18 Şubat 2009 Çarşamba

Nereden Sevdim O Zalim Kadını!..


Ne olacak şimdi?

Gazetedeki bir habere göre bilim adamları; acıyı, yaşanan kötü anları unutturacak bir ilaç bulmuşlar. Her buluşun olumlu yanları gibi, olumsuz yanları olduğunu da göz önüne alınca, başlıktaki şarkı gibi; aşk ya da yaşamın diğer acılarından beslenmiş şarkıların, filmlerin, hikayelerin, şiirlerin, karakterlerin ölümü yaklaşırken; terörün, cinayetlerin, her türlü mezalimin ve kötülüğün de önü açılabilir mi acaba?

Hemen aklıma gelen bir iki örneği, biraz da geyiğini yaparak şöyle bir sıralarsam: Örnek, kirala katili, işlet cinayeti, ver hapı al sana faili meçhule şükrettirecek; failun, failatün mefailün bir cinayet... Gir bankaya, ne var ne yok topla, ver hapı millete, allahın selameti başına güle güle harca paralarını... Gözü kazayla bir tarafa kaymış kadına, ''kime bakıyodun lan sen bakim'' tadında verip hapı, bir yandan dilim dilim doğrarken; kadın elinde çamaşır suyuna batırılmış bezle, en korumacı olduğu evine bulaşacak kanlarını -ölünce gelenler evimi kirli görmesinler diye düşüneceği garanti olduğu için- en itinalı şekilde temizlesin; olay yeri incelemeye de mis gibi temizlik kokusu kalsın... At bi hap da kendin, olay tümden sıfırlansın...

Benzeri bir sürü geyik yapılabilecek konuyu fazla uzatmadan, özellikle hiç ellerinde olmayan nedenlerle acı çekmek zorunda kalan başta küçük yaşlarda tacize, tecavüze uğramış; bunun etkisinden kurtulması çok zor olan çocuklar olmak üzere; bazı travmaların, kötü anların yok edilebilmesine yararlarını da görmezden gelmek olası değil.

Ve acaba diyorum, her yeni buluşdaki bu iki uçluluk yüzünden yaşamın tadı da azalıyor mu? Dinamitten yola çıkarak düşüneyim bunu... Yoksa insandan mı yola çıksam?

haberin aslı için burdan buyurabilirsiniz:))

Rastlantı...


Havalanmış içiy(m)le güneşe ıslık çalarak girdi(m), bir yığın anıyla dolu pastaneye... Tadı yıllardır aynı cevizliden aldı(m) iki tane; tadın(ım)a tat katmak için...

Aklın (m) da bir militan geçmiş; eski fuar alanındaki genç ''cafedans''la neşeli komşulukları anılarda, önlerinden gelip geçen yorgun kalabalığa ''biz ne günler gördük'' edasıyla yukarıdan bakan çam ağaçlarından sahile; güneşe ıslık çalmaya devam ederek, rüzgârla kol kola, onlu yaşların sonunda, ilk gençliğin bilmişliğindeki çocukla birlikte yürüdü(m).

Fasulyeleri sütle pişirdikten sonra fırınlayan liman manzaralı lokantada, susuz, ama salça ve etin kattıklarıyla kıvamlanmış tereyağlı kuru fasulyeyi, pilav ve ayran eşliğinde keyifle yedi(m).

Sonra bir soda içti(m).

Aynı yolu: Yanakların(m)a denizin kokusunu taşıyan tatlı bir rüzgârla, limana girme sırasını bekleyen gemilere baka baka yürüdü(m); damağın(m)da cevizlinin tadı, aklın(m)da kimsesiz...

Mi?

17 Şubat 2009 Salı

Leydiler...



Aramakta olduğum ve bir türlü bulamadığımın sayesinde bugün elime geldiler.Bebek arabasındaki Tırtıl'dan yola çıkınca tahminen altı yıl öncesine ait çok sevdiğim bu fotoğraflar: Bizim mahallenin çocuklarının her öğlen, okuma, daha doğrusu kitaplara dokunma,onlarla tanışma seanslarından birinde, bir yaz günü öğle vakti çekilmişti.

Başkalarının Hayatı


Film, içinde barındırdığı her bir karakterin iç dünyası ve onun dışarıyla ilişkileri üzerine derinlikli açılımlar ortaya koyarken; yönetimi ellerinde tutan insanların, o düzenin haklarını savunma mantığı ile ellerine verilmiş gücü zaafları uğruna kendilerine kullanmalarının nasıl kötülüklere yol açtığının yanı sıra, hayatın her alanına ideolojik bakan yönetim anlayışının sanata etkileri odağında sanatçı ve aydın olmanın zorluklarını da sergiliyor.

Düzenin, kendini savunma ve koruma adına tek bir doğrudan bakarak, şüpheci bir paranoya ile yaşamı nasıl çekilemez hale getirdiğini, hayatın her alanına nasıl müdahaleci olduğunu ortaya sererken film; aynı zamanda, ahlakı çökmüş sistemin kullandıklarından bir ajanın biraz düşünmeye başlayarak ve fark ederek, katı eğitimlerle yönlendirilmiş aklına ve dolayısıyla sisteme başkaldırıp kendi adaletini uygulamaya koyarak, doğrunun yanında yer alışını da izlettiriyor .

Başkalarının hayatına onların doğrularını anlayan bir gözle bakabilmeyi, onları fark edebilmeyi beceren kahramanımız bu fark edişinden sonra, kendisiyle birlikte izleyicide de yeni düşünceler için yeni kanallar açıyor.

Kendine has sakin bir anlatımla, yalın bir dil kullanarak müthiş bir sistem eleştirisi yapan bu güzel film: Yakın tarihi, ideolojiler arası farklılıkları, insanın tutkulu idealleri için nelerden vazgeçebildiğini -içinizi sızlatan aktris karakterindeki Martina Gedeck'in üstün performansı ile, doğru, iyi kalpli, dürüst insan olmanın ahlakıyla sorumluluk duygusunun arasında kalmışlıktan, hizmet verdiği sistemin kirlenmişliğini fark ederek bir çıkış arayan- Ulrich Mühe tarafından muhteşem oynanmış- yalnız insan Ajan Weisler karakterinin odağında; sizi sürüklemeyi, sarsmayı, çok naif bir lezzetle ruhunuza dokunmayı başarıyor.

Sinemalardan sessiz soluksuz gelip geçmiş, az gişeli bol ödüllü, 2007de en iyi yabancı film Oscar'ını almış bu filmi hâlâ izlemediyseniz; demek ki sinema adına çok şey kaçırdınız!

16 Şubat 2009 Pazartesi

Hâlâ ARIYORUM!..

Geçenlerde; geçenlerde derken cumartesi günü, birden aklıma gelen hayatımdaki bir ilk için, geçmişin izlerini koyduğum yerde onu aramaya başladım. Her şey vardı ama o yoktu. Bir an, bir yere verdim de geri mi gelmedi diye düşünsem de çok uzun zamandır insanların yaşamından çıkmış olduğu için bunlar, verildiyse kime verildiğinin hatırlanması da olası değildi... Üzüldüm ve bu kafama takılmışlıkla her tarafı kurcalamaya başladım. Onun üzerinden bir yazı yazmak ve onun fotoğrafını koymaktı tüm arzum.

Buna benzer bir ızdırabı daha önce yaşamıştım. Aslında, oldukça savruk biri olmama rağmen; kitaplar, plaklar, kasetler, dergiler, mektuplar, hediyeler gibi iz bırakanlar konusunda oldukça korumacıyımdır.

Tüm tıfıl çağlarım boyunca doldurtuğum, aldığım kasetlerle birlikte, o dönemlerin o anlamda tek yayını olan hey dergilerini de biriktirip saklarken; ilerde zamanlarda, geçmişin şarkılarını evdeki kasetler ve plaklardan dinleyen birileri, o dergilerden de o anın popüler kültürünü, sanatçılarıyla yapılmış röportajları okuyup, dönemin mizah dergileri ve diğer yayınlarıyla birlikte durumun tadını, o zamanları tümüyle hissederek çıkarsınlar istemiştim.


Bu eve taşındığımızda tavan arasına çuvallara koyup kaldırılan tüm bu yayınların bir temizlik gününde, çöpe gidenlere katılıp gönderildiğini öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Elbette annem daha çok üzülmüştü.

Onları, daha tımtıfıl bir çocukken, zamanları eskisin diye tıpkı yıllanmaya bırakılmış şaraplar gibi, yıllar sonra, daha gelişmiş ve biriktirilmiş bir ruhla tadlarını yeniden duyumsamak amaçlı; ve her birinin izlerinden giderek geçmişte kalanlara yetişkin bir gözle bakabilmek için, kendi el altımdan ve gözümden uzağa bırakmıştım oysa...

Kapaklarıyla kurduğum iletişimle satın aldığım kitapları, plakları, filmleri, onların bıraktığı tadı, ön bilgim olarak aldıklarımdan daha çok severim. Bu; hiç bilmediğinin sesini, her kelimesini, bilinmeyen tadını keşfetmenin heyecanıdır. Bu heyecan, bu yol alışlar, yaşamdaki en büyük keyiftir benim için.

Bu keyiflerimden, bilmeden keşiflerimden birini arıyorum şimdi. Önemli!.. Çünkü; hayatımdaki bir devrimin başlama sebebidir henüz bulamadığım. Bulduğumda devam edecek yazı.

Yakaladığım her boşlukta aramaktayım.

Netten bulabileceğim, hatta farklısını bulduğum bir resimle yazmak istemiyorum onu... Dokunmak istiyorum, bloguma her girdiğimde o tazeliğini hissetmek için... Tıpkı yaşamıma dokunarak kattığı tat gibi.

Arıyorum...


Fotoğraf: Videlec org

İLETİŞİM İÇİN

laparagas@gmail.com

KATKIDA BULUNANLAR

Blogdaki yazıların tüm hakları La Paragas yazarlarına aittir.
Yazıların izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

  © Blogger templates Newspaper by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP