2 Haziran 2023 Cuma

Bulutlu Gökyüzünde Yaşamak



29 Mayıs Pazartesi


Adalet Ağaoğlu'nun çok sevdiğim kitabı Romantik-Bir Viyana Yazı' nın içinde geçen, çok yazımda kullandığım ve kullanmaya bayıldığım ifade ile söylersem, artık günün ruhları dürtükleyen saatlerindeyim. İki yazıya sığdırdığım ve üçüncüyü, Unforgettable adlı dizinin bir oturuşta ve benden beklenmeyecek sayıda sezonu ve bölümünü üç akşam boyunca izlemem ve her akşam bir kadeh beyaz şaraba eşlik etmek üzere armut ve elma dilimleri olan bir tabağı sehpanın üzerine yerleştirmem nedeniyle tez zamanda yazacağımı -kendime- vaat etmiş olsam da; türlü çeşitli avareliklerim nedeniyle dört gün sonra anca yazmaya devam ediyorum.



*



Önünden içeri girme teşebüsü ve niyeti olmadan sadece göz atarak geçişimin ardından, biraz da bayıldığım geçmişin izleri diri sokaklarını kullanarak, AVM inşaatının dev alanını bu kez yakın plan inceleyerek denize ulaşıyor, avare adımlarla, çam ağaçlarının altından, kırmızının en güzel tonundaki çiçek alanlarının kenarından yürüyerek, arada fotoğraf çekerek eve varıyor, biraz bloglara biraz da işe göz atmanın ardından ve ruhumun hadi artık dürtüklemesiyle birlikte, sırt çantamı kapıp, yine deniz kıyısını kullanarak ve saat 18'den sonra varıyorum; -ilk kez minik bahçesine adım atacağım- The Cakery adlı şirin pastanenin şirin çitli bahçe kapısına.


Bir iki masada gençler var. Oysa ben ıssız bir noktadaki bu küçük pastaneyi fark edilmez sanıyordum ve hatta hayıflanıyordum. İlk adımımla, bir masada oturmakta olan bir hanımefendi ve çok tatlı gülen bir genç kız sohbetlerini keserek ve genç kız hoş gülümemesi ile ayağa kalkarak, benimle birlikte kapalı bölüme geliyor.


Burası da küçük ama çok şirin; bir kapıyla daha geniş bir alana geçildiğini fark ediyorum ki orası imalathane diye düşünsem de ilk anda, mutfak tanımı daha çok yakışıyor bu butik hale.

Sıcaklıkla insanı kucaklayan, sade, şık ve samimiyet vaat eden bir iç alan. Genç kız güleryüzlü ve bu güleryüz onun ölçülü, abartısız, sözlerine ve önerilerine güvenilir bir karakter olduğunun altını çiziyor. Yıllardır bildiğimi, çok yakında ve yıllardır bu coğrafyanın aynı noktasında oturduğumu, mekânın hep dikkatimi çektiğini ama sanki ikimizin de o ânı beklediğimizi ve şimdi bazı kaygılarımın ötesine geçerek hamle yaptığımı ve an itibariyle umduğumdan fazlasını bulduğumu söylüyorum.

İletişim çok sıcak, fotoğraf çekebilir miyim diye soruyorum; enfes bir gülümseme, ardına eklediği bir iki cümle bir anda yıllardır buradaydım sanki hissi yaratıyor.

Pasta dolabı muhteşem, her biri sanat harikası. Kışkırtıcı, ukalalık yok, son derece sıcak bir iletişim oluşuyor pastalarla aramızda. Kullandığımız sessiz dil ortak, sıcak ve esprili.

Orman meyveli cheesecake'i gözüme kestiriyorum. San Sebastian göz kırpıyor. Selam çakıyor, sevdim seni diyor, ardına tez zamanda bir masada seninle sohbetin dibindeyiz, merak etme' yi ekliyorum. Onu şimdilik bir başka zaman için bırakıyor ve "Limonatanız var mı?" diye soruyorum genç kıza; olmadığını öğrenince, kahve aklımdan geçse de çay lütfen diyorum.

Kahve için bir hayal oluşturup, şimdilik onu bir kenarda tutuyorum!


Pastam ve bir fincan çayım masamda. Tabağa ve de cam fincanın tasarımına bayılmış durumdayım. Orman meyvelim, ahh, neler fısıldıyor bana bir bilseniz. Ortam zaten muhteşem ve seçtiğim masa bu küçük mekândan soyutlamadan da kendi ada'mı yaratma olanağını veriyor bana.

Hiç acelem yok, günün ve bu enfes akşamın ruhu ile çoktan ortaklaştık. Müzik, günün en hoş saatleri, elimdeki hayalperest roman, ve pastadan kesilmiş küçük bir lokma.

Gittim...

evet gittim ben;

sanki ormanda Pamuk Prenses'le orman meyveleri toplamışız da soluklanmak için bu pastanedeyiz.

Orman tabağımın içinde.

Koku...

Evet koku!

Ahh o böğürtlenler!

Pırıl pırıl,

sanki hiç fırın görmemişler gibi...

Ağırdan alıyorum.
Zamanı elimden geldiğince uzatıyorum.

Keyfim alkış kıyamet.

Enn sevdiğim kadın zihnimde dönüyor. En kısa zamanda, diyorum. Elinin hamuru ile onun fikrini de merak ediyorum. Elbette ilk lokmanın ardından anne kız olduklarını düşündüğüm hanımefendilere düşüncemi beyan ediyor ve muhteşem, diyorum.

Ödememi yapıyorum.

Ki fiyat kalite kıyaslaması için zihnim şunu diyor bana:

Emsallerinin hepsinden daha güzel,
fiyat bir tık daha yüksek olsa da...

Ve bir kıyassa söz konusu olan,

söz konusu keyifse,

cümlesine nal toplatır bu mekân!




30 Mayıs 2023 Salı

Türkiye Yüzyılı'nın İlk İki Günü

28 Mayıs Pazar

Pandeminin yarattığı televizyon ekranında film, dizi izleyememe sendromundan sıyrıldıktan beri, beni tutabilene aşk olsun. Üst üste filmler haftasından sonra şimdi de bir diziye musallat durumdayım. Kendisi abonesi olduğum portalın arşivler kısmında ve tüm bölümleri ile hazır. Canımın istediği gün ve saatte izlenebilirlik avantajıyla da çok uygun ve şahane.

Oyumuzu her zamanki okulda erkenden kullandık. Seçim sonuçları ile çok ilgili değilim, elbette kazananın kim olmasını istediğim net.

Ancak seçimle ilgili kurumların ve kişilerin ahlakından kuşku duyduğum için de her sonucu kabullenmiş durumdayım.

Ve akşamın ruhları dürtükleyen saatinde ekranın karşısındayım, seçimin kaybedildiği ise anlaşılmış durumda. İlk anda bir keyifsizlik tünemiş olsa da 20 yıldır Norveç'de miydin ki oğlum, diyerek, kendimi kendim teselli ediyorum;

ve muhtemelen bir kaç saat içinde de tüm semptomlarını atmış, normalime dönmüş olacağım,

ki aynen öyle oluyor.


*

Buzluğun hemen altındaki rafta 20 saat önce +8'de uykuya yatırdığım beyaz şarabı almak için dolaba geçmeden, aslında midye dolması planlamışken midyecinin bu akşam yerinde olmaması sebebiyle peynir ve şarküteri ürünlerinden oluşan bir tabak hazırlamak zorunda kalıyorum. Elbette durumdan şikayetçi değilim ve nugget'lar 250 derecede 8 dakika kalmak üzere fırındalar. Bir kaç dilim ekmek de, kızarıyorlar.

Kanepenin kafa tarafına bir yastık koyup uzatıyorum bacaklarımı, ekranı da kendime döndürmüş durumdayım.

Dizi ilginç bir polisiye; sevdim ekibi ki kadın kahramanımızın ekstra bir yeteneği var; olay yeri ile ilgili detayları sonradan zihninde canlandırabiliyor. Güzel kadın, Rabbim sahibine bağışlasın denilen cinsten. Bölümler 40 dakika civarı olmasıyla da iyi. Hoşuma gitmiş durumda, bölümleri peşpeşe ve keyifle izliyorum. Leyla ile doldurulmuş kadeh el altımda ve görüntüsü muhteşem; yiyeceklerle uyumu keyif veriyor.

Şule'ye sevgiler...

Kendime de alkış; ulaştığım ideal soğutma nedeniyle.


Unforgettable muhteşem; şahane bir ekip, kıvamında aksiyon, oyunculuklar güzel mevzular derin, heyecan dozunda, flörtöz haller pek hoş.

İki kişilik izlemeler için de pek ideal.

Ama kanepeden!



Gece yarısını geçiyorum.

Keyiften ölüyorum.

Arada seçim sonuçlarına baksam da fazla takılmak istemiyor, sıkıntılı ruh halini kendimi diziye atarak bertaraf ediyorum. Ancak uyku bir türlü gelmiyor, diziyi bıraktığım her anda da havada uçuşan kahırlar üzerimde baskı yaratıyor, zihni boşaltığım anda ise boşluk yeniden kahırla doluyor, uyuyamayacağımı bildiğim için de yeniden diziye tutunuyor ve şarapla ortaklaşarak da olan biteni duyumsamaz oluyorum.

Derken saat yoruluyor, göz kapaklarım hadi diyor, yatağım elinden geleni yapıyor ve sabaha kalktığımda hayat seçim öncesi kaldığı yerden devam ediyor;

ve bir kahvaltı tabağı hazırlayıp,

bir de filtre kahve ekleyerek yeni güne ve yüzyıla hiçbir şey olmamışçasına başlıyorum.

Diziye de kaldığım yerden devam ediyorum.


29 Mayıs Pazartesi

"Yıllardır dikkatimi çeken ve bana çok yakın, sevimli ve henüz adım atmadığım ama her an atacağım butik ve minik pastanenin önünden de biraz önce geçtik." diye yazmıştım Enn Sevdiğim Kadın'la yaşadığımız enfes yemek akşamından söz eden bir önceki yazımda. Üşenmiyorum ve öğlene doğru evden çıkıyorum; işi asabilirim çünkü seçim ardı sakinliğine takılıp birkaç gün içinde ekonominin gittiği yönü gözlemekte yarar var. Önce Tarım Kredi Kooperatifi'nin marketine yönleniyorum; enn sevdiğim kadın dondurmasını övdü; Atatürk Orman Çiftliği'ninki gibi dedi. Sallana sallana yürüyorum; hava enfes, pırıl pırıl bir güneş eşliğinde varıyorum markete ki dondurmanın malesef önerilen sadesinden yok...

Kakaoluya razı geliyor, bir de sıvı sabun alıyorum.

Ve bağ bahçelik ara sokaklara vurarak kendimi, sahile, bizim coğrafyaya doğru yürüyorum.


Rotamı bahsi geçen minik pastanenin önünden geçecek şekilde oluşturuyorum. Sonra bulvarı karşıya geçiyor, ana yoldan yan yola zıplıyor, pastanenin önünde hız kesiyor, çaktırmadan bir göz atıyor ve devamında sahile kıvrılarak kıyıdan eve doğru yürüyorum. Çünkü fotoğraftaki pastayı birkaç saat sonra, günün ruhları dürtükleyen saatinde, hayal ötesi pastanede yemek üzere, elimde kitabımla bahçedeki masalardan birinde oturacak, sonra da sadece o âna yönelik ve pastaneye özel bir yazı hayali kuracağım.

Ve bu aşamayı da hayata geçirip, çok keyifle eve dönüyor, olan biteni de dün akşamı sandık başında geçiren Enn Sevdiğim Kadın'a anlatıyorum.


Ve yeniden kanepedeyim, enfes pastadan sonra çok bölüm izleme potansiyelimi de gözeterek, bir kadeh şaraba eşlik etmek üzere armut ve elma dilimleri olan bir tabağı sehpanın üzerine yerleştirmenin ardından, pastaneyi - ona özel bir yazı için- sonraya bırakarak kendimi de kanepeye boylu boyumca uzatıyorum.

Devam yazısı, Bulutlu Gökyüzünde Yaşamak

25 Mayıs 2023 Perşembe

Gündüz Rakısı

20 Mayıs Cumartesi

İskele Kafe sezonu açmış. Oysa bir kaç hafta evvel ne kadar üzülmüştüm ve üzüntüm onun işlevini terk ettiği kanısıyla yokluk duygusunu yaşamam üzerineydi. Uzaktan bir yıkım halinde olduğunu fark etmiş, artık kafenin yerine balık tutkunlarının olta attıkları bir hizmet alanı oluşturulduğunu sanmış ve kızmış, durumu enn sevdiğim kadınla da paylaşmıştım. Bir kaç gün sonra yıkılan küçük ve mutfak özelliği taşıyan bölümünün yeniden inşa halinde olduğunu görmüş, ancak bunun da başka bir görevlendirme için olduğunu sanmıştım.

Taa ki bugün tüm ışıklarının yanıyor olduğunu görene kadar.

Evden başka bir amaçla çıkmış olsam da an itibariyle fikrim, hedefine İskele Kafe'yi yerleştiriyor. Göz temasımı kesmeden ona doğru yürüyorum. Meydandan sola dönüp yürüyüşüme devam ediyorum. Yaklaştıkça anlıyorum ki boşa kızmışım ve yiteceği için de boşa üzülmüşüm. Çünkü mutfak kısmında çalışanlar var; tuvaletler kısmı da tıpkı mutfak gibi yenilenmiş.

"Bir limonata lütfen!"

En uç masaya yürüyor ve konuşlanıyorum. Elimde enfes bir kitap var. Manzaram doyumsuz ancak paylaşılacak fotoğraf tercihimi farklı kullanmaya karar veriyorum. Limonata muhteşem, keyfim gıcır ve sonrasında akşama devamla kendimi iyice şımartma kararındayım.

Yaz kendini iyice hissettiriyor. Denizden gittikçe uzaklaşıyorum. Tavuklu nohutlu pilav arabası her zamanki saatinde aşçı kepli ve önlüklü sahibi ile mini parktaki standart yerine doğru gidiyor. Bir an gideceğim noktadan vazgeçip, pilava takılmayı düşünüyorum ama kısa sürede diğer tercihimin daha keyif verici olduğuna karar veriyorum;

ve şimdi sevdiğim pastane Afiyet'in verandasındayım.

Her birinden ikişer tane olmak kaydıyla dört çeşit kuru pasta seçiyorum ve bir de çay; fincanla diyorum ve daracık ve tek yönlü, elbette parke taşlı Lozan Caddesi'ni boydan boya göreceğim ve her zamanki, son masaya oturup kendi ada'mı yaratıyor ve kitabımı açıyorum.


21 Mayıs Pazar

Enn Sevdiğim Kadın'la neredeyse her akşam telefonla konuşsak da uzunca sayılacak bir süredir dipdibe olmamıştık. Dolayısı ile birlikte bir rakı masasında da buluşamamıştık. Dedi ki bir telefon konuşmasında "Öğle rakısı olsun bu."

Kabulümdür, dedim.

Bir an gözümde canlandı masa; özlemenin tadı had safhada. Heyecan fırından yeni çıkmış, dumanı üzerinde somun tadında.

Bir kez daha- ilk buluşmasına gidecek çocuk dünden razı ki bayılıyor bu telaşa.

Evden çıkıyor saat 13'e yaklaşırken. Tam bahçe kapısını açmak üzereyken güller arasındaki tomurcuk bir gül ile göz göze geliyor:

Muhteşem, pırıl pırıl ve kırmızının âlâsı.

Yeşil yaprakları enfes.

Usulca, incitmeden, üşendiği için mi yoksa heyecandan mı bahçe makasına gerek duymadan ve sapını çok uzun tutmadan narince, özenle ve düzgünce koparıyor onu ve sırt çantasına saklıyor. Hoplaya zıplaya, ilk buluşmasına giden çocuk tadını gram eksiltmeden, biraz da geç kaldım endişesiyle, en sevdikleri mekâna doğru coşkulu adımlarla yürüyor. Ve saat 13'ü geçirmeden mekândan içeri kıvrılıyor.

O'nun sırtı dönük. Sessizce yaklaşıyorum. O kadar güzel ki.. Sarıldık, öpüştük ve şimdi karşısındayım. Kelimeler içimden kopuyor, özlemenin tadı muhteşem. Bu kaçıncı kere ama yine de muhteşem bir ilk buluşma. Gülü uzatıyorum. Gözlerimi geri almaya hiç niyetim yok ki onların da ondan bana geri dönmek gibi bir niyetleri yok. Bu lezzetten çıkmaya ise niyetsiz mi niyetsizim.


O kadar yok olmuşum ki donatılmış masadan tek bir fotoğraf bile çekmek gelmiyor aklıma. Kelimeler cıvıl cıvıl. Gözlerim doya doya o güzelliğe bakıyor. Laf lafı açıyor. Tiflis burnumuzda tütüyor.

Söze Çanakkale de katılıyor.

İkimiz de iki şehirde de yaşayacağımızı hayal etmiyor, yaşayabiliyoruz diyoruz. Hani O oradaki Üniversite'ye nakil olabilse hemen yarın kamyonu yükleyebilecek gibiyiz. O kadar çok konuşuyoruz ki iki şehir üzerine. Ve bende de o kadar kazınmış ki yılların çok çok uzağında kalmış Savarona anılı Çanakkale;

her noktasını sanki dün oradaymış gibi, üstelik yıllar yıllar önce bir ilkokulluyken tanıdığım karakterlerinin resimlerini birebir çizecek kadar net akıtırken dilimden;

amcamların ev sahibinin gelini Pakize Suda'yı bile magazin basınını atlatırcasına döküyorum çocuk gözlerimden, masanın üzerine.

Orduevi tam karşımda, hafta sonu İstikâl Marşı için bandocular caddeye döndüler ve şu anda günün popüler şarkılarını çalarak geliyorlar sanki... Kordondan yürüyerek vardığım mini golf sahasının artık olmadığını öğreniyorum enn sevdiğim kadından. Mezelerin tadı damaklarımızda, saatler saatleri kovalamış ve bizim durasımız yok; kelimeler ardı ardına. O halde biten 35'liğin üzerine bir 20'lik daha... Bu akşam beyin yoktu ama diğerleri tam tekmil yerlerini almıştı masada. Arnavut ciğeri bu kez bir tık iri parçalar halinde ve ekstra baharat dokunuşlu haliyle bambaşka şarkılar söyledi damaklarımıza.

Onca saat su gibi akıp gitmişti yine,

bi cila da gerekliydi sanki!

"Bira lütfen."

13'de oturduğumuz masadan anca saat 22'ye yaklaşırken ve yeni bir rekor kırararak kalkabildik. Yakın istasyona gitmeyip yolu uzattık. Ara sokaklarından birine daldık ki evin ve park yerindekinin fotoğrafını çekmeden olmazdı;

ki sahibinin hikâyesini anlatmak da bana farzdı.

Anlattım.


Uzak istasyona doğru yürüyorduk, sular seller gibi konuşuyorduk. Engin'lerin evinin önünde durduk. Artık eskilerin yerini yenilerin aldığı mahallemizdeki, çocukluktan kalmış nadir -yazlık- evlerden biriydi kendisi.

Işıl ışıl ve kocaman mağazalardan birine girdik sonra, bakındık, eğlendik.

Yıllardır dikkatimi çeken ve bana çok yakın, sevimli ve henüz adım atmadığım ama her an atacağım butik ve minik pastanenin önünden de biraz önce geçtik.

Kelimeler bitmedi,

anılarımda yeri derin Meteoroloji Bölge Müdürlüğü'nün peşkeş çekilen muhteşem alanına yapılmakta olan AVM'yi eleştirdik.

Onunla temaslı yürümek, gecenin güzelliği, konser planları yapmanın ve hayatımın en güzel günü, akşamı, gecelerinden birinin muhteşem tadıyla ve hafiften leyla ama tenlerimizi hisseden adımlarla bizim istasyona vardık.

Tren gelene kadar dışarıda kaldık.

Güldük, konuştuk, sarıldık, vedalaştık ve o trene binerken ben trenin önümden geçişine kadar bekledim...

Ve hayatının en güzel masallarından birini yaşamış çocuk tadıyla

ve zıplayan adımlarla ve en afacan gülüşlerimle doğrudan sahile inerek,

denizin kıyısından eve doğru yöneldim.



Devamı, Türkiye Yüzyılı'nın İki Günü

22 Mayıs 2023 Pazartesi

15. Yıl Özel Sayı-7



 Aydın Ve Işıltılı Bir Gün*

Temmuz 2011
 

Rutin işleri halledip elime kitabı almış ve epey ilerlemiştim. Vakitse günün en kavurucu sıcağını iki saat kadar geçmişti. Bir anda soğuk çay ve Eti Finger ile akşam beşten sonra dışarı masada oturup kitap okumanın güzel olacağını düşündüm. Aslında düşünmedim, o ânı kısa süreliğine olsa da tüm kokularıyla yaşadım.

Sonra kendimi Kalkan benzeri bir yerde, beyaz badanalı kerpiçten bir evin bir odasında yatağa uzanmış, açık camdan esen rüzgârla hareketlenen tül perdenin ayağıma değdiği bir esnada kitap okurken gördüm. Tatil alışkanlığı bir yere bağlanıp kalmak olmayan kendimi orada, ya da benzer bir yerde, başka hiç bir yere kıpırdamadan sadece kitap okuyan, akşam üstü bir iki adımlık bir mesafede gidip içki içen, ay ışığını seyreden, sonra dönüp yatan biri olarak hayal ettim. İşin garibi bu durumu sevdim.

Aslında altı ya da yedi yıl önce bir gün, karşıdan gelen "Seni şu an yan odada çalışma masasında yazarken ve ben elimde kahvemle seni izlerken," diye başlayan cümlelerin çizdiği resimle eşledim. Sonra yaşadığım anlara başka sahneler de kattım. Mesela o beyaz badanalı kerpiç evde açık camdan esen rüzgârla hareketlenen tül perde ayağıma değdiği esnada, aynı evin bir nefes uzaktaki diğer odasında sere serpe uzanmış, kitabını okuyan kadını hayal ettim. Neden aynı anda aynı odada ve aynı yatakta kitap okunmasını değil de ayrı odalarda olunmasını tercih ettiğime kıkırdadım. İşin açığı ben açık camdan esen rüzgârla hareketlenen tül perde tenime değdiği esnada, yan odadaki kadının sessizce geldiğini, iki elimle bir insan kafasının geçebileceği kadar yukarıda tuttuğum kitapla kollarımın arasından kafasını uzattığını, bütünüyle kitaba yoğunlaşmış dikkatimi dağıttığını hissetim. Aslında o anda, ne kadının ağırlığı bedenimde, ne de muzırca gülümseyen nefesi nefesimdeydi. Bu ânı sadece ve tümüyle elimdeki kitaptan bağımsız olarak hayal ettim. Tüm bu hayal anlarının beni heyecanlandırmadığını, zaten bir kaç düğmesi çözülmüş elbisesinin üst aralığından görünen bedenini fark etmediğimi tam da metnin burasına yazmam ise külliyetli bir yalan olur.

Kitabı göğsüme bırakıp ama hâlâ iki elimle tutmaya devam ederek bu hayal üzerine biraz daha düşündüm, derinliğinden bağımsız olarak... Bu ânı kimin eli kimin neresinde, kimin bacağı kimin bacağında belli olmayan bir sabaha kadar götürdüm. Buradan bir çıkarım yaptım: son durağın hangi oda olduğunu bilmeden, çok sayıdalık düzeyine varacak bir sıklık içermeden, uzun aralıklar bırakılarak ve zamansızca sürmeliydi bu turlar. Bu anlardan uyanmam uzun sürmedi, çalan telefon üzerine. Araya giren işler beni yıldırmadı ve kaldığım yerden devam ettim, tabii ki.

Tüm bu hayal anlarının çıkış noktasını bir eylemle hayata geçirdim. Önce BİM'e gittim; O da ne, Eti Finger yok! "Olsun," dedim, "onu başka yerden alırım." Hevesle soğuk çayların olduğu reyona geldim. Geldiğim yerde Lipton'lar bana göz kırpıyorlardı. Gözlerimi ovuşturdum, değişen bir şey olmadı. Etikette Teatone 0.55 TL yazıyordu ama rafta gördüklerim Lipton'du. Acaba Lipton kılığına girmiş Teatone olabilir mi bunlar diye görevliye fiyatlarını sordum. Aldığım cevap bunların gerçek birer Lipton olduğunu anlamama yetti. Hayallerim an itibariyle iki sıfır mağluptu. Yılmadım.

Dışarı çıktığımda Carrefour mu Atamark mı ikileminde tercihimi, ikinciden yana kullandım. Eti Finger'ların yanına bir de Egzotik Meyveli Biscolata ekledim ve bir karton kutu Lipton Limon Aramolı Soğuk Çay aldım. Şimdi saat 17'nin ardını bekliyorum. Bu arada elimdeki kitabı göğsüme bırakarak kısa süreli de olsa kestirmişim.

Kendimi tam anlamıyla Kalkan'da sandım sanırım. Gerçi Kalkan, yazıyı bir roman havasına büründürmek maksatlı olarak, bir yazar özentisinin, o an itibariyle havaya girip, yazıyı süslemek amacıyla özellikle seçtiği bir kelime olarak eklenmişti oraya. Bundan hiç şüphe yok. Çünkü zatın bulunduğu yerin de tasvir edilen yerden eksik kalır bir yanı yok. Eksik olan; camdan esen rüzgarla hareketlenen tül perdenin ayağına değdiği anda ayrıntıları verilmeyen, yuvarlak profil boruları mavi renge boyalı, somyası dört bir kenarına yerleştirilmiş yaylara takılı sepet örgü ince ve iki santim genişliğinde saclardan oluşmuş, düz beyaz çarşaflı, beyaz nevresimli ve yatağı yün doldurulmuş ama sertleştirilmiş bir karyolaydı.

Tüm bu anlardan uzaklaşmam ikinci kez çalan telefon kadar yakındı bana. Üzerimdekilerin, yaz rehavetinden sıyrılmış kıyafetlerle yer değiştirmesi biri iki dakikamı aldı. Kapıda bekleyen arabaya oturup da olay yerine varmamsa on dakika. O on dakika beni ısrarla "Seni şu an yan odada çalışma masasında yazarken ve ben elimde kahvemle seni izlerken," diyen kadına götürdü; "Tülden ince tüyden hafif duygularımın demek ki hayatta bir karşılığı varmış" diyen, o tanımlamayı miras bırakan kadına...

Olay yerine vardığımızda işaret edilen kat beşti. Bense aynı jenerasyondan kadınların Tezer Özlü artı Sylvia Plath hayranlığı üzerine düşünüyordum. Bu kuşak ile ilgili ne zaman bir konu açılsa en büyük argümanımdı  iki yazar. Garip bir büyüsü vardı zamanın... Derin hassasiyetleri olan, yürekten seven, bu sevgiyi karşılıksızca veren, sanan, kesinlikle derin kadınlar ve her seferinde bu kadınların verdikleri karşısında kendini bir bok sanıp  şımaran erkekler... Belki de üzerine derin  araştırmalar yapılabilecek bu konuyu şu kıytırık yazının içinde, üstelik de benim gibi hayatı barut kokusu ile cesetler arasında geçmiş birinin anlatabilmesi tabii ki mümkün değil. Ama an itibariyle gitmekte olduğumuz olayın ve biraz sonra karşılaşacağımın ne olduğunu bilmek, kaçınılmaz bir biçimde düşündürtüyordu  bunları.

Merdivenlerden, telaşlı ama meraklı yüzleri hızla eksilterek çıkıp beşinci katın açık kapısına vardım. Kapıdan geçtiğimde geride bıraktığım eşiklerdeki düz, sakin, ahlakçı hayatlardan; başı dik, yürekli, kimseye eyvallahı olmayan ama o eyvallahın sahibini arayan başka bir dünyaya adım attığımı biliyordum. Tavana asılmış bir ip, tekmeyle devrilmiş bir sandalye ve ipin ucunda sallanan gencecik bir hayattı tablo.

İntihar bir eşiktir demiştim bir gün. Kesinlikle bir eşiktir ve o eşiği geçebilmek tülden ince-tüyden hafif, gerçek ve kocaman bir yürek ister, bazen... İpin ucunda sallanan gülümsemeye baktığım ilk anda olayı çözmüştüm. Olay yeri inceleme  narin yüreği usulca indirip ceset torbasına koyarken ve henüz fermuar o gülücüğü kapatmamışken, gülümsedim. Kendi ipini kendi çeken bedenin tüm kelimelerini, çoklukla tanık olduğum, benzerini sıkça gördüğüm gülümsemesinden alıp cebime koydum. Daha bir kaç gün önce, yıllar sonra bir mahkemenin hakkaniyetle ve tam da benim baktığım noktadan kusmuş olmasının sevincini yaşamıştım. O olayı ve o olayın kahramanı genç kadını hatırladım. Neden kadınların tarafında olduğuma ise güldüm; üzerine çok şey yazabilecekken... Olay yerindeki konuşmalara hiç kulak asmayarak mekânı terk ederken az önceki gülümsemesinde parlayan kelimelerinden, haklı sebepler oluşturdum.

şimdi iyiyim...durduğum,soluklandığım yer güzel...eylül 2002 den evvel birtakım sıkıntılarla başlayan süreç dağılıyor.önümde yeni,pırıl pırıl bir dönem.kendimin kendine vaat ettiklerini gerçekleştirme anı bu.salt aşk diyemem,salt şu günlerde hissettiklerim diyemem ama yaşadıklarımın uzantısında sen buluştuğum noktadasın.belki yarın ya da öbür gün olmayacaksın.kendi yollarımıza gitme arzusunda bile bunu anlaşılır,şefkatli kılan bir anlayış var ortada.her şeyi baş göz etme,en güzeli olsun,daha güzeli yaşansın arzuları günü geldiğinde ayırır bizi kimbilebilir ki??? hiç olmadığım,olamadığım ancak olmayı arzuladığım kadar dürüstüm kendime ve bize.bunun bana yaşattığı iç huzuru tarif edemem,kelimelerim eksik kalıyor.sanki ruhum doğuruyor,orgazm oluyor,sanki nirvana...ama o değil ...bunu da biliyorum...........sen şimdi yatağında gömülü,çoktan uykunun en derin anında yol alırken,ben inadına(nöbet bahane)günün en duygusal atraksiyonlu saatlerini tek başıma yaşıyorum şimdi.yanında uyumayı arzulamadığımı hissettim birden.ama sen uyurken,ruhumun koynuna senin ruhunu sokuverdim usulca.masumane ve erotizmden eser yok şimdi.cinsiyetlerimiz yok.beyninle sevişiyorum.kalbi temiz,hayatın kıçına parmak atmanın hoyratlıktan değil sakınımlı yollardan geçtiğini bilen ve hala aşkla donanan güzel erkek...seni bir lütuf olarak hissediyorum bana.ve hergün biraz daha...biraz daha...biraz daha...tam da burada seni seven kadın olarak(:)) aydın ve ışıltılı birgün diliyorum sana.............................



*Olay Yeri İnceleme etiketli yazılardan...

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP