8 Mart 2009 Pazar

At Be Ustam!..Kim Tutar Seni...2.Kısım

Öncesi

"Tam gidecektim, pilotlar ustam bir tecrübe etsen şu uçağı, hani baksan başka bir sorun var mı falan diyince, geçtim direksiyona; onlar da yan koltuklara oturdular. Önce sağ motora bir tam gaz... Sonra sola bir tam gaz verip motorda kötü, kirli ne gaz kaldıysa hepsini attırdım eksozdan... Ardından el frenini bırakıp usul usul pist başına geldim. Rüzgar arkadan estiği için kalkışı denize, şehrin üstüne doğru gerçekleştirmem gerektiğinden pistin sonuna doğru ilerlemeye başladım; bu arada da uçağın tüm aksamlarının nasıl çalıştığını gözden geçiriyorum. Pist sonuna gelip dönüşü kalkış istikametine doğru bitirdikten sonra, önce bir durdum ve bismillah deyip gaz pedalına yüklendim.

Pistin bitim noktasına kadar gaz bastım; pilotların yüzünde ne halt ettik biz korkusunu sezdim ama!.. Buna içimden gülüyorum bir yandan da; lan süt çocukları kendinizi pilot sanıyorsunuz di mi? diyerekten... Pistin artık her şey bitti noktasına geldiğimde çektim levyeyi ve uçak tekerlerini kesti yerden. Onların kıpkırmızı, kan ter suratlarına daha yeni oh be rahatlığı gelmişti ki çaktım uçağı burun üstü, denize doğru; bunlar yapıştılar tabi ki koltuklara, denize sıfır noktası kadar yaklaşmıştım ki nerdeyse kuyruk suyu sıyırıyormuşçasına dikildim yeniden, gökyüzüne doğru...

İyice dikildiğimde, ki bilsem atmosferi geçerken yanmayacağız gidecem şu ayda ne var lan bi bakim diye, o kıvamdayım yani... Güneş gözümü iyice alıp bakamaz hale geldiğimde, asılıp levyeye geriye doğru yaslayıp uçağı ters taklayı attırdım ve güneşi arkaya aldım. Normal hale geldiğimde pilotların ve diğer Amerikalıların üst baş dağıldığını, terden sırılsıklam olduklarını farkettim; inerken keşke koltuklara da baksaydım lan..."


Neyse, adamlar titrek ve korku dolu tonda "Usta vaktimiz yok, hemen İncirlik'e uçmamız gerekiyor"u anca diyebildiler. Gülerek, tamam dönelim dedim. Ama çok terlediniz biraz serinleyin de öyle gidelim diyerek denize doğru alçalmaya başladım yeniden. Sağ kanadın ucuyla denize şöyle bir dokunarak suyu uçağın üzerine boca ettim. Ardından aynı işlemi sol kanatla da yaparak yeteri kadar soğutmayı sağlayıp uçağın içini serinlettikten sonra dönüp havalanına geldim."


Alana gelip park etmesiyle, uçaktan inen pilotlar nerdeyse öpecek haldeyken yeri, ''Usta o kadar senedir uçarız ama senin gibisini göremedik ver elini öpelim.'' diye yapıştıklarında ustanın eline; o büyük bir tevazuyla ellerini öptürmeyip yanaklarını okşadığı pilotlara biri iki tavsiyede bulunarak; Amerikalı yetkililerin, Amerikaya yerleşip bilgilerini yeni yetişen öğrencilere aktarmanın yanı sıra Amerikan hava yolu şirketlerine ve hava kuvvetlerine hizmet vermesi konusundaki tüm ısrarlarını, teklif ettikleri yaşam standartlarını geri çevirerek, sade bir vatandaş olarak bu vatana hizmetlerini uzunca bir sürdürmeyi  daha uygun görmüştür. Bu hikayeden öte bilinen bir başarısı kendi ustalığı da dahil yoktur.

7 Mart 2009 Cumartesi

Şu An Bir Şeyler İçmek İsteyip de Kararsızsanız... Bir Öneri:Ragla

Votka, Bira, Miles Davis ve dışarıda harika bir rüzgar varken ve ben bunların tadını çıkarırken... Bu saatte bir şeyler içmek isteyip de kararsız olanlara bir hayrım dokunsun diye, çok da keyifli bir içkiyi önermek geldi içimden.

Adı Ragla olan bu karışım; çok eğlenceli ve hazırlanması da son derece kolay bir içki. Büyükçe bir kadehin yarısına kadar limon aromalı bir gazoz ki tercihen Sprite ya da Sensun doldurup, üzerini bira ile tamamlıyorsunuz.

Tabii ki mümkün olduğunca soğutulmuş olması lezzet için önemli. Dilerseniz de buz ilave ediyorsunuz. Deneyin seveceksiniz (beni).

Geceye, yaza, özellikle arkadaş toplantılarına, kalabalık film izleme seanslarına çok yakışır. İyi eğlenceler.

Not: Gazoz bira oranı deneme yanılma yoluyla ayarlanarak, kendi damak zevkiniz için uygun bir hale getirilebilir.

At Be Ustam!.. Kim Tutar Seni...1.Kısım

Kentimizin henüz kültürel kimliğini ve buna bağlı olarak da mimari güzelliğini kaybetmediği, ama sonunun da gelmekte olduğunu hissettiren zamanlarda... farklı milliyetlerden yurttaşların yaşadığı kentimizi daha da renklendiren, genç kızların, ''Bir Amerikalı kapsam da kendimi Amerika'ya atsam,'' dediği görevlilerin, yani Amerikalıların varlığı... bir kısım ''göçler'' sonucu Türklere geçmiş Rum ve Ermeni evlerinin görsel katkısıyla kendimizi Avrupanın kenar mahallerinden birinde yaşıyor sandığımız... Amerikan radarlı yıllarda bir gün, radara sürekli öteberi taşıyan Amerikan uçaklarından biri arıza yapıyor.

Mevcuttaki Amerikalı teknisyenlerin hiç biri çare olamayınca çözüm için arayışlar başlıyor. Ne yapsak ne etsek diye düşünürken pilotlar ve yetkililer, oradaki teknisyen ve diğer görevlilerin aklındaki ampul yanıyor. ''Yaa... bunu yapsa yapsa Sezai Usta yapar,'' diyorlar.

Babamın kesif benzin kokulu, katılaşmış yağ damlalarının simsiyah bir zemin oluşturduğu tamirhanesine götürüldüğümde en büyük zevkim; benim için sipariş edilen oraletin, işini gücünü bırakan babam tarafından kırmızı beyaz çizgili klasik kahveci tabağında soğutularak bana içirilmesiydi.

Arasta kültürünün tavan yaptığı o yıllarda, bir araya gelmiş ustaların atma avcı vurma beni tadındaki sıcak sohbetlerine kulak olmaya bayılırdım. Eğer konu çocuklara uzak bir zamparalık öyküsüyse, olay mahallinden bir bahaneyle bir abinin eline tutturularak çikolata gofret almaya doğru uzaklaştırılırdım.

Aklıma geldikçe yazmayı düşündüğüm bu coğrafya; aslında hayatımın çok uzun ve önemli bir bölümünü işgal etti. Hiç hesabımda yokken, ama bir yandan da öngörebildiğim bir şekilde babamın erken ölümüyle ihale üzerime kaldığında; hayallerimi paket edip bir kenara kaldırmak durumunda kalacağımı ve uzun yıllarımın otomotiv sektörünün içinde geçeceğini görmüştüm. Her ne kadar kendi seçimim olmasa da bu mesleğin Türkiyenin ekonomik ve sosyal gelişimine tanıklık anlamında katkısı çok oldu bana... Her meslekten, her eğitimden, kentli, köylü her kesimden, her milliyetten ve her etnik yapıdan insan ve dost tanıdım.

Blog yazmaktaki temel amacım kendi kişisel tarihimize izler bırakırken, aynı zamanda dönemlerin arka planlarını, ülkenin değişimini, bireysel ölçekte kendimce notlamak olduğundan, şimdi anlatacağımın benzeri örnekleri sıklıkla yazma fikrindeyim.

Babamın arkadaşlarından sağ kalan ender kişilerden şu an kente yakın küçük bir balıkçı kasabasında yaşamakta olan ustamızın; böyle, yani bir arkadaş toplantısında anlattığı atma avcı vurma beni türünden hikayesine kulak kesilelim şimdi.

Bir gün tamirhanenin kapısında son model, gıcır gıcır bir Mustang durduğunda, içinden biri siyah diğeri beyaz upuzun iri yarı iki üniformalı adamla birlikte konuşmaları çeviren bir tercüman iniyor. Ve o an bir Amerikan Ford motoruyla uğraşmakta olan ustamız, yine hiç olmayacak bir şeyi yapmakla meşguldür. Bu meşguliyet: Tüm yedek parçaların en küçüğünden en büyüğüne Amerika'dan gelmesi gerektiğinden ve aslında bu sistemin, demir yolları terk edilerek teşvik edilen kara yolu yapımlarıyla birlikte bağımlılık anlamında ve o günün koşullarında çok güzel bir kement olarak boynumuza takılmış olması yüzünden; ve mesafe göz önüne alındığında, kontrollü bir stok da piyasada oluşturulamadığından orijinalini bulamadığı yedek parçanın yerine bir başka Amerikan arabası şevrolenin(Chevrolet) pistonlarını kesip biçip, Ford motoruna uygun hale getirmek uğraşıdır. Hatta bu işlemi tamamlamış olup yerlerine monte etme sırasına gelmiştir.

Gelenler selam verip içeri girdiklerinde gözlüğünün üst aralığından şöyle bir bakarak:''Buyrun,'' der. "Uçağımız arıza yaptı çalıştıramıyoruz bir göz atar mısınız?" ricasında bulunan ve sorunlarını anlatan konuklara ''Elektrik donanınımını gözden geçirdiniz mi? Marş dinamosuna baktınız mı? Aküleri kontrol ettiniz mi?'' gibi bir kaç soru sorduğunda aldığı yanıtlardan, sorunun bir elektrik işinin ötesinde ve daha derin olduğunu kavrayan ustamız, uçağın tipi ve modeli ile ilgili bilgileri de alır. Konukların ifadelerinden elde ettiği datalarla birlikte kısa süreli bir konsültasyon yapan Sezai Usta, aşağı yukarı sorunun ne olduğunu anlamıştır.

Aslında ahlakı gereği elindeki işi de bırakmak istememekle birlikte; ''Ya usta bizim işimiz çok önemli zamanla yarışıyoruz.'' diye lafa girdiklerinde çok da ısrarcı olduklarını görünce gelen kişilerin; pistonları piston kollarına geçirip işi kalfasına teslim ederek, bindikleri Mustang'la hep birlikte hava alanına doğru yola çıkarlar.

Yolculuk esnasında her ne kadar çok acemi olduklarını ve arabanın hakkını veremediklerini düşünse de, direksiyona geçmek gibi bir talepte bulunmadan, için için kızarak ''Geç şu tarafa bak araba nasıl kullanılır'' iç seslerine frenler de yaptırarak, sabır taşları çatlamadan olay mahalline varırlar.

Ustamız uçağın yanına vardığında halden anlar bir bilge olarak uçağın yanağını şefkatle şöyle bir okşar. Bilge bir kişi tanımanın mutluğunda bir gülümseme yüklenmiş çocuk mahcubiyetinde el pençe duran pilota '' Geç bir çalıştır bakim uçağı,'' der. Bir kaç kez marşa bastığı halde volandın dönmesinden öte geçemeyen motor sesinin ardından, boğmuşsunuz motoru serzenişiyle birlikte ''gaz pedalına sonuna kadar bas ve ayağını basılı tutarken çalıştır, ben bırak diyene kadar da gazı bırakma!'' talimatlarını veren, üstelikte bunu ''siz de hiç bir bok bilmiyorsunuz'' edasıyla yapan ustanın dediklerini yerine getirmesiyle pilot; volandın bir iki dönmesinin ardından motor çok yüksek bir sesle çalışmaya başlar.

Ortalığı, boğulmuş motorun attığı çiğ gaz kokusu sardığında, eksoza gidip gerekli kontrolü yapan usta: '' Tamam'' der, ''gaz pedalını bırakabilirsin.''

Motorun sesinden sağlık belirtilerini sezen ustamızın ''Vitese tak biraz ilerle bakim'' demesinin ardından, pilotun denilenleri yapmasıyla uçak kısa bir yol alır ve stop eder. Ustamızın yüzündeki hımmm ifadesinden endişelenen pilotlar ve teknisyen, ''Ustam durum ciddi mi?'' diye sorarlar. Ne sorun olsa çözerim uzmanlığındaki usta en bilge haliyle gözlüğünün üzerinden, göz uçlarıyla onlara şöyle bir bakarak, ''Sorun ciddi ama çözülmeyecek diye bir şey de yok'' yanıtını verir. Amerikalı cahillerin, minnet ve mecburiyetle ve umutla parlayan gözlerini fark eden ustamız; Türk'ün gücünü ve zekasını göstermenin de mutluluğunu yaşamaktadır o esnada .

''Açın bakalım şunun motor kaputunu'' deyip alet çantasından çıkardığı pense, düz ve yıldız farklı büyüklüklerdeki iki üç tornavida, bir alyan ve 12 -13 iki ağızlı anahtar ve bir kargaburnu yardımıyla zaten ilk konsültasyonda tespit etmiş olduğu arızayı kısa bir uğraş sonucunda gidermiş olmanın güveniyle ''Geç bakalım direksiyona,'' der pilota...

Onun çalıştır komutuyla marşa basması bir olur pilotun ve akabinde motorların çalışması da... ''Ver bakim sağ motora gazı!'' der ve dinler gümbür gümbür sesini sağ motorun... ''Ver bakalım sol motora gazı!'' der ve dinler gümbür gümbür sesini sol motorun... ''Ver ikisine birden gücü,'' der ama yükselen motor sesinden ürktüğünü de fark eder pilotun, ''korkma oğlum bas, bas, bas!'' diye devam eder... Tüm bunları anlatırken arkadaşlarına şunları ilave etmeyi de unutmaz bir tespit olarak: ''Tabii adamlar kulaklarında kulaklık, alet edavat, elektronik cihazlar ellerinde, ordan ölçümle yapıyorlar her şeyi; bizim gibi çekirdekten yetişme değilki; okumuş kitapta, sanıyorki her uçağın ruhu aynı, dinleyeceksin kardeşim ne diyor uçak, sana ne anlatıyor, derdi neymiş, anlayacaksın sesinden...''

Gaz verme esnasında frenleri kitli olduğundan uçağın, güç aldıkça motorla, burun yere doğru eğilir. Bütün bu verileri değerlendiren ustamız, olayın hallolduğuna kanaat getirdikten sonra, "Tamam bırak gazı rölantide, çalışsın bir süre motor." der.

Amerikalıların tamamı ustanın yanına gelip hepsi birden: ''Usta allah razı olsun senden, hiç böyle düzgün çalışmamıştı bu uçak,süper oldu.'' derler. Yaptığının kendisi için sıradanlığının farkındaki ustamız: '' Durun bakalım! Ben size bir de karbüratör ayarı yapim, yakıttan da tasarrufunuz olsun,'' deyip, gaz hava ayarını da uçağın ruhuna uygun değerlere getirir. Bu arada, içinde az pislik kalmış olduğunu hissettiği iki karbüratör memesini de söküp üfleyerek temizledikten sonra yerlerine monte eder. Motorun sesi, rakı masasında dinlenen Müzeyyen Senar'dan Bir Tatlı Huzur Almaya Geldik Kalamıştan kıvamını alınca, bir sorunu çözmenin huzuruyla malzemeleri toplamaya başlar Sezai Usta.

Buradan gerisini artık Sezai usta anlatsın... Ki ben naklen de olsa ''atmaktan' yoruldum...

Devamı için buradan lütfen...

5 Mart 2009 Perşembe

Cevap?


Tesadüf denilen an gerçekten tesadüf müdür? Yoksa, algıda varolan bir hazırın ötekiyle yolunun kesiştiği an(mı)dır?

Adamın Biri...


Bir akşam boyu ...

Ruhuna dokunurken;

Saçına, yanağına da dokunmak istedi.


Ve bazen;

Elinden tutup, çıkarmak istedi ...


Şefkati, dostluğu, sevgisi

Göğsüne yaslansın istedi...



En çok da!

Umursadığını bilsin istedi.



Konuşurkenki, bakarkenki, rakı içerkenki,

Kendini çok sevdi.

Kısa Günün Kârı!..


Dün gazetelere göz atarken, kendisine özel bir ilgim olduğundan Ersun Yanal İstifa Etti spotunu görünce Hürriyet com tr.de, bir sazan olarak tıkladım hemen haberi... İçerikte, haberin -adını özellikle yazmadığım-bir yerel internet sitesi tarafından, sabah antremanına katılmadığı gibi bir takım gerekçelerle desteklenerek verildiği yazıyordu. Haber daha sonra Ersun Yanal'ın böyle bir şey olmadığı ile ilgili açıklamalarıyla geliştirildi. Akşamda, Trabzonspor yönetim kurulundan, bunun takımın başarısını çekemeyenler tarafından ortaya atılmış olduğunu içeren hamasete dayalı sert bir açıklama geldi.

Bugün; dün konu açıklığa kavuşmuş olmasına rağmen, yine Hürriyet'te spottan Trabzon'a İstifa Bombası Düştü diye verilen haberin içeriğinde; gelişmelerle birlikte, söz konusu yerel sitenin bugün yayınladığı şu açıklamasına da yer veriliyor: "Haberimiz meslek yaşantımızın en talihsiz yol kazalarından biri olmuştur. İstihbarat kaynağımızdan gelen bu bilgiyi doğrulattırmadan sitemize koyduk. Haberi ilk duyuran olma heyecanıyla yaptığımız bu büyük, ’yanlışlık’ için özür diliyoruz" .

Biri büyük, biri de yerel iki medya kuruluşu... Siz ikisi arasında ahlak açısından bir fark görebildiniz mi?

Reklamın iyisi kötüsü olmaz sözcüğünün akıllılık örneği gibi sergilenmesinden iğrendiğim kadar; amaca ulaşmak için her yol meşru çirkinliğinden de iğrenmişimdir. Böyle bir istihbaratın gelmesiyle Ersun Yanal'ı ya da Trabzonspor yönetim kurulundan herhangi birini telefonla arayıp haberi doğrulatmak arasında geçecek zaman, yazının yayınlanır hale getirilmesinden daha uzun sürebilir mi? Özellikle bugünün iletişim teknolojisi göz önüne alındığında...

Oysa yan masadan, ya şöyle bir haber patlatalım gündeme oturalım uyanıklığındaki kişiden gelen öneriyi istihbari bir haber sayıp, o gün bunun ulusal medayada da yer bulacağını görüp kendi sitesini gündeme oturtan, gün boyu tık rekorları kırdıran ve ertesi gün de yine oturduğu yerden bir özür mesajı yayınlayarak ''etik bir güzellikte'' sergileyen çalışan: Akıllı ve uyanık olarak değer görüp, el üstünde tutulurken; işin ahlaki anlamda doğrusunu yapacak muhabirin akıllı addedilmesi ve çalışkanlığının takdir görmesi olası mıdır?

Siz bu olaydaki samimiyete inanabildiniz mi?

Ekmek aslanın ağzında değil ,ekmek ahlaksızlığın ağzında...Uzanabilirseniz!

Hayat kirleniyor (mu?) Hergün biraz daha...

4 Mart 2009 Çarşamba

Sevdiğim Şair, Sevdiğim Şiir Mimi...

Bu kez mim soldan soldan geldi. Soldan geldi derken; şiirle ilişkim ideolojik temeller üzerine kurulu olduğundan. Başta Nazım, Lorca ve Neruda olmak üzere diğerleri...

İyi bir şiir okuru değilim. Bugüne kadar elime alıp başından sonuna okuduğum bir şiir kitabı olmadı. Arada bir, birini elime alıp sayfaların arasından rastgele okurum. Genelde elime geçen dergi ya da gazete köşelerindeki, seçilmiş şiirlere takılırım. Başta Orhan Veli olmak üzere, yalın ve gündelik bir dil kullanan şairler daha çok etkiler beni. Mesela blog dünyasından Hayatın Ortasında iyi bir örnektir buna... Ama mimin kuralına uyarak kesinlikle bir isim yazmam gerekirse; Nazım Hikmet derim en sevdiğim şair.

Bir dönem sevdiğim şiirleri kağıtlara yazıp oraya buraya atardım. Hatta bir iki tane de kendi yazmışlığım vardır. Bunlar, tıfıl çağların ona buna öykünme, kendine şekil yapma halinde ilerleyen sürecine aittir. Ha bunlar nerede şimdi dersek, arasam da bulamam. Bir gün bir şeyleri ayıklarken elime gelenleri şuraya koyayım bulmam kolay olur demiştim. Koymuştum da... Şimdi o yeri bulamamaktayım.

Mim her ne kadar soldan soldan geldi desem de, asıl geldiği yer önemli benim için... Neden diye bir soru gelirse... Geldi soru... Dedim ya, rastladığım yerde okuduğum dizelerin o an bende yarattığı etki, aklıma çizdiği resim önemli diye... Bir çok yerde tekrar ettiğim gibi, göz önünde olanlardan ziyade saklıda duran, popülizmin rüzgarında yelkenleri şişirilmemiş olanları severim.

Blog alemindeki geçmişim çok yeni, o yeniliğin ilk günlerinde bakınırken oraya buraya; bir blogda bir şiir gördüm; ve sözcüklerini hemen not aldım. Bunlar Kayıp Fesleğen'in yani persona noN grata~~nın, yani A.Nur'un Saklan adlı şiirindeki şu dizelerdi: Uyku tutmuyor beni/Gel sen tut…/ Fakir nakaratlarımın içine bağdaş kur.

Sevgili Kayıp Fesleğen mimi yollarken bana, isterse sevdiği sözcükleri not ettiği defterinden bir şiir çıkarsın La Paragas demiş. Aslında onun şiirine yazdığım yorumda da vurguladığım gibi, cümlelerin altını çizmek, bir yere not almak gibi bir alışkanlığı olmayan, bunu hep isteyen ama bir türlü beceremeyen bir okur olarak, not aldığım cümle çok azdır. Dolayısıyla da şiir... Birde en sevdikleri kategorisine çokça şey koymayı seven, eni değil de enleri olan biri olarak; beni yaşadığım bir olaydan dolayı en çok vurmuş olan, izi derin bir Ece Ayhan şiirini yazmak istedim. Nazım Hikmet'ten, Kelimelerin şiiri için af dileyerek.

MEÇHUL ÖĞRENCİ ANITI


Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
- Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
- Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek

3 Mart 2009 Salı

Kar

Bir gün dışarıda lapa lapa kar yağarken...

Bir boş vaktimde...

Çıtırtılı sobanın başından bilmem kaç senedir baktığım aynı yerlere gözlerimi dikmişken...

Çocukluğumun düş zamanlarına gittim.

Orada bir çocuk, gecenin yakışıklı laciverti günün mavisine dönerken; kır sakallı, iskoç kareli ama ısrarla koyu ceketli; içinde, mutlaka deriden -köstekli saat için- cepli... hatta şimendifer resimli saatin - ben demiryolcuyum dedirten- zincirinin takıldığı bir iliği olan yelek, herdaim cami kokulu...

Hani amcalar kendi ölüm yataklarındayken gözyaşı damlalarının kelime olduğu anlatılardaki göz gözü görmez bir tipinin; kapı altlarından, cam aralıklarından girip de birbirine sığınmış üşümüşlükleri daha üşümüşlükler yaptığı buz kesmiş bir sabahta...

Siyah paltosu bembeyaz olmuş, elinde iki torba kömürle kapı ağzından ''Bu enikler olmasa bu çekilir bir çile mi?'' diyerek, taa istasyondan şehrin bir tepesindeki fakir eve yürüyen...

Sadece bu tavrıyla bile sülaleye sorumlu baba olma duygusunu miras bırakan...

Tabakasından çıkardığı kağıdı baş parmağı ile işaret parmağı arasına sıkıştırıp tütünleri özenle yerleştirdikten sonra dudaklarıyla şöyle bi ıslatıp, alışmışlığın ustalıklı estetiğiyle sardığı ve bunu her seferinde bir ritüele çevirmeyi başardığı sigarasını, ispirtolu çakmağı ile yakan...

Ondan son gazoz parasını aldığımın ertesi günü, ölümün soğuk yüzünü ilk kez hissettiğim Dedenin sabah namazına giderken biz sıcağa kalkalım diye yaktığı mangalın ısıttığı, babannenin sıcağından uyanılmış odada, sokak lambalarının sarı ışıkları altındaki dokunulmamış karı seyrederken; Adamo'nun Her Yerde Kar Var şarkısının tınıları yol alırdı derinliklerime doğru...

İsterdim ki...

Hani demiştim ya yetişkin halimdeyken bi kere daha...

 "Hani ütülenmiş, hala temizlik kokulu ve ev ne kadar sıcak olursa olsun, o çarşafa ilk yattığında hissettiğin tazelik kokan bi soğukluk vardır ya..." tıpkı onun gibi...

...dokunulmasındı  beyazlığa,

hoyratlığın çirkin ayakları basmasındı haketmediği ruha,

hiç iz olmasındı bu bebek aydınlığın üstünde...

O telaşlarla, kimbilir kaç sabah o dokunulmamış keyfi seyrettim.

Ve şimdi...

Bugünlerde yani...

Tıpkı o karın hiç dokunulmamış halini, o saflığı sevdiğim gibi.

Değiyor.

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP