10 Temmuz 2009 Cuma

Gerçekliğin Ötesinde, Gerçeğe Aykırı, Ezber Bozan Zamanlar... 2.Bölüm

1.bölümü


Adam bir an durdu... Daha doğrusu çok uzak olmayan, sanki dünmüş ya da bir kaç dakika önceymiş gibi bir zamanda durdu.

Barın sahibi kadınla son cümleler üzerinden gittiği yerdeki, kadına baktı.

Barın sahibi kadında o kadını gördü.

Barın sahibi kadın, adamın yüzündeki ifadeye baktığında, kendi dününü gördü.

Sonra, oyunu bir hamle ileriye taşımanın kışkırtıcı bakışları geldi yüzüne. Çapkın gülümseme bir doz arttı...

Adamla girdiği o tatlı, o zeki, o oyunbaz düellonun elinden kaçan inisiyatifini tekrardan ele geçirmenin gücünü hissederek, öldürücü darbeye hazırlanan aklından geçeni ses yapıp, alana sürdü: ''Sizi bir arkadaşımla tanıştırmak isterim.''

Adamdan izin isteyerek ayağa kalkmış halin son bakışında şu yüklüydü: ''Bu kadar da sevilmez bir kadın ve bakalım son hamlede ayakta kalabilecek mi aşkın?''

Adam, şuh bir edayla arkasını dönerken saçlarını savuran barın sahibi kadınının karanlıkta kayboluşunu izledi. Sonra elindeki içki bardağını ufak, ama saygı, fark ediş ve tat yüklenmiş bir hamleyle ona kaldırdı. Bir yudum aldı ...

Sonra, az öncenin tam aksi, sessizliğe tebessüm etti.

Aklı bir zaman diliminde kayboldu; o zaman diliminden bir sabit an, bir başlangıç, bir son bulamadığını fark etti. Zamanın durabilirliği üzerine düşündü; bunu hiç bilmemişti.

Zaman üzerine düşünmeyi, bu fark edişi, onun nüanslarını ertelemeyi seçti.

Boşluğa bakarak bir yudum daha aldı içkisinden... Gelen karaltıya dikkat kesildi!

Bir an barın sahibi kadının döndüğü sanısıyla usulca ayağa kalktı, kadının oturmasını bekledi... ve sonra oturdu. Adam tıpkı aşkla seven bir adamın görmezliği ile baktığı kadının barın sahibi kadın olduğunu sanırken, aslında kadının daha genç ve başka biri olduğunu fark etti. Bu yanılgıya şaştı!

Bu durum; sanki aynı bedende yer etmiş bir başka olmuşluğun, bir başka güzelliğin dışa taşmış hali gibiydi... Kadın adama ''Merhaba.'' dedi... Barın sahibi kadından daha derin, ama daha çapkın ve daha sarsıcıydı bakışları... Adam heyecanlanmadı desek yalan olur... Heyecanlandı.

Sanki, koca ve şapşahane bir paketin tüm güzelliğinin anlarını, teker teker yaşıyor gibi hissetti.

Bu yeni durumu sevdi...

Kadın adama baktığında, bir adamı hatırladığını sezdirdi; yüzündeki tebessümde...

Aslında bu tebessüm yüze yerleştiğinde, usulca kenara kaçan bakışlardaydı adamın ucundan yakaladığı hikâye...

Kadın, çapkın, şuh ve ben bilirim yüklenişiyle beslenmiş bir sesle sordu: ''Yalnız mışsınız?'' Adam elini bu kez, göze sokmak istercesine kalbine götürdü, orayı okşadı ve, ''Hayır.'' dedi...

Kadın bir an bir boşluğa düştü...

Uzun süre o boşlukta yok olduktan sonra toparlanıp, sanki bir başka boyuta geçmiş insan hallerinden birini giyerek üstüne, yine loş ama farklı bir barda, ipkırmızı ruj gülüşü hüzünle tatlanmış, kekremsi bir kiraz şarabı lezetindeki dudaklarla konuşmaya başladı: ''Biliyor musunuz? Bir adam vardı.'' dedi... O andan itibaren, sanki iki yüz iç içe geçti... Sanki iki hikâye; iki hissediş arasına karbon koyulmuş gibisine, iki algıda, iki hatırlanışta tek olup akmaya başladı.

Sonra kadın birden durup ayağa kalktı, arkadan vuran çok az ışığın önünü kesti... Adamın nefesi kesildi.

Arkadan gelen ışık kadının vücuduna kalın ve belirgin bir çerçeve çizmiş, onu, o gizemli halin ışığıyla parlatmıştı. Adam irkildi! Bedeni sevdi...

Kadın bir sandalye çekti az önce oturdukları masanın ucuna, barın ortasında bir yere... Adama elini uzatarak ''Gelin.'' dedi... Adam az önce takılı kaldığı anla kalktı, donuk bir akılla oturdu kadının işaret ettiği sandalyeye... Ve bir müzik sardı ortalığı; çok tanıdık, çok bildik, çok anlar yüklenmiş bir haykırışla... Ve aşkın en yakıcı, en darmadağın, en pervazsız sevişmelerinin dokunuşları gibi döküldü notalar ortalığa...

Her düşen notayı alıp, usulca sevip, kalbine yerleştirdi adam...

Kadın çok usul, çok oyunbaz, çok şehvetli, çok savaşcı ama çok şefkatli bir dansa başladı .



Üçlemenin son bölümü için buradan lütfen!


Başıma Gelebileceğini Hiç Düşünmediklerimi Yaşayarak Geçiriyormuşum Ömrümü; Aklımıza Hiç Gelmeyenlermiş Ömrün Kendisi...


Babasının evden attığı gece apartman merdivenlerinde ağlayan bir kızın,

bir sahil bitiminde yenilen akşam yemeği dönüşü yapılan trafik kazasının,

o korkunç hastalığın,

ot çekmeye çağrıldığım bir evde rezalet bir halde hastaneye taşıdığım arkadaşlarım yüzünden, acil kapılarında sonlanan bir gecenin,

sarhoş halde, yanlışlıkla bindiğim Expressde tanıdığım bir yabancının,

bir odadan bir odaya geçerken babamın izlediği belgesellerden birinde, yarım aralık kapının ardından dikkatimi çeken Güney Afrika'nın en güneyinde, en ucunda bir fenerin,

gecenin geç saatinde bant kaydı yapan bir radyonun, o radyodaki sunucunun okuduğu bir şiirin,

Dünyamı ne kadar değiştirebileceği aklımın ucundan geçmezmiş.


Bir deniz değil, o denizdeki bir dalga; hatta dalga değil, o dalgada sürüklenen bir enkaz parçası olduğumu bilmezmişim. Ve daha nicesini...

Resim:Katerina Lomonosov ...Photo net

Yaz Günleri...

Okulda geçirdiğimiz 9 aydan sonra geçireceğimiz yaz tatilinde sabah:

Kuşların sesine uyanışımız. Sabahları kalkıp ılık bir suyla yüzümüze su vuruşumuz. Sonra camın önüne geçip spor yapışımız. Sonra köpeğimiz Bitsy’i dolaştırmamız. Bunlar sabahları yaptığımız şeyler.


Yaz tatilinde öğlen: Önce yavaş yavaş kahvaltı hazırlayışımız. Yukarıda, uyuyan ağabeylerimizi yavaşca uyandırışımız.Kuş seslerinde kahvaltı yapmamız. Bunlar Öğlende yaptığımız şeyler.


Akşam üstü ve Akşam: Havuza girişimiz. Ağabeyim, Alp ağabey ve Naz havuzda Voleybol ve Futbol oynamamız Ve sonra Akşam yemeği yiyip Dondurma yiyişimiz.


Yaz tatilinde Gece: Önce yukarı çıkıp film izleriz. Sonra ağabeyim ve kuzenim Alp ağabey Esinti’ye giderler ve bizde Naz’la yatarız.


Yazı ve fotoğraflar: Tırtıl

9 Temmuz 2009 Perşembe

Konser Şehrimizde, Ben Konserdeydim...


Konser, FANTA’nın Gençlik Festivali konseriydi.

Konserde öncelikle Pinhani, daha sonra Ceza ve en son Kenan Doğulu olmak üzere bir grup iki şarkıcı bulunmaktaydı. Ben daha önce iki kez Kenan Doğulu konserlerine gitmiştim. Bu konserin genel performansı güzel olacağa benziyordu. Benim yanımda Tırtıl, dayım ve küçük dayım vardı.

İlk olarak Pinhani’den bahsedelim:

Ben Pinhani’nin söylediği bölümün yarısında yetiştim. Ama performansı güzeldi. İSTANBUL adlı şarkılarına ‘‘Yazılmış en kötü İstanbul şarkısı’’ dediler. Ama bu şarkı yine de güzeldi. Bu söz bence kendilerinin kötü bir performans sergilemesinden korkmaktı.

Bir bakalım Ceza’nın performansına:

Ceza’nın şarkı söylediği bölümün başlangıcında sahneye çıkarken bir ses patlaması yaşandı.Bunun nedeni Ceza hayranı olan kızlardı. Ceza ilk şarkı olarak Yerli Plaka’yı söyledi. Ancak herkesin ilgisini çeken bir şey vardı ki; 77 ÜSKÜDAR diyeceği yerde 55 SAMSUN demişti. Bunun herkesin ilgisini çektiğine eminim.

Ceza’dan sonra konserde büyük bir hareketlilik başladı. 2 sağ bas iki sol bas diyerek ve sürekli tekrarlayarak bu sözleri, gereken coşkuyu yarattığında; reklamdaki gibi, tüm konser alanında eller 2 sağ ve 2 sola hareket ediyordu. Ceza’nın performansı gerçekten MÜKEMMELDİ.

Son olarak bir de Kenan Doğulu’ya bakalım:

Kenan Doğulu sahneye kral tahtına benzer bir koltukta çıktı. Şarkı olarak ise Patron ile başladı.Ancak bir şey dikkatimi çekti ki; neredeyse konser alanının yarısı boşalmıştı. Kenan Doğulu bazı ses efektleri kullanarak insanların geri dönmesini sağlamaya çalıştı ama bu yöntem hiçbir işe yaramadı. Bu Kenan Doğulu’nun moralini hafiften bozmuştu. Kenan Doğulu’nun diğer konserlerine bakılırsa bu konserin performansı düşüktü. Dolayısıyla biz de sıkıldık ve konseri yarısında terk ettik.

Yazı ve fotoğraflar: Naz Özsamsun

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Sınırda; ama o sınırda!


O sınırda olmanın (ama o sınırda!) heyecanı ne güzel bir duygudur.

Ve o duygu: Tıpkı, sabah yolculuğa çıkacağını bilen küçük çocuğun yeni köylerden, yeni kasabalardan, yeni ağaçlardan, yeni ayçiçeği tarlalarından geçeceğini bildiği, ama her seferinde, her birinin bir öncekinden farklı bir yanını gördüğü; belki benzer gibi duran, ama lezzetleri nüanslarında gizli bakışların görmelerinin kilometrelerini tüketmeye başlamadan, sabahın en erkeninin ürpertisine karışmış bir yola çıkışın, diken diken halidir ve süperdir.

Göğe çıkmanın tadını bilenler için elbette...

Çok severim de sabah tazeliğinin yola çıkmalarını; yolun tehlikelerine gözükara ...

3 Temmuz 2009 Cuma

Kahraman... Hero


Filmin saçmalıklarla dolu olduğuna vurgu yapan ve bu filmi küçülten, yok sayan eleştiriler üzerine yazılmış bir yorumdur...

Bazen; felsefesi olan, efsaneler anlatan filmlerde fantastik bir sinema dilinin kullanıldığı; bu tür filmlere konu edilen öykülerin görsel olarak tıpkı masallardaki gibi, günlük hayatın içinde rastlayamayacağımız, yaratılmış (kareografik) sahnelerle canlandırılmasının bir yöntem olarak kullanılabileceği, hatta öyle olması gerektiği akıl dışı bir şey değildir sanırım...

Nasıl ki mitlere dayalı anlatı kitaplarının, nasıl ki masal kitaplarının, nasıl ki fantastik orta dünya filmlerinin gerçekle görsel anlamda bağını kurarak saçmalık olarak nitelemiyor, anlatılmak istenen felsefeye ve onun derinliğine bakıyorsak... Bu filmi de, tarihsel bir gerçekliği belgesel ögeler kullanarak anlatıyormuş gibi eleştirel bir sorgulamayla yargılamamak gerekiyor diye düşünüyorum. Ayrıca, kendi beğeni düzeylerinin (hoşgörüsüz) dar sınırlarından bakarak kendi varoluşlarının kanıtı usluplarla filmi eleştirenlerin aksine; yönetmenin, bir efsaneyi tam da öyküye yakışır masalsı bir anlatımla, uzakdoğu tiyatro geleneklerinin (efsane kültürünün) tüm ögelerini: Hem renklerin, hem de karakterlerin insanüstüleştirilmesi (abartı) anlamında son derece iyi kullandığı, teatral bir anlatımla biçimlendirdiği destansı bir şölen olduğunu düşünenlerdenim bu filmin...

Sanatın bütün dallarında olduğu gibi; bazen eserlerin yaratıcıları, bizim gerçeklik algılarımızın dışında dünyalar, olaylar, kahramanlar yaratarak; hayal dünyalarımıza katkılar yaparlar. Zaten sanat da bunun için vardır. Eğer her anlatıda (müzikte, tiyatroda, resimde, sinemada, yazılı eserlerde) günlük hayatımızdaki görsel ve eylemsel gerçeklikleri arayacaksak; ve bu noktadan bakarak, başarı ölçüleri koyacaksak... O zaman, kendi kahramanlık filmlerimizi, destanlarımızı, hikayalerimizi, türkülerimizi de yok mu sayacağız.

İşin kıssadan hissesi şudur: Bir yönetmen, bir Çin efsanesinden görsel anlamda çok başarılı, ''fantastik dram'' bir görsel şölen yaratmıştır. Ve aşkın farklı bir dille, muhteşem bir renklendirmeyle olağanüstü anlatımı da bonusudur bu filmin. Haftasonu sinema keyfi için iyi bir seçim olabilir, hatta bence çok iyi olur. Aklınızın not defterinde bulunsun

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP