, parçalı bulutlunun güneşin önde olduğu hali; tam da sonbahar öncesi, şu sonyaz denilen atmosferin tadını dibine kadar hissettiriyordu. Deniz, bank, hava ve ağaçlar "Kap kitabını gel," diye bas bas bağırıyorlardı, kıramayacağım doğal olarak kendilerini. Böylesine bir içtenlik karşısında duyarsız kalmak için taş olmak gerek!

5 Eylül 2012 Çarşamba

İki Muhteşem Ralli Günü

















25-26 Ağustos 2012 39.Hitit Rallisi

Fotoğraflar Nikon L23 İle çekilmiştir.

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Bulvar Sadece Bir AVM Değildir; Bir Zihniyettir!

Şehirleşmeyi ve büyümeyi inşaat yapmak sananlara, bir kenti geçmişten geleceğe taşıyanların eski ve hikayeleri olan binalar olduğunu bilmeyenlere, eski binaları yok edip yerine tümüyle sokaklardan kopmuş görkemli ve ruhsuz betonlar dikmeyi maharet sananlara, Belediye Başkanlığının birikmiş anılar, beslenmiş bir kültür, estetik bir kaygı, partisindeki hakim zihniyete karşı dik bir duruş ve değerlere sahip çıkmak gibi bir vizyon gerektirdiğini bilmeyenlere verdiği cevap için.











Samsun uzunca bir dönem kenti yöneten (farklı partilerden) iki belediye başkanı sayesinde çehresi değişen, iki değerli insan Muzaffer Önder(CHP) ve Yusuf Ziya Yılmaz'ın(AKP) üstün nitelikleri dolayısıyla ülkenin en parlak kentlerinden biri olmayı başaran, aynı zamanda ekonomisini de büyüten bir şehir oldu.

Eski Sigara Fabrikası olan bu binalar; tüm dayatmalara, peşkeş çekme gayretlerine rağmen renk dahil herşeyiyle eskisi gibi restore edilmek koşuluyla bir firmaya 39 yıllığına kiralanan, ünlü pek çok markanın yeraldığı, mülkiyeti kente ait örneklerden sadece bir tanesidir.

Fotoğraflar Nikon L23 ile çekilmiştir.

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Bendensiniz!

Keyifli bir sabahtı, kesinlikle... sahil enfesti ve  "Bugün süper ötesi bir gün, keyfini çıkarın" diye göz kırpan bulutların resmi, "ilahi gücün"  mesajıydı.  Fazla şeyler söylemeye ve dilemeye de gerek yoktu. Buluttaki göz kırpmasının bir tek anlamı vardı; o da şuydu: Bugün bendensiniz!

19 Nisan 2012 Perşembe

Felekten Bir İstanbul Çaldım

Üç yıl önceden beri yapmayı çok istediğim bir şey var: Konuşmak.

Bir  ya da bir buçuk ay önce: Sinyal vermeye başlıyorum. Yanıt aldıkça -yanıtlarını karşının bilmediği- bir soru yanıt oyunu hazırlıyorum.

Sonuç: Karar verildi. Ama tarih? Mutabakat sağlanıyor, fakat ucu açık.


Değiştirilmek zorunda kalınan asıl A planı: "Onu İnciraltı Meyhanesi'ne götürmeliyim, üstelik de ikindi rakısına. Ya da onun sevdiği bir yere mi?"

Gitmeden önceki son durum: Ancak saat 16 ya da 17'den sonra buluşabileceğiz. O zaman vakte ihtiyaç var. En uygun uçak dönüşü bile;  ulaşım, artı en az 45 dakika önce orada olma zorunluluğu yüzünden uygun değil. O zaman otobüs.. her yerden binebilme şansım var. Bineceğim yeri göz önüne aldığımda ekstra bir 20 dakika daha kazanıyorum.

Uçuştan 2 gün önce: Hımmmm hava parçalı bulutlu, güzel! Yeni A Planı: Sabiha Gökçen- Taksim, Tünel, Karaköy, İstanbul Modern, Salvador Dali , Kadıköy.


Uçuştan bir gün önce: Felaket, hatta maç iptal ettiren  yağmur haberi... oysa o gün için  parçalı bulutlu gözüküyordu!

B planı: Kadıköy ve Kadıköy

Yine uçuştan bir gün önce: Tırtıl kursa bırakıldı, bir arkadaş ofisinde çay ve poğaçalar...
Klavye ve Sunexpres'in sayfası, en sevilen anlardan biri yaşanacak, kalp atışları hızlandı.  Bingo!  15-A.

Akşam: Tırtıldan cep telefonu istendi ve hızlandırılmış bir cep telefonu eğitimi alındı.

Uçuş sabahı: Hava parçalı bulutlu, ısı 19 derece, fakat burada yağmur var. Son dakikada ayakkabılar çıkarılıp botlar giyildi. İhtimallere karşı seçenekli bir kıyafet tercih edildi: Jean, mavi gömlek, onun bir üst tonunda kapüşonlu bir triko, ekru ince bir mont..

Samsun- Çarşamba Havaalanı: İlk pişmanlık; oysa bir erasmus öğrencisinin satır aralarında yakalanmış ve akla kazınmış bir cümle var, onu evirirsem: "Yapmayıp da pişman olacağına yap da pişman ol." Uçağım standart renklerinin dışında ve en turkuazdan daha turkuaz. Ah o tereddüt!  Eksik fotoğraflar hanemde bir çentik daha.

Sabiha Gökçen Havaalanı: Hava uygun ama yağmurun izleri var.

"Bir sıcak çikolata lütfen!"

Dışarıya bakan camın dibinde bir masa, yeni bir plan. Kıyafetlerinden havaalanında çalıştıkları anlaşılan genç bir adam ve sevgilisi  tartışıyorlar. Konu basit ama kızda üslup ve inat çok tatlı.  "O ayakkabıyı giymeni istemiyorum."  Oğlan hince ve sevimli sevimli gülüyor. Kız ısrarcı ve giymeyeceğine dair söz vermesini istiyor. Bu oğlan için bir artı; kız belli ki onun sözüne güveniyor. Masadan kalkarken gülümsüyorum ikisine de... Oğlana dönüyorum ve "Bu kızın kıymetini bil, ve bir gün kapanmış kepenklerle karşılaşıp duvarlara konuşur hale gelmek istemiyorsan biraz da uğraştır ve sonunda dediğini yap. Çünkü çok samimi... ve o şirin duyguyu fark et." Gülüşüyoruz.

Kadıköy'deyim. An itibariyle B Planı uygulanacak gibi görünüyor. Yağmurdan hemen denizin dibindeki bir kafeye sığınıyorum.

-Bir kaşarlı tost ve bir çay lütfen.!


-Bir tost daha rica edebilir miyim.?
-Tostu çok beğendin galiba paşa.
-Paşa!!! :))))

Evet beğendim ama daha çok  vakit geçirip yeni bir A planı oluşturasım var. Yağmur geçti. Karşıda güneş göz kırpıyor.

Son kararım: Karaköy, İstanbul Modern, Salvador Dali, Tünel, Taksim, Tünel, Karaköy, Kadıköy. Bu planla birlikte kısa bir süre önce satır arasından alınıp kayda geçirilmiş bir eylem için bingo!

Neden?


Yüzümde şahane bir tebessüm, Namlı'nın önünde kahvaltı için kuyruk olmuş insanlara bakıyorum. "Siz gidin bir de Mihriban'ın orayı görün ve gerçek bir kahvaltı neymiş anlayın !" diyorum. Mihriban'ın orası...hımmmm!

İstanbul Modern:

Ödeme için bankoya yanaşıyorum.

-Bugün ücretsiz, sizi üye yapalım. 
 -Buralı değilim, teşekkür ederim.

Bir notum var ve biraz dolaştıktan sonrası için damağım kıpır kıpır. Çünkü referans çok güvenilir.

Terastayım. Hımmm şu masa güzel.!

-Frambuazlı Cheesecake lütfen!
-Frambuazlı Cheesecake yok maalesef. Limonlu var!

Katlar, fotoğraflar, La La La İnsan Adımları, muzır bir çıkarım!

Abdi İbrahim'in önü ve Van Gogh Live. Tereddüt. Oysa çok sevdiğim iki tablo var ve görmeliyim. Telefon, tuşlanan numaralar.

-Alo, naber?
(Tanıyamadı:))"Burası çok kalabalık sizi duyamıyorum. Sizi birazdan bu numaradan arim ben.." "Yahu benim ben, Buraneros.:))" (Kahkaha) Naber? "İyi.. senden naber? Sana bir soru soracağım ve üç şık vereceğim." "Dur dışarı çıkıp seni bu numaradan arıyorum.""İlk soruyu soruyorum: Şu an ben neredeyim? Şıkları veriyorum: a) İstanbul Modern b) İstanbul Modern c) İstanbul Modern. (Kahkaha) "Tebrikler ikinci soru: Ben ne yiyemedim? a) Frambuazlı Cheesecake b) Frambuazlı Cheesecake c) Frambuazlı Cheesecake"

"Bir de burada Salvador Dali değil Van Gogh var."  "Evet ya Dali Mimar Sinan'daydı." "Maalesef  orada da bitmiş muhtemelen." "Van Gogh'a gitsene". "Bugün iki yüksek sanat ağır gelir. İstanbul Modern'de İnsan Adımlarını gezerken aklıma hep "şu" geldi" "Koca bir sanat müzesinde baktığım sanat eserlerinden elde ettiğim çıkarım ve bana kattıkları "şu" Kahkaha ve bir cümle.


Tünel, iki foto ve  İstiklal. Hızlandırılmış bir tur yapmalıyım. Günde bir sürü bonus saklı olduğunu biliyorum, ve bugün hayatla hayatımın en güzel oyunlarından birini oynuyorum.

Neden?

Burada şu "Neden?" dolayısıyla sıralamayı değiştiriyorum. Çünkü daha çok merak ettirmek istiyorum. Tünelden çıktım. Yüzümde kocaman bir tebessümle dışarıdayım, bu günü  taçlandırmalıyım. İnci'ye giriyorum

"Bir profiterol ve bir limonata lütfen!"


"Bu çocukların CD'sini almalıyım." Giderken yarım yamalak dinlemiş, fotoğraf çekmeyi ve müziklerini iyice dinleyip CD'lerini almayı dönüşe ertelemiştim. O da ne çocuklar vazgeçtiler ve toplanıyorlar. "Niye gidiyoruz?" "Adamları görmüyor musun karşıya gelip dükkan açtılar, bir de kocaman adamlar."


O kocaman adamların müziği kulağıma takılmıştı ama ben sanki bir dükkândan geliyor sanmıştım. Çocuklar yer değiştirmeye karar verince ben bu koca adamları dinlemeye karar veriyorum. Üstelik de Corazan'ı çalıyorlar. Önlerinde epey kalıyorum. Bateri ve saksafon caddeye, saate ve âna  çok yakışıyor. Çok şahane bir ân  yaşamışım ve  mutluyum.

Neden?


Kısa bir süre önce satır arasından alınıp kayda geçirilmiş bir cümle vardı. O ân sahne sahne yaşanmıştı. Ve daha önce "bir ân için" yapılması planlanan eylem buraya bırakılmıştı. Kadıköy'de inilip de B planına geçildiğinde üzülünmüştü. Ama günün  sunacağı  bonuslara güven de sonsuzdu... Güneşi gördüğüm ânda eylemin kıpırtısı yüzüme şapşahane bir  tebessüm kondurmuştu zaten.

Neden?


*Ve oradayım. Kapısının önünde. Gülümsüyorum. Bu afacan halimi çok ama çok seviyorum.  İçerideyim. Bakınıyor ve  buluyorum. Ama o da ne, o yok! Kahretsin! Mutsuzluk...  "Asıl yeri "şurası" oraya baksana, kesin vardır." Aklımın bu önermesine şiddetli bir ret. "Hayır ben burada olsun istiyorum."

"Pardon, burada göremedim ama acaba .... var mı?" Görevli aynı yeri kontrol ediyor. Bense umut ediyorum. "Yukarı bir bakim." Onunla ben de çıkıyorum ve şiddetle orada görmek istiyorum. Merdivenler, ilk sıra, görevlinin rafa giden eli ve bingo!

Kasadayım. Ampul yanıyor. Kasanın önünde ödeme yapmaya hazırlanmış bir genç kadın kulak kabarttı ve o kulak kabartısıyla bir karar verdi. Bu ânı bir anlatımdan hatırlıyorum ve aynısını taklit ediyorum. "Bu kim?" "Falanyalı falanca."

"Onu da...?"



Aslında şu ân İnci'deyim. Mutluyum ve biliyorum ki hayatla her gün oynadığımız eğlenceli oyunun karşılığı bu bonuslar. Çünkü ben onu eğersiz seviyorum o da beni. Ödüllendireceğini biliyordum, hatta emindim deyip Limonatanın ve Profiterol'un tadını çıkarıyorum


Keyifliyim, ayaklarım demirlerde,  beklediğim saat yaklaşıyor. Şanslı bir adam oluşuma sevinip yukarı, gökyüzüne bakıyorum.


Kadıköy'deyim.. Telefonum -nerden benimse- çalıyor. Aldığım eğitimin faydasını görüp, açıyorum. Biraz konuşuyoruz ve telefon kesiliyor. Korkuyorum, "Ne kadar kontör ya da dakika vardı acaba" diyorum. "Olmadı şuradan bir yerden ararım," çözümünü üretiyorum. Fakat tekrar aramayı başarıyorum. Kadıköy'e ilk indiğim anda tost yediğim kafedeyim. Telefon çalıyor. Fark ediyorum ama telefonu açmıyorum. O'nu gördüm ve dışarıdayım.

*Fotoğraflar Nikon L23 ile çekilmiştir ki o da Tırtıl'a aittir.

*Ek-14.08.2022

Buraneros'un Notu: Enn Sevdiğim Kadınla müzik ve İstanbul üzerine de yazışmıştık ve o Ada'da geçen bir ânından söz ederken ben bu çok tatlı hâli kayda almıştım ve onu, ânını taklit ederek;  daha önce okuduğum ve -enn- bayıldığım kitaplarımdan Amin Maalouf'un Doğunun Limanları ve CD için Ada'yı özellikle seçmiştim. O'na götürmek üzere yaşadığım bu keyif hayatımın en heyecanlarındandır. İçimdeki tatlı çocuk işte... Ve o çocuk iyi ki var ve iyi ki hiç büyümüyor.


Devam yazısı Günahım Var Boyumdan Büyük

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP